Ebubekir MERCAN
ÖĞÜTÜM SİSTEMİ VE ÇOCUKLARIMIZ
Yine tektip insan yetiştirme odaklı bir öğütüm sezonu daha başlamış bulunmakta. Adeta bir torna tesviye merkezi gibi işlev gören kurumlar yavrularımızı eğitmek! için hazır ve nazırlar.Bizler de yine buruk bir heyecan,kaygı ve çaresizlikle çocuklarımızı evet çok şeyler beklediğimiz/beklememiz gereken çocuklarımızı cahiliyenin bu kurumlarının insafına kendi ellerimizle bırakıyoruz.
Öncelikle bir Müslüman anne/baba olarak çocuklarımızın nasıl bir cahili kuşatmayla karşı karşıya olduğu tespitini mutlaka yapmak zorundayız. Bu öyle bir kuşatma ki, yansımalarını sosyal etkileşimin olduğu her alanda gördüğümüz ama sistemli ve organize bir şekilde en yoğun olarak bu kurumlarda gördüğümüz bir durumla karşı karşıyayız.
Uygulanagelen eğitim! sistemi son dönemlerde bazı revizyonlardan geçmesine rağmen halen statükonun dinini, kutsallarını ve ideolojisini aşılamayı önceleyen ve askeri vesayetin kirlerini üzerinde barındırmaya devam eden yapısının değişmediğini görüyoruz. Yine rahat-hazırol komutlarıyla askeri düzende sıraya konulmalar,bütün ırkları yok sayarak herkese Türküm diye bağırtmalar,varlıkları bilmem nelere armağan etmeler,pozitif ilimlerin öğretileceği kitaplar da dahil hemen her kitabın içinde kendi kutsallarını yüceltmeler,yanlış tarih anlatımı,saçma sapan kutlamalar,şirk dolu törenler,yasaklar ,engellemeler vs hiçbir değişikliğe uğramdan devam etmekte.Ayrıca anaokulundan üniversiteye bütün kurumlarda öğrencilerin düşünme ve akletme yeteneklerinin törpülenerek bir robot gibi muamele görmeleri,sınav odaklı ve seküler amaçlı bir yarış atı gibi yetiştirilmeleri,öğretim teknikleri olarak ta çok bayağı ve sıradan metotların uygulanması durumları aynı şekilde devam etmekte.
Tabi onlar kendi görevlerini yapıyorlar da bizler kendi görevimizi ne kadar yapıyoruz? Çocuklarımıza bu zehirli oklara karşı korunabilecekleri kalkanları sunabiliyor muyuz?Çocuklarımız için planladığımız önceliklerimiz neler? İlk ve en önemli okulların aile ortamlarımız olduğunun ne kadar idrakindeyiz? Bu soruları kendimize korkmadan sorabiliyor muyuz?
Bu sorular belki çoğaltılabilir ama laf dönüp dolaşıp bizler çocuklarımıza nasıl bir eğitim vermeliyiz sorusuna dayanacaktır. Birkere eğitim ve din eğitimi ayrımından sıyrılmamız lazım. Nitekim din eğitimi abdest almayı, namaz kılmayı, kuran harflerini öğretip bazı sureleri ezberletmek şeklinde sınırlanırken, çocuğun dünyaya geldiği andan itibaren öğrenmeye başladığı hayat/hayat tarzı öğretiminin din eğitimi olarak görülmemesi çok büyük bir yanılgıdır.
Bu yanılgı neticesinde de aile ortamlarında gösterilen şahitliğin dine uygun olup olmadığı ve bunlarında bir din eğitimi olduğu/olması gerektiği es geçilerek çocuklar bir kuran kursuna,bir cemaate,derneğe,vakıfa veya ağabeylerin/ablaların yanına gönderilerek din eğitimi sorumluluğundan kurtuluveriliyor.Evet öncelikle bu yanlış algıyı terk ederek kucağımızda/yanıbaşımızda büyüyen çocuklarımızın bizden öğrendiği her şeyin aslında bizim dinimizden öğrendiği şey olduğu bilinciyle tekrar aile hayatımızı/şahitliğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.
Nitekim,evde sürekli kızan,eleştiren,bağırıp çağıran,dinlemeyen,konuşmayan,eşine yani annesine/babasına hoşgörülü davranmayan,sorunlarını sıkıntılarını açamadığı,derdiyle dertlenmeyen,dünyevi istekleri hep ön planda olan,uyuşuk yada agresif,çok otoriter veya hiç otoritesi olmayan,hep emir veren veya hiç karışmayan,savurgan veya cimri,hep asık suratlı veya hep heyeheyli…bir anne/babanın anlatacakları da söyleyecekleri de hep havada kalmaya mahkum olacaktır.
Bu tutumların tersi olan dengeli,seviyeli ve güzel bir şahitlik söz konusu olduğunda ise işte ozaman anne/baba çocuğun idolü olacak,örneği olacak ve Allah rızası için yaptığı uyarıları da yaptıkları da ancak bu şekilde anlam bulacaktır.Ne yazık ki çoğumuzda bu hususlar göz ardı edilebiliyor ve dışarıda dünyayı kurtaracak çıkarımlar yaparken birde bakıyoruz ki içerde velayetimiz altındaki çocuklarımız kurtulmaktan çok uzaklaşmış bir şekilde cehennem çukuruna doğru yola koyulmuş olabiliyor.Ve bunun farkına varıldığımızda da artık çok geç olabiliyor.
Bu noktada velayetimizin altında olan ailemizin ve özellikle çocuklarımızın bizden daha ilerde olmalarını arzulamamız gerekiyor.Tabi arzulanan bu ileri düzey onların maddi ve statü olarak bizden daha ilerde olmaları değil şahitlik olarak bizden daha ileri bir durumda olmaları hususunda yoğunlaşmalıdır.
Peki bunu sağlayabilmek için neler yapmalıyız ve çocuklarımızla kuracağımız iletişimde nasıl bir tavır geliştirmeliyiz sorusuna gelince, bizler atalarımızdan gördüğümüz davranışları yaparak mı bunu sağlayacağız, yoksa piyasaya sürülen öğrenme ve gelişim psikolojisi kitaplarının öğretileriyle mi bunu sağlayacağız?
Tabiî ki bu kitaplarda ve ebeveynlerimizde gördüğümüz davranışlarda örnek alınabilecek birçok tavır olmasına rağmen birçok yanlışı da bünyesinde barındıran tavırlar söz konusudur. Onun için hayatımızın her alanında olması gerektiği gibi çocuklarımıza yaklaşımımızda ve onlarla kurduğumuz ilişkide de vahyin ışığında ve peygamberin öğretileri minvalinde bir istikamet tutturmamız gerekiyor.
Bu noktada büyük bir görev için seçilen ve her anı Rabbimizin kontrolünde yoğrulan Peygamberimizin çocukluk yılları bizlere bazı hususları hatırlatıp bazı hikmetleri kavramamıza ışık tutabilir umuduyla peygamberimizin çocukluğunun ilk dönemiyle ilgili bir paylaşımda bulunmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi peygamberimiz daha anne karnındayken babasını kaybetmişti ve yetim olarak dünyaya gelmişti.İki aylık olana kadar annesiyle kalan peygamberimiz yaşadığı ortamın bebek sağlığına uygun olmadığı gerekçesiyle iklimi Mekke ye oranla daha iyi olan bir yerde yaşayan ve geçimlerinin büyük bir kısmını çocuk bakıcılığıyla sağlayan Halimenin/Süt Annesinin gözetimine verildi.Mekke şehir devletinin kirlerinden olabildiğince uzak bir yerde 4-5 yıl kalan Peygamberimiz tam annesine kavuşmuştu ki iki ay içinde annesini de kaybederek hem yetim hem de öksüz kalmış oldu.
Fakat velayetini alan dedesi Abdulmuttalib torununa anne babasının yokluğunu hissettirmemek için elinden geleni yaptı.Maddi olanakları yeterli olmayan hatta fakir bile sayılabilen Abdulmuttalip,torununa maddi olanaklar sağlayamamasına rağmen ona en değerli olan şeyi sevgisini verdi ve ondan şefkatini hiç esirgemedi.Çocuklara belki de hiç değer verilmeyen ve yanlarında dahi gezdirilmeyen dönemlerde Muhammedi yanından ayırmaz, büyüklerin oturduğu meclislere torunuyla gitmekten gocunmaz ve kendisinden başkasının oturmasının ayıp diye karşılandığı bir dönemde kendi minderine küçük Muhammedi oturturdu.
Buraya kadar olan bölümde dikkatleri çeken birkaç hususu tekrar açarak kendimiz için bazı hikmetler yakalayabilmeyi umuyorum.
1-Fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanacağı sağlıklı bir ortam sağlama.
Peygamberimiz daha iki aylıkken sağlığının olumsuz etkilenmemesi ve hayatta kalabilmesi için daha uygun bir ortama gönderilmiştir.
Evet, sünnetullah gereği bütün ihtiyaçlarının karşılandığı ve güvende olduğu anne karnından hiç bilmediği yeni bir dünyaya gözlerini açan bir canın kendini güvende hissetmesi için temel gereksinimlerinin karşılanması birincil ihtiyacıdır.
Bizler de evimizde gözlerini açan yavrularımızın temel ihtiyaçlarını karşılayıp sağlığına önem vermek birinci önceliğimiz olmalı ve hiçbir şeyden anlamayacağını düşündüğümüz yavrularımızın bu dönemlerinin, annesine/babasına/ailesine güven duygusunun gelişmeye başladığı bir aşama olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekmektedir.
2-Değer verme /bir birey olarak kabul etme/saygı gösterme.
Peygamberimiz ebeveynlerinin yanında olsun süt annesinin yanında olsun bir birey olarak kabul görmüş ve hak ettiği değer kendisine verilmişti.
Bizler de çocuklarımıza bu şekilde yaklaşarak onların bizlerin kölesi veya yanaşması olmadıklarını göstermeli duygu ve düşüncelerinin bizler için önemli olduğunu hissettirmeli ,kişilikleri ve benlikleriyle özgün bir şahıs olduklarını kabullenmeli ve bizlerin hayatında önemli bir yerleri oldukları izlenimini vermeliyiz.
Örneğin beraber kılınan bir namaz da herkesin bir katkısı vardır ve herkesinde ayrı ve önemli bir yeri vardır.Adeta bir duvarın tuğlaları gibi kenetlenerek beraber kılınan bir namazda, baba imam olur erkek varsa kamet getirir kızlar ve annede saf tutarak mükemmel bir bütünlük sağlanır ve sonrasında yapılan güzel bir duayla bu ibadet taçlandırılabilir.Bu şekilde hem çocuklar kendilerini gerçek bir birey olarak hisseder hem de güzel bir şahitlik sergilenmiş olur.
3-Cahiliyenin kirlerinden olabildiğince uzaklaştırma.
Peygamberimiz çocukluk döneminin ilk yıllarını cahiliye bataklığında yüzen Mekke’den uzakta sade,temiz ve doğayla iç içe bir ortamda geçirmiştir.
Bizler de çocuklarımızı çevremizde gerçekleşen cahiliye adetlerinden ve cahiliye ortamlarından olabildiğince uzak tutabilmeliyiz. Örneğin, en yakınımız bile olsa cahiliye adetleri olan doğum günü partisi gibi kutlamalara olsun, kızlı erkeli dekolteli bilmem neli düğünlere olsun çocuklarımızı götürmemeli ve gerekli tavrı koyabilmeliyiz. Her türlü küfrün ağızlardan düşmediği, şarkı söyler gibi yalan konuşulduğu,her türlü karaktersiz davranışların yaygın olduğu ortamlardan da çocuklarımızı uzak tutmalıyız.En azından okul gibi seçme özgürlüğümüzün olmadığı ortamlar başlamadan önce kendi ortamlarımızı ve çocuklarımızın ortamlarını kendimiz belirlemeliyiz.
Hadi onu geçtik evlerimizin başköşesine oturmuş olan dört köşeli cahiliye tuzağına karşıda çok dikkatli olmalıyız. Tabi öncelikle kendimizin bazı standartları olmalı ve bunu öncelikle kendimiz gerçekleştirmeliyiz ki çocuklarımıza da bazı sınırlamalar getirebilelim. Yoksa tv başında futbol taraftarlığı yaparak fanatiklik kötüdür diyemeyeceğimiz gibi, magazin izleyerek de bu hayat tarzları cahilidir diyemeyiz. Ama inanın bu küçük dediğimiz çocuklara takım tutmanın yanlışlığını anlatmak ta hiç zor değil ,tv de gördükleri her şeyin doğru olmadığını anlatmak ta hiç zor değil, yeter ki biz ayaklarımızı sağlam basalım ve tutarlı bir duruş sergileyelim göreceksiniz çocuklarımız biz takım tutmuyoruz veya doğumgünü kutlamıyoruz derken nasıl bir gururla bunu söyleyeceklerdir.
Tabi bu engellemeleri ve sınırlamaları getirirken çocuklarımızın hayatındaki bu boşluğu da yine daha güzel ortamlar sağlayarak doldurmaya çalışmalı, şunu izleme , şuraya gitme, şununla konuşma yerine hadi gel şuraya gidelim şunu yapalım diyerek onlarla beraber olmalı ve beraber bir şeyler yapmaya çalışmalıyız.Bir de eğer şehirde yaşıyorsak ara sırada olsa çocuklarımızı bu gürültülü ortamlardan çıkarıp doğayla buluşturmalıyız.
4-Geleneksel tabulara karşı özgün bir duruş.
O dönemlerde çocukların büyüklerin yerine oturması veya yanında meclislere götürülmesi ayıplanırken peygamberimiz dedesiyle birlikte meclislere de katılmış dedesinin yerine de oturmuştur.
Gerçekten bizler de bunun gibi cahiliye ortamlarında büyüdük/büyüyoruz.Gelenek ve örf adı altında bazı yerlerde çocuklar öpülmüyor, ellerinden tutulup dolaştırılamıyor, büyüklerin yanında sevilmiyor. Yine taviz verilmeyen bir tabu gibi çocuklara büyüklerin yanında söz söyleme hakkı tanınmıyor, büyükler ne söylerse doğrudur ve itiraz edilmeden kabullenmelidir düsturu işleniyor ve bu bir saygı göstergesi olarak dayatılarak aykırı davranışlar en şiddetli şekilde güç gösterileriyle hizaya çekiliyor. Tabi bu şekilde bir eğitimden geçen çocuklarda da sorgulama yetisi hayata geçemiyor ve sonrasında öğretmeninden,idarecisinden gelen hiçbir öğreti sorgulanamıyor haklı bile olsa bir güç karşısında fikrini savunamıyor ve kişiliğini düşüncelerini açıkça ortaya koyamıyor.
Bizler, bizlere dayatılan öğretilerin sakıncalarını da fark ederek çocuklarımıza aynı hatalarla yaklaşmamalıyız.Onlarla kurduğumuz iletişimle, bizim için belirleyici olanın gelenek görenek değil, vahiy olduğunu göstermeliyiz.Ailemize, çocuğunu hiç öpmediğini söyleyen birine “merhamet etmesen merhamet bulamasın” diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu hissettirmeli onlara şefkatle ve merhametle yaklaşmalı hak ettikleri sevgiyi vermeliyiz.Sorgulamalarını itirazlarını dikkate almalı gerekli cevabı güç gösterileriyle değil, en uygun şekilde anlatarak ve doğrusunu delilleriyle sunarak göstermeliyiz ki her güç karşısında boyunlarını bükmesinler sözü de dinleyip en güzeline uysunlar.
İtiraz etmenin saygısızlık olmadığı, asıl saygısızlığın hakaret ve kötü söz olduğu anlatılarak büyüklerinden,öğretmenlerinden ve okulundan duyduğu herşeyin doğru olmayabileceği vurgulanmalı.Ayrıca toplumun geneli tarafından kabul görerek uygulanagelen birçok hurafe ve cahili âdetin dinimizde yeri olmadığını da belirtilmeliyiz.
Evet bu öğretilerinde ışığında toparlayacak olursak bizim evlatlarımızın maddi olanakları olan,Arapça öğreten,sure ezberleten,dünya hayatını önceleyen bir aileye değil vahiyden beslenen, öğrendiğini hayatına geçiren ,eşine ve çocuklarına en güzel şekilde davranan,kandırmayan ,savsaklamayan,karakterli,dengeli ve önceliği müslümanca yaşayıp müslümanca ölmek olan bir aileye ihtiyacı var.
Bu ümmetin de öncelikle fıkıh bilen, kelam bilen veya doktor olan, mühendis olan evlatlara değil, vahiyden beslenen,kınayanın kınamasından korkmayan, inancına sadık ,özgüveni sağlam, duruşu sağlam,karakteri sağlam,yere basışı sağlam, sorgulayan,aklını kullanan,farklı olan ve bu farklılığını boynunda bir yük gibi değil başının üstünde gururla taşıyan evlatlara ihtiyacı var.
Bunu gerçekleştirmek için bizlere çok büyük sorumlulukların düştüğünün idrakine vararak güzel bir şahitlik ortaya koymak adına neler yapmalıyız sorusu hem bir makaleye sığmayacak kadar geniştir hem de benim haddim bu konuyu tüm yönleriyle açıklığa kavuşturacak düzeyde değildir.
Ama makalenin başında da belirttiğim gibi sistemli bir şekilde bilinçlerin zehirlendiği bu ortamlara olsun sosyal etkileşimin olduğu diğer ortamlara olsun çocuklarımızı gözü kapalı göndermemeli, edindiğimiz tecrübe ve çıkarımları birbirimizle paylaşmalıyız.Bu minvalde paylaşmak istediğiniz hususlar ve öneriler olursa makalenin altına yorum girerek bir katkı da siz sağlayabilirsiniz.