Fatma CEREN

12 Haziran 2014

İŞARETLERE NE OLDU?

“Hangi işaretlere ne oldu?” diye sorarsanız, elbette “Yoldaki İşaretler” derim. “Hangi yol”  gibi bir sorunun gelmeyeceğini ise biliyorum. Ancak görünen o ki, bildik yolun bildik işaretleri artık görünmez olmuş. Belki de yerlerinden sökülmüş. Hal böyleyken yan yollara sapılmakta. Aslında zor ve meşakkatli olan bu yolun sınırları da işaretleri de Kur’an’da açıklanmış.

İslam’a karşı zalimin zulmünde sınır tanımadığı şu günlerde Müslümanlar olarak ortak bir düşünüşe geçtik.

-         Neler oluyor? Neden oluyor? Ne yapmalı?

Gönlümüzün ve gözümüzün zulümlere artık dayanamadığı şu zamanda, zalimlerin bu cesareti nereden aldıklarını biraz düşünmeli değil miyiz?  Batıl davayı böylesine fütursuzca yürüten tek millet şöyle dursun;  biz müminler kendimizi ve yaşantımızı baştan sona ve sondan başa sorgulamalıyız.

Mısır ve Suriye’deki başta olmak üzere, zulümlere dünya müslümanlarından gelen itiraz(!) ve başkaldırılara(!) rağmen, zalimlerin neden bu kalabalıkları dikkate almadığı düşünülmesi gereken bir konudur. Görüntüye bakılırsa, nicelik açısından zulme karşı direnirken birlik ve beraberlikte mükemmelliğe(!) erişen İslam ümmetinin genel sorunu nitelik yoksunu olması değil midir? Var olan niteliklerini de asimilasyona kurban veren Müslümanların kalabalığına rağmen neden zalimlerin gözlerine az, çok daha az görünüyor?  Üstelik Yüce Allah Kur’an’da müminlerden bir kişinin on zalime denk geldiğini buyurmuşken!  

O halde bu muazzam orantının, bizleri muhatap alıp almadığı hususunda düşünmeliyiz. Duygusal reaksiyoner tavırlarla, kendimizi dışarı atıp zalimlerin tınmadığı protesto ve eylemlere eklenmek ve kuru kalabalığın kuru bir parçası olmak yerine;  bizlere nitelik kazandıran inanç ve eylem sistemini kurmak için yoldaki işaretleri hatırlamalıyız.

Bu bağlamda, rahmetli Ercümend Özkan’ın da devamlı üzerinde durduğu ‘Metod’ konusunu tekrar gündeme taşımak ve düşünmek zorunda hissettim. Kendisi şöyle diyor; ‘Metod, tealluk ettiği şeyin tabiatına uygun olarak sonuca varılmak için takip edilmesi zorunlu yoldur. Metod öyle bir şeydir ki, onun gereğini yapmazsanız, ondan umulan sonucu alamazsınız.’ (1)

Kalabalıklara ortak bir yön verebilecek tek şey, ortak bir metoddur. Metod ise inançtan ayrı bir mevzu değildir. Zira rahmetli Seyyid Kutub Yoldaki İşaretler’de; ilk önce “La ilahe illallah” inancının gönüllerde/yaşantılarda temellendirilmesine defaatle dikkatleri çekmiş ve bu gönülleri taşıyan bedenlerin ortak hareket etmesini ‘Metod’ olarak açıklamıştır. 

Dilerseniz şimdi gözümüzü ve gönlümüzü Yoldaki İşaretlere yöneltelim;

Yoldaki İşaretler:

“Müslüman ümmet ne eskiden İslam’ın yaşadığı bir ‘Toprak parçası’ ne ataları, geçmiş çağların birinde İslam düzeni uyarınca yaşamış olan bir “Kavim” değildir. ‘Müslüman Ümmet’ yaşama tarzları, düşünce yapıları, görüşleri, içtimai düzenleri, değer kaynak ve yargıları, bütün bunların tümü İslami metoda dayanan bir insan topluluğudur.

Buna göre, İslam’ın insanlığa önderlik alanındaki beklenen fonksiyonunu yeni baştan gerçekleştirebilmesi için, bu ümmetin varlığını yeniden sağlamak gerekir. Ne İslam’ın kendisi ve ne de İslam’ın metodu ile ilgisi olmayan mazi kalıntıları, kavram kalıntıları, görünüş kalıntıları ve sosyal düzen kalıntıları tarafından örtülen bu ümmeti yeni ‘bir dirilişe’ kavuşturmak şarttır. ‘İslam Âlemi’ adı altında böyle bir ümmetin sanılmasına rağmen, ilk görev budur!

Bu duruma göre insanlığa önder olabilmek için, maddi gelişmenin dışında bir meziyet gerekiyor. Bu meziyet, fıtratın ihtiyaçları ile birlikte maddi gelişmeleri de karşılayabilecek bir bakış açısının denetimi altında insanlığa dahiyane  maddi gelişmelerin sonuçlarını koruma imkanı sağlayan bir ‘inanç sistemi’ ile bir ‘metod’ dan başka bir şey olamaz. Söz konusu inanç sistemi ile metod bir toplumda, daha açıkçası bir İslam cemaatinde uygulanarak canlı bir örnek haline getirilmelidir.

Bu cahiliyet devri, Allah’ın yeryüzü üzerindeki hâkimiyetine, ulûhiyetin en belirgin özelliği olan ilahi otoriteye el koyma esasına dayanır. Bu cahiliye devri, hâkimiyeti insanlara dayandırarak onları birbirinin Rabbi durumuna geçirmektedir. Fakat bunu, eski cahiliye döneminin bilinen iptidai ve sade şekli ile yapmıyor. Günümüz cahiliye mantığı bu sapıklığı hayat hakkında Allah’ın metodunu hesaba katmaksızın ve Allah’ın izin vermediği konularda kavramlar, değer hükümleri, prensipler, yasalar, düzenler ve uygulamalar ortaya koyma hakkı iddia ederek yapıyor. Allah’ın hâkimiyetine karşı girişilen bu tecavüzden O’nun kullarına karşı tecavüz doğuyor.

Bu noktada İslam’ın tutumu, diğer bütün beşeri düzenlerden tamamen ayrılır. Çünkü İslami düzenden başka düzenler, şu veya bu şekilde insanlar birbirlerine taparlar. Sadece İslam temeline dayanan düzende tek Allah’a kulluk ederek, tek Allah’ın buyruğuna uyarak ve tek Allah’ın huzurunda boyun eğerek bütün insanlar birilerine tapmaktan, başkasının kölesi olmaktan kurtulurlar.

İslami yeniden diriliş hamlesi nasıl başlar?

Bu hamleyi başlatmaya kesinlikle karar vermiş, bu yola koyulmuş olanların, yeryüzünün her köşesine çöreklenmiş olan cahiliye akımına karşı göğüs gerecek ve bu yolculuk esnasında çevresini kuşatmış olan cahiliye güçlerine karşı bir yandan belli bir mesafeyi muhafaza ederken öte yandan bu güçlerle yine belli bir münasebet halinde olmayı ihmal etmeyen bir öncü cemaat teşkil etmeleri gerekir.

Böyle bir azimle yola koyulacak olan söz konusu öncü gruba icra edeceği fonksiyonun tabiatını, görevinin iç yüzünü, hedefinin beklediğini, uzun yolculuğunun hareket noktasını ve yeryüzünün her köşesine kök salmış olan cahiliye akımına karşı takındığı tavrı gösterecek olan bir takım ‘yol işaretleri’ gerekir.

Bu öncü grup, insanlarla hangi noktalarda buluşup hangi noktalarda ayrılacak? Gerek kendi hususiyetleri ve gerekse çevresini kuşatan cahiliye akımının özellikleri nelerdir? Cahiliye akımının taraftarlarına İslam dili ile nasıl seslenecek ve onları hangi konularda muhatap tutacaktır? Ayrıca bu grup, bütün bu konularda, hangi kaynaktan ve nasıl bilgi edineceğini de bilmelidir.

Söz konusu yol işaretleri, bu inanç sisteminin temel kaynağı olan Kur’an’a, onun ana prensiplerine ve bir zamanlar Allah’ın yeryüzü üzerindeki muradının gerçekleşmesine vasıta olarak tarihin akışını yeni baştan O’nun buyurduğu yöne doğru çeviren seçkin ve tertemiz vicdanlarda Kur’an’ın meydana getirdiği görüş açılarına dayanmalıdır.

İşte ‘Yoldaki İşaretler’i, sabırsız bir arzu ile beklenen bu öncü grup için yazdım.”

Örnek Bir Kur’an Nesli

“Biz de bugün, İslam’dan önceki cahiliyenin tıpkısı, hatta beklide daha koyusu içindeyiz. Çevremizdeki her şey cahiliye damgasını taşıyor. İnsanların bakış açıları ile inançları, alışkanlık ve gelenekleri, kültür kaynakları, sanat ve edebiyatları, yasa ve hukukları… Hatta İslam kültürü, İslam kaynağı, İslam düşüncesi ve İslam görüşü olarak saydığımız değerlerin çoğu bile cahiliye ürünüdür. Bu yüzden İslami değerle vicdanımızda tutunamıyor. Kafalarımızda bir İslami bakış açısı belirmiyor. İslam’ın ilk döneminde yetişen o neslin bir benzeri gibi yeteri sayıda bir grup aramızda meydana çıkmıyor. Buna göre İslami Hareket Metodu uyarınca girişeceğimiz eğitim ve oluşturma dönemi boyunca içinde yaşadığımız ve dayandığımız tüm cahiliye etkilerinden sıyrılmamız gerekir. İlk müslümanların dayandığı arı kaynağa dönmemiz gerekir. İçine yabancı hiçbir unsurun karışmadığı ve hiçbir şekilde bulunmadığı kesinlikle belli olan o kaynağa. Ona döneceğiz, gerek varlıkların tümü, gerek insan varlığının iç yüzü ve gerekse bu iki varlık bölümü ile mutlak varlık olan Allah arasındaki her çeşit ilişkiyi O’na dayandırmak için hayatla ilgili görüşlerimizi, değerlerimizi, ahlak esaslarımızı, yönetim politika ekonomi ve hayata yön veren diğer kesimler hakkındaki görüşlerimizi oradan edineceğiz.

Oraya başvururken, inceleme ve manevi haz kazanma endişesiyle değil, uygulama ve eyleme dönük bir idrak şuuru ile başvurmalıyız. Var olabilmek için nasıl olmamız gerektiğini öğrenmek için, o kaynağa başvurmalıyız. Bizim asıl amacımız Kur’an bizden neler yapmamızı istiyor, bizden nasıl bir kâinat görüşü edinmemizi istiyor. Allah’ı nasıl düşünmemizi istiyor, hayattaki ahlakımızın, tutumumuzun ve pratik cemiyet düzenimizin nasıl olmasını istiyor sorularına cevap bulmaktır.

Sonra da cahiliye cemiyetinin, vicdanlarımızın derinliklerine sinen baskılarından, dünya görüşlerinden, geleneklerinden ve bağımlılığından sıyrılmalıyız. Bizim amacımız bu cahiliye cemiyetinin pratiği ile uzlaşmak ve ya onun egemenliğini onaylamak değildir.  O bu vasıfta iken, cahiliye vasfını korurken, onunla uzlaşmamamız mümkün değildir. Bizim amacımız daha sonra cemiyeti değiştirebilmek için önce kendimizi değiştirmektir.

İlk görevimiz, İslam metod ve bakış açısı ile temelden çelişen ve ilahi metod uyarınca yaşamaktan zorla ve baskıyla bizleri alıkoyan cahiliye cemiyetinin pratiğini kökünden değiştirmektir.

Bu yolda atacağımız ilk adım, kendimizi bu cahiliye cemiyetinin, onun değer ve görüş açılarının üzerine çıkarmak ve dışında tutmaktır. Yolumuz boyunca onunla buluşmak gayesiyle değer hükümlerimizden ve bakış açılarımızdan az ya da çok sapmamaktır. Biz ve onlar ayrı yolların yolcusuyuz. Ona bir adım bile uyduğumuz zaman, metodumuzu ve yolumuzu kaybederiz.

Bu uğurda sıkıntı ve meşakkatle karşılaşacağız. Bu tutum bize ağır fedakârlıklar yükleyecek. Fakat ilahi metodun yeryüzünde kökleşmesine vesile olan cahiliyenin hayat metodunu ortadan kaldırmak için, Allah’ın desteğine mazhar olan o ilk neslin yolundan gitmek istiyorsak, başka bir alternatifimiz, tercih edeceğimiz başka bir yol yoktur.

Bunun yanında her zaman metodumuzun özelliğini, durumumuzun özelliği o örnek ve eşsiz nesil gibi cahiliyeden sıyrılabilmek için tutmamız gereken yolun özelliğini iyi kavramak çok yararımıza olacaktır.”

Kur’an Metodunun Özelliği

“Ulûhiyet kavramının yüce hâkimiyet demek olduğunu biliyorlardı. Ulûhiyeti tekliğe kavuşturup bu konuda Allah’ın ortaksızlığına inanmanın hâkimiyet yetkisini kâhinlerin, kabile reislerinin, emir ve hükümdarın elinden alarak, bir bütün halinde, Allah’a teslim etmek demek olduğunu biliyorlardı. Yani gönüller üzerindeki hâkimiyeti, dini törenler ile ilgili hâkimiyeti, hayatın pratik yönleri ile ilgili olan hâkimiyeti, malla, hukuk sistemi ile ruhlarla, bedenlerle ilgili olan hakimiyet dilimlerini bölünmez bir bütün halinde olarak.

‘La ilahe illallah’ cümlesinin ulûhiyet kavramının taşıdığı en önemli özelliği, haksız yere el koyan yeryüzü kaynaklı otoriteye karşı bir başkaldırı olduğunu, bu haksız el koymaya dayanan her çeşit oldu bittiye karşı, baş kaldırmak olduğunu Allahın izni olmaksızın kendilerince uydurulan yasalar uyarınca, cemiyeti yöneten otorite mihraklarına karşı çıkmak demek olduğunu Araplar biliyorlardı.

Dillerinin inceliklerine vakıf oldukları için ‘La ilahe illallah’ manasını iyi bilen insanlar olarak Arapların bu çağrının kendi durumları açısından başlarındaki reisler ve otorite temsilcileri açısından ne demek olduğunun farkında olmadıkları düşünülemez. Bu çağrıya ya da baş kaldırmaya, bilindiği şekilde sert tepki göstererek ona karşı herkesin bildiği biçimde kesin bir ölüm kalım savaşına girişmeleri bu yüzdendi. İslam’a davet hareketi niye bu konuyu başlama noktası olarak seçmiştir. İlahi hikmet neden bu davet bunca sıkıntıya katlanarak başlamasını gerekli görmüştür?

Belirttiğimiz metodun bilinen ölçüde yüksek başarılar kazandırması için, bu davanın ilk adımını atmaktan ve çağrı boyunca ‘La ilahe illallah’ sancağı yanında hiçbir davanın çığırtkanlığına girişmemekten, aynı zamanda çağrı esnasında, bu görünüşte zor, fakat aslında başarıya ulaştırıcı metoddan ayrılmamaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.

Eğer bu dava ilk adımını, kavmiyet çağrısı veya sosyalizm çağrısı, ya da ahlak çağrısı olarak atmış olsaydı yahut da tek temel esası olan ‘La ilahe illallah’ ın yanına başka bir ilave daha koysaydı, bu metod sırf Allah rızası için olma özelliğini yitirirdi.

İşte ‘La ilahe illallah’ çağrısının kalplere ve akıllara yerleştirilmesi konusunda, görünüşteki zorluklarına rağmen bu yolun seçilmesi konusunda, başlıca yan yollara sapılmaması konusunda ve bu yolda ısrar edilmesi konusunda Kur’an’ın Mekke’de inen bölümünün tutumu budur.

Söz konusu sağlam metoda bu dinin bir başka özelliği belirmektedir. Bu din metodu pratik, harekete dayalı ve aksiyoner bir metoddur. Hayata pratiği içinde hükmetmek ve fonksiyonunu yürütmek üzere bu pratikle uğraşmak üzere gelmiştir. Bu pratiği ya onaylar, ya tâdil eder veya köklü olarak değişikliğe uğratır. Bu yüzden ancak, önceden sırf Allah’ın hâkimiyetini kabul etmiş bir cemiyette, gerçekten vuku bulan durumlarda uygulanabilir.

O ‘faraziyelerle’ ilgilenen bir ‘nazariye’ değildir. O pratik ile uğraşan bir ‘metod’dur. Buna göre her şeyden önce, Allah’tan başka ilah olmadığı, hâkimiyetin sırf Allah’a mahsus olduğu inancını benimseyerek Allah’tan başkasının hâkimiyetini ve bu temel kurala dayanmayan her türlü statüyü reddeden Müslüman cemiyeti kurulması gerekir.

Allah’ın şeraiti uyarınca hükmedecek ve diğer her türlü şeriat taslaklarını reddedecek bir cemiyet yokken İslam’dan gündelik hayat ile ilgili kanunlar, içtimai nizam kalıpları ve nazariyeler ileri sürmesini bekleyenler, İslam’ın böyle olmasını isteyenler, bu dinin özelliğini ve Allah’ın emri uyarınca pratik hayat karşısındaki tavrını anlamayanlardır.

Onlar, bu dinin özelliğini, metodunu, tarihini değiştirerek beşeri nazariyelere ve insan ürünü metodlarla benzeşmesini istiyorlar. İçlerinde taşıdıkları geçici arzulara uyarak ona yolunda ve adımlarında acele ettirmek istiyorlar. Bu arzuları, küçücük beşeri nizamlar karşısında ruhlarında beliren bir yenilgi doğurmaktadır. Onlar bu dinden kendisini henüz var olmayan bir geleceğe cevap verecek nazariye ve varsayım kalıplarına büründürülmesini istiyorlar. Oysaki Ulu Allah bu dinden muradına uygun olmasını dilemektedir. Kalbi dolduran ve üstünlüğünü vicdana benimseten bir inanç sistemi… İnançları böyle olan bir cemiyet bulunduktan sonra ve egemenlik yetkisi de söz konusu cemiyetin eline geçince, şeriat ilkeleri onların pratik ihtiyaçlarını karşılamaya ve gündelik hayatlarını düzenlemeye başlar.

Allah’ın bu din için dileği budur. İnsanların arzuları ne olursa olsun, Allah’ın murad ettiği olur!

Entrikalara aldırış etmemek, İslam davetçilerinin görevlerindendir. Hareketlerine ve dinlerine yabancı düşen bir metod zorlamasını reddetmek, görevlerindendir. İnanmayanlar tarafından küçük düşürülmemek onların görevlerindendir.

Söz konusu zorlama manevrasını keşfederek aşmak ve diğer her türlü şeraiti reddederek Allah’ın şeraitine boyun eğdiğini ilan etmemiş olan bir cemiyette sözde ‘İslam fıkhını modernleştirme’ adı altında kalkışılan gülünç maskaralığa karşı direnmek, onların görevlerindendir. Cihad ibadetini havaya tohum saçmak diye niteleyerek hafife alan tutumu, bu kirli oyunu reddetmek, onların görevlerindendir.

Bu dinin hareket metodu uyarınca davranmak onların görevlerindendir. Bu, İslam’ın gücünün sırlarından biri olduğu kadar onların güç kaynağıdır.

İslam’da metod öze eştir, aralarında ayrılık yoktur. Hiçbir yabancı metod, sonunda İslam’ı gerçekleştiremez. Beşeri nizamlar kendi metodlarıyla gerçekleştirebilirler, fakat bizim nizamımızı gerçekleştiremezler. Metod tutkunluğu, her İslami hareket hesabına, inanç ve düzen tutkunlu kadar kaçınılmazdır.”(2)

Hiç şüphesiz, bu Kur’an en doğru yola ulaştırır.(3)

DİPNOTLAR

(1)  İnanmak ve Yaşamak II. Cilt – Ercümend ÖZKAN

(2)  Yoldaki İşaretler – Seyyid KUTUB

(3)  İsra-9