Ebubekir MERCAN
ÂLİMİN FİKRİ NEYSE ZİKRİ DE ODUR
Rabbimizin bizlere lütfettiği en mükemmel donanımlardan biridir dilimiz. Duygu ve düşüncelerimizi, istek ve temennilerimizi, acı ve ızdıraplarımızı, kaygılarımızı, beklentilerimizi, hayallerimizi, kişiliğimizi ve en önemlisi de inancımızı en güzel şekilde ifade ettiğimiz bir donanımdır dilimiz. Tabi dilimiz de aynı düşüncelerimiz gibi duygularımız ve amellerimiz gibi yaşadığımız ortamlardan mutlak manada etkilenir ve bu ortamların terbiyesinde şekillenir.
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren çevremizde duyduğumuz ilk lisan bizim ana dilimizi ve şivemizi belirlerken daha sonraki dönemlerde bu ortamlar kişilik gelişimimizi ve buna orantılı olarak da dil gelişimimizi etkilemeye devam eder. Ve belli bir olgunluğa eriştiğimizde hem doğuştan verilen kalıtsal faktörlerin hem de çevresel faktörlerin etkisiyle her birimizin ayrı bir dil kullanma kabiliyetimiz, ayrı bir tarzımız ve kendimize özgün bir ifade üslubumuz ortaya çıkar.
Rabbimiz tarafından bizlere bahşedilen fıtri yeteneklerimizi, farklı mizaçlarımızı ve farklı yeteneklerimizi bir tarafa koysak bile çevresel etkileşim, güzel sözün/tevhidin hakim olduğu ortamlarda/toplumlarda bir avantaj oluyor iken, kötü sözün/şirkin hakim olduğu ortamlarda/toplumlarda ise bir dezavantaja dönüşür.
Şu an bizim içinde yoğrulduğumuz ortamlar da ne yazık ki güzel sözün değil kötü sözün hakim olduğu ortamlardır ve şirkin hakim olduğu bu ortamlarda şekillenen dillerde genel anlamda bir kabalığı ve fütursuzluğu üzerinde barındıran yapısıyla ağzı olanın kullandığı bir organa dönüşüyor pek tabii. Ve dili harekete geçiren etken Furkan olmayınca da Rabbimizin de bildirdiği gibi bu etken çoğu zaman zan oluyor. Zanla hareket eden dillerin söyledikleri de yalandan öteye geçmemekle beraber (1) özellikle Allah hakkında, resulleri hakkında, kitab hakkında, itikat hakkında çoğu zaman eğilip bükülmekte, bu şekilde Allah'tan olmayanlar Allah'tan gibi, Allah’tan olanlar da Allah’tan değil gibi gösterilmektedir. (2)
Ve nihayetinde zanna dayalı bir inanç sistemi ve bu inanç sisteminin kıskacında savrulan/kıvranan hayatlar ortaya çıkıyor. İşte bu durum gerçekten akıl gibi sorgulama yetisi gibi bir özellik bahşedilen insan için insanlık için çok acı bir durumdur. Hele bir de bu inanç sistemleri tam bir mutmainlikle kabullenilip tabi olunduğunun beyan edildiği dini hakkında dillerini eğip bükenlere hiçbir hüccet sorulmamaya, hiçbir söylemin delili sorgulanmamaya başlandığında, hakkı dile getirmek için verilen diller zannı zırvalamaya devam ediyor işte.
Ama yine de hamdolsun ki Rabbimiz, güzel sözün kökü yerin ta derinliklerine olan dalları da göğe tırmanan ve sürekli yararlı meyve veren bir ağaç gibi olduğunu bildirirken, kötü sözün de kökü olmayan, hiçbir yararı olmayan ve dik duramayan bir ağaç gibi olduğunu bildiriyor bizlere. Bizlerde inanıyoruz ki kötü sözün ebediyen ayakta kalma imkânı olmayacak ve er veya geç hakkın karşısında devrilip gidecektir inşallah. (3)
Bu noktada bu cahiliye ortamlarında cahili bir hayat süredururken tevhitle, imanla, Kur’anla tanışan bizler ilk ayetlerde bildirilen elbiseni temizle, pis şeylerden uzaklaş emri gereği bütün düşüncelerimize ve amellerimize bulaşmış olan kirleri söküp atmaya çabaladığımız gibi dilimize bulaşmış olan kirleri de söküp atarak onu da vahyin ışığında yeni bir terbiyeden geçirmemiz gerekiyor.
Bu aşamada dilimize en uygun istikameti sağlama adına Kur’anın hitabına baktığımızda; “Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi? Biz O’na eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?” (4)“O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(5)buyrulduğunu görüyoruz.
Bu ayetleri tefekkür ettiğimizde, verilen iki gözle ki bunlar da Allahu âlem biri anatomik gözlerimiz biride fıtratımızın/kalbimizin gözüdür ki bunları uyumlu bir şekilde kullandığımızda eğri ve doğru yolu ayırt edebileceğimiz buyruluyor. Yani iki dudağımızı açıp dilimizi hareket ettirmeden önce gözlerimizi, kulaklarımızı ve tüm algılarımızı açıp, Rabbimizin yarattığı bu evreni, dünyayı, varoluşu, insanlığı, düşünceleri, peygamberi ve getirdiği mesajı okumamız buyruluyor.
Bu okuma sırasında kapalı durması gereken iki dudağımız ve onun arkasında bulunan bir dilimiz ancak tam bir görme, duyma, okuma, tefekkür, teslimiyet ve mutmainliğe ulaşması durumunda harekete geçmeli ve ancak bu aşamadan sonra sözlerin en güzeli olan “La ilahe illallah” ı haykırmalıdır.
İşte bu İslam olmanın Müslüman olmanın ilanıdır ki Rabbimiz ben Müslümanım diyenden daha güzel sözlü olanın bulunmadığını bildiriyor bizlere. (6)Tabi bu tefekkürün ardından zanna dayalı tüm öğretileri terk edip sadece Furkana dayanarak açılan iki dudağımız ve tevhidi haykıran dilimizin bundan böyle dudaklarımızın arkasına çekilme imkânı da kalmamıştır artık. Çünkü Rabbimizin kendi emirleri doğrultusunda kullanmamız için bizlere bahşettiği bu dilimiz, Allah’ın emri ve izniyle Rabbimizin büyüklüğünü dile getirecek, (7)bütün insanlığı hakka davet edecek ve bütün batıl sözleri/düşünceleri yıkacaktır inşallah. (8)
İşte bu aşamada tevhidi haykıran bu dilimizin bundan böyle nasıl bir istikamet tutturması gerektiğini de yine vahiy ekseninde tefekkür etmeye devam ettiğimizde hem ulaştırılacak mesajın ne olacağının hem de mesajın nasıl ulaştırılacağının Rabbimiz tarafından bildirildiğini görüyoruz. Aynı zamanda vahyin tedrici bir şekilde vahyolunduğunu göz önüne alarak Kur’anı incelediğimizde davete muhatap olanların sorduğu soruların, mesaja karşı geliştirilen tavırların, yapılan itirazların, alayların, hakaretlerin, inen ayetlere karşı yapılan eleştirilerin… yeri ve zamanı geldiğinde ya Peygamberimize “de ki” diye hitap edilerek ya peygamber kıssaları verilip onlar “dediler ki”/“deyin ki” şeklinde hitap edilerek, ya da gizli ve açık olarak gündem edilen hususlar ayetlerle tekrarlanıp ardından açıklama yapılarak bizzat Rabbimiz tarafından cevaplandırıldığını görüyoruz.
Ayrıca; Rabbimizle irtibat kurup Rabbimize dua etmek isteyen müminlerin nasıl bir dil kullanmaları gerektiğiyle ilgili (9), Peygamberin (s) kendine tabi olanlara, tabi olanların Peygambere ve Peygambere tabi olanların da birbirlerine nasıl yaklaşması gerektiği ile ilgili (10), yine peygambere tabi olmadıkları halde kendileriyle din hususunda savaşmayanlara nasıl yaklaşılması gerektiği ile ilgili (11), Yine Müslümanların konumları ve inkar edenlerin konumları ve tavırları değişip ileri gelenler/müstekbirler tarafından güç kullanımları başladığında geliştirilecek tavrın belirlenmesiyle ilgili (12), yine ehlikitap gibi yeni inanç guruplarıyla etkileşim başladığında onlara nasıl bir davet götürüleceği ile ilgili, daha sonra ehlikitaptan da daveti kabuledenlere, reddedenlere veya düşmanlık gösterenlere nasıl yaklaşılacağı ile ilgili (13), Yine bir zamanlar güçsüz olan Müslümanlar artık bir devlet kurup ilişkilerin şekli ve gidişatı değiştiğinde ve Müslümanların içinde münafıklar gibi, mürtetler gibi yeni sınıflar türemeye başladığında nasıl bir tavır sergilenmesi gerektiği ile ilgili (14)…
Velhasılıkelam her yeni durumla ilgili ve her yeni söyleme karşı yeni bir ayet yeni bir sure inerek hem Peygamberimize, hem O’nun ashabına hem de onların takipçisi olan tüm Müslümanlara bir yol haritası çizilmiştir. Bu şekilde Müslümanlar hem birbirleriyle olan ilişkilerinde kullanacakları dili hem de diğer insanlarla kuracakları iletişimde kullanacakları dili bizzat Rabbimizden öğrenmişler ve Rabbimizin bildirdiği ayetleri en güzel şekilde ifade etmekten başka bir şey yapmalarına gerek de kalmamıştır.
Bu noktada bu terbiyeden geçen ashabın hicret ettikleri Habeşistan’da nasıl bir dil kullandıklarını hatırlatmak isterim. Bildiğiniz gibi ehli kitap olan ve Hz. İsa’yı ilahlaştıran Habeşlilerin kralları karşısında nasıl bir dil kullanmaları gerektiğini kendi aralarında konuşan Müslümanlar sonu ne olursa olsun vah yonulan ayetleri açıkça okumak gerektiğine karar veriyorlar ve Meryem Suresinin ilk kırk ayetini okuyorlar. Yine müşrikler kralın önünde secde ederlerken Müslümanlar secde etmiyorlar ve Peygamberlerinin onlara “Allah’tan başkasının önünde secde etmemelerini” emrettiğini açıklıyorlar.
İşte gördüğünüz gibi sağlam bir itikadın kullandığı dil de bir o kadar sağlam oluyor. Nahl Suresi 125. ayette buyrulan “Rabbin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” emrinin tefsiri de bu olsa gerek. Yani “hikmetle güzel öğüt ver” emrini muhataba, şartlara ve zamana göre en uygun olan ayeti en güzel şekilde dile getirip en güzel kelimelerle açıklamak ve ilgili ayetlerin şekillendirdiği düşünceyi en anlaşılır şekilde ortaya koymak olarak algıladığımızda yanlış anlamamış oluruz diye düşünüyorum. Nitekim sahip olunacak en büyük merhamet yaklaşımının insanların cehennem ateşine gitmelerine rıza göstermemek olarak algılayan Müslümanlar kimi söylem, eylem ve isteme hoşgörüyle yaklaşıyorken kimine de tavizsiz, güçlü ve onurlu bir tavır sergilemişlerdir.
Bu öğretiler ışığında ıslah, tebliğ ve mücadele aracı olarak kullanacağımız bu dilimizi ancak sağlam bir itikada sahip olduğumuzda en doğru şekilde kullanabileceğimizi ve ancak bu itikattan sonra hikmeti yakalayabileceğimizi görüyoruz.
Ayrıca Kur’anın genel hitabı minvalinde Hz. Peygamberin mücadele örnekliğini incelediğimizde; Asla zanla değil mutlak bilgiyle hareket eden bir dil. Kibirlenmeyen ve muhatabının kibrini de azdırmayan/proveke etmeyen bir dil. Hiçbir şahsi menfaati olmayan ve kendi yoluna değil Rabbinin yoluna çağıran bir dil. Her zaman tedrici davranan ve muhatabın konumuna, bilgisine ve kapasitesine göre hareket eden bir dil. Hakikati yumuşak bir tarzda ulaştırmayla hakikati yumuşatmayı karıştırmayan bir dil. En önemlisi de her zaman doğru söz söyleyen ve hangi koşulda, hangi şartlarda ve hangi amaçla olursa olsun asla, ilk dile getirilen tevhidi söyleme ve Rabbimizin gönderdiği vahyine muhalif olmayan bir dil kullanmamız gerektiğini anlayabiliyoruz.
Bu minvalde bizler de düşüncelerimizi/itikadımızı vahiyle ve Peygamberimizin öğretileriyle sağlamlaştırdığımız ve Hududullaha sımsıkı sarıldığımız müddetçe her birimizin dili kullanma kabiliyetimiz ve mizaçlarımız birbirimizden farklı olsa bile her zaman fikrimiz neyse zikrimiz de o olacak, ve bahşedilen bu dilimizden hiçbir şartta ve hiçbir koşulda Allah’ın izni ve dirayeti ile hiçbir zaman tevhide, vahye ve Peygamberimizin mütevatir öğretilerine muhalif sözler çıkmayacaktır inşallah.
Son olarak dil konusunda bu kadar dil döktükten sonra İslami mücadelenin sadece dilden ibaret gibi algılanmaması adına üç gün boyunca konuşamayan Hz Zekeriya’nın (s) işaretle/duruşla bile olsa her daim hakkı açıkladığını (15), güzel sözün Rabbimize yükseldiğini ve onu da ancak salih amelin ulaştırdığını (16)hatırlatmak ve ayrıca islami mücadelenin tebliğden, tebliğin de konuşmaktan ibaret olmadığını bir kez daha vurgulamak isterim. İnşallah bir sonraki okuyacağımız makale de bu son söylediğimiz cümleyle ilgili olur.
DİPNOTLAR
(1) “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler” (En’am, 6/116) “Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade etmez.” ( Necm, 53/28)
(2) "Onlar insanları Allah yolundan alıkoyarlar, onu eğri göstermeye yeltenirler ve ahirete de inanmazlar. Araf, 7/45 , “Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar” Al-i İmran, 3/78, “Kendi dillerinizle uydurduğunuz asılsız nitelemelere dayanarak "Şu helaldir, şu da haramdır" diyerek Allah adına yalan uydurmayınız. Hiç şüphesiz Allah adına yalan uyduranlar iflah olmazlar. Kurtuluşa eremezler” Nahl, 16/116, “Allah hakkında yalan uyduran ve kendisine gelen doğruya yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirlere yetecek kadar yer yok mudur?” Zümer, 39/32
(3) “Allah'ın güzel sözü neye benzettiğini görmüyor musun? O, onu yerin derinliklerine kök salmış ve dalları göğe tırmanan yararlı bir ağaca benzetiyor. O ağaç sürekli olarak meyve verir. İnsanlar öğüt alsınlar diye Allah onlara çeşitli öğütler verir. İğrenç söz de kökü yerden kesilmiş, dik duramayan acı meyvalı bir ağaca benzer. Allah, gerek dünya hayatında, gerekse ahirette mü'minleri değişmez söze bağlı tutar. Allah zalimleri ise saptırır. Allah dilediğini yapar.” İbrahim, 14/24-27
(4) Beled, 90/8-10
(5) Zümer, 39/18
(6) Fussilet, 41/33
(7) “Kalk da uyar. Rabbinin büyüklüğünü dile getir” Müddedesir, 74/2-3
(8) “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.”Al’i İmran, 3/104, De ki; "Hak geldi, batıl yokoldu. Zaten batıl yokolmaya mahkumdur.” İsrâ,17/81
(9) “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır” Araf, 7/56
(10) “(Ey Muhammed!) Sen, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” Âl-i İmran 3/159
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” Hucurat, 49/2
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” Hucurat, 49/12
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” İsra, 17/53
(11) “Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever” Mümtehine, 60/8
(12) “Firavun'a gidiniz. Çünkü o gerçekten azıttı. Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete uğramaktan korkar…” Ta-ha, 20/43-55 “Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!” Hud,11/38
(13) “İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz."Ankebut, 29/46, “Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.” Al-i İmran, 3/199 “Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir” Al-i İmran, 3/20, “De ki; `Ey ehl-ı kitap, Allah yaptıklarınızı görüp dururken niye O'nun ayetlerini inkar ediyorsunuz?'`Ey ehl-ı kitap, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek inananları o yoldan döndürmeye çalışıyorsunuz? Oysa onun doğru olduğunu biliyorsunuz. Allah yaptıklarınızdan kesinlikle habersiz değildir” Al-i İmran, 3/98-99
(14) “Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle” Nisa, 4/63 “Eğer onlara soracak olursan, `Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk derler. ' De ki; "Allah ile, Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyordunuz?"Uydurma bahaneler ileri sürmeyiniz. İman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çarptıracağız.” Tevbe, 9/65-66 “Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür.” Tahrim, 66/9
15- “Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.” Meryem, 19/11
16- “Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i salih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” Fatır, 35/10