Ebubekir MERCAN

16 Şubat 2016

DUA, İBADET VE YÖNELMEDE ARACILAR EDİNMEK

Önceki çalışmamızda cahiliyedekilerin Allah’a karşı yaptıkları dualarında, yönelişlerinde,  ibadet ve itaatlerinde Allah ile kendileri arasına aracılar koyduklarından bahsetmiş ve ne tür aracılar koyduklarını ve bunu neden yaptıklarını anlamaya çalışacağız demiştik.

Tabi bu aracı koyma mantığının yani sapmasının birçok nedeni olabilir ama Allahüâlem bunun en başta gelen sebebi Allah’ı hakkıyla takdir edememektir diyebiliriz.

“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Azizdir.” (Hac Suresi, 74)

Evet Allah’ı hakkıyla takdir edemediler…

Mutlak güç sahibi olan Allah’ın Kadr'ü kıymetini bilemediler de gittiler “El Kadir” olan, “El Muktedir” olan, “El Halık” olan  Allah’ı mahlukata benzettiler.

Bunu nasıl yaptıklarını Mekke cahiliyesi özelinde incelemeye çalıştığımızda, o günkü Mekke toplum yapısına bakmamız gerekiyor. Evet, o günkü Mekke cahiliye mantığında güçlü olmanın, kadir olmanın, muktedir olmanın ölçüsünün mal ve makama dayandığını görüyoruz.  Yine kim ne kadar çok erkek evlada, taraftara, köle ve cariyeye sahipse kişi o oranda güçlü, kuvvetli ve muktedir sayılıyordu.

Yine bu muktedir bildikleri insanlar toplumun avam tabakasıyla ilgilenmez, onlara hep mesafeli(uzakta) dururdu. Yine insanlar iş gördürebilmek ve isteklerini yaptırabilmek için mutlaka bir aracı (şefaatçı) arar ve hedeflerine ulaşmak için öncelikle bu aracıların/şefaatçıların memnuniyetini kazanmaya çalışırlardı. Örneğin kendisini koruyan bir kabilesi olmayan veya muktedir tabakadaki birinden eman almayarak herhangi bir himayeye girmemiş olan birinin bırakın ticaret vs. yapmayı can ve mal güvenliği bile olmazdı.

İşte Allah’ı tanırken, değerlendirirken/takdir ederken bunu Hak’kın ölçüsüyle değil de topluma yerleşmiş olan bu ölçüyle yapmaya yeltendiler. Ve her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah’ı kendi muktedir bildikleri bu insanlara benzettiler.  Zanlarınca O Allah kendilerinden çok uzakta ve çok yukardaydı. Kendileri gibi yaratılmış olan insanların Allah’a aracısız bir şekilde yönelmeleri, dua ve ibadet etmeleri olacak şey değildi. Bu anlamda aracı bulmakta da zorlanmamışlardı. Zanlarınca Allah’a cinlerden oğullar ve akrabalar , meleklerden de kızlar(cariyeler) yakıştırarak her şeyi yerli yerine oturtmuş oldular!!!

“Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar…” (Zuhruf Suresi, 19)

“Onlar Allah'ı bırakıp, yalnızca dişilere ve dişi saydıkları putlara ibadet edip, yalvarıp yakarıyorlar” (Nisa suresi, 117)

“Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler” (Saffat Suresi,158)

“Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir” (En’am Suresi, 100)

“Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.” (Cin Suresi, 6)

İşte bu yanılgıydı onlara putları diktiren algı. Yoksa bu putların kendilerini de bu evreni de yaratmaya muktedir olmadıklarını elbette biliyorlardı.  Ama bu ayetlerde de görüldüğü gibi zanlarındaki Allah tasavvuru bir sürü oğulları, kızları, cariyeleri ve akrabaları olan bir Allah’tı ve Allah’ın isteklerine, yalvarış ve yakarışlarına cevap vermesi için öncelikle Allah’ın yakınlarını temsil eden bu putları razı etmeleri gerekiyordu.

Bu hususu şu ayetlerde de çok açık bir şekilde görebiliyoruz aslında. Tabi yıllar yılı gözlerimize çekilmiş olan perdeleri fırlatıp atabildiğimiz oranda.  Öyle ya “gözler kör olmaz ama sinelerin içindekiler kör olur” değil mi? Rabbim sinelerimizi imanla doldursun...

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.” ( Zümer Suresi,3)

“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: «Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” (Yunus Suresi,18)

Evet gördüğünüz gibi Allah’tan başka varlıklara yönelenler ne kadar masum! bir şekilde cevap veriyorlar değil mi? “Ya, biz bunlara bağlılığımızı ilan ediyoruz, evet adaklar da adıyoruz, bunların mekanlarını  tütsülüyor ve süslüyoruz da, başuçlarına mumlar da yakıyoruz, ve hatta önlerinde dualar edip, karşılarında el açıp yalvarıyoruz bile ama , bunu Allah’ı inkar ettiğimizden dolayı yapmıyoruz ki.

Biz elbette Allah’a inanıyoruz ama bunlar da bizimle Allah arasında aracılardır işte. Evet tabi ki Allah’a inanıyoruz ama bu varlıklarda bizi uzak olan Allah’a yaklaştırıyor işte, hem bunlar tabi ki yaratan değil ama yaratan yanında bize şefaat edip bizi koruyup kolluyorlar işte...

Yani nasıl ki bizler bu hayatımızda bir şeye muktedir olan birinden bir şey isteyeceğimiz zaman onlara direk gitmeyip önce bir yakınına yöneliyoruz ve bize şefaat edip aracı olmasını istiyoruz ya… Allah’ ın da bizim isteklerimize cevap vermesi için önce ona yakın olduklarına inandıklarımıza yöneliyor ve bize Allah katında şefaatçi ve aracı olmasını temenni ediyoruz diyorlardı.

Hâlbuki Allah hakkında şanına yakışmayan benzetmeler yapmak, Halık olanı mahluk olana, Aziz olanı aciz olana benzetmek olacak şey miydi?

“O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”  (Şura Suresi,11)

“Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.Artık Allah’a (şanına uymayan) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.”  (Nahl Suresi,73-74)

“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. O halde yaratan, hiç yaratmayan gibi mi olur? Hâlâ ibret alıp düşünmüyor musunuz?” (Nahl Suresi,15-17)

Evet, Allah’ı hakkıyla takdir edemeyince El Kadir olan Allah’ın bütün mahlûkatı belli bir ölçüye göre takdir ettiğini ve bütün mahlûkatın değerini yani kadr'ü kıymetini Allah’tan aldığını unuttular.

Böylece ölçüyü bozdular, hakkı yerinden oynattılar, Allah’ın mahlûkata biçtiği değeri beğenmeyip arkalarına attılar da bunlara zanlarından yeni yeni değerler atfettiler.

Bunu yapan sadece Mekke cahiliyesi değil di tabi. Onlardan önce gelmiş geçmiş kavimler de, yahudiler de, hiristiyanlar da aynı sapmayı yaşamıştı ve ne yazık ki bugünün cahiliyesi de aynı sapmaya takıldı kaldı.

İnşallah bir daha ki çalışmamızda konuya buradan devam edelim...

Siz de bu arada anladığınız dilden Kur’an okuyabilirsiniz... Örneğin Yunus Suresi olabilir.

Hani Halil Dede diyor ya;

Hakiki bal var, yok mu alan

İçinde ne yalan var ne dolan

Yaşarsan Kur’an'la yaşa

Kur’ansız hayat gider boşa

Son sözümüz yine Halil Dede'den;

Aç  bak  kardaşım  Kur’an'ı, kaç dal...

Her dalında kaç ayet var...

Her ayetinde kaç çerçeve bal var...

Boş geçirme şu ömrü ne olur,

Gel bir çerçeve de sen al!