Fatma CEREN

02 Ağustos 2012

NEREYE, NE İLE GELDİ RAMAZAN?

-Ramazan geldi. Yaşasııın!

-Tüm ihtişamıyla geldi. Yaşasııın!

Geldi işte!... Elbette gelecekti Allah’ın izni keremiyle. Hala hayattayız diye gördük, yetiştik, kavuştuk… Elhamdülillah.

Zulümden, kirden, kederden bitab düşmüş yeryüzüne yorgun ama umutla geldi Ramazan.  İlahi emre itaat ederek geldi. İtaatsiz toplumlara Allah’a itaati, “VAHİY”le bir kez daha hatırlatmaya geldi. Batılın beynini darmadağın etmeye geldi. Hira diye kandırılan tepecikleri dümdüz etmeye geldi! Hala Hira’larında oturanlara, şefkatli ellerini uzatmaya geldi…

Pasparlak bir ayın, hayatla ölümü ayıran incecik çizgisiyle; hakkı batıldan ve imanı küfürden ayırmaya geldi. İmanımızı, amelimizi, bizi doğrultmaya geldi…

“Nereye gidiyorsun Ey insan!”sorusuyla; onun hoş gelişine değil, insanlığın nahoş gidişine dikkatleri çekmeye geldi.

Peki, “ Nereye geldi Ramazan?”

Şehirlere, devletlere, dinlere HOŞ geldi. Küfrü, batılı, şirki hoş gören, hoşgörü sahiplerine HOŞ geldi. Telefon mesajlarına, reklam panolarına, demeçlere, çadırlara, sofralara, eğlenceye, kiliseye havraya, hoş geldi Ramazan… Buralara buyur edilip, protokollerde ağırlandı. Elindeki Kur’an-ı Kerim’i girişteki emanete bırakması şartıyla nefislere öööyle HOŞ geldi ki Ramazan! Hoş geldi de buralara, maalesef boş geldi!

Eli boş gelmedi nazik Ramazan, eli boş gelmedi… İlahi bir hediyeyle geldi. “Vahiy”le hayatlarını kurmaya, kurup da muhafaza etmek isteyenlere, Kur’an-ı Kerim’i getirdi. Tek isteği; oruçtan kuruyan dudaklara ve imana susayan gönüllere ayetleri döküvermek, döküp de rahmetle yıkayıvermekti. Ama bazılarına öyle olmadı, olmuyordu işte! O sadece tek bir hediyeyi taşıyorken, nereden yüklendiğini bilmediği bir sürü paketi yolda fark etti. Gitgide ağırlaşan omuzları ve ayaklarıyla şehirde, caddelerde yavaaaşça yürüdü, yürüdü, yürüdü… Birden onu bekleyen kalabalığın nefislerine takılıp tökezleyince, elindeki kolundaki tüm paketler yerlere, yerden de sahiplerine doğru saçıldııı… Yanında getirdiği o güzel hediye ise, Ramazan’ın elinde kalakaldı! Ramazan buna bakakaldı!

İşte, Ramazan bu paketlerle geldi… Dünyaya, ülkeye, şehre, mahalleye, dereye tepeye vadiye, belediyeye, camiye avluya, fakire zengine, evlere sofraya, ekrana, mikrofona, fuara, reklama… Geldi işte, her yıl geldiği gibi. Boş gelmedi, boşuna gelmedi.

Bilirsiniz, bu paketleri, Ramazan paketleri... İhtiyaç sahiplerinin, yaklaşık bir aylık mutfak giderleri içindedir. Ne hazindir ki, tüm Ramazanlar boyunca, mutfak giderinin önemsendiği kadar önemsenmedi gönül giderleri! Bir ay değil bir ömür, hatta bir sonsuz hayatın giderlerini karşılayacak “Kur’an-ı Kerim”; ya bu paketlere hiç konmadı, ya da en diplere sıkıştırıldı.  Çünkü hep olduğu gibi, daha önemliydi mutfak giderleri. Elbet önemliydi ama, mideler doyurulduğunda, gönüller de doyuruldu zannedildi. Yani midedeki açlık hissi, gönüldeki boşluk hissine galip geldi…  İşin bu en önemli kısmı göz ardı edilince;  nefislerin, aslında o doymak bilmeyen nefislerin beslendiği hiiiiç fark edilmedi!

Ramazan’ın hediyesiyle yetinmeyenler, kendi paketlerini yine kendileri oluşturdular geçen sene boyunca. Modernizme boyadılar, sekülerizmle süslediler sonra da saygı kurdelalarıyla sımsıkı bağladılar… Şeytanın yalayıverdiği pulları da yapıştırıııp, kendi adreslerine postaladılar. Hülasa, sürpriz olmayacak paketlerin siparişleri, çoktaaan verildi, geçen sene içinde…

Hep Ramazan sonrası konuşulurken, bu paketleri dolduran inanç ve eylemlerimizi biriktirdiğimiz bir önceki seneye dikkat çekmeye çalışıyorum bu cümlelerle. Çünkü Ramazan’ın bize etkisi, bu siparişlere bağlı değil mi biraz da? Sünnetullah gereği biliyoruz ki; nasıl yaşarsak öyle ölecek, nasıl ölürsek öyle haşrolunacağız. Ve aynen de; nasıl beklersek Ramazan’ı öyle de bulacak değil miydik? Ve bulmadık mı işte! Nasıl geçiriyorsak, öyle ayrılmayacak mıyız? Nasıl ayrılırsak da, öyle devam etmeyecek miyiz sonraki günlere?

?...?...?...?...?

Ramazan ayı Kur’an ayı. Amenna! Buna itirazı olan bir kişi var mı ki, yüzde doksan dokuzu! müslüman olan şu toplumda? Zaten Ramazan da, yıllardır iman etmemiş, bir türlü edememiş o yüzde bire gelmedi mi, bu yamuk anlayışla bakıldığında?

O halde bu siparişler önem arz ediyor. Şeytan ve dostları yardımıyla hazırlanan bu paketler, topluma ve kişiye özel çeşitleniyor. Mesela,

*Namazsız oruç paketi    (cuma namazı hediyeli / yaşlanınca kılarsın teminatı, bir hatırlatma: iftarda sınırsız içecek maalesef sadece su)

*Eğlence paketi  (mükemmel lüks sofralar / her makamdan nağmeler / sahura dek sıra geceleri,  bir not: gece onikide müziğin sesi kısılır)

*Hurafe paketi    (sayısında özel indirim yaptırtacak, hiiiç duyulmamış zikir!ler / zatların cüppe, terlik, sarık ve hatta kestikleri tırnakların sergilendiği müzelere ücretsiz giriş imkânı / bir düzine mum,  yakarsınız işte bir yerde, ha camii ha kilise!)

*Şekli ibadet paketi   (tabureli camii imkânı / otomatik hız ayarlı teravihler / hatim!lerde uykusu gelenlere özel uyandırma servisleri / keyfinizi kaçıracak konulardan uzak, klimalı Hira! Modelleri / Kadir gecesine özel kurtuluş! fırsatları!)

Vesaire….vesaire….

Bir de, kavmin ileri! gelenleri tarafından “Demokrasinin beşiği” diye tanımlanan “Belediye” paketleri var. Kur’an-ı Kerim’i, ziyafet anlayışıyla sofralara garnitür yapan bu zihniyet; gerçekten de tabir edildiği üzere bir beşik. Aynen katılıyorum buna! Bindiriyorlar içine sonra da,

- Biz belediyenin beşiğini tıngııır mıngır sallarken!...Birileri kaptı köşeyi, birileri kaptı maşayı, aaz gittik uuz gittik dere tepe düüz gittik, bi de baktık ki, bir arpa boyu bile yol gidemedik” ninnisiyle uyutuyorlar halkı…

İşte bu zamanda!... Geri dönüşü olmayan ve de sallantısı hiiiç durmayan, ateşten bir beşiğe bindirileceklerinin keşke farkına varsalardı!  Sallananla sallayanın farkının olmadığı o zamanda; işte o zamanda!, bu beşiği kuran eller, Kur’an’la aralarındaki mesafenin iki doğu uzaklığına şahitlik edecekler. Ve o zaman aynı beşikten, pişmanlık feryadından başka bir ses yükselmeyecek.

Onlar ninnilere devam ede dursun, ulusal paketlerden söz edip bu paket mevzusunu bitirelim. Çeşit ve içerik bakımından en revaçta olanlar şimdi sırada… “Cami/kilise ekonomik paketi” ve  “Üçü bir arada, üç DİN!ler” paketi. İçlerinde diyalog, uzlaşma, hizmet, hezimet, hoşgörü, anlayış, anlamayıp anlar gibi yapış, anlayıp da anlamazdan geliş gibi özel ürünler var. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” düsturuyla ve özenle hazırlandı bunlar.  

“Biz yalnızca ıslah edicileriz”saz ekibi, içine bombalar sakladıkları sürpriz paketleri, uçaklardan atıveriyorlar mazlumlara hediye diye! Onların yaptığı bu “İYİ”likleri destekleyen davul zurna ekibi çoook uğraşıyor, bu davullardan çıkan sesler, uzaktan da yakından da HOŞ gelsin diye. “İyilikle kötülüğün bir olmadığını” haykıran Kur’an-ı Kerim’i, bu paketlerden çıkartan diğer DİN!lere, hürmette de hizmette de kusur etmiyorlar. Hatta, hediye dağıtan uçağa onlarla beraber binip, küfür semalarında beraber yükseliyorlar. Eee, böyle olunca, “Bir Hristiyan, bir Yahudi ve bir Müslüman! uçağa binmiş. Ve bomba patlayınca, hep beraber oruçlarını masumların kanıyla açmış” hakikati, acı ve buruk bir fıkra!yı bize anımsatırken, iftar sofrasında boğazımıza dizilen demir bir lokmaya dönüşüyor…

?...?...?...?...?

Ne demiştik!

-“Nereye geldi Ramazan?”

-Nereye buyur ettiysek, oraya geldi Ramazan!

-Peki, Ne ile geldi Ramazan?

-Neye ihtiyaç duyup paketlere doldurduysak, onları getirdi Ramazan!

 Ve şimdilerde neyi ne kadar yaşıyorsak, o kadar geldi bize Ramazan!

 Yani, uzattığımız kabımız kadar doldu içine Ramazan!

?...?...?...?...?

-Ya giderken ne yapacağız?

Elini tutup da, “N’olur yine gel Ramazan, yine gel” diye yalvaracağız elbet.

Ramazan ise, bir paketlerimize bir de gözlerimize hüzünle baktıktan sonra,

- “İnşaallah, inşaallah yine gelirim kardeşim” diyecek. Giderken yolda karşılaşacağı “Bayram”ın yüklendiği paketlere buruk bir tebessümle bakacak… Sonra hatim duaları eşliğinde sessizce ve ağlayarak, yine pasparlak bir ayın incecik çizgisiyle gönülden de gözden de kayboluverecek…

Selametle!