Muntazeri'yle yapılan son röportaj

İmam Humeyni'yle birlikte devrimin gerçekleşmesine öncülük eden kadro içinde önemli bir yeri olan Hüseyin Ali Muntazeri, vefat etti. Japon Gazetesi Mainichi'nin, Muntazeri'yle bu yıl yaptığı röportajı dikkatlerinize sunuyoruz:

22-12-2009


Hüseyin Ali Muntazari İsfahan Eyaletinin Necefabad kentinde 1922 yılında doğdu. Öğrenimini Şiilerin önemli kenti Kum'da alan Muntazeri, Ayetullah Humeyni'nin rahle-i tedrisatından geçerek Fevziye Medresesi'nde müderrislik yapmaya başladı. 1963 yılında İmam Humeyni'nin çağrısı üzerine Şah Rıza Pehlevi'nin Beyaz Devrimi'ne karşı çıkarak İran İslam Devrimi'nin öncülerinden oldu.

Şah Rıza Pehlevi tarafından tutuklanan Muntazeri, 1974 yılından 1978 yılına kadar hapiste kaldı. İslam devrimi öncesi Ayetullah Talegani ile birlikte verdiği Hutbeler (Kitap, Yöneliş Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi) kitap haline dönüştürüldü. Dirasat fi Vilayah al-Faqih (Velayet-i Fakih Dersleri) adlı ders kitabını İran İslam Devrimi'nden sonra yazan Muntazeri, birçok Şii alimi tarafından başvurulan bir kitaba imza atmış oldu. 

1988 yılında Halkın Mücahitleri örgütüne yönelik alınan tedbirleri sert bularak İran'ın 'daha fazla açık bir politika izlemesini isteyen Muntazeri'nin söyleşileri Keyhan'da kitap haline getirilerek 'Muntazeri'nin Politik Görüşleri' adıyla basıldı.

1989 yılından İmam Humeyni'nin vefatından sonra İmamlığa seçilen Seyyid Ali Hamaney'e karşı itirazını dillendiren Muntazeri uzun süren sessizliğinden sonra 2003 yılında İran Devlet Başkanı olan Mahmud Ahmedinejad'a yönelik sert eleştirilerle adından söz ettirdi. Khaterat (Hatırat) adlı kitabın da müellifi olan Muntazeri muhalif liderlere olan desteğiyle de tanınıyordu.

Ayetullah Hüseyin Ali Muntazari ile gerçekleştirilen son röportaj

Anılarınızda şöyle diyorsunuz: "Ben daima gardiyanları ve hapishane müdürlerini mahkûmlara karşı İslam dışı muamele yapmamaları hususunda uyarıyordum. İslam ahlakının gözetilmesini, mahkûmlara zulmedilmemesini, haklarının zayi edilmemesini gözetmeleri için sürekli hapishanelere temsilcilerimi gönderiyordum. Herhangi bir şahıs mahkûmumuz olduğunda ona zulmetmemiz münafık bile olsa caiz olmaz. Ensari Najafabadi ve Muhammedi Yezdi hapishanelerdeki temsilcilerimdi. Mahkûmların şikayetlerini not alıyorlardı. Kısacası ben herhangi bir şahsa baskı ve şiddet uygulanmasına karşıydım. Hatta bu mahkumlar ya da düşmanlar için 'münafık' denmesinin doğru olmadığını bile söylemiştim". (Anılar, sayfa: 620). Ancak bugün bazıları İran'da baskının ve devrim karşıtı "Halkın Mücahitleri" gibi grupların ortadan kaldırılmasının şimdiye kadar İslam Devrimi'nin temellerinin sağlamlaştırılmasında etken olduğuna inanmaktadır. Tabi ki bu teori gereklilik durumunda dini baskının kullanılması anlamı taşımaktadır. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Muntazari- Az önce hatıratımdan okuduğunuz bölüm benim geçmişten bugüne sahip olduğum hassasiyeti gösteriyor. Başından beri hep derim tüm fertler gerek muhalif gerek yandaş olsun hepsinin insani hakları vardır ve bu hakların gözetilmesi gerekir. Bu hassasiyetim sırf düzene muhalif olduğu için tutuklananların hapishanelerde en kötü koşullarla karşılaştıklarını gördüğümde daha da arttı. Bazen haklarında verilen hükümler işledikleri suçlarlar uyum göstermemektedir. Ayrıca hapishanelerde mahkûmiyet süresini geçirenlerin insani hakları da gözetilmemektedir. Tüm bunlardan daha kötüsü "gözetleme" savaşından sonra kendileri hakkında daha önceden hapis cezası hükmü verilmiş kimselerin sadece düzene muhalif konumlarına devam ettikleri için idam edilmeleri idi. Ben suç işleyen bir kimse hakkında, hüküm geçerli bir mahkemeden sadır olduğu ve suç kararının yayınlandığı aşama da dâhil olmak üzere davanın tüm aşamalarının gözetildiği taktirde hükmün uygulanmasına ya da mahkumun avukat tutmasına veya temyiz hakkına sahip olmasına karşı olmadım ve olmayacağım da. Ancak ben öncelikle düşünceye baskı gücüyle karşı konmasının mümkün olmadığına inanıyordum. İkincisi de kendisi hakkında hüküm verilen mahkûmun neden kendisini savunma ya da avukat tutma ya da temyize gitme hakkı bulunmuyor? Neden kendisine insan sıfatının gereği bir muamele yapılmıyor? Tek kelimeyle ben baskıyı, şiddeti ve hakların çiğnenmesini eleştiriyordum.

"HALKIN MÜCAHİDLERİ" TERÖR ÖRGÜTÜNE DÖNÜŞTÜ

Tabi burada muhaliflerin de bir zamanlar şiddet eylemlerinde bulunduğunu söylemek gerekir. Silah kullanıyorlardı. Bu eylemleriyle de sistem ve devrime şiddet ve baskıyı dayattılar. Bazıları terör ve suikast eylemleriyle o vakitten itibaren günümüze dek sisteme muhaliflere karşı baskı uygulaması için bahane verdiler. İki taraftan sadır olup sahada görülen şiddet de ülkedeki güvenlik ve yargı kurumlarında sistemin temelinin güçlendirilmesi sloganları altında kötü bir yol ve yönteme yol açtı. Bizler hala bugün de bununla denenmekteyiz. 

Hoşgörülülüğünüze karşın oğlunuzu Halkın Mücahitleri'nin düzenlediği terörist bir hadisede kaybettiniz. Sizse daima İslam'ın yumuşaklığıyla karşılık vermenin gerektiğini vurguluyordunuz. Bunu İmam Humeyni'ye de sundunuz. Peki, bu gruba karşı içinizde nefret besliyor muydunuz?

Muntazari- Devrimden yıllar önce ideolojisini değiştiren Halkın Mücahitleri Örgütü ile fikirlerimin ters düştüğünü bilmeyen yoktur. O dönemde ben hapiste Ayetullah Talegani gibi başka şahıslarlaydım. Onlarla bir araya gelirdik. Ancak onlar fikirlerini değiştirip Marksist düşünceyi benimsediklerinde fikri ve pratik açılardan kendilerine muhalefet ettik. O dönemde liderlerini ve fikirlerini tanıdım. Onların yalancı gururlarını gördüm. Buna dayanarak devrimden sonra yollarını halktan ayırdıklarına tanık olduk. Bundan sonra ayrıca bu grupla hiç aynı fikirde olmadım. O vakit onlar şahıslarıyla, konumları ve sloganlarıyla Ayetullah Humeyni'yle buluşuyor, onunla konuşuyorlardı. Tabi belki o da kendilerine karşı çıkmak istiyordu. Halkın Mücahitleri örgütünün önde gelenleri en büyük payı istiyordu. Bu da sultanın öğrencileri olma doğalarından ve onu sınırlı denetimlerinden kaynaklanıyordu. Bu diğer devrimcilerin hiçbiriyle uymuyordu ve şiddet eylemlerine kalkıştılar. Sadece oğlumu değil yetişkinlerden birçoğunu, üniversitelilerden, havzadan seçkinleri ve birçok sıradan insanı öldürdüler. Bu şekilde ülkeye birçok kaybı dayattılar. 28 Haziran 1981 tarihinde oğlum Muhammed'in şehit düştüğü gün bir bildiri yayınlayarak şöyle dedim; "bu, bir oğlu kaybetmenin hüznünü göstermeye ilavedir – uzun seneler mücadele etti, işkencelere, korkutulmaya ve hapse maruz kaldı- . Daha büyük hüznüm ise saf, temiz, mücadeleci, siyasi çalışmada yeni ahit gençlerimiz, bu örgütün liderleri tarafından zayıf sloganlarla kandırıldı. Bu, oğlumun şehadetinden daha zordu.  

