Fatma CEREN
DEMOKRASİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?
Sade, orta veya şekerli!
Bol köpükten ibaret demokrasi, beşeri bir sistemdir. Grek toplumunda keşfedilmiş ve ortaçağda batı tarafından geliştirilmiş, Allah ile beraber başka bir ilah edinmenin modern versiyonuyla çağımız dünyasına hâkim olmuştur. Siyasal ve toplumsal yapılanmada insanı merkeze alarak Allah’ın tek otoriterliğini fesheden bir sistemdir. Tatlı veya acı, her ulusa zorla içirilen demokrasiye farklı anlamlar yüklemek ve algısında ince ayarlar yapmak, bu gerçekliği değiştirmez.
Aynı muhtevayı içeren demokrasi, toplumlara farklı şekillerde ikram edilir. İleri derecede şeker hastası olan İslami kesime, yalancı tatlandırıcılar katılır. Geçici bir tat veren sakarinli demokrasi, ‘Merhale’ ve ‘Tertil fıkhı’ markalarıyla piyasaya tanıtılalı epey oldu ancak henüz raflarda yerini alabildi. Ve çıktığı gün itibariyle, İslami camianın marketlerinde bitti, tükendi. Başörtüsü serbestisi, anadilde eğitim ve and dayatmasından kurtulma formülü, bu bünyelere iyi gelmiş olmalı ki; şükür secdeleri farzı ayn ilan edildi!
Aslında demokrasi siyasi bir rejim gibi algılansa da; sosyo-ekonomik yapılanmaları ve insanın hayatla, eşyayla, insanla ilişkilerini kendi değerleriyle kuran ve hayatın içinden demokratik bir zihniyet, algılama ve pratiği üreterek varlığını sürdüren bir dindir.
Sekülerizmin tarihsel süreci ve batılı toplumların tarihsel uygarlık tecrübesi ile doğrudan bağlantılı olan -üstelik tüm dünyaya özgürlükçü olarak lanse edilen- demokrasiyle sekülerizm yaşantılara nüfuz ederken; dine karşı olmak, onu yok etmek yoktur. Bilakis dini sil baştan yorumlamak, yani yeni bir din üretmek vardır. O toplumdaki dinin ilkelerini dikkate alan bir anlayışla değil, sekülerizmin belirlediği öncelikler ve toplumun başlıca taleplerini sunmakla yetinen bir pratiği üretir. Aslında olan şudur. Din, seküler anlayışla demokrasi süsü verilerek yeniden şekillendirilmiştir. Sekülerizm ateşi körüklendikçe, demokrasi daha da köpürecek, göz dolduran hacimli yaşantılara dönüşecektir.
Bu bağlamda, tarihsel sürecini ve batılı toplumlar üzerindeki etkilerini incelediğimizde görürüz ki; demokrasi öyle amaca ulaştıran zararsız, masum bir araç değildir. Nötr olarak tepkimeye girip, katalizör gibi hedefe hızla ulaştıran bir araç hiç değildir. Çünkü demokrasi toplumun sosyal ve siyasal algısını dönüştürürken, ilke ve hedefleri de dönüştürecektir. Bu kaçınılmazdır.
Demokrasi özünde Batı uygarlığının kendine has kültürünü taşıyan, teoride ve pratikte ideolojik içeriği olan dini bir anlama sahiptir. Ve bu anlam, toplumun bütün düşünüş biçimlerini kodlar. Demokratik toplum, artık o kodlarla düşünecek, yiyecek, gezecek, eğitilecek, yatırım yapacak, seçecek, beklentisini belirleyecek, yetinecek… Kısacası o kodlarla yaşayacaktır. Düşünüşte aynileşen toplum, kendi pratiğini üretecek ve karşılaştığı toplumsal sorunlara bu pratikle uyumlu çözümler bulacaktır. Desteklediği yönetimden bu çözümleri bekleyecek ve beklentileri gerçekleştikçe siyasetle uyumlu sosyal hayatını sürdürecektir. Bir yandan bu kabullerle yaşarken, diğer yandan demokrasiye karşı olduğunu söylemesi bir şey ifade etmez. Çünkü o, karar alma ve çözüm üretme zihniyetiyle artık bir demokrattır.
Elbette ki, demokratik sistemde toplumların çözüm bulma ve kararlar alma refleksinde neyi referans alacağı mühim bir konudur. İnsan merkezli yönetim biçiminde referans, yine insan merkezli olacaktır. Zira demokraside insan dışı bir otorite kabul edilemez. Sadece bu özelliğiyle bile, Allah’ı tek ilah/rab kabul eden İslam inancıyla çelişmeye yeterdir. Zira çözüm ve karar mekanizmasında; Allah’ın haram ve helalleri, hüküm ve yasaları değil, ortalama insan ihtiyacı, insan hak ve özgürlükleri gibi beşeri tabanlı veriler referans alınır. Bu çözüm ve karar mekanizmasından müteşekkil sosyal hayatta, demokratik düşünüş ve örgütlenme süreci başlayınca; siyasi ve ekonomik açıdan da demokrasiyi benimseme sürecine girilir. Çoğunluğun iradesinden alınan karar ve çözümlerde; toplumun nabzının iyi tutulması, kaotik durumlardan kaçınılması demokratik siyasi yönetimin temel esaslarından biridir. Bu olumlu gibi görünse de, madalyonun öteki yüzü hiç de öyle değildir. Küresel kapitalizm ve yerli uzantılarını ayakta tutan dengelerle oynamak hiçbir devletin haddi olmadığı gibi tek başına başarabileceği bir iş de değildir. Çünkü dünyayı döndüren bu çarkın dişlileri birbirinden bağımsız hareket edemezler. Çarka çomak sokma girişimi darbe ile neticelenir.
Demokratikleşme sürecinde iktidarın sunduğu çözümlerin, İslam’ın önündeki engelleri kaldıracağı yönündeki yorumlamalar doğru değildir. Aslında olay, dönüştürülmüş dinin yapılandırılmasında yeni bir merhaleye geçilmesinden ibarettir. Demokratik toplumlarda kulluk bilinci, Allah’ın sınırları, haram ve helal mekanizması gibi bir referans olmadığından, hayatın sadece dünya ile sınırlı olduğu algısı hâkimdir. Bu algıyla üretilen çözümler, kendi İslami toplum yapılanmasını kuramamış Müslüman için cezp edicidir. Ve bu cazibenin kaynağı dünya hayatıdır. Çünkü atılan adımlar, toplum hayatına olumlu katkı ve imkân sunan gelişmeler olarak lanse edilir.
Eğer Müslüman, kendi toplumsal yapılanmasını oluşturabilmişse; yaşadığı toplumun yönlendirmesiyle o toplumun bir bireyi gibi yaşamayacak, inancının ilkeleri doğrultusunda fıtri özüne uygun bir yaşantı sürecektir. Zihinsel kodlarını vahye bağladığı sürece siyasal ya da toplumsal değişimlerden fazlaca etkilenmeyecek, yolunda yürümeye devam edecektir. Dolayısıyla iktidarın, demokratikleşme ile toplumda huzurun sağlanması adına aldığı karar ve çözüm önerilerini, kendi ilkeleri ile sınayacak ve sadece geçici dünya düzenini sağlamaya yönelik birer adım olarak niteleyip orada bırakacaktır. Kâfirlerin bir zamanlar İslam’ın önüne gerdiği dayatmaların kaldırılmasına değil; modern dünya düzeninin dayatmalarına kafa yoracak ve köklü değişim adına yapılacak işlere odaklanacaktır. Hele ki devede kulak olan birkaç ıslah çalışmasını, devrim gibi görmeyecek; aynen söylendiği gibi demokratikleşme yolunda üretilen yeni dinin hedefleriyle uyumlu, ilkeleriyle bütünleşmiş katkılar olduğunu görüp geçecektir.
Bu bağlamda, siyasi ve sosyal algısı çoktan demokratikleşme sürecine teslim olmuş zihinlerin, demokratikleşme adına atılan bu adımları İslami mücadele ilkeleriyle bağdaştırması, garip bir şaşkınlığın post modern resmidir. Renkler, sert fırça darbeleriyle birbirine girdirilmiş ve nesneler gerçek şekillerinden ustaca koparılmıştır.
Mesela eğitim tablosunun tam karşısında duralım ve resme odaklanalım. Andı kaldıran zihniyetin, ders kitaplarına demokrasi konusunu neden daha detaylı işlediğini düşünmezsek, bir zulüm devri kapanırken bir başka zulüm devrine geçildiğini göremeyiz. Bol köpüklü kahvemizi yudumlarken seyre daldığımız resme hayran olur, baka kalırız.
Başa dönecek olursak,
sade, orta veya şekerli! Bol köpükten ibaret demokrasi, beşeri bir sistemdir. Yüce Allah, sadece bir köpük olan batılın değersizliğini bakın nasıl açıklar;
“(Allah) Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel de yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine yakıp erittikleri şeylerde bunun gibi bir köpük vardır. İşte Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır.
İşte Allah örnekleri böyle vermektedir.”(Ra’d/17)