Seyyid Kutub'un tefsir anlayışı

Kutub’a göre Kur’an’ın indiriliş amacı, sağlıklı müslüman şahsiyetli ve cahiliye mücadele eden bir toplum olduğuna göre tefsirin amacı da bu olmalı ve tefsir, bu amaca ulaşmaktan oyalayıcı olan hususlardan uzak olmalıdır.

22-12-2016


Tefsir ekolleriyle ilgilenen âlimler genellikle Seyyid Kutub’un tefsirini İctimai tefsir ekolü, İctimai-edebi tefsir ekolü veya Dava Ekolü kapsamında değerlendirirler. 


Bu isimlendirmeleri hatalı görmemekle birlikte eksik ve kapsayıcı bulmadığım için Günümüz Tefsir Problemleri” isimli çalışmamda “Dava ve Aksiyon Ekolü” ismi altında tefsirini ve tefsir anlayışını değerlendirdim ve bu ekolün kurucusunun Seyyid Kutup olduğunu belirttim. Dava ekolünden söz edenler de aslında ekolün kurucusu olarak ondan söz ederler ama ben “aksiyon kelimesini ilave etme ihtiyacını duydum. Çünkü günümüz Müslüman aydın ve âlimleri Batı medeniyetine karşı koyarken daha çok savunmacı bir üslup kullanırken Seyyid Kutup söz konusu medeniyeti “cahiliye” diye isimlendirmekte ve her vesileyle eleştirmektedir. Ayrıca eleştirirken üslubundan kendine olan öz güveni okuyucusuna da hissettirmektedir.


“Cahiliye” kelimesi Kur’anî bir terim olup bu anlamıyla Medeni surelerde geçmektedir. Ayrıca bu ayetlerin birinde “onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar” (bk. 5 Maide 50) denilerek itikat konularının yanında yargı ve yönetim konularını içeren bir ifade kullanılmaktadır. Bu nedenle Seyyid Kutup inanç, yargı, hayat anlayışı ve yönetimde gibi alanlarda Batı medeniyetinin hükümlerini benimsemiş toplumları “cahiliye toplumu” olarak isimlendirmiştir. O halde cahiliye kelimesini kavramlaştırırken Kur’an’dan hareket ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Tefsirinin mukaddimesinin ilk satırlarında bu kavrama dikkat çekmesi (Fi Zilal, I.3) ve eserlerinde sıkça bu kavramı zikretmesinde Batılılar’ın, sömürgeleştirdikleri ilkel toplumları medenîleştirdiklerini ileri sürmelerinin etkisi de muhtemeldir.


Batı medeniyetini benimsemiş Müslüman coğrafyada yaşayan toplumları da “cahiliye toplumları” olarak nitelemiş ve bu niteleme sebebiyle bazıları onu “tekfirci” olmakla itham etmişlerdir. Oysa o, İslam’ı benimseyen, günlük hayatında imkânların elverdiği ölçüde İslam’a teslim olmuş fertleri asla tekfir etmemiş hatta İslam âleminde yaşayan bazı fertlerin bilmedikleri için söz konusu medeniyetin peşine takıldıklarını söylemektedir.


Seyyid Kutub’un mevcut toplumları cahiliye diye nitelemesi sebebiyle Kutub’un ve İhvan’ın Müslümanları tekfir ettikleri yaygarası yayılınca söz konusu teşkilatın ileri gelenlerinden biri “Nahnu Duatun la Kudat” -yani biz davetçiyiz yargıç değiliz- adında bir kitap yazarak tekfirci olmadıklarını savunmuştur. Ayrıca Kutub’un, meramını aşan sözler söylediğine imalı da dikkat çekmiştir.
Yayılan bu yaygara üzerine teşkilat tarafından hapiste olan Kutub’a gönderilen elçilere de bu sözüyle mevcut Müslüman toplumları tekfir etmeyi kastetmediğini anlatmıştır.


Mevcut toplumları “cahiliye” toplumları olarak isimlendirmesinin nedenlerinden biri de belki de hayatta karşılaştığı olaylardır bu olaylar sonucunda Müslüman toplumlarında yaşayanların çoğunun samimiyetle İslam’a teslim olmadıkları menfaatlerinin peşinde şekilden şekle döndükleri konusundaki kanaatidir.

