Fatma CEREN
MÜSLÜMAN ÇIPLAK!
Yok yok, yanlış okumadınız. Kral değil, müslüman çıplak!
Dünyanın en iyi terzilerinden, şeytan ve nefse verilen giysi siparişi, bu serüveni başlattı. Giysiyi kuşanıp da halkın huzuruna çıkınca, birileri “Müslüman çıplak!” diye bağırıverdi. Çıplak gözle de görülebilen bu utanç tablosunun ‘nü’leri, bu defa müslümanlardan seçilmişti. Çıplak kralın değil ama krallar gibi yaşayan çıplak müslümanların bizlerle olan ilişkisini, hadi birlikte düşünelim!
Elbette müslümanların açılıp saçılmasından bahsetmiyoruz. Allah’ın bizim için var ettiği giyimliklere de örtülere de sahibiz ve sahip çıkıyoruz. Hamdolsun, hamdolsun da,
peki neden “Müslüman çıplak?”
“Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek elbiseyle bir de size süs kazandıracak elbise indirdik (var ettik). Takva elbisesi elbette daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp-öğüt alırlar.” (7-A'raf 26)
(- Ey Rabbimiz! Umulur ki bu vesileyle öğüt alıp düşünürüz. )
Çıplak müslüman derken, sokaklarda sıkça rastlanan geleneksel İslam algısının ürünü olan örtülü çıplaklıktan da bahsetmiyoruz. Bilakis örtülerde ve giyimlerdeki hassasiyete rağmen; takva elbisesinin kirlenmesi, yırtılması ve sonunda çırılçıplak kalınıvermesidir konumuz.
“Şüphesiz takva en güzel elbisedir.”
Peki, takva nedir? Pek çok tanımı var. Genel manasıyla takva;
Allah’tan korkmaktır,
Allah’a karşı derin bir şekilde saygı duymaktır,
bu saygıdan ötürü O’na karşı gelmekten sakınmaktır,
her türlü tutum ve davranışta Allah’ın rızasını en üstte tutmaktır ve
irademizi O’nun iradesine, dolayısıyle O’nun hükümlerine bağlamak, O’nun razı olacağı salih amelleri artırmak ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır.
Yani özü itibariyle takva, Rabbimizle aramızdaki ilişkinin üzerine titremektir.
Ayette takvayı kuşanmakla, insanoğlunun çirkin yerlerini örten giyim kuşam nimetinin beraber zikredilmesini, dikkatle ve derinden düşünmeliyiz. Nasıl ki, kıyafetler insan bedeninin çirkinliğini örtüyor ve ona süs katıyorsa; takva elbisesi de bazen görünen bazen de gizlenen manevi bedenin kötülüklerini örter ve süsler. Tabi ki, müslümanın önce bu elbiseyi giyinip kuşanması ve zamanla oluşması muhtemel kirlere karşı tedbir alması gerekir. Bilenler bilir, bir giysideki ufacık lekeyi çıkarmak, uğraş ister. Leke sökücüler kullanılır, çitilenir, saatlerce yıkanır, çareler ve formüller aranır. Çamaşır suyuna bile yatırılır.
Bedenin kötülüklerini örten giysilerdeki lekelere savaş açtığımız gibi, takva elbisemizi de itina ile korumalı ve Allah’a yaklaşacak vesileler aramalıyız.
“Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın!(5/35)
Vesileler, bir müslümanın Rabb’iyle olan iletişimindeki zenginliktedir. Bu iletişimi güçlendirecek ameller, uymamız ve sakınmamız gerekenler vahiyle bize bildirilmiştir. Resuller, bu konuda yaşamlarıyla bize en güzel örnektir.
Sanırım şimdi daha iyi anlaşıldı, neden müslüman çıplak?
Merak ediyorum, acaba müslüman olan bizler, sokağa çıplak çıkabilir miyiz?
-Tövbe estağfirullah! Allah göstermesin! Rabbim esirgesin! O nasıl söz, nasıl düşünce öyle!
Evet, bence de.
Lanetli şeytanın, vahiy nimetinden yoksunlara çıplaklığı nasıl da sevdirdiğini gördük ve görüyoruz. Bir zaman sonra, bu çıplaklık normalleşti hatta meşrulaştı, gözler bile buna alıştı. Aynı şeytan, müslümanlara da aynı çıplaklık anlayışını sevdirecek değildi ya! Vahyin ışığında yaşamaya çalışan güzide insanları, zaten tiksintiyle karşıladıkları benzer bir çıplaklığa özendiremez inşaallah. Ama su uyur, düşman uyumaz şeytan ise, gözünü bile kırpmaz! Müslümanların dış giysilerini sıyırtamadıysa, onları manevi çıplaklığa soyundurmayı amaçlar. Takva giysileriyle uğraşır. Olmadık kirlerle, yırtıklarla, deliklerle tahrip ederek; nihai sonla, manevi bedenden sıyırıp atıverir. Tabi, bu çıplaklık fark edilmesin diye, hemen sahte bir moda rüzgârı üretir. Her nefse ve her bedene uygun giysileri, tevhid(!) butiklerinde satar. Zamanla bu elbiselerle dolaşanlar artar. Ve müslümanda asla olmaması gereken tavır ve huylar kabullenilir, kanıksanır, hatta meşrulaşır. Tıpkı vahiyden yoksun gözleri çıplaklığa alıştırdığı gibi, zamanla müslüman gönülleri de manevi çıplaklığa alıştırır.
Peki, şeytan bunu nasıl yapar?
Cennetten kovulup dünya pazarında tutunmaya çalışan şeytan, çift taraflı kumaşlardan biçtiği bu elbiseleri, riya ve kibir iplikleriyle nefse diktirir. Bir yandan amelleri süslerken; bir yandan da Allah’ın razı olmadığı bu amellerle takva(!) elbiselerini süsler. Ve birer ayna verir. Verir ki, her gün o aynanın önüne geçsin. Geçsin de;
-Ayna ayna, söyle bana! Şimdi, şu anda kim bu dünyada en güzel, en takvalı, en mükemmel, en vefakâr, en fedakâr, en en en müslüman? Diye sorsun.
(Bu tek kişilik sorunun tek kişilik cevabını yazmama sanırım gerek yok.)
Aynaya her bakışın ve alınan her cevabın ardından, yavaşça kulaklara eğilir ve elbiselerin ne kadar yakıştığını fısıldar. Sonra da eserine -yani üzerlerinde kumaşın da, ipliğin de, elbisenin de olmadığı bu çıplaklara- bakıp kahkahalarla güler. Ateşten gömleğin, çamurdan gömleğe galip gelmesiyle hakikatin değişmeyeceğini bilir. Fakat yine de, bu geçici sevinciyle avunur durur. Adı üstünde, şeytan işte!
O bir yerlerde avuna dursun, dursun da; bu arada olan müslümanlara oluyor ama!
Şeytan ve nefse bir siparişle başlayan bu serüvende; ellerinde tevhid bayrakları, yarı çıplak ya da çıplak dolaşan müslümanların sayılarında, maalesef bir artış gözlemliyoruz.
Dışarılarda, uzaklarda bir yerlerde, yasada tüzükte, masada koltukta, eğitimde, mahkemede, sosyal düzende, devlette millette dalgalandırılmaya çalışılan tevhid bayrağı, ilkin kalplerde dalgalanmadıkça; yani ahlak, tavır, üslup, hâl, hareket, amel ve davranışlarda da Allah’ın hükmüne başvurulmadıkça; her yer bu bayraktan olsa ne, olmasa ne!
Bu bağlamda “takva” için, “tevhidin kalbe, yani duygu ve düşünceye hâkim kılınmasıdır” diyemez miyiz?
Dış dünyayı düzenleyen kanunlar, yasalar, hükümler, devlet ve hukuki düzende, tevhidi ikrar ve tasdik eden bizler; iç dünyamızı düzenleyen duygu ve düşüncelerimizde de, yegâne otorite, hüküm ve kanun koyucu olarak Allah’ı kabul etmedikçe ve bu bilinçle amellerimize yön vermedikçe, takva elbisesini kuşandığımızdan bahsedebilir miyiz? Her şeyden öte, tevhid üzere yaşadığımızı iddia edebilir miyiz? Bir oyla, batılın hükmüne boyun eğmeyen ve Allah’ı tek otorite, tek İlah, tek Rabb kabul edenler; günlük yaşantılarına yön veren düşünce, duygu ve davranışlarında şeytanın ve nefsinin hükmüne boyun eğiyorsa; acep buralarda kimi Rabb, kimi ilah ediniyor demektir?
Kalplerimizdeki korku, sevgi, kaygı, endişe, itibar, sığınma gibi hislerin, hangi otoriteye hangi düzene, kime ve neye bağlandığını sorgulamalı değil miyiz?
Mesela “korku”yu ele alalım. Allah(c.c.) buyuruyor;
“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun.”(3/175)
Sizce büyücüler, secdeye kapandıktan sonra, Firavun’un tehdidinden korkmadılar mı? Kim, az sonra ellerinin ayaklarının çaprazlama kesileceğini bilir de kılı kıpırdamaz ki! Tabi ki çok korktular korkmasına da, Allah’tan daha çok korktular ve korkularındaki bu tercih, onların kurtuluşuna vesile oldu. Firavun korkusuyla, kendilerine gözüken hakikati örtmediler, perdelemediler ve yalnızca Rabb’e sığındılar! “Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve canımızı müslüman olarak al!” Yalnızca Allah’tan korkmak! (Firavun korkusuna rağmen, tercihini Allah’tan yana yapabilmek)ve yalnızca Allah’tan yardım dilemek, O’na sığınmak!(Firavun’dan da yardım dilenebileceği halde, gerçek yardım merciine başvurabilmek)
İşte korkmak ve sığınmak! İşte tevhid!
Aynı büyücüler, mucizeye tanıklık etmezden önce, aynı Firavun’un “En yakınlarımdan olacaksınız!” vaadine aldanmadılar mıydı? İzzeti ve şerefi, itibar ve yakınlaşmayı Firavun’un katında aramadılar mıydı? Hayatları boyunca dünyevi çıkar ve menfaatleri uğruna, Firavun’un hükmüne razı olmadılar mıydı?
İşte itibar ve dünyevi kaygılar! Ve işte şirk!
Kur’an-ı Kerim’den verebileceğimiz bu ve benzeri örnekler, takvanın tevhidle olan ilişkisini gözler önüne sermektedir.
Allah’ın yap dediklerini ne kadar yapıp, yapma dediklerini ne kadar yapmadığımız, takva elbisemizin boyunun ölçüsünü alan sağlam bir sınama metodudur.
Takva, kişiye şuur kazandırır.
“Takvaya erenlere (korkup-sakınanlara) şeytandan bir vesvese eriştiğinde, (bunu ayetlere göre) iyice durup-düşünürler ve bakarsın ki (gerçeği hemen) görüp bilmişlerdir.(7-A'raf 201)
Vesveseleri ayırt edememekten sebepli amel kargaşası, şuursuzluğun yol açtığı vahim bir durumdur. Ve müslümana şuur kazandıran tek yol; ne ilmimizden, ne dilimizden, ne bilmemizden, ne hilemizden, ne çilemizden değil, ancak ve ancak takvamızdan geçer. Tevhid yolunda ayaklarımızı vura vura, dimdik yürürken; bize ayrılan takva parkurundan çıkmamak için, ciddi bir korku ve bir o kadar kaygı duymalıyız.
Takvalı ve şuurlu müslümanlar olabilmemiz duasını bizde geçerli kılacak şu uyarıyı dikkate alalım;
“Ey Ademoğulları. Şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için (takva) elbiselerini açarak onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de (aldatıp) bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizleri görmektedir. Biz şeytanları, iman etmeyenlerin velileri (dostları) kıldık.” (7-A'raf 27)
Unutmayalım ki takva, Rabbimizle ilişkimizi güçlendirmezden evvel, onu korumaya yönelik bir konudur. Takviye etmek, güçlendirmek, iyileştirmek, güzelleştirmek ise, ancak korunan şey için geçerlidir. Zaten olmayan bir şeyin korunmasından da, kaybından da, güzelleşmesinden de bahsedilemez. Eğer, takva ile tevhid arasındaki yakın ilişkiyi fark edemezsek; bir gün ağdan örme bu giysilerle dolaşırken, bizi de görenler olur ve bağırıverir;
-Aaaa!... “Müslüman çıplak!”
Üstelik ellerimizdeki tevhid bayrakları bile, manevi bedenimizin ayıp yerlerini örtmeye yetmez.
Buraya kadar, konuyu bireysel manada ele aldık. Olayın bir de görgü tanıklarını ilgilendiren toplumsal boyutu vardır. Bu tanıklar, gördükleri manzara karşısında, hakikati bağıranlar veya sessiz kalanlardır. Çıplaklığı hepsi de görmesine rağmen, bu iki grubu amelde birbirinden ayıran tek unsur, yine kalpteki hisler, niyetler ve çekincelerdir.
Peki, bu da tevhidin konusu değil midir?