Ebubekir MERCAN

23 Aralık 2013

ÇIKAR KAVGALARININ BEDELİ ZELİLLİKTİR

Önceleri Medineli bir Yahudi âlimiyken daha sonra islamla şereflenen Abdullah B. Selam’ın Müslüman oluşunun anlatıldığı rivayetler adeta gündemi özetler niteliktedir.

Rivayetlere göre İbn-i Selâm, bütün Yahudiler gibi peygamberliği ve peygamberde bulunması gereken özellikleri biliyor ve gelecek olan peygambere iman edeceğini iddia ediyordu. Rabbimizin kimin hidayeti kimin de sapıklığı hak edeceğini ortaya çıkaracak Furkanıyla gönderdiği Elçisi Medine’ye geldiğinde İbn-i Selâm da Peygamberimizin yanına gelerek Müslüman olmuş ve gerçekten Rabbinden haşyet duyan biri olduğunu ispat etmişti. (1)

Bu şekilde Müslüman olan İbn-i Selâm Peygamberimize, kavminin kendisinin Müslüman olduğunu öğrenmeleri durumunda hakkında iftiralarda bulunabileceklerini söylemiş ve Müslümanlığını açıklamadan önce kavmine kendisini nasıl bildiklerini sormasını rica etmiştir. Bu sırada Yahudilerden bir gurup Peygamberimizle görüşmeye gelmiş ve İbn-i Selâm da gizlenerek olacakları görünmeden takip etmeye başlamıştır.

Peygamberimiz, yanına gelen Yahudi guruba İbn-i Selâm’ı sorduğunda, Onlar; “O bizim en yüksek âlimimiz ve en büyük âlimimizin de oğludur! İbni Selâm bizim en hayırlımız ve en hayırlımızın da oğludur!” şeklinde cevap vermişlerdir. Peygamberimiz onlara; “Eğer o müslüman olduysa siz buna ne dersiniz” diye sorduğunda onlar;  “Allah onu böyle bir şeyden korusun!” şeklinde cevap vermişlerdir.

Bunun üzerine gizlendiği yerden çıkan İbn-i Selâm; “Ey Yahudi topluluğu Allah’tan korkunuz! Size geleni kabul ediniz. Allah’a yemin ederim siz de bilirsiniz ki O, elinizdeki Tevrat’ta isminin ve sıfatlarının yazılı olduğunu gördüğünüz Allah’ın Resûlü budur. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve resûlüdür.” diyerek imanını açıklamıştır.

Bunun üzerine daha iki dakika önce İbn-i Selâm hakkında methiyeler düzenler, O’nun Müslüman olduğunu öğrenir öğrenmez 180 derece dönüş yapmışlar ve İbn-i Selâm için “O bizim en şerlimizdir ve en şerlimizin de oğludur” gibi sözlerle iftiralar sıralamaya başlamışlardır.

Bu rivayette bahsi geçen karakterlerden İbn-i Selâm’a ve İbn-i Selâm gibi olanlara selam olsun diyelim ve gündemi daha iyi anlayabilmek adına ikinci karakteri biraz daha tahil etmeye çalışalım inşallah.

Bildiğiniz gibi o dönem Yahudileri muharref bir din inşa etmişler ve bu dinin temeline de çıkarlarını koymuşlardı. Oluşturmuş oldukları düzenlerine, sistemlerine ve çıkarlarına hizmet eden her şey değerli oluyorken tehdit eden her şey de değersiz oluyordu pek tabii.

Daha düne kadar inançlarından dolayı aşağıladıkları Arap Müşriklerinin, Müslümanlardan daha doğru yolda olduklarını söyleyebiliyor ve daha düne kadar düşman oldukları Araplarla çıkarlar üzerine ittifaklar ve sahte dostluklar inşa ediyorlardı.(2) Hakikatin ne kadar açık ve net olduğu da onlar için bir şey ifade etmiyordu ki kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları Peygamberi tasdik etmiyor ve inananlara karşı düşmanlıkta en ileri noktalara gidebiliyorlardı. (3)

Bu noktada günümüze gelecek olursak;

Bugün yaşanan olaylarda da, mesele ne AKP meselesidir ne de Gülen. Mesele ne dersane meselesidir ne de yolsuzluk… Her şey açık ve nettir ki çıkarlar üzerine kurulan bu birliktelik çıkarların çatışmasıyla birlikte yıkılıvermiştir. İttifak edilen çıkarların neler olduğunun ayrıntılarına girmeden (AKP’nin de FG’nin de nasıl bir din algısının ve ne tür hedeflerinin  olduğunun, AKP’nin de FG’ninde hedefleri için başka hangi guruplarla ne tür ittifaklara girdiklerinin ve sürecin nereye doğru evirildiğinin ayrıntılarını merak edenlere, Mehmet Pamak’la yapılan “İslamsız adalet arayışları söyleşi dizisini” (4) ve “Ülkede ve bölgede değişim süreçleri ve Müslümanlar yazı dizisini” (5)  ve ayrıca Mehmet Durmuş’un “Abant Konsili” adlı kitabını okumalarını tavsiye ederiz) cevaplayacak olursak yine herkesin bildiği hakikat şudur ki, AKP hedeflerine doğru giderken FG Yapılanmasının gücünden ve yetişmiş kadrosundan yararlanmış FG Yapılanması da biraz daha güçlenip kadrolaşmak için AKP’den yararlanmıştır.

