Ebubekir MERCAN
PUT DİKENLER VE PUTLARIN ÖNÜNE DİKTİRİLENLER
Enbiya suresi 25. Ayeti kerimede Rabbimizin her topluma Allah’tan başka ilah olmadığını tebliğ etmesi için bir peygamber gönderdiği beyan edilmektedir.
Yüce Allah’ın seçip gönderdiği son elçisi olan Hz. Muhammed aleyhissaltu vesselam da tebliğine ilk önce buradan başlamıştı ve Yüce Allah ile kulları arasına dikilmiş olan bu sahte ilahları ve putları kırarak insanların kullara kulluktan kurtulup sadece Allah’a kul olmasını sağlayacak bir uyanış hareketini başlatmıştı.
Evet, İslam binası Allah’tan başka ilah yoktur (tevhid) temeli/itikadı üzerine bina edilmiştir. Bu temelde meydana gelen en ufak bir çarpıklık veya en ufak bir kayma (şirk), bu binanın dengesinin bozulmasına ve yerle bir olmasına sebep olacaktır.
İşte Peygamberimizin(as) 23 yıllık risalet sürecinde inşa edilen bu tevhit binası asırlar boyunca birçok bombardımana maruz kalmıştır. Tabi buda normaldir. Şöyle ki sadece puslu havalarda yaşama imkânı bulanlar elbette tevhidin aydınlığını söndürebilmek için çabalayacaklardır ve çabalamışlardır da. Bu çabalar neticesinde de insanlığın önüne bir sürü sahte ilahlar, sahte rabler ve putlar dikmişlerdir. Ve insanlığı bunlara bağlanmaya çağırıyormuş gibi görünürken kendilerine bağlamanın ve kendilerine kul köle yapmanın gayreti içinde olmuşlardır. Kimi insanlar da bu tuzaklara düşerek bu putların önüne dikilmiş/diktirilmiştir ne yazık ki. Bu açıdan amacımız ve hedefimiz bu tuzaklara düşenleri hor ve hakir görüp dışlamak değil, adı sanı ne olursa olsun Allah’ın dosdoğru yoluna oturup insanların önüne bir sürü put ve sahte ilahlar dikenleri deşifre etmek ve insanımızı bu tuzaklara karşı uyarıp bu bağlardan kurtulmalarına katkı sağlayabilmektir.
(Ümitsiz bir şekilde başını öne eğmiş ve bir hakikat arayışında olan arakadaşını; bir huzurun ve başını kaldırması durumunda görebileceği bir aydınlığın bulunduğunu söylemek için omzuna hafifçe dokun. Kendi hevasının veya başkalarının hevasının esiri olmuş bir arkadaşını ise bazen silkelemen gerekir.)
Bu noktada önceki çalışmalarımızda Mekke cahiliyesindeki ve diğer cahiliyelerdeki tağutların ve onların güdümündekilerin insanların önüne bazı putlar ve sahte ilahlar diktiklerini,
Bunu yaparken Yüce Allah’ı hakkıyla takdir edemeyip Halık olanı mahluk olana mahluk olanı da Halık olana benzettiklerini,
Özellikle vefat etmiş peygamberleri ve toplumda salih olarak bilinen kişileri, melekleri, cinleri aşırı yücelterek bunları Allah’a yapılan dua ve ibadetlerinde araya aracı koyduklarını ve bunlara dua edip sığınılması gerektiğini söyleyerek ölçüyü bozduklarını delilleriyle ortaya koymuştuk.
Evet günümüze gelecek olursak ne yazık ki bugünün cahiliyesinin de geçmişten hiç bir farkının olmadığını görüyoruz. Bugün de çevremizde Allah’a aracısız bir şekilde dua edilemeyeceği anlatılıyor ve çeşitli misaller sıralanarak Allah’ın şanına yakışmayacak (Başbakan gibi, vali gibi, trafo gibi) benzetmeler yapılıyor. Yine vefat etmiş olan salih kişilerin yatırlarından veya ruhaniyetlerinden medet istenebileceği anlatılıyor.