İMAM HUMEYNİ ADALETSİZLİKLERDEN HABERDAR DEĞİLDİ VE ONUN ADI İSTİSMAR EDİLDİ

Vefatından önce İmam Humeyni'ye iki mektup yazarak bu mektuplarda hapishanelerde insan haklarının ihlal edilmesine dair şiddetli kızgınlığınızı dile getirdiniz. Ayetullah Humeyni bu ihlallerden veya adaletsiz mahkemelerden haberdar değil miydi? Yoksa biliyordu da bir şey mi yapmıyordu? Hatta hatıratınızda; "İmam Humeyni'nin ömrünün son senelerinde çoğu zaman ismini kullanılarak hareket ediliyordu" diyerek arkadaş çevresine işaret ettiniz. (Anılar, sayfa: 663). Buradan şu çıkıyor ki bu sözle ya Seyyid Ahmet Humeyni ya Haşimi Rafsancani veya Hameney'e işaret edilmektedir. O dönemde siyasi güç sahibi kimdi?

Muntazari- Humeyni'nin hapishanelerdeki kötü durumu biliyor olabileceğini uzak görüyorum. Yöneldiği kişilerden bazıları ya yapamıyor ya da kendisine raporlar sunmayı istemiyordu. Arkadaş çevresine gelince onlar da halini dikkate alarak kendisine hiçbir haber veya rapor iletmemeye çalışıyordu. Günlerden bir gün ona; "seyidimiz eğer bir şahıs devrimi ve sizi onaylamıyorsa ve kendi halinde hiçbir faaliyette bulunmuyorsa onu hapse koyma hakkımız olur mu?" diye sordum bana; "hayır, ben dinin usulü müyüm ki beni kabul etmeyen hapse konulsun?" dedi. Görüşü işte böyle idi. Ancak bazıları onun ismini kullanıyordu. Onun ismiyle birçok iş oluyordu. Sonuç olarak tüm bunlar İslam'a, devrime ve Ayetullah Humeyni'nin şahsına zarar ve hasar verdi.

 

DEVRİM HALKIN TÜM EVLATLARI İÇİN; DIŞARIYA BAĞIMSIZLIK VE İÇERİYE ÖZGÜRLÜK İÇİN YAPILDI 

Şubat 2007'de bir gazeteye verdiğini röportajda; "Devrim halkın tüm evlatları içindi. Muhaliflerin ağızlarını kapatan hükümet için değil" demiştiniz. Şimdi; İran'da İslam Devrimi'nin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra bunu nasıl görüyorsunuz?

Muntazari- Ayetullah Humeyni şiarı yükseltti, bizler de insanlar da onunlaydık. Bu şiarlar aracılığıyla insanlar meydana çıktı ve devrim kazandı. Şiarlarımız: "Bağımsızlık, Özgürlük ve İslam Cumhuriyeti" idi. Bağımsızlık bir aşamaya kadar gerçekleşti. Ancak özgürlük ve İslam Cumhuriyeti'ne gelince hala önümüzde uzun bir yol var. Özgürlük konusunda yetkililerin şu anda attıkları sloganlara rağmen –buna örnek Amerika'da İran'ın dünya üzerinde en çok özgürlüğün bulunduğunu söylemeleri (Ahmedinejat'ın Birleşmiş Milletler'deki konuşmasına işaret etmektedir)- bu söz doğru değildir. Anayasadaki meşru ve açık özgürlükler kolayca ezilmektedir. Bu da önderlerin kendileri için anayasanın ve şeriatın üstünde koydukları dokunulmazlıkla gerçekleşmektedir. Hala birçok parti özgürlük sahibi değildir. Bazı siyasi gruplar sadece iktidardakilerin üsluplarına muhalefetleri sebebiyle "yasadışı" sayıldı. Sadece iktidardakileri öven basın organları hürdür. Bu organlar istediklerini söyler ya da kendilerine ne emredilirse onu yazar. Ancak hükümetten bağımsız medya yöneticiler, emniyet ve yargı kurumları tarafından sorunlarla karşılaşır. Bazı kişilerin de haber yapması ve görüntü çekmesi yasaklanır.