 
Kuşkusuz tekfircilik hoş karşılanacak bir durum değildir. Bundan beteri mürteddin öldürülmesi meselesidir. Dar bir zamanda tebliğimi hazırladığım için sadece Fi Zilal’in irtidatla ilgili ayetlerin tefsirlerini gözden geçirdim ve Kutub’un, mürteddin öldürüleceğine dair bir ifadesine rastlamadım. Oysa mevcut sünni mezheplerin dördüne göre mürtet öldürülür. Şahsen bu görüşte değilim. Çalışmalarımda bu meseleyle ilgili gerekçelerimi yazdım. 


Batı medeniyetini “cahiliye” diye niteleyen Kutup tarihi süreç içerisinde İslam’dan şu veya bu oranda uzaklaşmalarını da bir inhiraf olarak görmekte ve bunu eleştirmektedir. Bu nedenle o, kavmi yahut bölge veya kültür milliyetçisi olmadığı gibi İslam milliyetçisi de değildir. Hayatı boyunca cahiliye tortularından arınmaya çalışmış biridir. 


Müslüman toplumların cahiliye tortularında arınması gerektiğini Kıblenin tahviline dair ayetleri tefsir ederken “İyilik yüzünüzü doğuya ya da batıya yöneltmek değildir…” (2/177) ayetini görüşüne destek olarak zikredip Kâbe değişikliğinden amaç, doğu veya batı olmadığı gibi Kudüs yahut Kâbe de değildir. Mesele, Müslümanların Allah’a tam olarak teslim olması; cahiliyenin bulaştığı toplumlarla bütün bağları kesmesi ve özgün bir ümmet olmasıdır. Diğer toplumlara rehberlik ve önderlik etmesidir. (Fi Zilal, I.224-225). 


Müslümanlar önce Kudüs’e yöneldiler. Böylece cahiliye bir toplum olan müşrik Araplarla bağı kestiler. Ardından Kudüs’e yönelmekten vaz geçip Kâbe’ye yöneldiler ki onların cahiliyeye bulaşmış Kitap Ehliyle bağlarının olmadığı ilan edildi. (Fi Zilal, I.174). Çünkü İslam ümmetinin özgün ve diğerlerinden arınmış bir ümmet olması gerekiyordu. Ayrıca değerin şekil değil muhteva olduğu anlatılıyordu. (Fi Zilal, I.175). Oysa bugün İslam ümmeti hâkim olan cahiliye içerisinde bocalamaktadır. Bu bocalamaktan kurtulmadıkça ve cahiliye ile ilişkisini koparıp arınmadıkça yükümlü olduğu insanlığa rehberlik ve önderlik görevini yerine getiremez. (Fi Zilal, I.178).


Ona göre İslam ümmeti, diğer insanlara rehber ve önderlik etmek için var olmuştur. Sağlam düşüncenin, sağlam inancın, sağlam şuurun, sağlam ahlâkın ve sağlam yönetim ve düzenin önderliği. Bu nedenle İslam ümmetinin cahiliye kurallarına uyması düşünülemez. (Fi Zilal, II.17-18).


İslam toplumunun içinde bulunduğu durumun ve İslam ümmetinin başına gelenlerin inanç zafiyetinden kaynaklandığına inandığı için inanç konuları; ulûhiyet ve rububiyetin tevhidi gibi meseleler tefsirinde çokça yer almaktadır. 


Kutub’a göre Kur’an’ın indiriliş amacı, sağlıklı müslüman şahsiyetli ve cahiliye mücadele eden bir toplum olduğuna göre tefsirin amacı da bu olmalı ve tefsir, bu amaca ulaşmaktan oyalayıcı olan hususlardan uzak olmalıdır.


Ona göre Kur’an’ın indiği ortama uzak duranlar, Kur’an’ın amaçlarından uzak bir hayat yaşayanlar Kur’an’ı anlayamazlar. 
Seyyid Kutub’un tefsiri bir dirayet tefsiri olmasına rağmen diğer dirayet tefsirlerinin çoğuna nazaran daha çok hadis ve rivayetlere yer vermektedir. 


