Ebubekir MERCAN
HEY GİDİ ESKİ RAMAZANLAR HEY...
Büyük bir hasretle iç çektiğim Ramazan hayalim; küçük yüreğimin yeni yeni hayatı anlamaya başladığı dönemlerimde şahit olduğum, ama sebeplerini bir türlü kavrayamadığım Ramazan enstantaneleri kesinlikle değil. Hele bin bir türlü tezat, ironi ve tutarsızlıklarla dopdolu olduğu halde içeriği bomboş olan bir Ramazan özlemi hiç değil.
Zaten çocukluk yıllarımda şahit olduğum Ramazan algısını ve edasını tekrar hatırlamak için o kadar gerilere gitmeme gerek de kalmıyor. Çevreme şöyle bir baktığımda yaşanan ve genel kabul gören Ramazan algısının hem bir türlü değişmeden devam ede geldiğini, hem de imrenilecek bir tarafının olmadığını; aksine ürperilecek bir algıya dönüştüğünü derinden üzülerek müşahede ediyorum. Nitekim bugün Ramazan, adeta on bir ayın pisliğinin altına süpürüldüğü bir halı, günah çıkarılan bir kilise ve hatta aracı konulup yüz sürülen bir put muamelesi görebiliyor. Bu tespitlerimiz çok ağır sözler olarak algılanabilir belki ama ne yazık ki bu acı bir gerçek.
Şunu da belirtelim ki bizim bahsettiğimiz husus, bir kişinin Ramazan Ayı vesilesiyle su gibi geçen hayatının muhasebesini yapması ve taptaze bir imanla yeniden dirilerek hayatının geri kalanını Yüce Allah’ın hudutlarına riayet ederek geçirmeye karar vermesi durumu değildir.
Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz husus, yaşana gelen hayat ile Allah’ın emrettiği hayat arasında hiçbir karşılaştırma ve muhasebe yapılmadığı ve ileriye dönük hiçbir karar alınmadığı halde sadece Ramazana değer atfetmenin temizlenmek olduğu yanılgısına düşme durumudur.
Öyle ki bugün, on bir ay boyunca yirmi dört saat açık olan pislik yuvalarının bir aylığına kepenk kapatmış olması ve daimi üyelerinin de sadece bir aylığına buraları ziyarete ara vermeleri Ramazana ne kadar önem verildiğinin göstergesi olmuş durumda. Yine hayatın tüm aşamalarında merkezde olması gereken Hidayet Rehberimizin sadece bu ayda ele alınması ve onu da gönderiliş amacıyla alakasız bir şekilde törenlerle yüzünden okunup ölmüşe, geçmişe hediye edilmesi de tam bir ironi ve aymazlıktır.
Bu gibi ironi ve tutarsızlıkları sıralayacak olsak bir değil onlarca makaleye bile sığmayacağını belirtmekle beraber; yoksulluğun ve açlığın en büyük müsebbibi olan tağuti sistemlerle ve onların destekçileriyle en ufak bir sorunu olmadığı halde yoksullar için gösteriş çadırlarının yükseltilmesini ve hatta bunları bazen sömürünün aktörlerinin yaparak sömürülerini devam ettirecek bir uyuşturucuya çevirmelerini de söylemeden geçemeyeceğim. Yine her türlü tuğyanı, fuhşiyatı ve azgınlığı yaymayı şiar edinen tv kanallarının Ramazanı fırsat bilip adeta bir taşla iki kuş misali, hem hak dini gizleyen programlar yapabilmeleri hem de bu sayede belamlarının ve kodamanlarının kasalarını doldurabilmesi de ayrı bir trajedidir.
Neyse daha fazla uzatmadan, bunalmadan, bunaltmadan için için hasretini çektiğim Ramazan özlemimin, Bakara 185. ayette ifadesini bulan bir Ramazan olduğunu ifade etmek istiyorum.
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir” Bakara/185
Evet, “La İlahe İllallah, Muhammun Resulullah” kelimei tevhidini ikrar ettikleri andan itibaren hayatlarının her alanını Kur’an’la düzenleyen ve Yüce Allahı’n lütfuyla tüm insanlığın en erdemli ve en şerefli topluluğu haline gelenlerin yaşadığı Ramazanlara imreniyorum ben.
Onlar ki Allah’ın vahyine tabi oldukları günden itibaren cahiliyenin her türlü iftiralarına, hakaretlerine ve işkencelerine maruz kalmışlar, mallarını kaybetmişler, makamlarını terk etmişler, toplu bir şekilde imha edilmek istenmişler ama yine de Hududallah’a riayeti bırakmamışlar, Allah’ın Peygamberini de, vahyini de terk etmemişler.
Yüce Allah da onları bırakmamış ve terk etmemiş. Her an o mü’minleri gözetlemiş ve gönderdiği her bir yeni ayetle kalplerindeki imanı pekiştirmiştir. Kafirler tarafından yapılan her türlü zan ve iftirayı vahyi ile bertaraf etmiş ve her yeni bir çıkmazları/sınavları bir ayetle rahmete dönüşmüş. Yurtlarını da terk etmişler, eşlerini ve hatta çocuklarını bile terk edip hicret etmişler ve Yesrib’e varıp birbirlerine düşman olan kavimlerle beraber tevhidde/Allah’ın yegane ilah oluşunda ve Allah’ın vahyinde birleşip/bir olup Medine İslam devletinin duvarlarını yükseltmişler.
İşte hicretin ikinci yılına geldiklerinde bu ayetler vahyolunarak oruç önceki ümmetlere farz kılındığı gibi bu güzide ümmete de farz kılınmış ve adeta; “işte sizin tabi olduğunuzdan dolayı birçok dünyevi sıkıntılara/imtihanlara maruz kaldığınız ama yine de sıkıca sarılmayı asla bırakmadığınız bu HABLULLAH öyle değerli bir Kitaptır ki sizler de onun inmeye başladığı Ramazan Ayını şükredilecek bir ay olarak bilin ve şükrünüzü de bir ay boyunca oruç tutarak gösterin” buyurulmuş.
İşte Ramazanla Kur’an’ın mükemmel bağının kurulduğu, değerli olanın aylardan bir ay olan Ramazanın değil, değerli olanın vahiy olduğunun ve vahyin değerinden dolayı Ramazan Ayının değer kazandığının idrakiyle/bilinciyle/şükrüyle tutulan bir oruç ve yaşanan bir Ramazandır benim özlemini duyduğum Ramazanlar.
Peki, 1400 yıl önce yaşanmış olan bu Ramazanlar sadece bir özlem ve anlatılan bir hikaye olarak mı hayatımızda yer bulmalı, yoksa bu anları tekrar yaşanabilecek bir gerçek olarak mı görmeliyiz?
Tabi ki yaşanabilecek bir gerçek olarak algılamalı ve hem kendimize hem de çevremize “Neden Ramazan orucu tutuyoruz?” veya “Rabbimizin Ramazan Ayını oruçlu geçirmemizi buyurmasının hikmeti neler olabilir acaba ?” gibi sorular sorarak akılları, yürekleri harekete geçirebiliriz.
Bu soruların bugün en genel kabul gören cevapları; “aç kalan insanların halini hissetmek”, “paylaşmanın değerini anlamak”, “eli, dili, gözü ve diğer organları haramdan uzak tutmak” için şeklinde olacaktır.
Tabi ki bu cevaplar da orucun hikmetleri arasında sayılabilir ama biraz önce okuduğumuz ayetten de anlaşıldığı gibi asıl vurgu bu hususlara yapılmamaktadır. Nitekim Ramazan orucunu ilk defa tutmaya başlayanlar kurumuş derilerin suyunu içmek zorunda kalacak kadar aç kalmışlar ve açlığın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmişlerdi. Yine onlar bırakın ihtiyaç fazlasını ellerindekinin tamamını kardeşleriyle paylaşarak mülkün kime ait olduğunu hayatlarıyla ispat etmişlerdi. Ve yine bugün nefis tezkiyesi adını almış olan haramlardan uzak durma ameli Ramazan ayına özgü bir durum olmayıp bir müslümanın tüm hayatı boyunca riayet etmesi gereken hususlardır.
Peki, ayetler bağlamında bu sorunun cevabını nasıl veririz diye tefekkür edecek olursak; “bizler indirildiği gece bin ayadan bile değerli olan Kur’an’ın gönderilişine şükretmek için oruç tutuyoruz” diyebiliriz. Çünkü; helal ile haramı birbirinden ayırt edebilecekleri bir kitaba sahip olmayanlar esfele safilin konumlarına iniyorken, bizler Yüce Allah’ın gönderdiği bu Furkan sayesinde bu ayrımı yapabiliyor ve Allah’ın izniyle eşrefi mahluk seviyelerine yükseliyoruz. Yine, bir hidayet rehberine sahip olmayanlar/ona sahiplenmeyenler bir gün son bulacak bu hayatı cehennem odunu gibi geçirirken, bizler indirilen Doğru Yol Rehberi sayesinde bu hayatı cennet yolcusu gibi geçiriyoruz inşaAllah. Bundan daha büyük bir lütuf, bundan daha büyük bir ikram olabilir mi?
Yoksa Kur’an’ın hayata müdahalesine vurgu yapmayan her türlü Ramazan yorumu kuru bir laftan başka bir şey olmadığı gibi Kur’an’la bağlantı kurmayan bir oruç da aç kalmaktan öteye geçmeyecektir. Bu hususların bugün artık her ortamda gündeme gelmesi ve bu algıdan bir an önce kurtulunması gerekmektedir.
Bu noktada hayırlı olsun diye mesajlar atılan Ramazan Ayının gerçekten hayırlı olabilmesi için bu günleri vesile olarak bilelim ve yeniden, yeni baştan tek ilahın, tek din belirleyici olanın ve tek hayat tarzı tanzim edecek olanın sadece Alemlerin Rabbi olan Allah olduğuna ve Hz. Muhammed’in de Yüce Allah’ın biz insanlara gönderdiği elçisi olduğuna şahadet edelim.
Rasule imanın da, getirdiği Kur’an’a tabi olmak demek olduğunu tefekkür edip Hidayet Rehberimizi tane tane, anlaya anlaya ve hayatımızla karşılaştırarak okuyalım. Ve bu sayede inşaAllah hayatımız ile Kur’an arasındaki muhtemeldir ki çözülmüş olabilecek bağın düğümlerini bir kez daha sıkıca ilikleyebilelim.
Vahiyle tanışan, vahyi anlayan, vahye iman eden ve vahyi yaşayan bir cemaat olup Ramazan orucunu da bu imanla eda eden bir ümmet olabilmek duasıyla…