Modern klanlık / kabilecilik anlayışının çizgisinde..
Bu biolojik kan bağına dayalı saltanat anlayışı, (adı açıkça saltanat olan nice rejimlerden ayrı olarak) Amerika’da da Bush ailesince servet’e dayanılarak, demokrasi adına sürdürülmedi mi? Ve şimdi de Clinton ailesiyle sürdürülmek istenmiyor mu? Kezâ, Kuzey Kore’de, Suriye’de, Azerbaycan’da, Yunanistan’da aile boyu fiilî saltanatlar halk iradesi adına sürmüyor mu?
02-01-2008
Selahaddin ÇAKIRGİL
Bînezîr Butto’nun hayatına mal olmasından da öte, Pakistan’ın sosyo-politik bünyesinin geleceğinde derin yaralar açılmasına vesile olacağı şimdiden belli olan bir suikasdin en ilginç ilk semereleri herhalde, kızgın yüzbinlerin her şeyi, yağmalamanın da ötesinde, tahrib ederek, yakıp yıkmak şeklindeki ilkel tepki ile;
PPP (Pakistan Peuple Party/ Pakistan Halk Partisi)’nin kurucusu olan (baba) Zulfiqar Ali Butto’nun biyolojik neslinin önderliğini, demokratik bir görüntü altında sürdürme kararı alıp, Bînezîr Butto’nun 19 yaşındaki oğlu Bilavel’i liderliğe getirmesi olmuştur..
Oğlumuz, (Batı’nın en seçkin üniversitelerindeki) tahsilini tamamlayıncaya kadar ise, fiilî liderliği, Gen. Başk. Yard. olarak ilân edilen (babası) Âsıf Ali Zerdarî yürütecek.. (Soyadı, altın tüccarı, altıncı mânasına gelen ve zengin bir kimse olarak bilinen) Zerdarî’nin, Bînezîr Butto’nun siyasî hayatındaki etkisi, ona hep büyük handikaplar hazırlamak olmuş ve yolsuzluktan mahkûm olup, yıllarca hapis yatmıştı.. Karanlık işlerde epeyce başarılı olduğu bilinen bu kişi, şimdi de, Bînezîr’in âkıbeti üzerine toplumda oluşan acıma ve ezâ duygularını oya dönüştürmek için, seçimlerin ertelenmeyip, 8 Ocak’ta yapılmasını istemekte..
Butto ailesinin sürdürdüğü ve babadan oğula, bir ‘sulb-i mubarek’ anlayışıyla geçen o çizgi dışındaki sempatizanların kaderi ise, sadece yönetilmek.. Bu ‘gönüllü köleliği’ kabullenenler olunca, karşımıza niye bir ‘çağdaş, modern klan’ anlayışı çıkmasın? (Ama, ‘oğul’un Gen. Başk., ‘baba’nın Gen. Başk. Yard. olduğu PPP örneği herhalde yine de emsalsizdir..)
Bu biolojik kan bağına dayalı saltanat anlayışı, (adı açıkça saltanat olan nice rejimlerden ayrı olarak) Amerika’da da Bush ailesince servet’e dayanılarak, demokrasi adına sürdürülmedi mi? Ve şimdi de Clinton ailesiyle sürdürülmek istenmiyor mu? Kezâ, Kuzey Kore’de, Suriye’de, Azerbaycan’da, Yunanistan’da aile boyu fiilî saltanatlar halk iradesi adına sürmüyor mu? Ya, biolojik nesli olmayan M. Kemal’in ‘manevî oğulları-kızları’ olduklarını iddia edenlerin de bizim ülkemizde, halkın desteğini sağlayamayınca, devlet’in sahibinin o ‘ata’ ve onun mirasçılarının da kendileri olduğu gibi komik bir ilkellikle, bir ‘modern aşiret ve klan’ anlayışıyla, 80 küsur yıldır sürdürdükleri tahakküme ne demeli? Bu ‘ataerkillik anlayışının, bir ‘ata kültü’nün ötesinde, ‘ataya tapınma’ şeklinde bir kutsamaya dönüşmesinin sorumluları arasında bizim kültürümüzdeki sapmalar da yok mudur?
Evet, ‘başkalarının gözündeki çapağı görürken, kendi gözümüzdeki merteği de görelim..
Bu ‘ata’ çizgisinden ayrılmama ve ataerkillik’ saplantısı, 28 Aralık tarihli Star’da yayınlanan röportajında, ‘AK Partili olmadığını, ona oy vermediğini ve seçimi kazanmasından da mutlu olmadığını, ama ülkeyi iyi yönettiklerini, hata yapmadıklarını’ söyleyen ve, ‘Dış politikada akıllı, basîretli, ekonomi-politikada disiplinli davranıyorlar. Sağlık politikalarını beğeniyorum. Özellikle sigortalı hastaların hayatlarını çok kolaylaştırdılar. Ulaşım politikaları da öyle, çift yol projesi gayet başarılı. Bunlar hep olumlu şeyler ama AK Parti'ye yine de oy vermem; ' bizden' değil çünkü...’ diyebilen Prof. Toktamış Ateş’in sözlerinde de en düşündürücü şekilde ortaya çıkmıyor mu?
-
Dünkü ‘Bugün’de, Kuzey Irak’daki (bölgesel) Kürd Yönetimi lideri Barzanî’nin Türkiye’ye muhabbet dolu sözleri vardı.. Barzanî’nin, ‘Saddam rejimi devrilinceye kadar çok dostâne bir ilişkimiz vardı..’ dediği aktarılıyordu, kendisiyle görüşen Mehmet Metiner tarafından…
‘Saddam rejimi devrildikten sonra, Türkiye'yi yönetenler bize karşı tavır koymaya başladılar. (..) Dostluğumuzu daha bir pekiştireceğimiz bir dönemde nedense bu politika değişikliğine gidildi. Irak'ın anayasasında yasal bir statümüz yokken çok iyi giden ilişkilerimiz yasal statü kazandıktan sonra değişmeye başladı nedense. Şaşırdık. Saddam'ın ordusundan arta kalan silahların elimize geçmiş olması da bir tehdit nedeni olarak görüldü. Saddam'ın devrilmesinden hemen sonra benimle görüşmeye gelen bir askerî yetkili bu silahlarla ilgili sorular sordu. Ama, bu sorular dostâne temelde değildi. Dostluğumuzdan kuşku duyan tehditkâr bir anlayış sözkonusuydu.. (…) Ne PKK'ya arka çıkıyoruz, ne de türkmenlere düşmanlık besliyoruz. İnancımız odur ki, bizim ne haklarımız varsa, onların da o hakları olsun. (…)Biz Saddam rejiminden çok çektik. Haklarımız gasbedildi. şiddetle ve savaşla imtihan olunduk. Baskı gören ve hakları elinden alınan bir millet olarak, nasıl başka kardeşlerimize Saddam gibi davranmayı düşünebiliriz! En başta ben buna izin vermem. Irak Anayasası hazırlanırken bizzat ben kürt tarafını temsilen türkmenlerin de adının anayasada geçmesi konusunda ısrarcı oldum ve bunu Irak anayasasına koydurtmayı başardık. Erbil'de gezip dolaşın. Türkmenlerin okulları var, kendi dillerinde eğitim yapıyorlar. Partileri var, Meclis’te temsilcileri var. Kürt hükûmeti’nde bakanları var. Kendi dillerinde yayın yapan radyo ve televizyonları var. Bu mu baskı? (…) 23 yıldır Türkiye PKK ile savaşıyor. Biz de kaç kez Türkiye ile birlikte, PKK'ya karşı savaştık. Peki ne oldu? PKK bitirildi mi? PKK, Kandil dağlarında var da Türkiye dağlarında yok mu? (…) Sadece askerî yöntemlerle demek ki kalıcı bir sonuç elde edilemiyor. Birbirimizi suçlamak için bahane üretmeye gerek yok. Bakınız biz tam üç kez PKK'yı kovduk dağlarımızdan. Ne yaptı PKK? Komşu ülkelere gitti. Toparlanıp geri geldi. Bu dağları kontrol altında tutmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Hatta mümkün değildir. Buna ne bizim gücümüz, ne de bizimle beraber Türkiye'nin gücü yeter.. Türkiye NATO'nun en güçlü ordusuna sahib.. Soruyorum: Kendi dağlarına bütünüyle sahip olabiliyor mu? PKK, Türkiye'nin iç mes’elesidir. Ama bizim dağlarımızda karargah kurdukları için aynı zamanda bizim de bir mes’elemizdir.’ diyormuş, Barzanî..
‘Bombardımanla hizaya geldi, aşîret reisi..’ gibi kof güç gösterileri ve aşağılayıcı laflar yerine, bu sözlerde verilen mesajlar üzerinde durmak gerek.. Haklı ve ilginç yönleri yok mu?
Bir de şunu soralım kendimize: ‘Türkiye, siyonist İsrail rejiminden 10 adet pilotsuz uçak aldı.. Fotoğraflar çekecek, yer bildirecek, casusluk gibi hassas işler görecek.. Amerika’dan da istihbarat alıp, ona göre, Kandil Dağı’nı vuruyor, TSK..
Barzanî, İsrail ve Amerika’yla işbirliği yapınca, medyada, ‘Aşiret reisi!.. uşak!.’ diye feryadı koyverenlerden, söyler misiniz, kaç kişi, Türkiye’nin bu davranışını da eleştirip suçlayabildi?