Ancak senedi sahih bile olsa hadis eğer Kur’an’la çelişiyorsa o hadisi kabul etmez. Mesela Felak sûresinin tefsirinde pek çok müfessirin yer verdiği Peygamber’in Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendiğine dair muhaddislerin sahih kabul ettikleri hadisleri ret eder. 


Söz konusu hadislerde Medine’de Lebid b. el-Esam sihir yapmış; bazı rivayetlere göre günlerce, bazılarına göre aylarca Peygamber bu sihrin etkisinde kalmıştır. Etki o kadar büyüktür ki hanımlarına yanaşmadığı halde yanaştığı hayaline kapılmış, bir rivayete göre ise yapmadığı bir şeyi yaptığını hayal etmiştir. Nihayet Falak ve Nas sureleri indirilmiş, -rüyasında gördüğü üzere- bu sureleri her okuduğunda düğümlerden biri çözülmüştür. Böylece bütün düğümleri çözmüş ve sihrin etkisinden kurtulmuştur.
Kutup bu rivayetleri ret ederken şöyle demektedir:


Bu rivayetler hem Peygamberin davranışları hem de dini tebliğ etmesi açısından peygamberliğin ismet sıfatına aykırıdır. Peygamberin her bir fiili veya sözü sünnet ve şeriattır inancıyla da bağdaşmamaktadır. Ayrıca Kur’an’ın, peygamberin büyülenmiş olmasını reddetmesiyle de çelişmektedir. Nitekim Kur’an müşriklerin Peygamberin büyülenmiş biri olduğu iddialarını yalanlamıştır. Bu nedenle bu rivayetleri dışlıyoruz. (Fİ Zilal, VIII.710).


Ayrıca Falak ve Nas surelerinin üslupları göz önünde bulundurulduğunda Mekke’de indirildiklerine dair görüşün tercih edilmesi gerektiğine dikkat çeker ve itikadi meselelerde sahih de olsa rivayetlere itibar edilmediğini sadece mutavatir rivayetlere itibar edilebileceğini belirtir. (Fi Zilal, VIII.710). 


Böyle Kutup bu sözleriyle Ehl-i Sünnet kelamcılarının büyük çoğunluğunun rivayetlerle ilgili görüşlerine katılmaktadır.
Kur’an’ın i’cazı konusunda da bu alana önem veren herkes nezdinde önemli bir yeri vardır. Kur’an’da lafız seslendirildiğinde çıkardığı ses ile o lafzın manası arasında uyumdan, kısaca Kur’an’da ahenkten, hem tefsirinde hem de kitaplarında söz eder. 
Bilindiği gibi Kur’an’ın İ’cazı konusunda bazı âlimler onun lafız ve üslubunu öne çıkarırken bazıları ihtiva ettiği mana ve konularına daha çok vurgu yapar. Daha önce de Kutub’un çokça söz ettiği ahenk i’cazından söz edenler olmuştur. Ancak hem az saydaki ayette bundan söz etmiş hem de muratlarını vazıh ve tutarlı bir şekilde anlatmamışlardır. İşte bu nedenle sözünü ettiğimiz görüşün kurucusu ve mucidi Seyyid Kutup kabul edilir.


Hem samimi ve içten anlatımıyla hem de anlattıklarıyla inanan kimseye güven verir. Günümüzde büyük darbeler yiyen inanmış kesimin kalbine su serper ve çoğunun zayıf olan kendilerine güvenlerini takviye eder. Aynı şeyleri çokça tekrar etmesi ve gereğinden fazla sözü uzatmasına rağmen tefsirinin çokça okunması ve pek çok dile çevrilmesi bu sebepten kaynaklanıyor olmalıdır. Tefsirine gösterilen ilginin sebeplerinden biri de çağımızda kelam ilminde yer alması gereken fakat kelama dair eserlerde yer almayan meselelere yer vermesidir. Aslında inanmış kesimin, çağdaş meseleleri inceleyen dirayetli kelami eserlere ihtiyacı vardır. Belki Müslüman entelektüel ve âlimler bu tür eserler yazsalardı ve bu eserler ihtiyacı karşılayacak düzeyde olsaydı İslam adına şiddete başvuranların sayısı azalırdı.


