Fatma CEREN

12 Kasım 2013

ÖRTÜNEN AYETLER

Yine rüyadayım. Hatırlar gibiyim burayı. Her yer aynı taş duvar. Katrelerimi tanıyor gri taşlar. Aylardan Kasım, mevsim sonbahar! Dökülüyor kızıl kahve yapraklar. Ben bahara doymadım, yağıyorken yağmurlar.

Yağmur rüzgâra, rüzgâr taşlara değiyor, üşüyorum… Isınırım umuduyla gördüğüm ilk kapıya yanaşıyorum. Hani bana yasaktı bura? Şimdi kendiliğinden açılıyor. Aldırmıyor, usulca giriyorum. O an kulağıma bir nutuk fısıldanıyor, ürperiyorum. “Ben o eski ben değilim ki, varlığım tüm varlığım Allah’a armağan olsun!” sözüm gönlüme serpiliyor. Ferahlıyorum...

İçerisi kasvetli. Sabit kürsü etrafına dizilmiş masa ve kırmızı koltuklar. Ah o koltuklar! Koltukları kabartan koltuklar!

Neresi burası derken, gözüm takvime kayıyor. M.Ö. 14. yıldayım. ‘Milat mı? 14 mü, neyin miladı ki bu?’ diye düşünürken bir patırtı kopuyor. Can havliyle kaçıyorum. Kalabalık grup ortada bağırıyor, itişiyor. Olanları endişeyle izliyorum. İlk fark ettiğim karşımdaki yazı oluyor; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” Ama ben böyle bir ayet hatırlamıyorum. Tek bildiğim “Hâkimiyet Yalnızca Allah’ındır!” O kadar! Şaşkınlığımı gizleyemiyorum…

‘Neler oluyor, bu hâkimiyet de ne, kim bunlar, Allah’ım neredeyim ben? Ne işim var burada!’ diye kendime kızarken, hemen oradan çıkmaya karar veriyorum. Ben kapıyı ararken, gözlüklü bir adam ve arkadaşları,

 “Dışarı!.. Dışarı!. Dışarı!..” diye bağırıyor.

‘Tamam Tamam! Çıkıyorduk zaten!’ diye sesleniyorum ki, o da ne? Kovulanın ben olmadığını anlıyor, patırtıların arasında bir yere çöke kalıyorum. Meğerse ileride oturan başörtülü bir kadınmış bağırdıkları. Aman Allah’ım! Bu ne öfke! Üzülüyorum…

Derdi hâkimiyet olan bu millet kavga ede dursun, ben çıkışı arıyorum. Oradan oraya koşturuyor ama bir türlü bulamıyorum. Ayağım takılıveriyor, yere düşüyorum. Bir bakıyorum ki, elimde sımsıkı tuttuğum Kur’an’ın ayetleri koşarken dökülüp saçılmış. Nasıl olur bu? Aman Ya Rabbi! Telaşlanıyor, korkuya kapılıyor ve her birini toplamaya uğraşıyorum. Tam birini tuttum derken diğeri elimden kayıyor. Çırpınıyorum…

Cıva gibiler. Toplayıp sayfalara yerleştirmek istiyor fakat başaramıyorum. Kahroluyor, mahvoluyorum ama nafile! Elimden bir şey gelmiyor, yapamıyorum. Millet ayetlerin üzerine basıyor, geçiyor, görmüyor. Gören de görmezden geliyor… Bu manzaraya dayanamıyorum. Bakıyorum ki çabam faydasız, ‘En iyisi ortalığın sakinleşmesini bekleyeyim!’ diye kenara çekiliyorum…

Nihayet, ‘oturum’ dedikleri kavgaya ara veriliyor. Salon boşalınca, yine yerlerde sürünüyorum. Lakin durum aynı! Ne kadar çırpınsam boş! Toplayamıyorum. Bu koşturma beni öyle yoruyor ki, kolumu kaldıracak takatim kalmıyor. Hal böyleyken bir uyku sarıyor. Gözlerim kapanmadan ayetlerden birini okuyor ve o tarifsiz huzurla olduğum yere yığılıyorum.“Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir.”(3/173) …………………………

Uyandığımda aynı yerdeyim, yine kalabalık ama her yer süt liman! Sadece çehreler değişmiş. Bir de gözlüklü adam yok. Acep nereye gitmiş? ‘Az önceki kargaşaya ne oldu?’ diye düşünürken, bir de ne göreyim? Karşımda dört başörtülü bayan! Allah Allah! Kardeşim, daha şimdi sizden birini yaka paça dışarı atmıyorlar mıydı?” diye olan biteni anlamaya çalışıyorum. O esnada gözlerim takvime takılıp kalıyor. Tarih ‘Milat’ı gösteriyor. Milat mı? Demek tam 14 sene uyumuşum, iyi mi? ‘Bu sürede neler kaçırmışımdır’ diye hayıflanıyor, iç çekiyorum…

Biraz kendime gelince, gönlüme bir heyecan düşüyor. ‘Acaba?’ diyorum! Gözlerim çocukça gülümsüyor. Aman Allah’ım! Yoksa bu başörtülü bayanlar? Milat! Yıllarca hayal ettiğimiz, beklediğimiz şey mi bu? ‘Subhanallah!’ diye tam güzel bir hayale dalacakken, hoppala! Karşımda yine aynı yazı duruyor! “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” Çok geçmeden yanıldığımı, bu yanlış yerde boş bir hayale kapıldığımı anlıyorum. Çünkü her şey yerli yerince duruyor. Koltuklar bile kırmızı. Bari bu değişseydi ya! Velhasıl hemen her şeyi inceliyor, lakin tek bir fark bile göremiyorum…

Tabi ortamdaki sakin, ılımlı, uzlaşmacı hava hissedilmiyor değil. Yüzlerde aynı tebessüm var. Çoğu memnun. Birden aklıma yere saçılan ayetler geliyor. Elimdeki Kur’an’a bakıyorum, sayfalar hala bomboş. ‘Evet, ben kendi işime bakayım, ayetleri toplayıp artık gideyim buradan’ diye yine telaşa düşüyorum. Hemen yere eğiliyor, bir o yana bir bu yana çarpınıyorum ama nafile! Yoklar! Masaların altına, koltukların içine, kürsüye, hatta kapıların arkasına, duvardaki panolara dahi bakıyorum ama bulamıyorum. Yok, işte yoklar! Öyle üzülüyorum, ‘Niye geldim ki buraya, dışarıda donsam daha iyiydi’ diye kendime kızıyorum.

Çaresiz, ayağa kalkıp insanlara bakıyorum ama kimsenin umursadığı yok! Bari diyorum bari şu başörtülü ablalar yardım etse, onlar beni anlar diyorum. Ama maazallah en ilgisizi onlar! Sonunda yardımın tek sahibine yönelerek “Hasbunallahu ve ni’mel vekil!” sözümü işiten ablalardan biri; “Buyurun bana mı seslendiniz?” diye soruyor. Şaşkınlıktan “Yok! Estağfirullah, sağ olun” diye kekeliyorum. İçeride dikkat çekmeye başladığımı anlayınca, bir an evvel orayı terk etmek için koşar adım çıkışa yürüyorum.

Kapının ardında pusuya yatan soğuğu hissediyorum. Tam çıkıyorken, kenarda öbek halinde duran şey dikkatimi çekiyor, merak ediyorum. Çaktırmadan bakmak istiyor ama olup biten aklıma gelince vazgeçiyorum. Bir süre kendimle böyle cebelleşiyorum, ayaklarım da gitmiyor hani! Sonunda merakıma yeniliyor ve bakmaya karar veriyorum. Öbeğin yanına gidince, sımsıkı düğümlenmiş bir bohça görüyorum.

Aaa!... Bir başörtüsü bu!

‘Neden der top olmuş ki?’ diye elimle yokluyor, içine bir şeylerin saklandığını hemen anlıyorum. Allah Allah! Bu da neyin nesi dememe kalmadan düğüm çözülüveriyor. Az önce yere saçılan ayetler, bir bir önüme dökülmez mi?

“Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”(12/40)

“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır.”(5/45)

“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”(33/36)

“Allah hükmedenlerin hâkimi değil midir?”(95/8)

Gördüğüm manzara karşısında nutkum tutuluyor, donup kalıyorum. Dışarıdan birinin kapıya yaklaştığını fark edince, ayetleri alelacele kitabımın arasına koyup hemen kalkıyorum. Ben kapıdan çıkarken biri giriyor. ‘Kim acaba?’ diye arkama dönüyorum. Demin ayetleri içinden çıkardığım örtüyü başına dolayan bir bayanla göz göze geliyoruz. Elindeki hurma ile zemzemi işaret ederek; “Buyurun, almaz mısınız?” diye gülümsüyor. Nezaketle “Teşekkür ederim, size afiyet olsun!” diyor ve oradan hızla uzaklaşıyorum.

…………………………

Bu ilginç rüyadan ‘Hayırdır inşallah!” duamla uyanıyorum. Okuduğum ayetleri, başucumdaki kitapta bulacağımı biliyorum. ‘Neyse ki bir rüyaydı!’ demeyi istiyor, lakin yapamıyorum. Kalkıp camı açıyorum. Sabahın nefesi odama sinerken; mahlûkatın tesbihi gözlerime dizilmiş, dökülmeyi bekliyor…