Herhangi bir sıkıntıyla karşılaşıldığında bu sıkıntının gitmesi için direk Allah’a sığınmak yerine Allah’tan başka varlıklara sığınılıp dayanılması ve onlardan medet/yardım istenmesi gerektiği anlatılabiliyor.
Yine cehenneme atılmamak için illa bir yere bağlanmak gerektiği ve ancak o bağlanıp eteğine yapıştıklarının aracılığı/kayırması sayesinde cennete gidilebileceği anlatılıyor. Hatta o bağlananların da başkalarını kurtarmak için bilmem kaç kişilik kontejyanları olduğu anlatılıyor.
Tabi bu şekilde insanların önüne bir sürü put dikenler aynı eski cahiliyelerde olduğu gibi söylediklerini gayet “güzel” kılıfına uyduruyorlar.
Örn. nasıl ki bir başbakanla veya valiyle görüşmek için öncelikle onun yardımcılarından/yakınlarından birine gidip onun vesilesi sayesinde başbakana/valiye ulaşılabiliyorsa Allah’a da dua ederken araya aracı koymak gerektiği anlatılıyor. Yine trofaya direk bağlanmaya kalkılırsa insanı nasıl elektrik çarparsa Allah’a da aracısız dua edersen çarpılacağı söyleniyor. Halbuki Yüce Allah haşa ne aynı anda en fazla 100-200 kişiyle görüşme kapasitesinde olan bir beşer gibi aciz de değildir ne de insanların aracısız/kablosuz ulaşılamayacağı bir uzaklıkta da değildir. Bizim Rabbimiz zamandan ve mekândan münezzeh olan, kuluna şah damarından yakın olan ve hiç bir mahlûka benzemeyen bir Allah’tır. Ve aynı anda bırakın insanların hepsini aynı anda görmeyi bütün insanları aynı anda duyup isteklerine icabet edebileceği gibi bilgisi olmadan tek bir yaprağın dahi düşmediği Subhan olan Allah’tır.
Yine Temelin düz mantık fıkrasında olduğu gibi nasıl ki dinini öğrenmek için bir vesileye ihtiyaç varsa, veya Allah’ı razı etmek için nasıl ki O’nun razı olacağı şeyleri öğrenip bu vesilelerle Allah’ı razı ediyorsan bizim gibi/senin gibi günahı olan kişilerin de Allah’a halis bir şekilde dua etmek yerine dualarını Allah’a ulaştıracak aracı kişiler edinip onlar vesilesiyle Allah’a yalvarması makbuldür denilebiliyor.
Bu noktada böyleyse böyle diye giden bu düz! mantıkla ilgili Ellmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinden bir pasaj aktaralım:“Cenâb-ı Allah, duâda kulu ile kendisi arasına bir aracının girmesini istemiyor ve sanki şöyle diyor; ‘kulum vâsıtaya, duâ vaktinin dışında muhtaç olabilirse de, duâ vaktinde Benimle onun arasında vâsıta yoktur, Ben ona yakınım.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Bakara, 186. Âyet tefsiri)
Rabbimiz Bakara Suresi 186. Ayeti kerimede “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” Buyurduğu halde Allah’a duanın ulaşması için illa aracılar edinmek gerektiğini insanlara kabul ettirdiklerinde işte asıl film buradan sonra başlıyor.
Çünkü artık senin Allah’ı yücelttiğin gibi bu aracıları da yüceltmen, vefat etmiş biriyse kabrine türbesine adaklar adaman, kurbanlar kesmen, oralara maddi yardımlarda bulunman, oralarda el açıp yalvarman, oraları bayram yerine çevirmen vs. gerekiyor. Hele bir de Allah’a duanı ulaştıracak olan kişi(dikkat edin senin için Allah’a dua eden kişi demiyoruz ki bir müminin başka bir mümin için dua etmesi veya bir müminin başka bir müminden kendisi için dua etmesini istemesi hem yaşanagelen bir sünnettir hem de müminlerin arasındaki ülfeti güçlendirir. Burdaki husus kişinin kendi kendine dua ederken Rabıtayla veya başka bir şekilde Allah’la arasına aracı konulan kişi) hayattaki bir şeyh, hoca, efendi vb. ise artık onu da yüceltip razı etmen, ona da hizmet edip boyun eğmen ve onun önünde gassamın önündeki meyyit gibi olman gerekecek.
Bu örnekler eski cahilyedekilerle benzerlik gösteren örnekler. Bir de bu gün öyle durumlar var ki inanın Mekke cahiliyesini çok gerilerde bırakmıştır.
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlasla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar.” Ankebût Suresi, 65
Görüldüğü gibi bu kişiler çok zor durumda kaldıklarında dini sadece Allah’a has kılarak sadece Allah’a dua ediyorlar. Bugünse bazen, vefat etmiş bir peygamber veya salih bilinen kişiden(veli,gavs,kutup vs), bazen de yaşayan ve adı şeyh vs. olan bir zattan “yetiş ya gavs”, “medet ya bilmem kim” diyerek direk yardım/medet/himmet beklenebileceği ve direk onlara sığınılıp yardım istenebileceği söylenebiliyor. Güya vefat etmiş olanların ruhlarının hala bu dünyada tasarruf sahibi olup dualara karşılık verebildiği, hayattaki salihlerin/velilerin de Allah ve peygamberle sürekli irtibat halinde olduğu için onların böyle bir gücünün olduğu anlatılabiliyor. (Kim olursa olsun vefat etmiş birinin dualara icabet edebileceğine veya yardım edebileceğine dair bir tane bile ayet veya sahih hadis yoktur)
“De ki: Allah’ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların tanrılaştırıp yalvardıkları kimseler, “Ne yaparsam O’na daha yakın olabilirim? ” diye Rab’lerine vesile ararlar. O’nun rahmetini arar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” İsrâ Suresi, 56-57
“Allah’ın dışında yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım.” A’râf Suresi, 194
Aslına bakarsanız bu put dikenler insanları eskiden yaşamış ve vefat etmiş olan kişilerin Allah ve peygamberle hulul halinde olduklarına inandırmaya değil kendilerinin Allah ve peygamberle sürekli hulul halinde olduklarına ve kendilerine bağlananlara Allah katında şefaatçi olup hem bu dünyada hem de ahrette şefaatçi/aracı olacaklarına inandırma gayretindeler. Yani önce vefat etmiş olan peygamberlerin ve salihlerin halen duaları işitip yardım ettiğine inandıracak ki sonrada kendilerinin böyle bir gücü olduğuna inandırabilsin. Ve bu yapılınca kendilerine karşı gelinmesinin ve her türlü eleştirinin önünü kapatmış oluyorlar. Çünkü insan bu kişilerin sürekli Allah’la irtibat halinde olduğuna ve Allah’ın veya peygamberin ruhunun bu kişilerin kalbine girdiğine(hulul inancı) inandığında artık ona karşı gelmek Allah’a ve Peygambere karşı gelmek gibi oluyor.(Haşa)
İşin en can alıcı noktası da bu söylenilenleri Kur’an’dan delillendiremedikleri halde ehlisünnet itikadı diye tanıtmalarıdır. Veya tasavvufta, tarikatta vs. böyledir diyerek(sanki bunlar islamdan ayrı bir dinmiş gibi) veya arkasına bir sürü ünvan koyarak tanıttıkları isimler böyle diyor diyerek aynı elçinin izinden bir avuç toprak alıp buzağının üstüne atan samiri gibi batıla hak maskesi takabiliyorlar. Tabi bu kabul ettirilince de bunu eleştirmek ehlisünnet itikadından çıkmaktır! Mesajı veriliyor.
Hâlbuki bildiğiniz gibi sünnet Kur’an’ın Peygamberimiz(as) tarafından hayata geçirilmiş halidir ve müslümanım diyen herkes Kur’an’ın hayata geçirilmiş halini benimsemek, özümsemek ve takip etmek yani sünnet ehli olmak zorundadır. Ki bir insana sünnet ehli değilsin demek o kişiyi tekfir etmek demektir. Ama bunlar ehli sünnet kavramının içini Kur’anın hayata geçirilmiş haliyle değil de zanlarıyla doldurdukları halde görüşlerini ehli sünnet itikadı maskesinde sunabiliyorlar.
Elbette bir müslüman için delil olacak hiçbir rivayet Kur’an’a aykırılık ve tezatlık arz etmez. Bu açıdan Kur’ana aykırı olan hiç bir rivayet Peygamberimize ve ehli sünnete ait olmadığı gibi referans gösterilen hiçbir akım veya kişinin(adının yanına ne kadar ünvan sıralanırsa sıralansın) Kur’an ve Sünnete aykırı bir düşüncesi islamda delil olarak kabul edilmez.
Tabi insanları dinin ilk kaynağı olan Kur’anı anlamaya yönlendirmedikleri için insanımız bu put dikenlerin anlattıklarının Kur’ana uygunluğunu/uygunsuzluğunu araştıramıyor/anlayamıyor. Hele bir de kendi söylemlerinin karşıtı söylemleri dile getirenleri radikal, mezhepsiz, irancı, vahhabi(bi kişi aynı anda hem irancı hem de vahhabi nasıl oluyorsa!) gibi yaftalarla yaftalayıp kimsenin aykırı bir laf dahi etmemesi amaçlanıyor.
Kur’an ve sünnette nasıl dua etmemiz gerektiğini bildiren onlarca açık delil varken konuyla hiç bir bağlantısı olmamasına rağmen öne sürülen bir iki husus var. Yani dua konusundaki bozuk yaklaşımlarını destekleyen bir tane bile ayet ve sahih hadis olmadığı halde zanlarınca tevil ettikleri bir iki husus üzerine biraz önce saydığımız yanlışlar binasını Allah ile kullar arasına dikiyorlar.
İnanın dikilen bu bina öyle bir hale geliyor ki dinimizde yeri olamayan; taşdan, boncukdan, naldan, mezardan medet bekleme gibi bir çok hurafe ve bidat ile üfürücükcülük, muskacılık, cincilik, büyücülük gibi insanımızı hem sömüren hem de islamı yanlış tanıtıp insanları dinden soğutan bir ton şarlatanlıklar dinimize sokuluyor.
Bu bidatları, hurafeleri ve yanlış düşünceleri islama sokmaya çalışan ve insanlığı bunlara uymaya çağıranların yaptıklarıyla ilgili daha söylenecek çok şey var aslında ama şimdilik neresini düzelteyim mizanseniyle yetinelim.
Hani adamın biri aklınca kurbanın önemini anlatmak için; “Hazreti Davut tam kızını kurban edecekmiş ki, birden gökten azrail yanında bir deveyle gelivermiş” diye başlayınca…
Karşısındaki kişi “hele bi dur kardeşim ”, bak! “Davut değil, İbrahim”, “kızı değil oğlu”, “Azrail değil Cebrail”, “deve değil koç” ! “şimdi ben bunun neresini düzelteyim” demiş ya…
Aynı bu mizansende olduğu gibi bir ibadet olan dua etme, sığınma, yalvarma, medet bekleme inancıyla ile ilgili algı Peygamberimizin vefatından sonra geçen zaman içinde ne yazık ki bu hallere gelmiş. Bu açıdan bir ibadet olan duayla ilgili bu yanlış yaklaşımları biraz daha anlatmak yerine Kur’an ve sünnette dua nasıl anlatılıyorsa bizler onu öğrenip hakkı ortaya koyalım inşaAllah. Bu vesileyle batılın tutunacak dalı kalmasın da hakka ve güzele talip olanların yolu aydın olsun inşaAllah.
(Kur’an ve Sünnette dua/yalvarma/sığınma/medet isteme konusunu bir kaç gün sonra idrak etmeye gayret edelim inşaAllah. Tabi siz de bu arada Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerde dua konusunun nasıl anlatıldığını inceleyebilirsiniz.)