Hayatı boyunca eline silah almamış ve silahlı bir cemaat içerisinde hayatının hiçbir döneminde yer almamış; kendisi şiddete maruz kalıp idam edilmiş olmasına rağmen onu şiddet yanlısı; harici göstermeye çalışanlar var. Hatta tarihçi bir akademisyen Fethullah Gülen’in, gençlik yıllarında “Fi Zilali’l-Kur’an’ı” elinden düşürmediği şeklinde bir sözü olduğunu söyleyerek ülkemizde gerçekleşen darbe ile Fi Zilal tefsiri arasında ilişki kurmaya çalışmaktadır. 


Mısır’da Cemal Abdunnasır beraberindeki subaylarla dönemin Mısır kralına darbe yaparken İhvan-ı Müsliminin destek verdikleri ve o sırada Seyyid Kutub’un da söz konusu teşkilatta olduğu doğrudur. Fakat İhvan’dan birinin eline silah alıp destek verdiğine dair bu tarihçi akademisyenin elinde tek bir belge var mıdır? Ayrıca Mısır’daki sözünü ettiğimiz ihtilalden sonra İslam âleminin tamamına yayılmış olan İhvan hareketinin herhangi bir ülkede darbe teşebbüsünde bulunduğuna dair bir delil var mıdır? Bilakis onlar Mısır’da Sisi tarafından darbeye maruz kalmışlardır. Türkiye hariç gür sesle bu darbeye karşı çıkan olmamış Fethullah Gülen de darbe aleyhinde tek söz söylememiştir. Her vesileyle demokrasiden dem vuran ABD ve Batıdan da ses çıkmadığı gibi darbeyi şu veya bu şekilde desteklemişlerdir. 


Kaldı ki ülkemizdeki darbenin arkasında olduğu söylenen zat hayatı boyunca İslamcı diye isimlendirilen İhvan ve benzeri hareketlerle hep mücadele etmiştir.


Fethullah Gülen tıpkı bu akademisyen gibi Türk ırkçısı bir milliyetçidir. İhvan-ı Müslimin ve özellikle Seyyid Kutup İhvan’a katıldıktan sonra ırkçı eğilimlerden tamamen uzaktır. Bunu cahiliye damarı olarak görmüş ve bu eğilimle mücadele etmiştir.
Seyyid Kutup ve İhvan İslam hâkimiyeti fikrini hep savunmuşlardır. Fethullah Gülen ve cemaati ise hep bu fikre karşı çıkmışlardır. Şu kadar kitabı ve konuşması olan Gülen’in İslam’ın hâkimiyetini savunduğuna dair acaba tek bir paragrafı var mıdır?


Sözünü ettiğimiz akademisyen makalesinde Gülen’in CİA ve Batıyla ilişkisi olduğunu söylemektedir. Seyyid Kutub’un gayr-ı Müslimlerle ve özellikle ABD ile bağlantılarına dair tek bir belge veya delil hatta yazar ve benzeri kimseler dışında bir iddia ileri sürmüş müdür?


Bu tür önemli vakalarda gerek milliyetçi, gerek devletçi, gerek laik gerek mezhepçi hasılı bağnaz kesimlerin yaftalamalarla meseleyi izah etmeye çalışmaları sosyal olayları derinlemesine inceleme konusunda geri oluşumuzdan kaynaklanan ve ne yazık ki toplum tarafından bu eğilimlerin benimsenmesinden kaynaklanan bir durumdur.


Sonuç olarak İslam âleminin gaflet uykusundan uyandırmaya çalışmış ve çalışmakta olan âlimleri dindarlık iddiasıyla karalayanlar ve karalamaya çalışanlar hep olacaktır.

Mehmet Sait Şimşek

Etiketler : #Seyyid   #Kutub'un   #tefsir   #anlayışı   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN