Kur’an'da velayet ve beraat pratiği konferansından notlar

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı, İLKAV´ın Alternatif Eğitim Konferansları´nda bu hafta "Kur’an da veli ,velayet ve ilk neslin örnekliğinde ortaya konan velayet ve beraat pratiği" konulu konferans icra edildi. Eğitimci Osman Emecen´in hazırlayıp sunduğu konferansın özetini ilginize sunuyoruz.

11-03-2014


Konuya geçmeden önce kavramlar ve kavramların hayatımızdaki, düşünce ve inancımızdaki önemi üzerinde biraz durmak istiyorum.

Kavramlar tıpkı yazı yazmada ve okumada kullanılan harfler(alfabe) gibidir. Nasıl ki okuyup yazmak bu harfleri bilmeye bağlıysa, harfler bilinmeden okuyup yazmak mümkün değilse; tıpkı bunun gibi Kur'anî kavramları bilmeden de Onu gereğince anlamak mümkün değildir.

Her düşünce ve inancın kendisini en doğru ve anlaşılır olarak, ancak kendi kavramları ile ifade edebileceği bir gerçektir. Bu bakımdan, bir düşünceyi, görüşü anlamak veya tanımlamak için en uygun yöntem o düşüncenin kavramlarını kullanmaktır. Kur'an`ın kavramları da Kur`an`ın alfabesi gibidir.

Kelimeler ve kavramlar, bir dilin ve İnancın yapı taşları ve tuğlalarıdır. Binanın sağlamlığı, dayanıklılığı ve sürekliliği kullanılan malzemenin tanınmasına ve iyi bilinmesine bağlıdır.

Kim ki Kur` an`ı gereğince anlamak istiyorsa Kur`an`i kavramları bilmek zorundadır. Örneğin, ilahın, ibadetin, dinin, Rabbın, sabrın, tâğut’un, şirkin, velinin, zulmün, meleğin, cinin, canın, râsul’ün, nebinin, şükrün... Kavram olarak anlamlarını bilinmeden, Kur`an`ın mesajını anlamak, Kur`an ı Kur`an`ca kavramak ve ölçü edinmek mümkün olamaz. Kavramları bilmek öylesine önemlidir ki, bir tek Tevhid kavramının bile ne anlama geldiğini bilmediğimiz zaman, Kur`anın bizim için hiçbir anlamı olmayan, bomboş bir kitap haline dönüşeceğini görürüz

Dünyayı değiştirmek istiyorsan, önce Kelimelerin anlamlarını değiştir. Gerisi kendiliğinden değişir…”(Konficyus)

ŞİMDİ VELİ KAVRAMINI ANLAMAYA ÇALIŞALIM.

Velayet sözcüğü; "velâ" fiilinden türeyen bir masdar olup, sözlükte; yardımcı olmak, sevmek, dostluk kurmak, yakınlık, himaye etmek, korumak, birinin işlerini üstlenmek ve akrabalık tesis etmek,arada bir şey bulunmadan bitişiklik,yan yana olma,yaklaşma anlamlarına gelmektedir.

Kuran penceresinden baktığımızda veli kavramını biz iki ana başlık halinde işleyebiliriz.

1- Beşeri münasebetler, soy ve kan bağı yönünden. İnsanlar kan bağı ile birbirlerinin velisidirler. Biz bunu hem günümüzde hem geçmişte biliyoruz. Beşeri kanunlarda bile bu açıdan veli kavramının yeri vardır. Mesela üniversiteye kadar ilk orta ve lise okullarımızda kanunen veli zorunluluğu vardır. Yahut herhangi yasal bir işlem için 18 yaşından küçükler için veli izni istenmektedir.

Hanefi dışındaki mezhepler veli izni olmadan nikahı geçersiz saymışlardır.

Kur’an-ı Kerim'de de miras, kan davası gibi işlemlerde veli yetkilendirilmiştir. Ayrıca yetişkin bile olsa akli yeterliliği  bulunmayanlar için kanunen ve dinen veli yetkilendirilmiştir. Bunlarla ilgili aşağıdaki ayetlere bakacak olursak mesele daha iyi anlaşılacaktır.

Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. Fakat kimin (hangi katilin) lehine, onun (maktulün) kardeşi (varisi veya velisi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varis veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azab vardır.(2/178)

Allâh'ın harâm kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksızlıkla öldürülürse, onun velisi(olan mirâsçısı)na yetki vermişizdir (öldürülenin hakkını arar. Fakat o da) öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiş(yetki verilmiş)tir.(17/33)

Ey inananlar, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Aranızda bir yazıcı, adâletle yazsın. Yazıcı, Allâh'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın; borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan korksun, borcundan hiçbir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez, yahut zayıf, ya da kendisi yazdıramayacak durumda ise velisi onu adâletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şâhid tutun. Eğer iki erkek yoksa râzı olduğunuz şâhidlerden bir erkek, iki kadın (şâhidlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın. Şâhidler çağrıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allâh katında daha adâletli, şâhidlik için daha sağlam, kuşkulanmamanız için daha elverişlidir. Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret olursa onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günâh yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şâhid tutun. Yazana da, şâhide de asla zarar verilmesin. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.(2/282)

2- Dini ve siyasi yönden insanlar birbirlerinin velisidirler, Allah ve Peygamberler,de mü’minlerin velisidir. İnkar edenler de  birbirlerinin velisidir. Şeytanlar ve tağutlarda onların velisidir.

İnsanlık tarihi boyunca bu böyledir. Allah Hz. Adem ve iblisin mücadelesini anlatırken şeytandan onun soyundan ve şeytanın velayetinden bahsetmektedir. Mü’minler birbirlerini, Allah’ı ve Peygamberi  veli edinmek zorunda olduğu gibi kafirleri, şeytanları ve tağutları da veli edinmemek durumundadır. Bu iman ve küfür,tevhit ve şirk meselesidir. Yani velayet ve beraat kavramı kelimeyi tevhit ve kelimeyi şahadetle eş bir anlam içermektedir. Aşağıdaki ayetlere baktığımızda mesele daha net anlaşılacaktır.

Ey Âdem oğulları, şeytân, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belâya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytânları, inanmayanların dostları yaptık.

(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
(2/107)

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.(2/257)

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.)(6/14)

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(9/71)

BERA

Sözlükte  uzak olmak, arınmak, temizlenmek, terim olarak kafirlere buğzetmek, onlardan uzak olmak, onlarla dost olmamak, onlara düşmanlık etmektir.

Vela ve bera kavramları Kur’an da   meselenin iyi anlaşılması için zıt kavramlar olarak birlikte kullanılmaktadır. Tağutu ve mü'ret edip Allah’ı kabul etmek gibi Allah’ı Peygamberi ve mü’min leri veli edinip, kafirleri veli edinmemek onları düşman edinerek kafirleri veli edinenlerin Allah ile ilişkisi kesilir.

Mü'minler, inananları bırakıp, kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allâh ile bir dostluğu kalmaz…...(3/28)

Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah'adır.(3/28)

Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kafirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?(4/144)

Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.(9/23)

Günümüzde ise veli kavramının içi boşaltılmış tamamen farklı bir anlam yüklenmiştir.    

“Velî” gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse” demektir. İki türlü Velî vardır: Biri gizlidir. Tanrı sırlarına erdiği için kendini saklar, kim olduğunu bildirmez. Bunlara “Tanrının makbul kulları” denilir diye tarif edilmiş. Veli deyince Allahın seçkin kulları insan üstü birtakım meziyetlerle donatılmış, öldükten sonra bile tasarruf edebilen karada kaçan, havada uçan, denizde koşan zaman ve mekandan uzak olan, tasarruflarıyla yağmur yağdıran, bereketler dağıtan, cezalandıran, tövbeleri kabul eden şefaat eden Allah ta fenafillah olan süpermenler olarak tarif edilmişlerdir. Taban tabana İslam dan uzak bir anlam yüklenmiştir.   

Sokağa çıkıp elimize bir mikrofon alıp veli kimdir diye sorsak, yukarıda kuranda anlattığımız veliyi değil içi boşaltılıp farklı anlam yüklenmiş olan süpermenler anlatılacaktır.

