Mehmed MAKSUT

09 Şubat 2012

İRAN İZLENİMLERİ -1-

“Sizden önce nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” ( Ali İmran 137)

Âlemleri en güzel şekilde yaratan Allah’a hamdolsun. İnsanlara sunmuş olduğu “sayısız nimetlerden” (Nahl-18) dolayı ne kadar hamd edersek, yolunda ne kadar çalışırsak verdiği nimetlerin hakkını veremeyiz.  "Bu nimetlerin hepsi de rabbimizin katından olup”(Nahl-53) bu nimetlerin tümünü Müslüman olmamız için Rabbimiz üzerimizde tamamlıyor. (Nahl-81) 

Kur’an gibi bir kitabın, İslam gibi bir dinin, Hz. Muhammed (as) gibi bir rehberin bizlere sunulmuş olması yeryüzündeki en büyük nimetlerdendir.  Kur’an olmasaydı hayatımıza hangi kitabı muhatap kılacaktık. İslam olmasaydı hangi hayat nizamıyla aradığımız huzuru bulacaktık. Hz. Muhammed (as) olmasaydı kimleri kendimize rehber kılacaktık. Bu nimetlerin dünyevi nimetlere kurban edilerek değiştirilmesi sonucu insanlık buhranın içerisinde can çekişmektedir. 

Verilen tüm ilahi ve insani nimetlerden sonra “Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük ederseniz yine kendinize kötülük etmiş olursunuz.” (İsra-7) Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir. (Nahl 128) ve “Muhakkak ki bu nimetlerden hesaba çekileceğimiz” (Tekasür 8) için gündelik hayatımızı hep bir muhasebe içerisinde geçirmeliyiz. Hz İsa’ya atfedilen bir sözde denildiği gibi “insan yaşamak için yemeli; yemek için yaşamamalıdır.” şuurunun bizde olması gerekirken Rabbimizin nimetleri karşısında konumumuz nedir? İsyan ve nankörlük yönümüz mü, yoksa itaat ve şükür yönümüz mü hayatımızı kuşatmıştırın muhasebesini ne kadar yapıyoruz? Dünyevileşmenin artıp ahiretin unutulduğu bir zamanda, değerler erozyonunun yaşanıldığı bir demde her iradenin kendisine sorması gereken soruları olmalıdır. Ve hesabı verilebilir hayatı yaşamalıdır. “Dünyada elde edilenlerin az bir yararlanma olduğunu ve asıl nimetlerin ahirette olduğu” (Nahl 117) hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu bilinçle hareket edildiği zaman İslami kimliğe yönelik tüm sıkıntılar Allahın izniyle ber taraf edilebilir.

Rabbimizin bizlere vermiş olduğu nimetleri müşahede etmenin ve gereği gibi şükretmenin yollarından biri de Rabbimizin arzında gezmektir. “Sizden önce nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Al-i İmran 137) Gezmeyi bu ayetin ışığında yaptığınızda hakikatlere daha da yakınlaşıyorsunuz. İslam ümmeti içerisindeki diyalog ve irtibatsızlığın en acı tablosunu gezerken görüyorsunuz. Bu gezileri Rahmani nazariyeyle kardeşliğe yönelik yaptığınız zaman birçok mana hayatınıza yansıyor. Ulus sınırlarını aşıp kardeşlerinizle kucaklaştığınızda İslam’ın en aziz yönlerinden birini hemen görüyorsunuz.

Gönüllerin kardeşliğe hasret olduğu bir dönemde birbirimize ensar olup kenetlenmemiz gerekir. “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, duvarları kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff 4) Böyle bir kenetlenme dünya tağutlarının ve müstekbirlerinin en korkulu rüyası olduğu için ümmet sürekli iç ve dış güçler tarafından bölünmektedir. “Ey iman edenler hepiniz topluca İslam’a giriniz. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara 208) hitabına hakkıyla muhatap olmadığımız için her tarafımız sıcak, soğuk ve kültür savaşlarının altında ezilmektedir. Ey iman edenler Allaha karşı gelmekten sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün. Hep birlikte Allahın ipine sarılınız. Bölünüp parçalanmayınız Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Bakara 102-103) Bu baskılara karşı durabilmenin yegâne çözümü yukarıdaki ayetten yola çıkarak var gücümüzle çalışmakta olduğunu bilelim. Bu ayet ışığında kardeşlerimizle olan ilişkilerimizi tekrardan gözden geçirmenin bence vakti geldi geçiyor ...

Özellikle kadim medeniyetlerin yaşadığı yerlerde, öncekilerin akıbetini anlama noktasında zengin bir miras vardır. Bunları ilahi nazariyeyle okumak Rabbimizin büyüklüğünü bize hissettirdiği gibi ona karşı durmanın nelere mal olduğunu da bize öğretir. Allah’ın arzında Allah’a isyan ve nankörlük eden milyonlarca insanın içler acısı durumu, yüreklerinizi muzdarip kılıyorsa ve insanlığı kendinize dert edinmişseniz yerinizde oturmanız inancınızla çelişir. Yürüyen bir peygamberin oturan ümmeti olmamız zilletin asıl sebebidir. Oturarak, yatarak, konuşarak salt yazarak bizler bu halden kurtulamayız. Kurtuluşu arayan yüreklere bakın rabbimiz hangi vazifeyi veriyor: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Bakara 104) Bugün genel manada Müslümanların içinde bu görevi üstlenecek bir öncü topluluk oluşturulamadığı için topluca kurtuluşa ulaşılamamaktadır. Bireysel anlamda bu tür gayretler olsa da kolektif ve istikrarlı olmadığı için güçler zayıf kalmakta, sesler cılız çıkmaktadır...

Öncekilerin akıbetini öğreten şehirlerin başında nice imparatorluğa şahitlik etmiş olan İstanbul gelir. Surlarıyla, deniziyle, medeniyeti yansıtan yapılarıyla oldukça zengin bir dokuya sahip olan İstanbul, yoğunluktan dolayı birçok değerini sessizce yitirmiştir. Dünyevileşen insanlarla birlikte şehirde ruhunu kaybetmiş bir vaziyette yeniden kendisini diriltecek bir okuyuşu bekliyor. İnsanlardaki dünyevi yoğunluklar İstanbul’un içindeki kadim mesajları görmeye engel olmaktadır. İnsanları kuşatan dünyevi endişeler insanı ahtapot gibi kuşatmış. Bu kuşatma dünyevi kaygılarla, kültürel yozlaşmalarla, İslam’dan uzaklaştırmalarla daha da bir artmış. “Tüm bunlara rağmen Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecektir.” (Ahkaf 13)

İstanbul’a her geldiğimizde bizi en çok sevindiren ve umutlandıran fedakar kardeşlerimizdir. Bunca yoğunluğa ve dünyevileşme rüzgârlarına rağmen az sayıda da olsa tercihlerini sıratı müstakim üzerine koyan kardeşlerimizin olması umudumuza umut katmaktadır... Yürekten açılan kucaklar, annelerin safiyane bir şekilde evlatlarına açtıkları kucaklar gibi samimi olarak kardeşlerini bağrına basmaktadır. Abartı olmasın ama saatlerce süren yolculuk sırasındaki yorgunluk bu kucaklaşmayla birlikte oldukça hafiflemektedir… Çünkü Allah, kalplerinizi birleştirmişti...

İstanbul’da bir dönem acılarımıza, özlemlerimize, direnişimize şahitlik eden Beyazıt Meydanını, Fatih’i, Haliç’i, Üsküdar’ı gezme sırasında “En güzel şekilde yaratılan insanların” (Tin-4) vahyi terk ederek “aşağıların aşağısına düştüğünü” (Tin-5) gördükçe bu davayı daha çok dert edinmemizin gerekliliği kendiliğinden anlaşılıyor. “Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” diye haykırıp “nereye gidiyorsunuz” sorusunu sormak geçer içimizden.

Üsküdar iskelesine geldiğimizde vakit gün batımına yakındı. Gün batımıyla ortaya çıkan kızıllığın denizle, martılarla ve gemilerle birleşmesi sırasında oldukça deruni anlamlar tezahür ediyor. Fakat kaç kişi bu hakikatin farkındaydı. İnsanın ömrünün bu gemiler gibi akıp gittiğini ve bir gün gün batımı gibi batacağını kimler hissetmiştir. “İnsan su misali kıvrım kıvrım akıyorken” “Dönüş Rabbinedir” ayetini unutuyor. Unuttuğu içinde var gücüyle dünyaya dalıyor. Oysa “Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiç bir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus-24) “Düşünen bir topluluk için bunlarda ibret vardır”(Rum 21) diyen rabbimizin emrine rağmen insanlar dünyevileşiyor. Yaratılış amaçını unutuyor. Dünyevileşerek düşünme melekelerini kaybederek hayatı solumaya devam ediyor.

Üsküdar’da martılarla konuşurken gökyüzündeki kızıllık bu anlamlı diyaloga ayrı bir anlam katıyor. İnsana özündeki hakikatin sesine kulak vermesi için bu manzara iyi bir vesile oluyor. İnsanlar o kadar kuşatılmış ki bu esaret insanları tüm hayati unsurlarını kaplamış adeta. En kötüsü de bu esaretin özgürlük olarak benimsenmesidir. Seyyid Kutup’un yıllar önce zindandayken söylediği “Gün gelir kölelik özgürlük diye empoze edilir insanlara” sözü bugün bu insanların halinde tecelli ediyor. Tüm bunlara rağmen bu “özgür görünümlü kölelikler” insanlara anlatılmalıdır. Bunu anlatmanın en güzel yöntemi de insanı tüm esaretlerden azad kılıp kulluğun hürriyetine ulaştıran İslam’ı anlatmaktır. Ömer ibn-i Abdülaziz’in “Allah’a bağlan ki hür olasın” sözü bu hakikati en bariz şekilde ifade etmektedir.

Havaalanında gereken işlemleri yaptıktan sonra uçağa biniyoruz. Uçaktakilerin çoğu İranlı. İran halkı hakkındaki ilk izlenimlerin küçük bir numunesini uçakta alıyoruz. Uçaktaki kadınların ekserisinde “hicap ruhu” yok. Bu unsur bazı metropol şehirlerde daha çok görülüyorken aksine hicap ruhunu bir ayet olarak taşıyan insanların sayısı da azımsanamaz. Bu hicap ruhunun toplumda makes bulması için ilk başlarda yasalarla, yaptırım yoluyla uygulandığını fakat daha sonradan bunların biraz gevşetilerek daha çok eğitim ve davet yoluyla verilmeye çalışıldığını öğreniyoruz. Devletin bu anlamda çalışmalarının olduğunu ve hicabı önemsediği alanlardaki hicap mesajlarından anlaşılıyor. Tüm çalışmalara rağmen kültür emperyalizminin en önemli çalışma ve çatışma sahası kadınlar üzerinden verilmektedir. Kadınlara yönelik kültürel savaşa karşı özellikle İslami İnkılâba bağlı kadınların varlığı da küçümsenemez.

Kadınlar toplumsal hayatta oldukça etkinler. Batının oluşturduğu “evine kapanık, sosyal hayatta olmayan, hakları ve varlığı baskı altında olan”  bir algının buralarda olmadığını çarşı pazarda gezerken çok kolay görebiliyorsunuz. İslami kuralların verdiği güvenle insanlar geceleri bile çok rahat bir şekilde güvenle gezebilmektedir.  

Eğitim ve öğretim yoluyla kazandırılmak istenilen İslami esaslara karşı batının ciddi bir kültürel savaşının olduğu ve bu kültürel savaşa maneviyatı zayıflarla varlıklı insanların daha kolay kapıldıkları görülmektedir. Bu kültürel savaşa karşı İran İslam Cumhuriyeti’nin de çok ciddi çalışmaları var. Bunun önüne geçmek için kültürel faaliyetlere ağırlık verilmektedir. Bunu camiler ve medreseler yoluyla, eğitim kurumlarıyla ve sinema yoluyla gidermeye çalışmaktadır. Her şeye rağmen halen devrimin ruhunu benimsemeyen insanlar azımsanmayacak derecededir. Herşeye rağmen “Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.” (Nahl-37)

Devam edecek…

Selam ve Dua ile