Fatma CEREN
VAHDET İNCİSİ
Vahdet mü'min gönüller için müjde dolu bir sevinç ifadesiyken, her nedense bize hüznü çağrıştırır. Ne yazık ki müptelası olduğumuz bu hüzün “Biz” diyebildiği halde bir araya gelemeyen gönüllere de uğrar, bir aradayken “Biz” olamayanlara da. Mümin gönüllerde devamlı kanayan, kanadıkça acıtan bir yaradır. Buruk gönül ve yaşlı gözle çözüm deryasında umutla aranan, kıymetli bir inci gibidir.
Kelime anlamıyla bütünlüğü, bir araya toplanmayı ifade eden vahdet; müminler için birlik, beraberlik ve dayanışma demektir. Aynı vahyin ışığında aynılaşan gönüllere, o ışığın topluca yol göstermesidir. Mü'minlerin birbirini anlaması, birbirinden haberdar olması, kalabalıklar arasında inci bildiği birincilerini öncelemesi ve onları koruyup gözetmesi ise vahdetin gizli habercisidir.
Vahdet önce insanın Rabbiyle, sonra kendiyle, eşyayla, mahlûkatla ve kâinatla yakaladığı uyum ve bütünlüğe bağlıdır. Bugün tevhid inancı, vahdete bir çatı olamamışsa; bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Tevhid mi anlaşılmıyor, anlaşılan mı yaşanmıyor veya yaşandığı söyleniyorsa nasıl yaşanıyor?
Aslında yaşantıdan önce anlama safhası üzerinde durmak lazımdır. Çünkü müslüman davranış ve amellerini, vahiyden ve resulden anladıklarına göre şekillenir. İnançta beraberlik sağlanmazsa, metotta farklılaşmak da farklı yönlere yürümek de kaçınılmazdır. Vahdet öncelikle fertlerin kendilerindeki iman ve amel bütünlüğünden başlar. Yani önce kişilerin kendi iç ve dış dünyasının vahdetine bağlıdır. Kendi ne özel küçücük çatısında bu vahdeti ve huzuru yakalamamış olanlar, her biri ayrı bir dünya olan insanlarla hangi çatıda ve nasıl bir araya gelecektir?
Müslümanlar birlikteliğe ve birlikte bir şeyler yapmaya hep ihtiyaç duymuşlardır. Fakat bilinmelidir ki aynı iman ve amel bütünlüğünü yakalayan müslümanlar aynı kimliği taşırlar. Dünyanın bir ucundaki bir müslümanla diğerini ortak tavırda ve harekette birleştirecek tek unsur budur. Bunlar karşılaştıkları meseleleri aynı hükümle aynı düşünürler, aynı anlarlar ve aynı davranış tarzına kendilerini yakın hissederler. İşte bunların ortak kimliklerinde İslam yazar zaten bunların kimliği ancak İslam’dır.
Bugün Allah’ın vahdeti vaad ettiği müslümanlardan olmadığımız takdirde bırakın vahdeti, bizi vahdete yaklaştırabilecek çözümleri bile bu ümmet hakkıyla yaşamayacaktır. Piknik ve kahvaltı kardeşliği ile sınırlı kalan bazı toplanmalara elbette ki vahdet değil tanışma denebilir. Eğer ki bu tanışmalar, sorumluluklara sahip çıkma bilinciyle ömre adanmış kardeşlikleri doğuruyorsa; seneler sonra yetişecek olan vahdet ağacını sulayabilir. ‘En azından’ mantığıyla olaya yaklaşanlar, bu gibi hareketleri başlangıç ya da iyi gelişmeler olarak değerlendirirken; vahye ve sahabe dönemine odaklananlar, bunların acil vahdet ihtiyacını avuntuyla gölgeleyen şeyler olduğunu bile düşünebilir.
Vahdet önce gönülleri bir araya getirir. Bu beraberlikte sunilik, mesafe, soğukluk, zorlama yoktur. Çünkü mü'minleri bir araya getiren ortak bir sevgi, ortak bir sevdadır. Nitekim ortak sevgilimiz "Kişi sevdiği ile beraberdir" buyurmuştur. Her kişi bu buyruğu iyi düşünmeli, iyi anlamalıdır. Sevdiği kim ve ne? Ve sevgisinin temelinde ne var? Çünkü duyguların dayandığı temeller, bizim yönelişimizin safını belirler. Bu yöneliş istikameti, istikamet amel ve tavırları meydana getirir. Dolayısıyle bugünün müslümanları birbirlerini bir arada neyin tuttuğunu iyi sorgulamalıdır. Çünkü bunlar şeytanın paketlediği vahdet minyatürleri de olabilir. Ne yazık ki menfaat, kavmiyetçilik, tahakküm, itibar gibi kaygılarla da müslümanlar bir araya gelebilir. Bunu fark edebilmek tabi ki geri adım atarak tabloya şöyle bir uzaktan bakabilmeye bağlıdır. Bakınca görebilmek ise bunlarla ne kadar yüzleşmek istediğimize ve buna şahid olan Rabbimizden gelecek yardıma bağlıdır.
Vahdet ortak bir kimliği zorunlu kılar ki, bu müminler imanda ve amelde aynı bakışı yakalayanlardır. İslami hareket metodu konusunda ise aralarında bir ihtilaf söz konusu olamaz. Olursa birlikte hareket edebilmek mümkün olmaz. Bu nedenle topluluk bilincini etkileyen ikinci önemli etken aynı hareket metodunu benimsemektir.
Sonuç olarak vahdet,
yerin ve göklerin kabul etmediği, edemediği emaneti birlikte omuzlamaktır. Bu kutlu amaç için bir araya toplanmaktır. Bu dünyada bir araya gelmek istemeyenler, bu hasreti gönüllerinde yaşamayanlar cennetteki beraberliği nasıl umud edeceklerdir? Unutmayalım ki bize vadedilen cennetler, vahdetin önüne gerilen sorunlardan örülen duvarların arkasındadır. İç duvarlar her bir müslümanın iç dünyasında iken dış duvarlar toplulukların önündedir. Ve yine unutmayalım ki bu dünyada salihlerle ‘Biz’ olabilenler, salihlerle beraber cennetlere gireceklerdir.
İşte bu mü'minler dünyada hep ‘Biz’ ile başlayan dualarına cennette bir dua daha ekleyerek "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir" diyeceklerdir.
Sonra da,
cennet tahtlarına vahdet incileri gibi,
bir bir dizileceklerdir…