Tabi AKP’nin kendisine muhtaç olunduğu konjoktürlerde FG Yapılanmasıyla olduğu gibi diğer iç ve dış güçlerle de bazı hususlarda anlaşmaya vardığını biliyoruz. Bu noktada AKP’nin mücadelesini ve temsil ettiği duruşu İslami bulmadığımızı belirtmekle beraber, görünen odur ki Erdoğan anlaştığı hususlara riayet etmesine rağmen, önce dış sonra da iç güçler ahitlerine ihanet etmişler ve ilk darbeyi vuranlar onlar olmuştur.

Bu darbenin ve savaşın ne zaman başladığı hususu tartışmalı olmakla beraber yine biliyoruz ki AKP ve FG Yapılanmasının ilk ve ortak hedefleri (gladyoyu değil) ergenekonu tasfiye etmekti ve bunu da hemen hemen başarmışlardı. Yani bir süre önce öküz ölmüştü ve bir süredir yeni öküzün sahibinin kim olacağı  kavgası yaşanıyordu. Tabi bu öküzde veya öküzün ipinde gözü olan emperyaller de süreç içindeki yerlerini netleştirince ortaya karışık bir salata çıktı işte. Çıktı derken bu karmaşanın yani ifsadın sadece bu sürecin ürünü olduğu vehmine kapılmamakta lazım ki bu topraklarda kuran mehcur bırakıldığından beri hakim olan şey fitne fesat ve dalaletten başka bir şey değildi.

Tabi tevhidin, islamın, selamın ve selametin değil de şirkin, tuğyanın, ifsadın ve fesadın hakim olduğu ortamların devamın en büyük garantörlerinden biri, toplumun hiziplere, fırkalara, partilere, takımlara ve guruplara ayrılmasıydı ki yaşadığımız toplumda da bu husus büyük oranda başarılmıştı.

Dört beş gündür medyada sosyal medyada ve çevremizde gördüklerimizde bunun başarıldığının kanıtı niteliğindedir. Öyle ki her hizip her olayı kendi çıkarları üzerinden değerlendiriyor ve dün birbirlerine dua edenler bugün beddua ediyor, dün birbirlerine methiyeler düzenler bugün hakaretler yağdırıyor, yine birileri dün eleştirdiklerini bu gün bizzat kendileri yaparken dün övdüklerini de bu gün kendileri kınıyorlar ve en acısı da birileri İslam üzerinden gayri meşru şeyleri meşrulaştırma gayretine girerken birileri de gayri meşru şeyler üzerinden islama saldırıyor. Ve bu hizipleşme, kutuplaşma, çatışma ve kavgalar sonunda en fazla zararı görenler hep Müslüman ve mustazaf halklar olmaya devam ediyor.

Bu noktada makalenin başındaki rivayete dönecek olursak, İbn-i Selâm’ın kavmi gibi hem bu âlemde hem de ebedi âlemde zelil bir hayatı yaşamak istemiyorsak yapmamız gereken şey, İbn-i Selâm’ın yaptığı gibi hizipleri ve çıkar bağlarını terk edip, Allahın ipine sarılmak ve haşyetle hidayete talip olmaktır.

Çünkü Rabbimiz, uymamız için gönderdiği Hidayet Rehberimizde buyuruyor ki;

“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.” Enfal, 8/ 29

“Andolsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.” Al-i İmran, 3/164

DİPNOTLAR

1-“Muhakkak ki Allah’dan korkan (haşyet duyan) öğüt alacaktır. Bedbaht olan(şaki olan) ise ondan kaçacaktır.” A’la, 87/10-11

2- “Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar, tağuta ve cibt'e inanıyorlar ve diğer inkâr edenler için: "Bunlar, iman edenlerden daha doğru bir yoldadır" diyorlar.” Nisa,4/51

3- “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Resûlullah'ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar.” En’am, 6/20

4-http://www.islamvehayat.com/5096_mehmet-pamak-la-soylesiler-tum-bolumleri.html

5-http://www.islamvehayat.com/yazar_1302_81_ulkede-ve-bolgede-degisim-sureci-ve-muslumanlar-i-.html