Sistemle savaşımız ve kölelikten kurtuluş

O halde siyaset ve siyasetçi değişse bile sistem var olacaktır. Bu sefer Müslümanca ezileceğiz. Çünkü var olan sistem içerisinde İslami bir duruş sergileyemeyiz.

07-11-2016


Müminler, aralarında borçlarını ödeyemeyecek durumda olanları yüzüstü bırakmazlar. Onun fidyesini ve diyetini aralarında öderler.  Medine anayasası m. 11
 
Modern toplumlar, insanların bankalara yani kula kul olduğu toplumlardır. Bankaların geliştirdiği sistemle tüm insanlar ve hatta devletler köleleştirilmiş ve bu sistemin taleplerini karşılamak için çalışmak zorundadırlar. Ne kadar bankalara bulaşmak istemesiniz bile bir şekilde sistem sizi bulaştırmaktadır. Hatta hacca gitmek isteseniz bile bir şekilde bankalar üzerinden iş yapmaktasınız.
 
Modern kapitalist sistem, bankaların tahakkümü olduğu sistemdir. Tüm kurgu bu sistem üzerine kurulmuştur. Bankaların tahakkümü sayesinde Yahudiler sermayeleri ile insanlığı yönetmektedir. Bankaların arzularını yerine getirmek için uluslar savaşmakta, kıtlıklar ve yokluklar baş göstermektedir. 
 
Peki, neden bankalara tüm insanlığın bekasını emanet ediyoruz
 
Bu sistemi kıramaz mıyız
 
Mevcut sistem içerisinde bunu yapmak imkânsızdır. Yapılacak tek şey, sistem dışına çıkmak ve yeni bir sistem inşa etmektir. Bu sistemde bankalarını tahakkümü olmayacaktır. İnsanlar ihtiyaçlarını bu faiz sisteminin dışında karşılayacaktır. Bunun için de önce insanlara neyin ihtiyaç ve neyin de aslında ihtiyaç olmadığı bilinci verilmelidir. İhtiyaçlarının neler olduğunu bilen bir insan, ihtiyaç fazlası arza yönelmeyeceği için gereksiz harcama yapmayacak ve bu durum daha az çalışmasına, borca batmasının önlenmesine ve ailesine daha fazla zaman ayırmasına neden olacaktır. 
 
Gerçi kapitalist sistem sürekli üretim ve tüketim yapısı içerisindedir. Üretimin artması bir başarı ve gelişmişlik ölçüsüdür. Ne yapıp edip insanların tüketim arzuları kamçılanmaktadır. 
 
Bizim kuracağımız yeni sistemde insanların tüketim arzuları kamçılanmayacak, ihtiyaçlar oranında tüketime sevk edilecektir. Böylece kaynak tüketimi ve israfı ortadan kalkacaktır. Üretimin azlığı bir eksi olarak görünse de ihtiyaç fazlası üretimi insana dayatmak aslında doğru değildir. İhtiyaç fazlası üretim başka insanlara, ülkelere yöneltilecektir. Bu durumda insanlar arasında gelir adaletsizliği ve açlık yaşanmayacağı gibi, insanların tüketimin kölesi olmasından da çıkmasına neden olur.  Bankacılık sistemi yerine ihtiyacı olan insanlara oluşturulan bir fon ile yardım edileceği gibi, borcunu ödeyemeyecek olan insanlara da kurulan bir sistem ile borçları ödenir. Burada insanların sistemi istismar edip fazla harcama yapıp borçlanacağı eleştirisi gelebilir. Fakat sistem sürekli borçlanıp borcunu ödeyemeyecek duruma düşenlere karşı da önlem alabilir. Örneğin bu tür insanların kendi parasını çekip çeviremeyecek durumda olduğu düşünülerek yani müsrif olduğu düşünülerek geçici bir süre harcama yapısına el konulabilir. Danışman aracılığı ile kendi bütçesini idare etmesi sağlanabilir. Düşünüldükçe kendi sistemimizi kurabilecek alt yapıyı oluşturabileceğimizi görebiliyoruz. 
 
Modern toplum, asılında hayvani bir toplumdur. Yani acımasız ve düşeni parçalama üzerine kurulmuştur. Zaten kâr ve başarı da buradan gelmektedir. Borcunu ödeyemeyecek durumda olanlara yardımcı olup borcunu ödemesi sağlanacağına faiz, temerrüt, ceza ve haciz masrafları da eklenerek gerçek borcun beş on katı bir talepte bulunabilmektedir. Hatta zaruri ihtiyaçları olan elektrik, su ve diğer faturalarda bile faturalarını ödeyemeyenlere faturasından daha çok ek bir ceza sunulmaktadır.  Bütün bunlar, kapitalist sistemin var olması için yapılan uygulamalardır. 
Sisteme karşı savaşımız var bizim… Biz Müslümanların savaşı sadece bir devlet değil sistem savaşıdır. Peki, savaştığımız bu sisteme karşı kendi sistemimizi kurduk mu İlim adamlarımız ve akademisyenlerimiz bu konuda bir çalışma yaptı mı İlahiyatçılarımız nüzulü İsa’yı, Mehdiyi ve benzeri konuları tartışmak yerine bu konulara zaman harcadı mı
 
Hayır!
 