Biz bu bölgenin bütün müslüman halkları binlerce yıldır olduğu gibi bundan sonra da birlikte yaşayacağız, Amerika ve İsrail ise, buraya kendilerini zorla yamayan unsurlar..
Bu birlikteliğe, kardeşçe yaşamaya sadece mecbur değil, mahkûm olduğumuzu unutmamalıyız!
Bînezîr Butto’nun hayatına mal olmasından da öte, Pakistan’ın sosyo-politik bünyesinin geleceğinde derin yaralar açılmasına vesile olacağı şimdiden belli olan bir suikasdin en ilginç ilk semereleri herhalde, kızgın yüzbinlerin her şeyi, yağmalamanın da ötesinde, tahrib ederek, yakıp yıkmak şeklindeki ilkel tepki ile;
PPP (Pakistan Peuple Party/ Pakistan Halk Partisi)’nin kurucusu olan (baba) Zulfiqar Ali Butto’nun biyolojik neslinin önderliğini, demokratik bir görüntü altında sürdürme kararı alıp, Bînezîr Butto’nun 19 yaşındaki oğlu Bilavel’i liderliğe getirmesi olmuştur..
Oğlumuz, (Batı’nın en seçkin üniversitelerindeki) tahsilini tamamlayıncaya kadar ise, fiilî liderliği, Gen. Başk. Yard. olarak ilân edilen (babası) Âsıf Ali Zerdarî yürütecek.. (Soyadı, altın tüccarı, altıncı mânasına gelen ve zengin bir kimse olarak bilinen) Zerdarî’nin, Bînezîr Butto’nun siyasî hayatındaki etkisi, ona hep büyük handikaplar hazırlamak olmuş ve yolsuzluktan mahkûm olup, yıllarca hapis yatmıştı.. Karanlık işlerde epeyce başarılı olduğu bilinen bu kişi, şimdi de, Bînezîr’in âkıbeti üzerine toplumda oluşan acıma ve ezâ duygularını oya dönüştürmek için, seçimlerin ertelenmeyip, 8 Ocak’ta yapılmasını istemekte..
Butto ailesinin sürdürdüğü ve babadan oğula, bir ‘sulb-i mubarek’ anlayışıyla geçen o çizgi dışındaki sempatizanların kaderi ise, sadece yönetilmek.. Bu ‘gönüllü köleliği’ kabullenenler olunca, karşımıza niye bir ‘çağdaş, modern klan’ anlayışı çıkmasın? (Ama, ‘oğul’un Gen. Başk., ‘baba’nın Gen. Başk. Yard. olduğu PPP örneği herhalde yine de emsalsizdir..)
Bu biolojik kan bağına dayalı saltanat anlayışı, (adı açıkça saltanat olan nice rejimlerden ayrı olarak) Amerika’da da Bush ailesince servet’e dayanılarak, demokrasi adına sürdürülmedi mi? Ve şimdi de Clinton ailesiyle sürdürülmek istenmiyor mu? Kezâ, Kuzey Kore’de, Suriye’de, Azerbaycan’da, Yunanistan’da aile boyu fiilî saltanatlar halk iradesi adına sürmüyor mu? Ya, biolojik nesli olmayan M. Kemal’in ‘manevî oğulları-kızları’ olduklarını iddia edenlerin de bizim ülkemizde, halkın desteğini sağlayamayınca, devlet’in sahibinin o ‘ata’ ve onun mirasçılarının da kendileri olduğu gibi komik bir ilkellikle, bir ‘modern aşiret ve klan’ anlayışıyla, 80 küsur yıldır sürdürdükleri tahakküme ne demeli? Bu ‘ataerkillik anlayışının, bir ‘ata kültü’nün ötesinde, ‘ataya tapınma’ şeklinde bir kutsamaya dönüşmesinin sorumluları arasında bizim kültürümüzdeki sapmalar da yok mudur?
Evet, ‘başkalarının gözündeki çapağı görürken, kendi gözümüzdeki merteği de görelim..
Bu ‘ata’ çizgisinden ayrılmama ve ataerkillik’ saplantısı, 28 Aralık tarihli Star’da yayınlanan röportajında, ‘AK Partili olmadığını, ona oy vermediğini ve seçimi kazanmasından da mutlu olmadığını, ama ülkeyi iyi yönettiklerini, hata yapmadıklarını’ söyleyen ve, ‘Dış politikada akıllı, basîretli, ekonomi-politikada disiplinli davranıyorlar. Sağlık politikalarını beğeniyorum. Özellikle sigortalı hastaların hayatlarını çok kolaylaştırdılar. Ulaşım politikaları da öyle, çift yol projesi gayet başarılı. Bunlar hep olumlu şeyler ama AK Parti'ye yine de oy vermem; ' bizden' değil çünkü...’ diyebilen Prof. Toktamış Ateş’in sözlerinde de en düşündürücü şekilde ortaya çıkmıyor mu?
-
Dünkü ‘Bugün’de, Kuzey Irak’daki (bölgesel) Kürd Yönetimi lideri Barzanî’nin Türkiye’ye muhabbet dolu sözleri vardı.. Barzanî’nin, ‘Saddam rejimi devrilinceye kadar çok dostâne bir ilişkimiz vardı..’ dediği aktarılıyordu, kendisiyle görüşen Mehmet Metiner tarafından…
‘Saddam rejimi devrildikten sonra, Türkiye'yi yönetenler bize karşı tavır koymaya başladılar. (..) Dostluğumuzu daha bir pekiştireceğimiz bir dönemde nedense bu politika değişikliğine gidildi. Irak'ın anayasasında yasal bir statümüz yokken çok iyi giden ilişkilerimiz yasal statü kazandıktan sonra değişmeye başladı nedense. Şaşırdık. Saddam'ın ordusundan arta kalan silahların elimize geçmiş olması da bir tehdit nedeni olarak görüldü. Saddam'ın devrilmesinden hemen sonra benimle görüşmeye gelen bir askerî yetkili bu silahlarla ilgili sorular sordu. Ama, bu sorular dostâne temelde değildi. Dostluğumuzdan kuşku duyan tehditkâr bir anlayış sözkonusuydu.. (…) Ne PKK'ya arka çıkıyoruz, ne de türkmenlere düşmanlık besliyoruz. İnancımız odur ki, bizim ne haklarımız varsa, onların da o hakları olsun. (…)Biz Saddam rejiminden çok çektik. Haklarımız gasbedildi. şiddetle ve savaşla imtihan olunduk. Baskı gören ve hakları elinden alınan bir millet olarak, nasıl başka kardeşlerimize Saddam gibi davranmayı düşünebiliriz! En başta ben buna izin vermem. Irak Anayasası hazırlanırken bizzat ben kürt tarafını temsilen türkmenlerin de adının anayasada geçmesi konusunda ısrarcı oldum ve bunu Irak anayasasına koydurtmayı başardık. Erbil'de gezip dolaşın. Türkmenlerin okulları var, kendi dillerinde eğitim yapıyorlar. Partileri var, Meclis’te temsilcileri var. Kürt hükûmeti’nde bakanları var. Kendi dillerinde yayın yapan radyo ve televizyonları var. Bu mu baskı? (…) 23 yıldır Türkiye PKK ile savaşıyor. Biz de kaç kez Türkiye ile birlikte, PKK'ya karşı savaştık. Peki ne oldu? PKK bitirildi mi? PKK, Kandil dağlarında var da Türkiye dağlarında yok mu? (…) Sadece askerî yöntemlerle demek ki kalıcı bir sonuç elde edilemiyor. Birbirimizi suçlamak için bahane üretmeye gerek yok. Bakınız biz tam üç kez PKK'yı kovduk dağlarımızdan. Ne yaptı PKK? Komşu ülkelere gitti. Toparlanıp geri geldi. Bu dağları kontrol altında tutmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Hatta mümkün değildir. Buna ne bizim gücümüz, ne de bizimle beraber Türkiye'nin gücü yeter.. Türkiye NATO'nun en güçlü ordusuna sahib.. Soruyorum: Kendi dağlarına bütünüyle sahip olabiliyor mu? PKK, Türkiye'nin iç mes’elesidir. Ama bizim dağlarımızda karargah kurdukları için aynı zamanda bizim de bir mes’elemizdir.’ diyormuş, Barzanî..
‘Bombardımanla hizaya geldi, aşîret reisi..’ gibi kof güç gösterileri ve aşağılayıcı laflar yerine, bu sözlerde verilen mesajlar üzerinde durmak gerek.. Haklı ve ilginç yönleri yok mu?
Bir de şunu soralım kendimize: ‘Türkiye, siyonist İsrail rejiminden 10 adet pilotsuz uçak aldı.. Fotoğraflar çekecek, yer bildirecek, casusluk gibi hassas işler görecek.. Amerika’dan da istihbarat alıp, ona göre, Kandil Dağı’nı vuruyor, TSK..
Barzanî, İsrail ve Amerika’yla işbirliği yapınca, medyada, ‘Aşiret reisi!.. uşak!.’ diye feryadı koyverenlerden, söyler misiniz, kaç kişi, Türkiye’nin bu davranışını da eleştirip suçlayabildi?
Biz bu bölgenin bütün müslüman halkları binlerce yıldır olduğu gibi bundan sonra da birlikte yaşayacağız, Amerika ve İsrail ise, buraya kendilerini zorla yamayan unsurlar..
Bu birlikteliğe, kardeşçe yaşamaya sadece mecbur değil, mahkûm olduğumuzu unutmamalıyız!
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu