Ebubekir MERCAN
RABBİMİZİN BİZDEN İSTEDİĞİ, KENDİSİNE İBADET ETMEMİZ DEĞİL!
Evet yanlış okumadınız, gerçekten “Yüce Allah’ın bizden istediği Kendisine ibadet etmemiz” değil ve böyle bir kulluğu kabul etmiyor! Ne dediğimizi, hem de bin düşünüp bir söylemek zorunda olduğumuz dinimiz hakkında ne demek istediğimizi anlatabilmek adına şöyle bir soru soralım isterseniz;
Rabbimiz, bizleri …Kendisine ibadet edip …Kendisine kulluk etmemiz için yaratmıştır desek eksik söylemiş olmaz mıyız?
(Yazının devamına geçmeden önce durup, birkaç dakika düşünebilirsiniz)
Meramımızı yine de anlatamadıysak bir de şöyle soralım o zaman;
Benim yaratıcım, ilahım ve rabbim …Allahtır şahadetini ikrar edip, …O’nun emirlerine teslim olsak, …O’nun hükümlerine boyun eğsek, …O’na itaat etsek, …Ona tevekkül edip …O’ndan yardım dilesek, …O’na dua edip …O’na hamd etsek, …O’nu razı edememekten korkup …O’nun rızasını kazanmaya çalışsak dini Allah’a has kılarak (ihlas ile) iman etmiş olur muyuz?
(Yine biraz durup tefekkür edebilir ve daha önce okuduğunuz Kur’an ayetlerini gözünüzün önünden geçirebilirsiniz.)
Bu sorulara muhatap olanlardan tevhidi davete hakkıyla icabet edip Hidayet rehberimiz olan Kur’an-ı Kerimi anlamaya ve yaşamaya çalışanlar bu cümleleri vahiyle karşılaştırdıklarında bir eksiklik olduğunu hemen fark edeceklerdir. Ve buradaki noktalı (eksik bırakılan) yerlere yalnızca/sadece/bir tek kelimelerini ekleyebilme şuuruna erişmemiz gerektiğini söyleyeceklerdir. (1)
Evet, bir kısmımız beklide az bir kısmımız bu eksikliği fark edebildiğimiz halde insanımızın çoğu bugün bu eksikliği fark edememektedir. Bunun en büyük müsebbibi de, Yüce Allah’ın dini yerine kendi inandıkları -suya sabuna dokunmayan- dini anlatan din! adamlarıdır. Çünkü bu din adamı sıfatıyla ön plana çıkanların ekserisi (anlaşılmasa bile) Kur’an’ı,, Arapça harflerle okurken bir harfin bile eksik okunması durumunda çok büyük bir bozukluğun ortaya çıkacağına ısrarla vurgu yaptıkları halde, itikadı bozacak böyle büyük bir eksikliği gündeme bile getirmemişlerdir.
Halbuki Kur’an’ı açtığımızda ilk karşılaştığımız surenin (Fatiha’nın) ilk ayetlerinde Rabbimizin hamde layık olduğunu değil, hamde layık olanın sadece Allah olduğunu ikrar ediyoruz.
Ve yine bu ilk surenin ilk ayetlerinde, Rabbimize ibadet edip Rabbimizden yardım dileyeceğimizi değil, Yalnızca Rabbimize ibadet edip yalnızca Rabbimizden yardım dileyeceğimizi ilan ediyoruz. Tabi ilk karşılaştığımız Fatiha Suresindeki bu temel hakikatin (tevhid hakikatinin) Kur’an’ın tümüne hakim olduğunu görüyoruz.
