Ebubekir MERCAN

12 Kasım 2012

MERKEP İLE KURDUN HALİ

Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken, güçlükle fark edilen birkaç kitabın, renkli ve parlak ciltlerin arasında sönmek üzere olan bir mum gibi durduklarını gördüm. Bunlar babamın yetmişli yıllarda okuduğu eserlerden birkaçı olup bana hatıra olarak kalmıştı. Hemen iki tanesini elime aldım. Birisi Mehmet Akif’in Safahat’ı biriside yine Mehmet Akif, Necip Fazıl, Abdurrahim Karakoç gibi şairlerin şiirlerinden oluşan bir eserdi.

Safahat adlı eserin kapağında fark edilen yıpranmışlık hali ve oldukça matlaşmış olan görüntüsü içine de yansımış, yaprakları cildine birleştiren tutkalı da artık kurumaya yüz tutmuştu. Kitabın sayfalarını çevirirken, yapraklarının elimde kalmasına aldırmadan okumaya devam ediyordum ki, karşılaştığım bir şiir, adeta ruhumda şimşek gibi çaktı.

Sanki, bu şiir 99 yıl önce kaleme alınmamış da, tanıdığım ve takip ettiğim bir yazar tarafından dün yazılıp bugünde bir köşede paylaşılmıştı da ben de oradan okuyordum onu.

Merhum Mehmed Akif şöyle başlamıştı dizelerine;

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile

Adem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile!

 

Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir

Müslümanlık, bilmem ama galiba göklerdedir

Bu kısa tespit ve vurgudan birkaç kıta sonra aynı tonda ve aynı etkiyle devam ediyordu dizeler:

Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi

Saldırırmış ansızın, yaydan boşanmış ok gibi

 

Lakin, aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek

Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek

 

Kâr sayarmış bir tutam ot, fazla olsun yutmayı

Hasmı, derken çullanırmış yutmadan son lokmayı

 

Bir hakikattir bu, şaşamaz, bildiğin üsluba sok:

Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.

Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız

Bir bakın; hala mı hala ihtiras ardındayız

Gördüğünüz gibi bu mısraların ardından fazla söze gerek bile kalmıyor belki, ama gerçekten de ne kadar da benziyor değil mi halimiz kurtla merkebin haline! Şu ekini ve nesli tarumar eden Firavunların zulmünde Müslümanların (!) da payı büyük demeden geçemiyor insan. Kurtlar, çakallar, kafirler, müstekbirler… elbirliği ederek Allah’a, İslam'a, Müslümanlara/bizlere ve tüm mustazaf halklara karşı olanca güçleriyle saldırırken bizler hala imtihan tarlasının otundan biraz daha fazla yeme telaşında mıyız diye bir düşünmek gerekiyor.

Ben demiyorum ki, Rabbimizin nimetlerine, fıtri ve insani isteklerimize ket vurup kabuğumuza çekilerek bir lokma bir hırka edebiyatı yapalım. Nitekim biz biliyoruz ki Firavunların bu kadar azgınlaşmasının altında dünyevi hesaplarla onlara destek olanlar kadar zulme, haksızlığa ve adeletsizliğe gözlerini kapatarak dünyadan elini eteğini çektiğini ifade edip “tesbihimizi çekeriz duamızı ederiz yeter” muhabbetiyle zabidlik taslayanlarında payı büyüktür.

Tabiî ki bir Müslüman olarak Rabbimizin lütfettiği nimetlerine kibirlenmeyip, bir arkadaşımın da her zaman hatırlattığı “yeyiniz içiniz israf etmeyiniz” ayeti doğrultusunda ve Hududullah çerçevesinde bu nimetlerden de en güzel şekilde nasipleniriz ama bu noktada Kur’an-ı Kerimde geçen Talut kıssasını bir kez daha tefekkür etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Talut kıssasının geçtiği Bakara suresinde bildirildiğine göre İsrailoğulları Calut’la savaşmak için  Hz. Davud (s) dan  kendilerine bir komutan tayin etmesini istiyorlar. Hz. Davud (s) da kendilerine Talut’u komutan tayin ediyor. İlk başta Talut’un zenginlik/güç/statü bakımından kendilerinden düşük olduğu gerekçesiyle Talut’a itaat etmek istemeyen İsrailoğulları, O’nun bu işe layık olduğunun delillendirilmesinden sonra Talut’un emrine giriyorlar. İşte bu aşamadan sonra inananla inanmayanın, samimi olanla kaypak olanın, sadık olanla dönek olanın…  ayrılacağı ırmak imtihanıyla karşılaşıyorlar. Bu ırmaktan bir avuç içen imtihanı kazanıp daha dinç bir şekilde karşıya geçiyorken, işkembelerini doldurma hırsıyla içtikçe içenler, daldıkça dalanlar imtihanı kazanamıyor ve orada boğulup kalakalıyorlar. (Bkz. 2/Bakara 243-251)

Evet bu dünya da içinden geçilen bu ırmak misalidir. İçerisi Rabbimizin yaratıp ayaklarımıza serdiği binbir türlü nimetlerle doludur. Bizler de bu imtihan ırmağında sayılı bir zamana kadar nasiplenecek kullarız. İşte bu bilinçle sadece bu ırmağı önceleyip dalanlarla beraber dalanlardan mıyız, yoksa Talut’la beraber olanlardan mıyız diye sorgulama yetimizi harekete geçirip, hayatımızı gözden geçirdiğimizde;

Oraya buraya olan borçlarımı nasıl öderim kaygısıyla kaçan uykularımız, bizi her an rızıklandıran Rabbimize olan borçlarımı nasıl öderim kaygısıyla kaçmıyorsa,

Hangi bankanın ne oranda kredi verdiğini bildiğimiz kadar, hangi amelin 1’e 700 oranda veren dane misali olduğunu bilmiyorsak,

Ayağımızı yerden kesecek bir araba için çabaladığımız kadar, kâfirin ayağını yerden kesecek atlar hazırlamak için çabalamıyorsak,

Başımıza taktığımız örtünün markasına verdiğimiz önem kadar, bu örtünün hakkını verebilmeye önem vermiyorsak,

Çocuklarımızın bu dünyalarını kurtarmaları uğruna işimizde yaptığımız fazla mesailer kadar, çocuklarımızın ebedi âlemlerini kurtarmaları uğruna ilgi ve alakamızda fazla mesailer yapmıyorsak,

Kazancımızı hedef alanlara öfkelendiğimiz kadar inancımızı hedef alanlara öfkelenmiyorsak,

Bu seneki kazancımızla işimizi ne kadar daha büyütebileceğimizin hesabını yaptığımız kadar yanımızda çalışan işçiye verdiğimiz ücretle evine neler götürebileceğinin hesabını yapmıyorsak,

Zenginlerle beraber olmaya önem verdiğimiz kadar Müslümanlarla beraber olmaya önem vermiyorsak,

Evimizdeki mobilyalara gıptayla bakılmasını önemsediğimiz kadar evimizdeki aile saadetimize gıptayla bakılmasını önemsemiyorsak,

İletişimde kullanacağımız telefonlarımızın özelliklerine verdiğimiz önem kadar daveti götürürken kuracağımız iletişime önem vermiyorsak,

Şuursuzca kredi kartı kullanırken titremeyen ellerimiz, infak ederken tir tir titriyorsa,

İşimizi kaybetmekten korktuğumuz kadar imanımızı kaybetmekten korkmuyorsak,

Sadece dünyevi bir sıkıntıya uğradığımızda bu dünyanın geçici olduğunu hatırlıyorsak,

Müslüman olduğumuzu ifade ettiğimiz halde rahat hayatımızda hiçbir değişiklik gerçekleşmiyorsa,

Ve nihayetinde kazandığımız mallarımız, kesata uğramasından korktuğumuz ticaretimiz, alıştığımız hayatımız, bize Allah’tan, resulünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevimli gelmeye başladıysa,

İşte bu durumda la diyerek karşı durduğumuzu ifade ettiğimiz tağuti sistemlerin en büyük sac ayaklarından biri olan Karunların/kapitalizmin/sekülerizmin gücüne güç kattığımızı bilmemiz gerekiyor. Nitekim her şeyin gerçek sahibi ve mutlak hükümranı olan Rabbimizin yönetimlerine karışması durumunda sömürü düzenlerinin sonunun geleceğini bilen bu tağutların sürekli adaletsizlik ve zulüm ürettiğini çok iyi biliyor ve onlardan beri olduğumuzu her zaman ilan ediyoruz. İşte insanı insanlıktan çıkaran bu sistemler, bilerek veya bilmeyerek destek olduğumuz bu sacayaklarıyla insanların nefislerine, kredi gibi, vade gibi, reklam gibi argümanlarla sürekli vesvese veriyorlar. Bu şekilde insanı önce borçlandırıp sahip olduklarına köleleştiriyor, daha sonrada borcunu ödeyebilmek veya elindekini kaybetmemek uğruna Müslümanlarda dahil herkesi sistemlerinin devam etmesi için dua eden ve ölümden de olabildiğince korkan kitlelere çeviriyorlar.

Gerçekten de şu an sıkıntılı bir süreçten, sıkıntılı bir ırmaktan geçiyoruz değil mi? Değerlerimizle aleni olarak dalga geçiliyorken ve tüm dünyadaki Müslüman ve mustazaf halklar inim inim inliyorken duyarsızlaşmış, rahat hayatında en ufak bir değişikliğe bile katlanmaya dayanamayan bir toplumda yaşıyoruz. Yaşamların kitaba değil de kitabın yaşama uydurulduğu, her türlü dünyevi kazanç için fetvaların havada uçuştuğu, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışmak gerektiğinin pofpoflandığı bir zamana şahit oluyoruz. Tabii ki bizim şahit olduğumuz bu süreç sadece bu döneme özgü olmayıp insanlığın her an karşı karşıya olduğu bir süreçtir ve Rabbimiz bu konuya/dünyevileşmeye vahyinde sık sık değinerek bizleri uyarmıştır. (bkz. 7/Araf 175-176, 3/Al-i İmran 14, 26-27, 13/Rad 26, 47/Muhammed 36, 57/Hadid 20, 42/Şura 20) Örneğin Şura süresi 20. ayetinde sadece bu dünya kazancını isteyenlere de istediklerini vereceğini, ahret kazancını isteyenlere de istediklerini vereceğini bildiriyor Rabbimiz. Yine aynı ayetle dünya hayatını isteyenlerin ahrette hiçbir nasiplerinin olmayacağını da bildiriyor bizlere. Ama bizler bu kuşatılmış ve dünyevileşmiş zihinlerimizle kitaba yaklaştığımızda bu ayetleri de hep yanlış anlıyoruz ne yazık ki.

Örneğin; Hz. İbrahim’in ve Hz. Zekeriyya’nın (s) dünya nimetlerinin en güzeli olan evlat nimetini Rablerinden talep ederken onların yaptığı bu duanın dünyevi bir istek olduğunu sanabiliyoruz. Halbuki Onlar başka değil sırf Allah rızası için, hakkı ayakta tutacak şahitler bırakmak için bu duayı ediyorlardı Rablerine. (bkz. 19/Meryem 1-6, 37/Saffat 100, 2/Bakara 128-129) Yine Rabbimiz  bu dünyaya yönelik nasıl dua etmemiz gerektiğini bildirirken “bize dünyada da iyilik ve güzellik ver ahirette de iyilik ve güzellik ver” diyenlerden olmamızı buyuruyor.(bkz. 2/Bakara 200-201) Ama bizler çoğu zaman bu duayı da dünyada  bol nimet istemek olarak algılayabiliyoruz. Hâlbuki burada da talep edilen şey ne pahasına olursa olsun verilecek bir dünya nimeti değil, kendimiz için daha doğrusu ahretimiz için bu dünyada da Rabbimizin razı olacağı bir hayat ve bu hayata uygun güzelliklerdir istenen/istenmesi gereken. Yine Rabbinden hiç kimsenin sahip olmadığı bir hükümdarlık isteyen Hz. Süleyman’ın duasını da dünya odaklı bir istek olarak algılayabiliyoruz. Halbuki Hz. Süleyman (s) da Rabbinden büyük bir hükümdarlık isterken sadece ahret odaklı daha doğrusu hükümdarlığı Rabbini en güzel şekilde razı edebilecek bir araç olarak görerek yapıyordu duasını.(37/Sad 30-35) Bizlerde bu ayetler ışığında Rabbimizden gelecek olan her hayra muhtaç olduğumuz ve kendimiz için en hayırlı olanı yalnızca Rabbimizin bileceği bilincimizle bu dünyayla ilgili isteklerimiz her zaman ahret odaklı olmalıdır. Malı da, nimeti de, gücü de kuvveti de her zaman Allah yolunda kullanmak için talep etmeli ve bunları kazanırken de kullanırken de her zaman Allah’ın rızası birinci önceliğimiz olmalıdır.

Bu minvalde tekrar talut kıssasına dönecek olursak içinden geçtiğimiz bu ırmağın nimetleri hem sayılı hem de geçici olan metalardan ibarettir sadece. Bizler Talut’un gittiği istikameti bırakıp Rabbimizin istediği an kurutacağı bu ırmağa dalarsak hem bu ırmağın içinde çırpınarak boğulur, hem de Rabbimizin hoşnutsuzluğuna uğrarız ki böyle bir durumun ahretteki karşılığını da siz düşünün.

Ancak ve ancak bu ırmağın sadece bir imtihan olduğu bilinciyle, Talut’un muvahhid askerleri gibi, bu ırmaktan bir avuç içip Talut’un gittiği istikamete, Allah yolunda mücadeleye, Allah’ın razı olacağı bir hayata odaklanmalıyız ki, hem bu ırmakta tattıklarımızdan kat be kat fazlasıyla dolu olan, hem de ebedi sürecek bir mükâfata ve daha da önemlisi Rabbimizin rızasına nail olabilelim inşaallah. Tabi ki her şeyi yaratan ve istediği bir şey için sadece ol demesi yeterli olan Rabbimiz bir kulundan razı olursa, onun için daha neler vareder, onu da siz düşünün.