Ebubekir MERCAN

30 Nisan 2016

DUA VE TEVHİD

Bundan önceki bir kaç çalışmamız ile dua ibadetinin ve bununla bağlantılı olarak yönelme, sığınma, bağlanma, dayanma ve tevekkül etme amelinin Kur’an ve sünnette nasıl anlatıldığını idrak etmeye gayret ettik.

Bu çalışmalar ile;

-Kur’an-ı Kerimde Rabbimizin bizden kime ve nasıl dua etmemiz gerektiğini bildiren ayetlerini tefekkür ettik,

-Hak olan dua ile batıl olan duanın mahiyetinin anlatıldığı ayetleri idrak ettik.

-Kur’an’da ismi zikredilen Peygamberlerin ve diğer Salih Kulların yaptıkları dualardan örnekler inceledik.

-Peygamberimizin (as) dua hakkındaki sözlerinden bazılarını ve Peygamberimizin (as) ağzından bazı dua örneklerini hatırladık.

-Yine Peygamberimizin (as) zamanından bu güne kadar ikame edilen beş vakit namazda okunan duaların manalarını tefekkür ettik.

Bu kadar açık ve net olan delillerin bizi getirdiği noktayı yine çok açık ve net bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor. Evet yönelmenin, dua etmenin, sığınıp bağlanmanın ve tevekkül etmenin ilah edinmeyle direk bir bağlantısı vardır.

Çünkü islamın ilk şartı olan “la ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesinde geçen ilah kavramı: Mabud olarak kabul edilip, ibadet, itaat ve kulluk edilen, sonsuz bir sevgiyle bağlanılan, yönelinen, güvenilip dayanılan, çok ulu ve yüce varlık demektir.

Bu anlamda kişi hangi mercinin dualara karşılık verdiğine ve her türlü kötülükten kendini korumaya muktedir olduğuna inanıyorsa o merciyi ilah olarak kabul ediyor demektir. Ve yine hangi makama mutlak bir sevgiyle yöneliyor, nida ediyor, medet diliyor ve sığınıp dayanıyorsa o makama kulluk ediyor demektir.

İşte Rabbimiz de bizden bu anlamda Kendinden başka ilah tanımamamızı ve yalnızca Kendini bir tek ilah olarak kabul edip, sadece Kendisine kulluk etmemizi buyurmaktadır.

Evet, aslında her insanın fıtratında özellikle aciz olduğunun idrakine vardığı durumlarda güçlü, yüce, ulu bir makama bağlanıp dayanma dürtüsü vardır. İşte bu dürtü insanı en güçlü olan makamı aramaya sevk eder. Tabi insan fıtratı güçlülerin en güçlüsü olan yani Kādir-i Mutlak olan makamı bulmakta da zorlanmaz ve bu makamın yerleri gökleri ve içindeki her bir zerreyi yaratıp sevk ve idare eden yüce Allah olduğunu anlar.

Evet, anlar anlamasına ama, ne yazık ki tarih boyunca firavunlar, karunlar, belamlar, sihirbazlar ve onların kuklaları olan işbirlikçileri insanların bu temiz yönelişinin önünü kapatmışlardır. İnsanlığın hak ilah olan Yüce Allah’ı bırakıp sahte ilahlara yalvarmasına, bağlanmasına, sığınmasına ve böylece onlara kulluk ederek şirke düşmelerine sebep olmuşlardır.

Bu açıdan adı ve sanı ne olursa olsun şundan bundan duyduğumuzu, ve hatta bu okuduğunuz yazıyı da bir tarafa bırakın ve fıtratınızı dinleyin. İnanın cahiliyenin bukağılarından sıyrılıp özgürleşen gönlünüz, Yüce Allah’tan başka hiç bir makama bağlanmaya razı olmayacak ve sükûnu yalnızca O’nun huzurunda bulacaktır.

Hani atamız İbrahim aleyhisselam fıtratından gelen sesle Rabbini aramıştı ve yıldıza, aya, güneşe baktıktan sonra; “Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan değilim.”( En’am Suresi, 79) diyerek fıtratının O’nu getirdiği son noktayı ifade etmiş ti ya.

Ve yine Aynı İbrahim aleyhisselam şöyle nida etmişti Rabbine;

 “Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.” (Şura Suresi,77-83)

Evet, gördüğünüz gibi şirkin her köşeyi kuşattığı bir dünyada ve put yapan bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen İbrahim, yüreğinden gelen bu arayışı ve yönelmesiyle Yüce Allah’ın Halili olmuştu ve çok şükür ki Hz. İbrahim’in sergilediği bu güzel örneklik günümüze kadar ulaşmıştır.

Bizler de eğer İbrahim (as)‘in milletinden olduğumuzu iddia ediyor ve O’nun gibi muvahhid bir kul olmak istiyorsak öncelikle yapmamız gereken ilk iş; aynen İbrahim (as) ve onun izinde yürüyen bütün müminler gibi fıtratımızın bizi götürdüğü makama, yani sadece Yüce Allah’a yönelip bağlanmamız gerekiyor.

Bu noktada Hz. İbrahim’in ve Kur’an’da zikredilen diğer Peygamberlerin mücadelesini günümüze güncelleyecek olursak şu gerçeklerle karşılaşıyoruz;

İster önceden yaşayıp vefat ederek bir türbede yatan veya yatmayan birinin,  isterse de yaşayan (ünvanı ne olursa olsun) herhangi bir beşerin ne duaları işitmeye, ne duları Allah’a ulaştırmaya, ne de (fizik ötesi bir şekilde) imdata yetişip koruyup kollamaya muktedir olduğuna inanarak onları aşırı yüceltip ilahlaştırmayacağız ve onalardan medet dileyerek Allah’a şirk koşmayacağız.

Yine ne bir nalın, boncuğun, yazının… Ne okunmuş üflenmiş suyun, şekerin, şerbetin, kefenin… Ne de herhangi bir başka cismin, cincinin, büyücünün… uğur ve şans kaynağı olduğuna inanıp bunların bizi dertten, beladan, musibetten… koruyacağına inanarak Allah’a şirk koşmayacağız.

Ve inşallah mutlak manada nidaları işitip dualara icabet edecek tek makamın sadece Yüce Allah olduğu bilinciyle dayanılan bağlanılan ve sığınılan bütün diğer mahlukatı bir kenara bırakıp Betül bir kul olarak Rabbimize yöneleceğiz. Hem bu dünya hayatında hem de ahret hayatında yardımı, desteği, şefaati sadece O’ndan dileyerek Allah’tan başkasına kul olmayacağız.

Tabi bu yönelmemizi ve arzımızı da Rabbimizin Kur’an’da buyurduğu ve Peygamberimizin (as) bizlere öğrettiği şekilde yapacağız. Rabbimizin bize şah damarımızdan daha yakın olduğu bilinciyle, aynen Kur’an’da zikredilen diğer peygamberler ve Salih kullar gibi Rabbimizle aramıza hiçbir aracı ve kayırıcı koymadan yönelip dua edeceğiz.

Saten arkadaşlar, “Allah’ın yarattığı bütün mahlûkat bir araya gelse Allah’ın bize yazmış olduğu hayrı engelleyemezler”. Yine “Allah’ın yarattığı bütün mahlûkat bir araya gelse Allah’ın bize yazmış olduğu zararı da engelleyemezler”. Buna gönülden iman ettikten sonra ne gam ne tasa, aracısız ve yalnızca Yüce Allah’a gönülden yönelen tüm mümin muvahhitlere selam ola.

 “Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir.”  (Yunus Suresi,107)

“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”  (Ali İmran Suresi, 160)

(Dua konusunda daha detaylı bir bilgilenme için benim de çokça yararlandığım Ahmed KALKAN Hoca’nın “Kura’ani Kavramlar” “Dua Kavramı” çalışmasını okumanızı tavsiye ederim.)

(Bu çalışmalardaki muradımızı tekrar hatırlatacak olursak gayemiz; İslam'ın ilk şartı olan ve tüm zalimlerin uykusunu kaçırıp tüm mazlumların umudu olan  “la ilahe illallah” kelimei tevhidini tekrar anlamak ve yeniden iman etmek için bu kelimenin anlaşılmasının önündeki engelleri bir nebze olsun kaldırabilmekti. Bu amaçla birkaç çalışmadır ilk madde olarak belirlediğimiz Yüce Allah’a dua ve yönelmedeki sapmaları ortaya koyup, bu anlamda Yüce Allah’ı nasıl birlemememiz gerektiğini idrak etmeye gayret ettik.  Bundan sonraki çalışmalarımızda da ikinci madde olarak belirlediğimiz Yüce Allah’ın sadece göklerin değil yerlerinde ilahı olduğu konusunu idrak etmeye gayret edeceğiz inşaAllah)