Tasavvuf  kültüründeki Veli kavramının, Türkler'in İslam'a girişinden sonra, İslam öncesi dinlerinden taşıdıkları Şamanizm, Budizm, Zerdüştilik, Mazdeizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi inançların tesiriyle istılahlaştığı görülmektedir. Öyle ki Allah'a yakın olduğu kabul edilen, Veli diye vasfedilen bu kişilerin fevkalade kuvvet ve kudretlerle mücehhez olduğuna ve herhangi bir konuda -sağ veya ölü iken- yardımlarının söz konusu olacağına inanılmaktadır. Böyle bir anlayış velinin takdis olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Yukarıdaki anlamıyla Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu veli kavramının menşei itibariyle İslamiyet'le bir ilgisi yoktur. Dikkatle bakıldığı zaman Hristiyanlıktaki aziz kültü gibi, Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu veli sözcüğünün İslam'dan önceki putperest kültürlerle yakın alakası vardır.

Türkler'deki veli anlayışının temelinin Şamanist devirden kalma olduğu söylenebilir. Eski Türk Şamanları incelendiğinde bunların Türk veli tipine çok benzediği anlaşılır. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri önleyen yahut düşmanlarına musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk Şamanları bu hüviyetleriyle adeta İslam sonrası eserlerde veli veya evliya olarak tanındı.

Veli veya evliya kültürünün oluşmasına sebep olan unsurlar şunlardır:

a) Eski Türk inançları.

b) Budizm ve Şamanizm.

c) İslam öncesi kültür.

d) Kitab-ı Mukaddes kaynaklı inançlar.

e) İslam (Kur'an ve hadislerin yanlış yorumu.

Bu veli (veya evliya)lerin neler yaptıklarını Abdurrahman Cami'ye ait Nefehatu'l-Uns min Hazarati'l-Kuds isimli eserden takip edelim:

1. Yoğu var etmek, varı yok etmek.

2. Gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıkta olanları gizlemek

3. Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek.

4. Duayı gerçekleştirmek.

5. Gıyaben söylenenleri işitmek.

6. Gaybten ve gelecekten haber vermek.

7. Su üzerinde yürümek, mekan aşmak.

8. Aynı anda muhtelif yerlerde görünmek.

9. Hayvan bitki veya cansız maddelerin teşbih ettiklerini duymak.

10. Havada dolaşmak.

11. Vahşi hayvanları emrine almak.

Yukarıda sayılan özelliklere uygun, tarihte ve günümüzde var sayılan velilere örnekler veren külliyat bir hayli yaygındır.

Örnek olarak; Hacı Ubeydullah Ahrar denilen şahıs Semerkant'ta otururken aynı anda İstanbul'u fetheden Fatih'in ordusuna yardım eder şeklindeki olay bütün klasik kaynaklarda çok rahat bir şekilde anlatılır (İrfan Gündüz, Osmanlılar'da Devlet-Tekke Münasebetleri, Sena Neşriyat, s. 43-44, ist., 1984.)

Bazıları da "insanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yerlere yağar. (Mehmed Zahid Kotku, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 7, Seha Neşriyat)

Bazıları da Allah ile konuşabiliyor, hatta O'nu da emri altına alıyor: "Hak Teala dedi:
- Ya Cüneyd. Ben seninim, sen benimsin. Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardın, şimdiden sonra ben senin dediğini tutarım."( Feridüddin Attar, Tezkiretü'l-Evliya, Erkam Yayınları, s. 158, ist.)

Bir başkası "Evliya'dan bazıları vardır ki, sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir, isterse o veli, kabrinde meyyit olsun. Kabrindeyken müridini yetiştirir. Müridi kabrinden onun sesini işitir. Nitekim Ebu'l-Hasan Hırkanı' Beyazıd Bestami'den bu şekilde feyz almıştır."( Esseyyid Abdûlhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife, Çev. Necip Fazıl Kısakürek. Büyük Doğu Yayınları, s. 19, ist., 1981.)

Veli (veya şeyh) ile sohbetin usulü: "Evvela mümkün ise güsl ile olmazsa taze bir abdestle iki rekat namaz kılmak, anlayamadığı bir şey varsa onu kendi kusuruna hami etmek, hiç bir surette şeyhin kavi, fiil ve ahvaline kat'iyyen itiraz etmemek, şeyhin kelamını hakdır diye itikad etmek... Sohbet bitince çok oturmayıp hemen kalkıp izin istemek ve ellerini dizlerini öpüp geri geri gitmek.( Mehmed Zaid Kotku, Tasavvufi Ahlak, Cilt l, s. 90, ist.)

Mesela şöyle “Şayet kırklardan biri ölürse ümmet arasında bulunan Velilerden biri onun yerine getirilir. Yedilerden biri ölürse kırklardan biri yerine getirilir. Üçlerden biri ölürse yedilerden biri yerine getirilir. Sayıda tek, fakat bütün yaratıkların sayısına denk olan kutup ölürse üçlerden biri yerine getirilir. Bu Allah’ın izniyle kıyamete kadara böyle sürüp gider. (Hakaik, varak 67a, No. 77; Süleyman Ateş, A.g.e, s.528.)

Fusus sahibi(İbni Arabî) ve benzerleri, Velinin Allah’ın vasıtasız, nebinin ise vasıtalı yoldan vahiy aldığını; bu bakımdan hâtemu’l- evliya’nın daha üstün olduğunu iddia etmişlerdir. (Süleyman Ateş, A.g.e, s.533)

Yetmedi bir olumsuz örnek daha verelim: “İbnu’l Arabî’ye göre Hz. Muhammed: “Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamberdim” demiştir. Ötekiler yaratılmazdan önce o peygamberdi. İşte hatemu’l-evliya da onlar su ve çamur arasında iken veli idi”. (İbni Teymiyye, Mezhebu’l-İttîhâdiyyin, s.115-123; Süleyman Ateş, A.g.e, s.534.)

İLK NESLİN VELAYET ANLAYIŞI

Hz. Peygamber döneminde kurulan İslâm kardeşliği öyle bir noktaya gelmiştir ki, kendi evinde zarûret içinde kıvranan bir müslümanın, diğer müslüman kardeşini kendine tercih etmesini sağlamıştır. "Kendileri ihtiyaç/zarûret içinde bulunsalar bile onları (misâfir ve muhâcirleri) kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (59/Haşr, 9) âyeti, müslümanın her konuda din kardeşini kendisine tercih eder duruma getirdiğinin delilini teşkil etmektedir.

Kur'an'ın haber verdiği Evs ve Hazrec kabilelerinin aynı ırka mensup kabileler olduğu bilinir. Bunların aralarına giren düşmanlık yaklaşık 120 sene devam eder. Neticede İslâm'ı kabul etmeleri sâyesinde ırk ve din bakımından kardeş olurlar. Konuyla ilgili insanların dikkatini çeken Yüce Allah:

 "Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcasan, yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı." (8/Enfâl, 63)

Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allâh yolunda mallarıyle, canlarıyle savaştılar ve onlar ki (yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar, birbirlerinin velisi(dostu, koruyucusu)durlar. İnanıp da hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar, onların velâyetinden size bir şey yoktur (onları korumakla yükümlü değilsiniz). Fakat dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda andlaşma bulunan bir topluma karşı (yardım etmeniz) olmaz. Allâh, yaptıklarınızı görmektedir. (8/Enfâl, 72)

buyurarak İslâm'ın nasıl bir rol oynadığını haber vermektedir. Buna göre, insanlar arasında dostluğu kurmak, yüzünü Hakk'a ve onun peygamberine çevirmekle mümkündür. Nerede dünya sevgisi birinci sırayı almışsa, orada maddî çıkarlar, kin ve düşmanlık da ilk sırayı almıştır. Kur'an'ın önemle üzerinde durduğu İslâm kardeşliğinin ve dünya barışının oluşması, İslâm'ın istediği dostluk ve kardeşliğin ilk sırayı almasıyla mümkün görülür.

Allah Rasulü (s.a.v) döneminde, Medine'yi Münevvere'nin toplumunda bu akidenin (eserleri) güneş gibi açığa çıkmıştır. Mesela savaş meydanında ALLAH rızasını kazanmak için bazı sahabeler müşrik olan babalarını ve müşrik kardeşlerini öldürüyorlardı.


Yukarıda geçen Mücadele Suresinin 22. ayeti Bedir meydanında (müşrik) babasını öldüren Ebu Ubeyde (r.a) hakkında inmiştir. Bu olay, Allah Resulü (s.a.s)'nun yanında yetişen toplumun, ne büyük bir yüceliğe sahip olduğunun göstergesidir. Muhaysa Bin Mes'ud, Beni Kurayza'nın lideri olan ibn Şeyne'yi öldürdüğünde büyük kardeşi  (ki kafir bir kimseydi) kendisine şöyle dedi ki:"Ey Muhaysa senin kalbin ne kadar sert ve katıdır."Muhaysa ona şöyle cevap verdi:
"Onu öldürmemi emreden zat seni de öldürmemi emrederse, bil ki mutlaka seni de öldürürüm. Yani onu öldürmemi emreden Allah Resulü idi. Şayet seni bile öldürmemi emretseydi mutlaka seni de öldürür idim."

Ashâb-ı Kiram, Allah ve Rasûlüne dostluğun, onların düşmanlarına düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir. Meselâ Ebû Ubeyde, Uhud’da babası Cerrah’ı öldürmüş, Hz. Ebû Bekir de savaşta oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemiş, ama Hz. Peygamber izin vermemiş, Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da kardeşi Ubeyd bin Umeyr’i öldürmüştü. Aynı şekilde Ömer bin Hattâb, Bedir’de dayısı Âs bin Hişam’ı, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde amcazâdeleri olan Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürmüşlerdi.

“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebû Dâvud, 3, hadis no: 4599)

“İman ipinin (kulpunun) en güçlüsü, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek ve Allah için nefret duyup buğzetmektir.” (Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/69, Taberânî, El-Kebîr)

“Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!” (Tirmizî, Zühd 45 hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)

“Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66; Kütüb-i Sitte Terc. 10/133)

“Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin misâli, bir bedenin misali gibidir. Ondan bir uzuv rahatsız olursa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve harâretle ona ortak olurlar.”

SONUÇ 

Veli olmak eşyanın tabiatını tersine döndürmek suretiyle değil, bilakis eşyanın tabiatı gereğince, Sünnetullahın açığa çıkması, fıtratın gelişmesi ve Allah'ın razı edilmesiyle mümkün olmaktadır.

Allah katında yalnızca takva ile insanlar birbirlerinden ileride olabilmektedirler. Bu da azabından korunma ve rızasını kazanmak ile mümkündür. Kim Allah'a onun bildirdiği gibi inanır ve salih amel işlerse, işte kurtulanlar yalnız bunlar olacaklardır. Peygamberlerin hepsi Allah'ın veli kullarıdır. Onlar Allah'ı razı etmişler, tevhidi hayatlarında uygulamışlar ve en güzel şahitler olmuşlardır. Müminlerde Allah'ın veli kullarıdır. Allah inanan ve salih amel işleyen kullarını veli (dost) edinmektedir. Velinin büyüklüğü buraya kadardır. Bunun üzerinde bir büyüklük Allah'ın belirlediğine göre kulları için söz konusu değildir. Müslümanlar da ayrıca birbirinin velisidirler. Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren, koruyan, kollayan insanlardır. Muhacir ve ensarın birbirlerini veli kabul etmeleri, peygamberi veli kabul etmeleri ve uygulamaları ile elimizdeki sağlam bilgiler bizler için örnek teşkil etmektedirler. İslam akaidinde bazı dini çevrelerde bilinen anlamda kişilere kutsallık izafe edilerek, hatta onları insanlık vasıflarının da üzerine çıkarmak gibi hayali tipler icat etmek anlayışına yer yoktur. Kur'an'da net bir şekilde açıklanan "evliya'nın diğer insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkaledelikler göstermesi veya günahları bağışlaması değil, tevhidi bir inanca sahip olması, münkerden kaçınması ve marufu emretmesi, her türlü şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır sahibi olmasıdır.