Yetkililer dünyada zulmün olduğundan ve adaletin bulunmadığından bahsediyor. Bizim ülkemizde de zulüm bulunmuyor mu? Adalet var mı? Diğerlerinin hakları ihlal edilmiyor mu? Ramazan bayramı namazındaki hutbede şöyle dedim; "vatandaşın paralarıyla kurulan; fıkıh, İslam ahlakı derslerinin verildiği ve dini meclislerin kurulduğu bir yer olan Hüseyniyye'yi neden onlarca yıl kapattınız?". Bu sözümden sonra olanları siz de gördünüz. Büronun üyelerinden biri olan Hüccet-ül İslam Şeyh Mücteba Lütfi'yi tutukladılar. Onun ve damadımın evini teftiş edip birçok eşya çıkardılar. Neden Meşhed ve Kum'daki bürolarımızı işgal ettiler? 

Cumhuriyet hususunda da şunu söylemek gerekir; "Anayasayı Koruma Meclisi ya da bazı askeri kurumlar gibi her şeyi elinde tutan yüksek kurumlara haksız müdahale ile seçimler tam anlamıyla adayların tasfiye edilmesine dönüştü. Layık olan, devrimci, genel hizmette, insanlara ve topluma hizmette tecrübeli insanları, asılsız gerekçelerle din ve sistem karşıtlığıyla suçladılar. Bunda tek sebep eleştiriyor olmalarıydı. Bu da pratik olarak adaylık için uygun görülmemelerine yol açtı. He kim iktidardakilerin zevki üzerine olur da seçim sandıklarında ismi kazanırsa onu halkın temsilcisi sayıyorlar! Açıkçası bunlar ulusun değil devletin vekilleridir!" 

Liderler, sadece "mutlak velayet" bendine dikkat ediyor. Ancak anayasanın kalan bentlerini ayaklarının altına alıyorlar. Mutlak velayet, hüküm sürenleri kanunun üzerinde saymaktadır. Bu da bireysel ve diktatör bir hükümete yol açmaktadır. Bu noktada fakihin fıkıhçı doğası nedeniyle İslam dengelerine ters düşecek bir çalışmada bulunmamaları için tembihlerle üç gücün kontrolcüsü olarak var olması gerekir yoksa ülkenin tüm ayrıntılarına müdahale etmesi ve insanların ve onların gerçek oylarıyla seçilen kimselerin hiçbir kudreti olmaması için değil.

Konulardan bir diğeri de insanların yaşam koşulları ve ekonomi. Atılan sloganlara karşın insanların eskilerden çok daha fazla sıkıntı yaşadıklarını görmekteyiz.  

HAKKIMDAKİ İDDİALAR KONUSUNDA SAVUNMAM BİLE ALINMADI!

İmam Humeyni'nin size gönderdiği iki mektupta sizi herhangi bir siyasi çalışma yapmanız konusunda uyardığını görüyoruz. Buradan sizin Halkın Mücahitleriyle bağlantılı olduğunuz sonucu çıkıyor. Devrimden sonra mahkûmları savunmanız da bu varsayımın doğruluğunu güçlendiriyor ve size göre devrim, İslam'ın ve halkın hizmetinde olmalı, İslam'ın yumuşaklığını göz önünde tutmalıdır. Ancak muhaliflerinizin sizin görüşlerinizi sizin aleyhinize kullandıkları fark ediliyor. Bu üzücü bir durum.

Muntazari – Bana göre dünyevi sorumluluklar göreceli bir şeydir. Bu nedenle de bunu istemiyordum. Buna dayanarak Halkın Uzmanları (yani Velayet-i Fakih tarafından seçilen uzmanlar meclisi) uygun gördüğünde ve halkın içinde beni sonraki lider olarak sunup lider yardımcılığına aday gösterdiği dilekçeyi onayladığında uzmanların başkanına bir mektup yazarak duruma itiraz ettiğimi bildirdim. Yetkili olduğum dönem boyunca övgücü olmamaya, lider koltuğuna oturmuş olmam gerekçesiyle iyiliği emredip kötülükten alıkoyma farzını ihmal etmemeye, hatalar karşısında susmamaya çalıştım. Ayetullah Humeyni'nin görüşü beni görevimden almak idiyse bana bunu dostane bir tavırla açıkça söylemesi, elimde siyasi bir yetkinin bulunmasının yarara olmayacağını belirtmesi gerekirdi. Doğru yöntem; bana Halkın Mücahitleri'ni destekleme gibi suçlamalar yöneltmek ve açıkça 'siyasi işlere karışma' demek değil buydu. Bu suçlamaları bana kendimi savunmak için açıklama yapmamı bile istemeden yöneltti. 1963 yılından beri mücadele sahasına girmem, bugün siyaseti terk etmem için bir kişinin izin vermesi ya da görüş bildirmesiyle miydi? Siyasetimiz diyanetimizin gözüdür demiyor muyuz? Ayetullah Humeyni kendisi "Tahrir'ul Vesile" isimli kitabının Cuma namazı bab'ında kendisi din siyasetten ayrıdır diyen kimse dinden de siyasetten de bir şey anlamamıştır, demiyor mu? Öyleyse neden kimin siyasete karışıp kimin karışmayacağını belirleyen bir emir çıkarıyor? 

"HALKIN MÜCAHİDLERİ" ÜYELERİNİN GELECEĞİ

Eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Halkın Mücahitleri'ne yönelik sempatik bir politika güdüyordu. Ayrıca kendisi örgütün üyelerinin birçoğunun pişmanlıklarını kabul etti ve ülkeye dönmelerine izin verdi. Bazıları Hatemi'nin bu politikasının, İran'da İslam Cumhuriyeti'nin Halkın Mücahitleri Örgütü'nü zayıflatmak için uyguladığı şiddetli çatışmaların sonuç getirdiği döneme denk geldiğini düşünüyor. Sizin görüşünüz nedir?

Muntazari- Liderlerin siyasetlerine tam muttali olmuş değilim. Ancak Halkın Mücahitleri üyelerinden aldatılanlar vardı ve bazı şiddetli çatışmalar nedeniyle ülkeyi terk ettiler. Bir sebeple örgütle yardımlaşmalarından pişman olup yoruldular. Genel bir afla halkın kucağına dönmelerini temenni ediyorum. 

İRAN'DA İNSAN HAKLARI KONUSU GELİŞTİRİLMELİ

Geçmiş yıllara göre İran'da insan hakları konusunda gözle görülür bir iyileşme var. Ancak Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası insan hakları örgütleri hala İran'daki insan hakları durumunu eleştiriyor ve iyileştirilmesini talep ediyor. Şu koşullarda İran'da insan hakları meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer sorunlar varsa çözülmesi için ne yapılmalı?

 Muntazari- İran'da insan hakları durumunun eskisinden daha iyi olduğu her gün duyduğumuz bir şey. İhlalleri yapanlar hala yapılması gerektiğine inanıyor. Ancak bunu kanun penceresinden yapıp işlerini yasal göstermeye çalışıyor. Bundan daha önemlisi yaptıklarının çoğu insanlar ve basın organları tarafından biliniyor. Bu da cevap vermek zorunda kalmalarına sebep oluyor. Bu uygun bir zemindir. Ancak ne yazık ki orada Şeyh Hadi Kabil ve bazı öğrenciler gibi eleştirel görüşlerini bildirdikleri için hala hapislerde tutulan şahıslar bulunmaktadır. Geçtiğimiz senelerde hapiste olup da yüksek kefaletlerle serbest bırakılan ancak henüz durumu bilinmeyen kimseler de var. İşgal edilip el konan bazı yerler ve paralar sahiplerine geri döndürülmedi. Bazıları yersiz sebeplerle eğitim ve çalışma hakkından mahrum edildi.

Son olarak Allah'tan halkı yükseltmesini ve güçlendirmesini niyaz ediyorum. Basın mesajlarınızda emaneti gözetmenizi ve gerçekleri ortaya çıkarmanızı temenni ediyorum.  

Etiketler : #Muntazeri'yle   #yapılan   #son   #röportaj   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN