Fatma CEREN

23 Kasım 2011

PAZAR YERİ VE İSLAMCILIK

     Ne ilgisi mi var? Ben de bilemiyorum şu an… Satırlar dizildikçe göreceğiz inşaallah!

     Semt pazarlarını pek çoğunuz gibi ben de severim. Hele mevsim kışsa... Aceleyle yapılan alışverişler… Zorlanan pazarlıklar… Rezzak olan Allah’ın tayin ettiği rızkın, bağırmalar çağırmalar eşliğindeki inanılmaz devinimi… “Gel vatandaş Gel!” nidalarına eşlik eden; üşüyen eller, kızaran burunlar. Akşama doğru bastıran telaşın, az sonra çökecek olan karanlığa giydirdiği sevinç… Bir de görünmeyenler. Zihinlerdeki hesap kitaplar… Kaygılar, tasalar, gamlar, heyecanlar, planlar… Cebindeki parası, alacaklarının tümüne yetmese de, elindekinin hoşnutluğuyla, pazarın çıkışına doğru ilerleyen geneli memnun insanlar… Ev sahibi edasıyla, “Yine bekleriz!” sözlerine manileri ekleyen geneli memnun satıcılar…

     Ben pazarda ne yapıyorum? Düşünüyorum. Yaşlı bir teyzenin az önce aldığı, yaklaşık doksan santimetrelik dört adet pırasayı kaç saatte doğrayacağını… Biraz ilerde, fiyatı diğerleriyle aynı olmasına rağmen, en kötü yeşilliği alan amcanın; eve döndüğünde hanımından işiteceği azarı... Halbuki o en iyisini aldığını iddia edecek! Az önce sağımdaki tezgahtan beş tanesini üç liraya aldıkları mısırın, yedi tanesinin üç liraya olanından daha iyi olduğunu savunan karı kocanın konuşmaları. “Neymiş o öyle? Küçük küçük…!” Beş dakika sonra solumdaki tezgahtan yedi tanesini üç liraya almışlığın memnuniyetiyle, teyzenin kızına öğretisi. “İyi! kazıklanmadık deminkine. Dedim ben sana acele etmiyicen diye! Beş yerine yedi tane aldık bak!”… Anlayacağınız herkes memnun bu pazarda! Tıpkı biraz önce yanımdan geçen iki sevimli teyze gibi. “Hatçe! Dediydim sana bak, geçen buldum ben bu adamı. Bizim Ayşe’nin kövlüsü bu!” En tazesini getiriyo. Korktuydum ben bugün bulamayecez diye ama Allah buldurdu bak!” sözlerinin ardından, diğer teyzenin, bu tezi onaylarcasına başını sallaması. Onların ağır adımlarının ardından bakarken, yapacakları turşunun kokusunun burnuma gelivermesi…

     Hülasa bu kargaşanın ardından, genelde herkes evlere memnun ve fakat yorgun dönmesi. Hani diyorlar ya! “Alan da memnun, satan da”…Bu resmin tek cümlelik ifadesi. 

     Her ne hikmetse, bu manzarayı toplumumuzun küçük bir maketine benzetiverdim. Yüzde doksan dokuzunun müslüman! olduğu toplumu, 90 derecede yıkamışsınız, çekmiş, bu pazar olmuş… Arz ve talep şeklinde iki kısımda inceleyeceğimiz bu süreci , sosyo-kültürel ve inanç odaklı ele alışımızda, bir ayet geliveriyor aklımıza.“Onlar kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.”(30/32)

     Aslında buradaki herkesi, ortak kaynaklardan beslenen belli zihinsel yapıya sahip gruplar şeklinde ifade etmek mümkün. Birey kendine göre tespit ettiği doğrularına ve ihtiyaçlarına göre, hali hazırda sunulanların arasından seçiyor. Seçtiğinin en iyisi olduğu -ya da yapabileceğinin en iyisini yaptığı- sanısıyla ihtiyaçlarını giderdiğine inanıyor. Bu seçimde en önemli belirleyici faktör ise,  “çoğunluğa uyma eğilimi”. Modernitenin belirlediği “güç” ifadesinin; bireyin yakın çevresinde karşılığı neye tekabul ediyorsa, onun izinden gitme anlayışı. Kendisine sunulanlardan birini seçme baskısına mağlup olup, kötü de olsa yanlış da olsa, aralarından en iyisinde karar kılma cambazlığını üstlenmesi. Uyanık olduğunu zannederken, uyutulması ve oyuna gelmesi!

     Arz- Talep ilişkisini genel anlamıyla herkes bilir. İkisi de birbirini, artan ve azalan yönde etkileyen faktörler ve dönemsel gelişmelerle orantılı olarak değişim gösteren kavramlar. Dünya hayatının geçmişine, sahih tek kaynağımızdan bakıverdiğimizde görüyoruz ki, insanoğlunun Allah’ın hakimiyetine karşıt yaşam tarzlarını yani dinlerini üretmek ve sunmak, o zaman dilimi toplumunun ileri gelenlerinin mucitliğine kalmıştır. Birileri önde, birileri takiptedir sözün kısası. Atalar, çocukları ve torunları! “Onların görünüşleri ve sözleri hoşunuza gider” ve “ Onlar ‘Biz yalnızca ıslah edicileriz” diye tanınan bu şahıslar;  yeryüzüne çeki düzen verme hadsizliğinde bulunurlar. “Daha” zarfının ardından gelen sıfatları, toplulukların yaşam kodları olarak sunarlar.(daha iyi/ daha konforlu/ daha rahat/ daha kolay/ daha güzel/ daha mükemmel/ daha yaşanılabilir) Sıfatları seçerken, heva, heves ve zan üçlemesinde sınırlı tutarak, kendilerini yaratan ve yöneten Allah’a eş koşarlar. Allah’ın belirlediği hududlarda kendilerince rötuşlar yaparlar. “İyi” , “Rahat” , “Sorunsuz” , “Ilımlı”, “Aşırı”, “Modern”, “Geleneksel”, “Yaşanılabilir”, “Laik”, “Liberal”, “Demokrat”…Herkese ve her keseye hitap eden ürün yelpazesindeki seçmece dinlerin çekirdeksiz versiyonları! Maalesef hepsi de tek bir isim altında prezente edilmektedir. İslam! Aslında pazara sunulan bu yaşam tarzları/yeni dinler, kendi içinde çelişkilerle doludur. Fakat kaynakla, yani Kuran-ı Kerim ve onun örnek uygulayıcısı Hz.Peygamber ile ilişiği kesilmiş bir toplumu, ikna etmek ve bu sürece adapte etmek zor olmayacaktır. Hele kulluk şartları ve vazifeleri olarak kendisinden ne istendiğini ve buna göre kendisinin de ne istediğini bilmiyor ise.

     Bu vahim durum, şeytan önderliğindeki fırsatçıların en güçlü sermayesidir. Ki her bir ürünü piyasaya sürdüğünde, sermaye otomatikman artışa geçer. Yani arz/talep grafiğini yükselten bir katalizör vazifesi görür. Bu en önemli sermayeyi olumsuz etkileyecek, “bilgi”, “bilinç”, “düşünme”, “sorgulama”, “ahret endişesi”, “hesap verme kaygısı” gibi her türlü unsuru toplumdan uzak tutmak için bütün imkanları seferber eder. Yapılandırdığı ayrı bir birimi sadece bu göreve tahsis eder. Çünkü kendisinden ne istendiğini ve buna bağlı ne istediğini bilmeyen bir toplum, yönlendirilmeye mahkumdur. Bu süreç, önce nezaretlere alınan zihinleri, daha sonra kendi tercihlerine ömür boyu hapis bırakacaktır. Bu böyledir. Tek bir otoriteye bağlı kılınmamış ve tek doğru kaynaktan beslenmeyen yeryüzü, tarihsel faktörlerin belirleyici ekseninde, devamlı bir değişime ya da yeni din üretme potansiyeline sahip olacaktır. Dünyanın bir yerinde olan bir olaya, bir siyasinin sözüne, sermaye dengelerindeki ve piyasalardaki değişmeye, hammaddeye ve her türlü dinamiğe göre, bu dinlerin sürekli güncellenmesi ve ince ayarı gerekecektir. Ürünün son kullanma tarihi geçtiğinde ise; dönüşüm esaslı, yeniden inşa sürecine girilecek ve bu “din üretme piyasası” kıyamete kadar işlevini sürdürerek kendisine devamlı bir pazar alanı oluşturacaktır.

     Bu üretilmiş dinler/yaşam tarzları, İslam kelimesinin önüne, arkasına, içine dışına, üstüne, altına bir takım kavramlar getirilerek adlandırılır. “İslam” kavramının aslını değiştirmediğini ve fakat tarihe uyarladığını, modernize ettiğini, güncellediğini, yaşanılabilir kılındığını iddia eder. Güya bireyleri tercihlerinde serbest bırakıldığını söyleyerek, bu söylemine özgürlük süsünü de takarak, “Bu mecburiyettir” , “Tek çıkış yoludur”, “Tek çözümdür” dayatmasını zorunlu kılar. Zaman zaman bu icatları başarı kabul eder. Küfür milletinden övgü alır, ödüllendirilir.

     Önce kendi ürettiği yaşantı tarzının/dinin “anlam”ını oluşturur, sonra bu anlamı İslam’dan ödünç aldığı kavrama yükleyiverir. Daha sonra da bunu, zaten ne Kuran’dan ne kavramdan haberi olamayan topluma yerleştiriverir. Kimsenin ruhu duymaz. “Tevhidi İslam” der, “Ilımlı İslam” kavramına zemin hazırlamak için… “Geleneksel İslam” der, “Modern İslam” ı hakkıyla sunmak için…Ya da ürettiği ikincil kavramlardan sonra, birincilleri kullandırtır. Çünkü birini ortaya atınca, diğeri hemen devreye sokulmalıdır, ki amaç hasıl olsun. Örnekleri artırmak mümkündür. Burada gaye; İslam’dan ödünç aldığı kavramlar ile kendi dinini/yaşam tarzını piyasaya sürmek ve bunu yaparken hem kavramı değiştirmiş olarak, yaptığı işi çift taraflı faydaya dönüştürmektir. Hem ürünü piyasaya sürdü, hem de vahyin “kavram”ların zihinlerde gitmesi gereken istikametini değiştiriverdi. “Müslüman”, oldu  “Tevhidi Müslüman” , yine aynı “Müslüman”, oldu “Ilımlı Müslüman”…Kuran’da önüne bu minvalde sıfat almayan “Müslüman” kelimesi, zaten kavram olarak tek başına “tevhid” i ikrar, tasdik ve teslimiyeti ifade eder. Önüne getirilen örneklendirdiğimiz sıfatlar yardımıyla aslında mana tahrif edilir. En vahim durum ise, kullanımı yaygınlaştırılarak normalleştirilir. Öyle ki, tevhid üzere yaşamdan yana tercihini yapanlar, hayatlarında tek otorite olarak Allah’ı kabul edenler, hayat nizamlarını Allah’ın indirdiğine göre oluşturanlar, yani müslümanlar bile bu kavramları kullanmaya mecbur bırakılır! Hele bir de sözü geçen alim!lerin ağzıyla piyasaya sürülürse – ki genelde bu yöntem uygulanır- o zaman kavramların  kullanım sahası ve kitlesi katlanarak genişler.

     Bilinçli işleyen bu sürecin, bilinçsiz kurbanları kendilerini haklı  çıkaracak herhangi bir mazerete sahip değiller ve olmayacaklardır. Zihinlerine “hazırcılık” ve “kolaycılık” formatı  atıldığı için, kendilerine sunulanlara şöyle bir bakıp, kendi akıllarına, mantıklarına, doğru!larına, zanlarına en uygun ürünü seçeceklerdir. Bu seçimden yana olan çoğunluktan da güç alarak, gayet memnun fakat ters istikamette hep beraber yürüyeceklerdir. Pazar alanını ve ürün yelpazesini günden güne genişlemesinden memnun üretici de, tüketicisinden daha uyanık olduğu için her zaman gelişmeleri takip edecek, yeni fırsatları kollamaya devam edecektir. Yeniliklere ayak uydurma sevdalısı tüketici talep ettikçe arz grafisi de aynı oranda artmaya devam edecektir… Hoşgörü, memnuniyet, diyalog üçgen formundaki bu pazarda, “Alan da razı Satan da”…

     Saygıdeğer sorun istemez tüketici, tarif edilmez haklılıkları ve huzurlarıyla başkalarını da teşvik ederek, bir türlü bu hileli ürünlere yaklaşmayanlara anlam veremeyecekler, hatta zaman zaman alay bile edeceklerdir… Yaptıkları alışverişin ne denli yanlış olduğunu ve kendilerine hayır hasenat getirmeyeceğini, hem bu dünyasını hem ahretini heba ettiklerini hatırlatanlara da düşman kesilecek, onları marjinallikle ve zavallılıkla itham edeceklerdir…

     Eee bizim de onlara  “fatma’ca” bir sözümüz var elbet!

     “Pazara gidelim, bir …(?)….alalım, pazara gidip bir …(?).. alıp napalım? Happuru huppuru yiyelim / yemiyelim”    diyen çocuklar bile; pazardan ne alacağını, aldığını ne yapacağını, yiyip yemeyeceğini sorgular iken; sizler memnuniyetle, daha eve dönüş yolunda,  ne diye aldığınızı hemen yemeye başlıyorsunuz? Sorgulayın biraz! Dönelim Pazar yerine! Mümkün müdür hepinizin, aynı anda en iyiyi alması? Farklı tezgahlardan olduğu halde? Üstelik sizin aldığınızı kötüleyeni siz de kötülerken… Size sunulan her seçeneği ne kadar incelediniz ki? Şöyle bir bakıvermeyle, mümkün mü iyice anlamanız en iyisi hangisi diye? Hem bu sorgulamayı yaptığınız bir kaynak, tek bir standart/ölçü de olmadan!  Bu durum, herkesin kendi doğrularıyla hareket etmesinden dolayı olmasın? Olabilir mi? Olur tabi. Herkes kendi doğrusuyla/kafasıyla/aklıyla/mantığıyla yaklaşırsa tezgaha; Ayşe Hn.’ın aldığını Zeynep Hn. beğenmez, Ali amcanın almadığını, Ahmet amca beğenir ve alır… O zaman şu ortaya çıkıyor. Tek bir sabite, tek bir otorite, tek bir kontrolör, tek standart olursa, iyi/kötü ve doğru/yanlış değerlendirmesi hak olacaktır. Doğru ve yanlışlar, Hakk ve batıllar; her şeyin sahibi olan Yüce Allah’ın indirdiği kaynakta yani Kuran-ı Kerim (Furkan)’de belirlenmiştir. Bütün bu karmaşa “vahiy” ye göre ayırt edilecektir. Diğer durumda, yüzlerce doğru, yüzlerce gerçek, yüzlerce hak, yüzlerce iyi…Var mıdır sonu? Ve mümkün müdür?

     Allah-u Teala yegane otoritedir. Tek İlah’ır. Tek Rabb’dir. Tek kanun koyucudur. Hayatın her alanında Tek ölçü belirleyicidir. Hz. Muhammed O’nun vahyini alan ve O’nun emrine itaatle, “vahy”i yaşantıya uygulayan örneğimizdir. Ve Allah’a kulluk iddiasında bulunan kişi en başta bunu kabul etmelidir ki, tevhid sözünü yerine getirsin. Sözünde dursun! Sözü tutsun! Söz dinlesin! İlahi uyarıyı dikkate alarak “Allah ile beraber başka bir ilah edinme”sin. Yani, Allah ile beraber başka ilahların olduğu hazır din/yaşam tarzı paketi kendisine sunulduğunda kabul etmesin. Ya da Allah’tan başka ilah yoktur derken, “peygamber kendine göre tarihe şartlara göre şöyle uygulamalarda bulunmuştur, o zaman aklımızı ve mantığımızı kullanalım, zamana uyalım, biz de şöyle yapalım” diyorken, tevhidi de yolunu da şaşırmasın! Bu ticaretten kimin karlı çıkacağını, kimin nemalanacağını düşünsün. Allah-u Teala’nın Kuran’daki “en karlı ticaret” tanımlamasına bir bakıversin. Hayatı ve ahreti karşılığında satın alacağı “Allah birdir” göstermelik ambalajına sarılıp kendisine sunulan, dini/yaşam tarzını sorgulasın… En azından bunun kaygısını taşısın, sancısını çeksin…

     Yani demem odur ki; pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane durumlarına düşülmesin!

    Vesselam…