Öyle ki; insanların yaratılış amaçlarından tutalım, Peygamberlerin gönderiliş amaçlarına kadar, kıssaları anlatılan Peygamberlerin getirdiği mesajın mahiyetinden tutalım, iman edenlerin övüldüğü davranışlarının mahiyetine kadar hep tekliğe/tevhide vurgu yapılmıştır. Ve yine aynı şekilde tebliğe karşı çıkan ileri gelenlerin düşmanlık sebeplerinden tutalım, itiraz eden toplulukların itiraz mazeretlerine kadar hep tekliğin/tevhidin belirleyici olduğunu görüyoruz. (2)
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamın mücadelesini incelediğimizde de ilk muhatap olunan toplumun Allah’ı inkar eden bir toplum olmadıklarını; tam tersine Allah’a inanan, hatta çocuklarına Abdullah (Allahın kulu) ismini koyacak kadar inanan ve hatta fil vakasında da görüldüğü gibi Allah’a tevekkül de eden bir toplum olduklarını biliyoruz. Çünkü Yüce Allah, insanı Kendisinin varlığını, birliğini ve ilahlığını kabul etme fıtratı üzerine yaratmıştı ve insan istese de istemese de çevresinde gördüğü her şeyin ve bütün kâinatın Allah’a secde ettiğine şahit oluyor ve kendi gölgesinin dahi Yüce Allah’a secde etmesine mani olamıyordu. (3)
Fakat “O'nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: "Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır" dediler…” En’am/136. ayetinde de bildirildiği gibi, o toplumun Allah’a imanı tevhid üzerine değil şirk üzerine kurulu bir imandı. Özellikle kendi tasarruflarında olmayan hususlarda Allah’ın birliğini kabul ettikleri halde kendi tasarruflarını kullanabilecekleri hususlarda Allahtan başka ilahlar, rabler, mabutlar edinmişlerdi. İşte bu yüzden Allah anıldığı zaman değil, Allah tek başına anıldığı zaman rahatsız oluyorlardı (4)
Hz. Peygamber de bu durumu kanıksayıp aman kimse rahatsız olmasın kaygısıyla hareket ederek endâd edilen onlarca, yüzlerce sahte ilaha dokunmaz ve Allah’ın ne kadar yüce bir ilah olduğunu anlatmakla yetinebilirdi. Yine kimse rahatsız olmasın kaygısıyla, hayatlarının tamamına karışan bir Allah’a değil hayatlarının bazı alanlarına karışan bir Allah’a davet edebilirdi. Hiçbir zulme, haksızlığa ve tuğyana karışmayıp bir köşede namazlarını da kılar ve böylece gül gibi yaşayıp giderdi.
Ama onun kaygısı müstekbirleri ve onların köleleştirdiği toplumu hoşnutsuz etmemek değil, kendisini ve tüm evreni yaratıp sevk ve idare eden Yüce Allah’ı hoşnutsuz etmemekti. İşte bu şuurla mücadelesinin ilk anından son anına kadar, hayatının tüm alan ve aşamalarında “yalnızca” “sadece” ve “bir tek” Rabbini birledi ve namazlarını da her zaman aynen atası Şuayp (as)’ın kıldığı namaz gibi ikame etti. (5)
Tabi bu duruş, şirki hayat felsefesi haline getirenlerin uykularını kaçırmaya yetmişti de artmıştı bile. Özellikle her türlü putun, putçuluğun, şirk ve hurafenin toplumda yaygınlaşması paravanıyla insanları kukla gibi yöneten ileri gelenler ve yardakçıları hemen kolları sıvadılar.