Muhâcir ve Ensâr’ın Hz. Peygamber’i velî olarak kabullenmeleri, birbirlerinin velîsi olduklarıyla ilgili uygulamalar, karşılıklı tavırları, sözleri ve Peygamber’in de onları velî/dost edinmesiyle ilgili bilgiler, bu velîliğin boyutlarını gösterir. Bu gerçek velîlerin hiç biri gaybı bilmediği gibi, hiç birinin gezdiği yerlere bereket yağdırdıklarına, kızgınlık duyduklarının ölümünü isteyip öldürdüklerine, onları çarptıklarına veya taş yaptıklarına, denizin üzerinde yürüdüklerine, kuru ağacı yeşerttiklerine ve benzeri kerâmetlerine rastlamamaktayız. O kadar rastlamamaktayız ki, Hz. Hamza, Uhud Harbinde kendisini öldürmek için fırsat kollayan ve en çok on-onbeş adım ötesinde bulunan eli mızraklı Vahşi’nin varlığından habersizdir. Hz. Ömer, iki adım gerisinde, safta namaza durarak kendisini öldürmek için hazırlanan ve hançerleyerek bunu gerçekleştiren Firuz isimli Ebû Lü’lü künyeli Zerdüştî kölenin niyetinden (kalbinden geçenden) habersizdi.

Hz. Ali, kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve anlaştığı arkadaşlarıyla kararlarının bir parçası olarak kendisini öldürmek için namaz kıldığı câmide bulunan ve onu hançerleyerek emelinin gerçekleşmesini sağlayan Abdurrahman İbn Mülcem’in yanına kadar sokulan varlığından habersiz idi. Rasûlullah (s.a.s.)’ın kendilerine İslâm’ı öğretmeleri için gönderilmesini istedikleri tebliğcileri tuzak kurarak yolda öldürenlerin niyetlerinden habersiz olduğu tarihî bir vâkıa olarak karşımızda durmaktadır. Medîne civârında bulunan iki kabîle Peygamber efendimize elçi göndererek kendilerine İslâmiyeti öğretmek üzere muallim (öğretmen) istediler. Bu istek üzerine Eshâb-ı kirâmdan on kişi gönderildi. Recî’ denilen yere vardıklarında 200 kişilik bir düşman hücûmuna uğrayan bu heyetten 8 kişi şehit oldu. Bu hâdiseye Recî Vak’ası denir. Yine Necid Şeyhi Ebû Berâ’nın Medîne’ye gelip kendilerini irşâd için muallimler istemesi üzerine irşâd için, Eshâb-ı kirâmdan 70 kişilik bir heyet gönderildi. Eshâb-ı Suffadan olan bu irşad heyeti Bir-i Mâûne denilen yere vardıklarında, Necidliler, verdikleri teminâta rağmen, ihânet ettiler. Üzerlerine gönderdikleri bir ordu ile bu yetmiş sahabenin hepsini şehit ettiler. Bu hâdise de Bi’r-i Mâûne Faciası adı ile bilinmektedir.

Peygamber’in ve Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) gibi özellikle ileri gelen sahâbenin, Muhâcirlerin ve Ensârın, âyetlerle sâbit bulunduğu üzere yaptıkları amellerden ötürü Allah’ın dostluğunu kazandıklarını biliyoruz. Velâyetlerinden emin olduğumuz bu insanların hiç birinin uçtuğu, su üzerinde yürüdüğü, gaybı bildiği ile ilgili sahih mâlûmâta sahip değiliz. Müslümanlık lâfla değil; iman ve yaşayışla isbat edilir. Nasıl ki Rasûlullah, amelleriyle, örnek yaşayışıyla (33/Ahzâb, 21) İslâm’ı bize öğretmiştir. Rasûlullah’ın Uhud’da dişi kırılır, bu velîlere bir şey olmaz; Rasûlullah gaybı bilmez, bu velîler bilir. Rasûlullah ölüleri (meselâ amcası Hz. Hamza’yı, oğlu İbrahim’i) diriltemez, bu velîler diriltir. Rasûlullah kılıçla, kalkanla savaşır, bu velîler üfürükleriyle savaşır.

Allah nasip ederse modern zamanların hurafe velayet anlayışlarına da bir başka konferansımızda değineceğiz.

 

Etiketler : #Kur’an'da   #velayet   #ve   #beraat   #pratiği   #konferansından   #notlar   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN