Fatma CEREN

06 Eylül 2012

İSLAMCILIK (ISLAMISM) TARTIŞMALARI NE İFADE EDİYOR?

Nedir bu kavram şimdi? Nereden çıktı, ne zaman çıktı? Ne diye şimdi gündemde?

Nedir ki bu İslamcılık?

Son dönem tartışmalarıyla cılkı çıkarılan bir kavram mı oldu, anlaşılır mı kılındı?

Anlayan ne anladı? Anlamayan ne kaybetti?

En mühimsediğim soru şu ki,

-Anlayanlar anlamayanlara anlatabildi mi?

1-)“Islam_ism”(İslam_cılık) tartışmalarına genel bir bakış

İslam’ı yaşama ve yaşatma uğruna yapılan bütün çalışmaları takdirle karşılamak gerekir. İslam_cılık tartışmalarını da böyle düşünmek istiyoruz. Bu kavramın kullanılmasını tartışılır olduğu kabulümüzle, yine de müslümanların sorunlarının konuşulmasını ve bu konuda birçok yazarın, düşünürün, okurun beyin fırtınası yapmasını, yapabilmesini Yüce Rabbimizden diliyoruz. İnşaallah bu gibi tartışmalar vesilesiyle, müslümanlar İslam’ı yeryüzüne hakim kılacak bir bakışı, dosdoğru bir istikameti ve doğru bir peygamber telakkisini kazanabilir.  Bunun için Rahman olan Rabbimize dua ediyoruz. Hoşumuza gidip gitmediğini bile bilmediğimiz(!) bu tartışmalardan; hoşa gitse de gitmese de, biz müslümanlar için bir hayır murad etmiş olmasını Rahman’dan diliyoruz.

Tabi ki sadece duanın değil, duayı geçerli kılacak amellerin önemini de inşaallah biliyoruz. Dolayısıyle, amellerimizi “salih” kılacak bazı şartları yerine getirmek zaruridir. Amelleri iman/inanç doğrultusunda yöneten mekanizma ise zihindir, düşüncedir.

Şimdi düşünelim, “Bu tartışmaların amacı nedir?”

Tartışmadaki amacın/hedefin doğru belirlenmesi ve ortaya koyulan görüşlerin bu amaca hizmet etmesi, amelleri salih kılacak ilk şart olarak akla gelmelidir. Çünkü müslüman amaçsız hareket etmez. Tartışmaların sonunda -eğer ki bu son gelirse/olursa- insanların önce zihinlerinde sonra amellerinde, eskiye nazaran bir ilerleme kaydedilmişse hayırdan bahsedilebilir. Hayır ise, ancak keyfiyette bir derinleşme vuku bulduğunda hâsıl olmuş olur. Ortaya atılan fikirlerin terkibinden İslami çalışmalarda ufkumuzu aydınlatacak yeni bir durum, düşünce ve eylem ortaya çıkması, çıkabilmesi gerekir.

Şu andaki duruma bakıldığında, düşünsel ve eylemsel manada, olumlu ya da olumsuz bir yenilikten de hareketlenmeden de bahsedebilir miyiz, bunu bilmiyoruz.  Zira tartışmanın amacını net olarak bilmediğimiz gibi, bu konuda yazanlar da fikirlerini belli bir sistematiğe ve bir amaca oturtamamış durumdalar. Yazılanları; bir ucundan tartışmalara katılmak, kavram hakkında fikir beyan etmek, ya da diğerini eleştirmek formatından öte geçmediğini takip ettik ve ediyoruz. Kaldı ki bunu ilk dile getiren de değiliz. Bundan sonra yazılacak olanlar daha somut başlıklar altında ve bir amaca binaen yazılmalıdırlar. Konu İslami mücadele ise, en nihayetinde, kendilerine değil, İslam’ın kavramlarıyla İslam’a çağıran bir münadiyi işitmeyi arzu ediyoruz.

Kavramın tanımlanmasındaki ihtilafı çözmek mümkün görünmüyor. Dolayısıyle muhteva üzerinden bu tartışmayı sürdürmek faydalı bir katkı sağlayacaktır. “Kim, ne demek istiyor?”, “Topluma veya toplumun hangi kesimine, hangi mesaj verilmek isteniyor?”, “İnsanlar neye çağırılıyor, çağırılıyor mu?”.. vb.. konulardaki görüşler açık ve net formüle edilmeli ki, tartışma sağlam bir zemine otursun. Böylece konu dallanıp budaklanmaz.

2) İslam_cılık tartışmalarının gündeme getirilme zamanı,  amacı ve verilmek istenen mesaj nedir?

Bu tartışmanın neden daha önceki senelerde değil de, şimdi bu denli hararetlendiği, sorulması gereken sorulardan biridir. Zira bu konudaki ihtimaller akıllara belli kuşkuları getiriyor. Her ne kadar bu gibi sözler, komplo teorisi ya da art niyet arama olarak algılansa da, müslümanlar biliyor ki, bütün zamanlardaki en güçlü teoriler, batılın güya Hakkı örtmesi, gizlemesi, perdelemesi yöntemiyle, Hakk’a başkaldıran insanların, bu dünyada dilediği gibi yaşaması için geliştirilmiştir.

“Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.” (61/8)

En güvenilir kaynaktan alıntıladığım, satır arasında değil, son dakika gelişmesi olarak hiç değil, bilakis her çağa hitap eden bu habere göre; ilahi takdirle Allah (c) nurunu tamamlamış ve tamamlayacaktır. Kafirler hoş görse de, görmese de. Yani, İslam’ı yeryüzüne hakim kılmak için elbette ki Allah’ın müslümanlara ihtiyacı yok. Müslümanlar, kendileri için seçip beğenilmiş olan İslam’ı yüceltmek için, aslında kendilerini diri tutabilmeleri için ve yine kendi kurtuluşları için mücadele vermelidirler. Böylece, El-Muktedir olan Rabbimiz dilerse, her işi müslümanların lehine çevirecektir. Müslümanlara Allah(c.c.) yeter! “Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir.” (3/173)

Başlangıca dönecek olursak, siyasi konjonktürün müsait olmasından dolayı böyle bir tartışmanın başlatılmış olma ihtimali akla ilk gelenlerden.

İşte şimdi, dünyamızın son dönemde pek de düşkün olduğu(!) “İslam”ın genel gidişatı bütünlüğünde, bu tartışmaların amacının ne olabileceğini, ihtimaller dahilinde düşünebiliriz.

“İslamcılık, rahat, ılımlı, sorunsuz ortam ve zamanların konusu mu yapılmaya çalışılıyor?” amacı,

ihtimallerin en birincisi, yani en geçerli tezi sayılabilir. Kur’ani verilerle asla ve kat’a bağdaşmayan böyle bir ihtimalin doğruya ve hayra yönelik olmasından söz etmemiz bile mümkün değildir. Bu bağlamda, tartışmayı başlatanların, alanlarında birçoklarına göre daha ehil olmalarına rağmen, bu kavramı neden gündem ettiklerini sormak sanırım hakkımızdır. İlimlerini, vahyi sıralamaya göre konuşturmaları yani Kur’ani konuşmaları gerekir.  Eğer bu ihtimal amaçlandı ise, her kim olursa olsun ve her ne ilmi olursa olsun, bırakalım “İslami mücadele” konusunda öncülük etmelerini, kendi kurtuluşlarını dahi riske sokan yanlış bir yaklaşım içerisindedirler.  İslami mücadeleyi, rahat, sorunsuz ve ılımlı uzlaşmacı bir algıya oturtma çabası, maalesef baştan bir kaybın, ancak başarısız bir röprodüksiyon resmi olacaktır. Kullanılan boya ise Allah’ın boyası değildir!

İkinci bir ihtimal ise, dünyevileşmenin tavan yaptığı günümüzde,

“bu gidişata karşı müslümanları uyarmak ve bir davamızın olduğunu hatırlatmak maksadıdır,

ki bu amaca söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur. Ama eğer, gelmiş geçmiş bütün peygamberleri örnek alırsak, onların toplumlarına ilk önce dile getirdikleri konuyu hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekir. İslami mücadeleyi kasteden bu kavramı gündeme getirmeden evvel; bu mücadeleyi bizzat yapacak “Müslümanın açık kimliğinden”, bu kimliği belirleyecek “Tevhid, şirk ve tağut”  gibi kavramlardan/algılardan bahsedilmesi öncelenmelidir. İslam’ın yeryüzüne hakim kılınması için gerekli nebevi hareket metodu uygulanmalı, bu anlatılmalıdır. Tabi ki yazıları takip edenler hemen bir itirazla, “Bundan bahsedenler oldu,  konu zaten İslam’ın hakim kılınması diyeceklerdir.  Doğru, bu oldu. Ama “Tevhid” ve “Şirk” alenen, Allah’ın vahyi doğrultusunda açıklanmadığı gibi, “Müslüman” ın tağutu reddetmesi, uzlaşmacı değil baştan inşacı rolü açıkça anlatılmadı, tarihten örneklemelerin yapıldığı yerlerde ise bu salt bir bilgi olarak geçildi, böyle bir davet yapılmadı. Bunlar bahsedilmediğinde, ne İslamdan ne müslümandan, böyle bir davet yapılmadığında ise İslami mücadeleden bahsedilmiş olunmaz, olunamaz.

Burada yöntemi/metodu içtihat konusu yapanlar, Allah’ın dinini yeryüzünde hakim kılma olgusunu, elbette ki pragmatizmin ışığında yazılarına yansıttılar. Bu kavramı, sistem içi mücadelenin meşruiyetiyle ele alanlar, “hakimiyet” kavramını hiç kullanmadılar. Aslında vahyin kavramlarıNI pek kullanmadılar.  Kullanılır gibi yaptılar.  “Müslüman” , “Mümin”, “Muttaki” kavramlarına ne oldu? Tabi ki vahiyde olmayan ve beşeri üretim olan  bir kavramı açıklamak ve tartışmak için vahyin kavramlarını kullanmalarını beklemiyorduk. Ama konu İslam ve İslami mücadele olunca, Kur’an’ın kavramları referans alınmalıdır. Değerlendirmeler, Kur’ani tonda olmalıdır. Hz. Muhammed(s)in Kur’an’la verdiği ilmi mücadele anlatılmalıdır. Ve en önemlisi örnek kul ve resul olan Hz. Muhammed,  gül bahçelerinden(!), savaş meydanlarına taşınmalıdır. Onun stratejik bir dava adamı ve devlet adamı olduğu, devlet yönetim algısıyla birlikte açıkça ortaya konmalıdır. Bir karıncayı incitemeyecek merhameti yıllardır anlatılırken;  karıncalarla değil ama, kafir ve müşriklerle bizzat savaş meydanındaki Hakk yoldaki haklı mücadelesi anlatılmalıdır. Hepsi bir bütün bütün olarak anlatılırsa, doğru bir resul algısı verilebilir. Eğer ki konu mücadele ise.

Bir üçüncü ihtimal de, birincisiyle bağlantılı olarak şu ki,

“Şimdi İslam’ı tebliğ ortamı bütün boyutlarıyla müsait hale geldi. Dolayısıyla bu fırsatı değerlendirmeli, yeniden İslam’ı bir siyasi ve toplumsal nizam olarak toplumun gözleri önüne sermeliyiz” amacı…

Az önce söylediklerimizi burada da yineliyoruz. İlave olarak, toplumun bunlardan ne kadar haberdar edildiği, yine ne kadar sade ve anlaşılır bir dille yazıldığı, bu amaçla medyanın ne kadar etkin kullanıldığı da irdelememiz gereken konular arasında.

Yine de, tüm dünyada İslami mücadelenin -her dönemde olduğu gibi- sıkıntılı bir merhaleden geçtiği günümüzde bu amaç; kavramın değil ama muhtevasının yerleştirilmesi ile -inşallah ikinci ihtimale nispeten- daha faydalı sonuçları doğurması yönünde umudumuzu artırabilir.

Başta da ifade ettiğimiz gibi, faydalı ve hayırlı bir sonuç; salt konuşmaların ve yazıların niteliğiyle, yani birbirinden üstünlüğü, derecesi, süsü, edebiliği, akademiliği, ilmi(!)liğiyle değil; “hikmet” esası gereğince, toplumdaki etkisi yani müslümanları bir hamle ileri taşıyıp taşıyamadığı gerçeği ile hâsıl olacaktır. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini şimdiden kestirmek mümkün değil. Ama Türkiye gibi bir ülkede, her şeyde ve her zaman olduğu gibi, bu da genelde iyi olarak değerlendirilmektedir. Temennimiz, iyi olmasından önce, doğru ve ümmete hayırlı olması yönünde. Sadece hoşumuza giden şeyin “iyi” olarak tanımlandığı günümüzde, nefsimize hoş gelmeyecek bedeller bizim kurtuluşumuza vesile olacaktır. Mücadele ise bugünkü tanımıyla hayatımıza iyilik katmayabilir. Rabbena duasını günümüz algısıyla okuyanlar, bedelsiz ve sorunsuz, iyilik dolu bir dünyayı yüce Allah’tan isterken,  hiç sıkıntı çekmemeyi ama ateşten de korunmayı, hadi ateşten kurtuldu bir de ahiretteki bütün iyilikleri de isteyebilmektedir. Yani iyi yaşayalım, iyi ölelim, dünyamız da ahretimiz de iyilik dolsun!

Üzgünüz, ötelerde “Nasılsın?” diye sormayacaklar ki, “iyi”yim, iyiydim diyesin…

Neyse, tartışmanın amacını ihtimaller dahilinde inceledikten sonra şunları da sorabilmeliyiz.

Amaç her ne olursa olsun bu gündem, müslümanlara –resullerinki gibi- bir çağrı mesajı içeriyor mu? Kulluk vazifesine işaret ediyor mu? Rabbe ve tüm insanlığa karşı sorumluluklarını hatırlatıyor mu? Yoksa üretilen yeni dinin mensuplarının hareket sahası, mücadele şekli ve yeni rotası mı belirleniyor? Yoksa yüce Allah’ın vahiyle insana yüklediği kulluk sorumluluğu ile zamana ve zemine göre güncellenen yeni(!) sorumluluklar,  yer değiştirilmeye mi çalışılıyor?

Tabii bu aklımıza gelen bir iki basit soru! Bu soruların cevabı netleştiğinde gerçek tablo ortaya çıkacaktır. Tabii netleşirse!

Eğer ki, niyet halisane amaç da vahye göre şekillenmiş ise, yani gerçekten İslami mücadele ruhu canlandırılmaya çalışılıyorsa, bizce bu tartışmanın sonunda aksiyona bir davet olmalı. Bu aksiyon da İslam için çalışan bütün fert ve grupları içine almalı, alabilmeli… Toplumu dönüştürecek bir etki bakımından bir beklenti olmasa da, şimdilik toplumu dönüştürecek insanları dönüştürecek bir etki beklenebilmeli. Eğer ki amaç yeryüzüne Allah’ın dinini, yani İslam’ı hakim kılmak ise. Eğer ki varılacak yer, sadece cennetler ise…

Dileğimiz o dur ki, bu tartışmalar vesilesiyle, “Müslüman” , “Tevhid”, “Şirk”, “Tağut”, “Rabbani yol”, “Metod” gibi kavramlar, müslümanların gündemine tekrar girsin. Zaten gündemimizde gibi bir savunmaya gitmeyelim, eğer ki gündemimize hakkıyla otursaydı, bugün yazanlar daha farklı olurdu, okuyanlar da…

Yazılanlara ise,

devam edeceğiz inşaallah…