Yanlış anlaşılmasın, bunlar açısından sorun olan husus Allah’ın da bir ilah olması meselesi değil, ilahın sadece Allah olması meselesiydi. Ve mücadelenin en önemli boyutu bu algı üzerinden yürütülecekti. “Ne olacak ki” dediler Allah’ın Elçisine; “Senin ilahına da ibadet edelim, bizim ilahlarımıza da ibadet edelim”, “Biz senin ilahına bir şey demeyelim, sen de bizim ilahlarımıza bir şey deme”, “Sen hayatını senin rabbinin emirlerine göre düzenle, bizler de kendi rablerimizin emirlerine göre düzenleyelim”, “Şimdi kendin, ilahın sadece Allah olduğuna inanmakla kalmıyorsun da bizim akıllarına prangalar vurduğumuz toplumun da kafasını karıştırıp tevhide çağırıyorsun, olmaz böyle” dediler. “Gel dokunma bizim nemalandığımız şirk bataklığımıza da, ne istersen verelim sana” dediler. (6)
Önce anlayamadılar veya anlamak istemediler, arkadaşlarının, çağırdığı dinin sahibi olmadığını ve fütursuzca tekliflerini sıralamaya devam ettiler. İşte bugün de aynı şekilde teklifler sıralanmaya devam ediliyor. Lakin tek bir farkla ki; artık dinin mahiyetini anlamayanlar ve anlamak istemeyenler, teklifleri yapanlar değil tekliflerin muhatabı olduğunu iddia edenlerdir. Bir kavram ve birkaç örnekle bu söylediğimizi somutlaştıracak olursak;
Rab kavramı; lügatta, eğiten-öğreten, terbiye eden, yol gösteren, malik, efendi anlamlarına gelmekle beraber, Kur’an’da rızası istenip cezasından korkularak terbiyesine girilen, hükümlerine ve emirlerine teslim olunan, boyun eğilen, güvenilen mutlak otorite, mutlak yol gösterici gibi manalarda kullanılan çok geniş bir kavramdır. (7)
Bu anlamda bugün televizyonlar, okullar, gazeteler, siyasiler, aydınlar, Diyanet gibi kurumlar ve vahyi esas almayan çeşitli STK’lar gibi kurumlar… İnsanların nasıl düşünmeleri, nasıl amel etmeleri ve nasıl bir hayat yaşamaları gerektiği konularında insanları uyararak ve korkutarak terbiye edip yol gösterir konumdadırlar. Bunlar bunu yaparken âlemlerin Rabbi olan Allah’ın terbiyesinde oldukları bilincini taşımıyor ve Âlemlerin Rabbi’nin adıyla değil de hevalarının adıyla hareket ediyorlarsa, ağızlarıyla söylemeseler de rablik iddia ediyorlar demektir.
Ve işin asıl ilginç olanı, istisnalar hariç hiçbirinden Allah’ın Rab olmadığını iddia ettiklerine şahit olmamamızdır. Ve hatta bu sahte rabler, Allah’ın ne kadar yüce bir Rab olduğunu anlatmak isteyenleri ekranlarının, sınıflarının, köşelerinin, meydanlarının, kürsülerinin, başköşelerine oturtabilmekteler. Tek bir şartla ki, "yalnızca Allah’ın Rab olduğu" ağızdan kaçırılmayacak ve kendi rabliklerine asla laf söylenmeyecektir.
İşte Allah tek başına anıldığı zaman rahatsız olmak budur. Budur budur da, bunu anlamayan bazı mücahitler! hemen bu tuzağa düşüvererek veya üşüşüvererek Allah’ın rab olduğunu anlatmanın İslami mücadele olduğunu sanabiliyorlar. Bakıyorsunuz rableşmiş bir tv kanalında kerli felli biri, Allah’ın rab olduğunu ballandıra ballandıra anlatırken, Allah’ın emrettiği hayat tarzından başka hayat tarzlarını insanlara benimsetmeye çalışan her özel veya tüzel kişilik rablik iddia etmiştir ve Müslüman olmak için bunları reddetmemiz gerekmektedir demiyor, diyemiyor. Ve hala kendini İslam’ı tebliğ ettim diye kandırabiliyor.
Veya bir “din hocası”, “din imamı” veya “din efendisi”, Allah’ın emirlerinin hikmetlerini ve bu emirlere uyulmadığında günah işlenmiş olacağını anlattığı halde, Allah’tan başka hiçbir merciin Allah’ın emirlerine muhalif bir şekilde emirler verme ve uymayanları cezalandırma yetkisine sahip olmadığını, yani Allah’tan başka Rab olmadığını söylemiyor, söyleyemiyor. Ve bu insan da İslam’ı tebliğ etiğini zannedebiliyor.
Yine gazeteler, dergiler, bugün artık siteler, onca işlerinin arasında okurlarının İslam’ı da öğrenmesine çok önem veriyorlar! Ve bu amaçla köşeler ayırıyorlar. Bu köşelerde yer bulan kalem sahiplerinin birçoğu da, Rabbimizin büyüklüğünü anlatmak için namaz, abdest, oruç gibi emirlerinin fıkhi detaylarını ince ince ortaya döktükleri halde, yan sayfada yer alan ve Rabbimizin asla razı olmadığı en iğrenç ahlaksızlıkları ortaya dökmüyor, dökemiyor ve onlar da kendilerini “Rabbimi anlatıyorum” diye kandırıyor.
Tabi bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat son olarak anlatmaya çalıştığımız sıkıntının sebep olduğu sonuçlarla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum. Anlatacağımız durum, Yüce Allah’ın gönderdiği sahih tevhid dinini anlatan herkesin yaşadığı bir sıkıntı olmakla beraber, benim de bu çalışmayı hazırlamama sebep olmuştur.
Bildiğimiz gibi emr-i bil maruf, nehyi anil münker sorumluluğu, sadece belli bir grubun omuzunda olmayıp, hepimizin titizlikle yerine getirmesi gereken bir yükümlülüktür. Bu bilinçle çevremizdekileri dilimizin döndüğünce tevhid hakikatiyle tanıştırmaya gayret ediyoruz. Lakin biraz önce saydığımız yaklaşımlar sonucu, İslam deyince, Allah’ın ilah olduğunun kabul edilerek namaz gibi ibadetlerin yapılmasından ibaret bir din akla geliyor. Ve bu yüzden daha ilk adımda “Ben namaz kılıyorum ve Allah’a ibadet ediyorum ya” cevabıyla/edasıyla karşılaşıp kulakların, gözlerin kapatılıverdiğine şahit oluyoruz.
İşte bu noktada, kapatılan algılarda dikkat lambalarının yanması ve insanın kendi gerçeklikleriyle yüzleşebilmesi için, Rabbimizin bizden istediğinin O’na ibadet etmemiz değil, “sadece O’na” ibadet etmemiz olduğunun önemini ısrarla vurgulamamız gerekiyor. Aynı şekilde bilmemekten daha kötü olanın, bilmediğini bilmemek olduğu bilinciyle makalenin başında zikrettiğimiz sorgulamaları ve benzerlerini hem hal, hem de kal diliyle ortaya koyarsak faydalı zeminler oluşturabiliriz inşaallah.
Son olarak şunu da belirtelim ki; ibadete de itaate de, kulluğa da ihtiyacı olan Rabbimiz değil, bizleriz. Çünkü ihtiyaç sahibi olan da, aciz olan da, muhtaç olan da bizleriz. Âlemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle ise her türlü noksanlıklardan münezzehtir. Rabbimizin kendini birlememizi buyurmasının hikmeti de, bizim kullara kulluk yapmamıza razı olmamasıdır, ki Allah’ı birlemenin karşılığı hem bu âlemde hem de ebedi âlemde saadettir. (8)
DİPNOTLAR1-“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” Zariyat,51/56“Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et. “ Zümer, 39/ 2“O, Allah'tır. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O'na mahsustur. Hüküm yalnızca O'nundur. Kesinlikle O'na döndürüleceksiniz” Kassas,28/70(Nahl, 16/51, En'âm, 6/102, Tevbe,10/51, Mü'min,40/65, Hac, 22/34, Beyyine, 98/5, Al-i İmran, 160, Rad,13/28…)2- “İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır.” İbrahim, 14 /52De ki: "Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın." Kehf,18/110“İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (Sad, 38/5, Nahl, 16/36, Enbiya,21/25)3) “Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na 'halis kılan gönülden bağlılar' olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.” Lokman,31//32“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler. “Rad,13/ 15“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” Araf7/544) “Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.”Zümer,39/45“Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler.” İsra, 17/69“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.” Yusuf, 12/106“Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O'na 'halis kılan gönülden bağlılar' olarak, Allah'a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar.” Ankebut,29/655) Dediler ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” Hud,11/ 87- 886) “(Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin.O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.” İsra,17/ 73 -75“Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler. De ki: Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.” Araf,7/206“Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: 'Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir.' De ki: 'Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.” Yunus,10/ 157) Ahmed Kalkan-Kur’an Kavramları Serisi- İtikadi Kavramlar/4 (Tevhid Rab ve İlah) Kitabı sayfa:75http://www.ahmedkalkan.com.tr/kavram-tefsiri/item/300-rab.html8) “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” Nur, 24/55