Fatma CEREN
SÖZ...
Bir kaç eski dostun hoş sohbetini altından sükut ile taçlandıran anlık bir zaman dilimidir bazen bu bahsedilen… Bazen de nefsi takıntıları gelenekle haklı çıkarıp, insanı vahşi bir eyleme sürükleyen tek kişilik bir suçtur. Öyle büyük bir suç ki bu, ardından kapkara kesilen bir surat ve bir kız bebeğin feryadı: “Toprağa değil annemin kucağına gömün beni!” Hemen ardından geliveren bir kürek hamlesiyle, acımasızlığa her dem şahitlik eden zamanın alışkın olduğu derin bir sükunet…
Balla kesiverirler bazen işgüzarlar, balın işe yaramadığını sezince arı dolu kovanı ağızlara tıkıvermekte bulurlar çözümü; söz sahibi olma hakkını sadece kendilerine zimmetleyenler...
Söz ki, ne muhteşem ne yüce söz!.. “Kesildi artık gelmeyecek” diye hıçkırıklarla ağlatır bazı gözleri. Bir yüzyılın bir zaman kesitinde, derinden huşu duyan kalplerde anlam bulur. Söz ki, ne basit ne dayanaksız söz!.. Kendi zan masalının satırlarından fırlayıp, pis elbiselere bürüyüverir bedenleri ve hapseder ebediyet aleminde, hiç gidilmeyecek en bedbahtların yerine… Senindir ya çıkana kadar, çıktıktan sonra onunsundur artık sen. Zaten vermişsindir aslında o sözü ilahi huzurda had bilir bir boyun eğişle, ta öncelerden. Ya teslim olursun Hakk'a, Yüceler Yücesi Azze ve Celle’ye. Ya da esir olursun yalan vaadlerle aklını çelen, zulüm erbabı apaçık düşmanına, heva ve hevesine…
Söz biter mi? Yerlere göklere sığmayan, denizler mürekkep olsa bir o kadar daha deniz olsa asla bitmeyecek olan esas sözün sahibine hamdolsun. Bizi bizden iyi bilen ve seven, merhameti sonsuz yerlerin ve göklerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah’a şükürler olsun… Öyle bir söz ki O’nun insanlığa lütfu, dağlardaki Hira’lara, Hira’daki o en güzel insana yükü ağır geldi… Geldi de inerken oradan neredeyse dağlar parça parça olup saygıyla yere meyledip ona eşlik ediverecekti… Ağartacaktı saçları! İhtiyarlatacaktı sorumluluğu? Söz biter miydi? Uzun ve meşakkatli örnek mücadeleyi, o zaman dilimine ve sonraki ehli dünyanın hafızasına çivileyen söz… Yeryüzüne hakim kılmaya ahdetmiş insanlığı, ortak fedakarlıklarda buluşturan söz. Sadece Allah’a adanmışlık tacıyla süslenenlerin, onurlu hayat binalarına temel atıveren o yüce söz… Ölümün usulca yaklaştığını hissettiğinde, yüzyıllar sonrasına gönderdiği selam sahibi tüm mümin kardeşlerini ve ashabını toplayıverdi. Geride bırakacağı kardeşleri ise kendilerini zorlu bir kabullenişin ve imtihanın kucağında bulacaklarından habersizdi. Ümmetine miras bırakacağı o güzel tavsiyelerini ve “Sımsıkı Sarılın! Sakın ha bırakmayın!” derken hakikati, elbet O’nun ağzından da dökülecekti son sözleri. Sonraki nesillere ve bütün çağlara… Adı “Veda” soyadı “Merhaba”.
Yerleri gökleri titreten, hakim olduğu her yere bir nizam, bir izan, bir huzur getiren ilahi emrin ilk şartıdır o. Yüzyıllar boyu nice resulün, nebinin, müminin yaşam mücadelesi. Dillerden gönüllere akan Yüce Söz. Canları toprağa düşürdükçe canlanan Yüce söz… Bazen bir başlangıç olur; önce küçük bir topluluğa. Sonra bu küçük topluluk dönüşür, ayak seslerinin hiçbir desibele sığmadığı, çağlar boyu anılacak kalabalıklara. Bazen sadece bu topluluğun hayaliyle yaşayıp, miras bırakmıştır işaretleri. İşte bu suçtan dolayı boynuna geçirilen ilmek gevşetildiğinde, asilce ve usulca düşürüverir sehpadan kendisine kucak açan mis kokulu toprağa… La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah… O toprak ki değmeden daha cansız bedenlere, işte bu yüce sözle dönüştürüverir acıları, ebedi mutluluğa.
Söz ki ne söz!... Çıktımı ağızdan bir kere yaşamlarımızla ispatlı inşayı gerektiren o söz. Önce toprağını tertemiz kılıp, taze bir fidan gibi diktiğimiz, bir çisinti bile olsa salih amellerle devamlı sulayıp bilgiyle gübrelediğimiz, kökü sağlam dalları yüksek, her daim meyve vermesi beklenen iman hakikati… Gölgesinde eğreti bir oturuşla azıcık dinlendiğimiz dünyada, yılmadan ama yorularak hayalini kurduğumuz mutluluk diyarına ulaşmak içindir salih amellerimiz. Yine gölgesinden en çok faydayla yararlanmak üzere emanet aldığımız ilahi kitap. Bir hidayet rehberi, bir öğüt, bir şifa, müminler “Sevineceklerse bununla sevinsinler” diye buyurulan ilahi lütuf. Zaman aktıkça her okuyuşta farklı anlamlarda kendimizi bulduğumuz can yoldaşımız, Kur'an-ı Kerim. Uğrunda bedel ödeyip gözyaşı dökecek kadar sevdiğimiz. Bir gün görmesek özlediğimiz. Amellerimizde hayat bulduğunda ise canlara can, ömürlere ömür katan ne muhteşem söz…
Mahrum kaldığı coğrafyayı ise sefil bir kuraklığa mahkum bırakır, karşı koyamayacakları bir güç ile dikili sütunlara doğru koşacak olan sahiplerini… Hakikatten yana bir şey ifade etmeyen, ağzında geveleyip durduğu sözlerini siper edinen ey insan! Hiçbir mekanda geçerliliği ve hükmü olmayacak eserini haykırsan da, süslesen de, boyasan da en parlak renklere, nafile! Bu aldatmacayla hayran bıraksan da nice toplulukları kendine, yazık sana! Oyun oynamaktan yorulmuş kelimelerinle inşa ettiğin örümcek ağından evini nereye kadar koruyabileceksin, Hakk’tan ve hakikatten? Yıkılmaya yok olmaya mahkumdur senin evin, en ufak sarsıntılarda. Unutulmuşluk girdabında boğulan, zanneden ey insan yolculuk nereye? Öyle bir zaman gelecek ki zannına, heva ve hevesine dayalı bu sözlerin, ne kendini kurtarmaya yetecek, ne ardından sürüklediklerini… Bu defa harflere dar gelen boyalı sözlerin “bir kez olsun bizi geri çevir” yalvarmalarına dönüşecek adresi belli, mekanı gaybi bir yerde… Bu hitap öyle bir zatadır ki şimdi. Sözünü tutmadığın, ama sana öğüt alacak olanın öğüt alacağı kadar bir mühlet tanıyan, her şeyini borçlu olduğun Yüce Zat’a! Daha dünyadayken hakkıyla takdir edemediğin lakin şimdi yanı başında sadece O’nu buluverdiğin, ilkin de sonun da sahibi Rahim olan Allah’a…
İşte sözün bittiği an ve mekan!
Eller, ayaklar, deriler büyük bir şahitlik için söz sırası beklemekte…
Kim sahip çıkacak, kim terk edilmiş bırakacak?
Kim sözünde duracak, kim ihanet edecek?
Kim söz verecek, kim az bir paha karşılığında “söz”ü verecek?
İşte sözün ahde dönüştüğü an şu nefes aldığın an ve mekan da o nefesi verdiğin mekan!
Şimdi söz sizde!... söz bizde!... söz hepimizde!…
Selam ile…
“Rabbimiz! Dilimizi doğru söze yönelt, kalplerimizi hidayete erdirdikten sonra kaydırma, ayaklarımızı Sen’in yolunda sabit kıl…” Amin.