O halde siyaset ve siyasetçi değişse bile sistem var olacaktır. Bu sefer Müslümanca ezileceğiz. Çünkü var olan sistem içerisinde İslami bir duruş sergileyemeyiz. Kendimize ait bir sistemimiz olmadıktan sonra sömürenin adının değişmesi bir şey değiştirmez. İran ve Suudi Arabistan devletleri İslami hassasiyetleri olduğunu iddia eden iki devlet olmasına rağmen, batılı sisteminin bekçiliğini yaptıklarının farkında değillerdir. Sisteme yönelik alternatifler üretememektedirler. Var olan ulus devleti, kapitalizm ve parlamenter sistemi daha fazla özümsemiş, batılı değerlere iman etmişlerdir.
Biz İslam derken topyekûn bir sistemden bahsediyoruz. Aileden başlayıp, devlete oradan ekonomi, eğitim ve sosyal hayata uzanan bir sistem.. Neden bu konularda çalışmıyoruz da eforumuzu ortaçağdan kalma kelami mevzulara harcıyoruz Bu da bir oyalama taktiği ve emperyalizmin oyunu değil midir.
 
İbrahim Halil Er/Milli Gazete

Etiketler : #Sistemle   #savaşımız   #ve   #kölelikten   #kurtuluş   
YORUMLAR
  • HUSEYİN ŞAŞMAZ   07-11-2016 13:44

    HİLÂFET'İN FARZİYETİNİN DELİLLERİ İslam yalnızca ruhani bir şekilde yansıtılarak toplum hayatından ve devletten uzaklaştırılmıştır. Bundan sonraki gelişmelerde laikliğe “devletlerin ideolojisi” olarak davet edilmiş, Hilafeti hayatımızdan koparıp atmayı bu şekilde başarmıştır. “Bizler, Müslümanların çocukları arasında, herhangi bir İslami birlik hakkındaki herhangi bir şeye son vermek zorundayız. Zaten Hilafeti bitirmeyi başardık, bundan sonra; ister kültürel isterse düşünce olarak Müslümanların yeniden bir araya gelemeyeceklerinden emin olmak zorundayız.” İngiliz Dışişleri Bakanı, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İngiliz Başbakanına kısaca şöyle hitap ediyor: “Şu durumda Türkiye artık öldü ve tekrar asla doğmayacak. Çünkü biz onun ahlaki gücünü, Hilafet’i ve İslam’ı yok ettik.” (yukarıdaki satırlar İngiliz Başbakanı Lord Curzon’un, 24 Temmuz 1924 Lozan Antlaşması’ndan sonra Lortlar Kamarası önündeki konuşmasından.bir bölümdür.) Bugün Müslümanların kendi yönetim sistemlerini bilmiyor olmaları şaşırtıcı değil midir?! Ya onların yeniden dirilişleriyle alakalı Hilafet kelimesini hiçbir tartışmada dahi duymamış olmaları garip değil midir?! İngilizler, bize kendi sistemlerine yönelten ve dinimizden hızla uzaklaştıran bir “eğitim” vermeyi ne yazık ki başardılar. Hilafet bizim için neden hayati önem arz etmektedir? Bizim içerisinde İslam’ı yaşayabileceğimiz tek mekanizma, Hilafet Devleti yönetimidir. Bu, Raşid Halifelerin tatbik ettikleri yönetim sistemi idi. İngilizlerin sadık ajanı hain Mustafa Kemal’in yıktığı, 3 Mart 1924 tarihine kadar varlığını sürdüren bu yönetim sistemi Hilafetten başka bir şey değildi. Peygamber (sav) şöyle dedi: “İslam’ın düğümleri, her biri tek tek çözülünceye kadar, kopacaktır. Bu çözülen düğümlerin ilki yönetim ve sonuncusu da namaz olacaktır.” (İmam Ahmed, Müsned) Konumuzun akışında, İslam ümmetine zihinlerinden sökülüp atılan, İslamın yönetim sistemiyle ilgili delilleri hatırlatmak istiyoruz. Hilafetin Farziyeti A- Kur’an-ı Kerim’de: Allah (subhanehu ve Teala) Kur’an-ı Kerimi’nde şöyle buyurdu: 1.“Hayır! Rabbine And olsun ki; onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda, seni hakem tayin edip sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, gerçekten iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) 2.“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.” (Nisa 105) 3.“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma! Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” (Maide 49) 4.“Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Kuran’ın bu ayetleri ve diğer birçok ayetler, Allah’ın indirdikleriyle yönetimin farziyeti konusundaki şüphelere apaçık delillerdir. İlk ayet, özellikle doğrudan aramızda hükmedilmesi için sadece Allah’ın indirdiklerini esas almamamız halinde gerçek bir İmana sahip olamayacağımızı bildirmektedir. Bu, Allah’ın hükümleriyle hükmeden bir yönetim sistemini kurmanın, tüm Müslümanlar üzerinde farz olduğuna ilişkin önemli bir işarettir. B-Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti’nde: 1.İmam Müslim, Ebu Hazm’ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Hureyre (r.a.) ile beş sene beraberdim ve ondan Peygamber (sav)’in şöyle dediğini duydum: “Resulullah (sav) buyurdular ki: “Beni İsrail'i (İsrail oğullarını) peygamberler yönetiyorlardı. Bir peygamber vefat edince, onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yoktur. Fakat ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklardır.” Orada bulunanlar: (Onlar hakkında) bize ne emredersiniz? diye sordular. “Önceki biatınıza sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin. Zira Allah’u Teala, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır.” buyurdu. (Buhari, Enbiya, 3196; Müslim, İmaret, 3427; Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 7619) Bu hadis açık bir şekilde, İslam’da yönetim şeklinin nasıl olduğunu ifade etmektedir ki; o, Peygamber (sav)’den sonra Hilafettir. Ne (İran’da olduğu gibi) İslam cumhuriyeti, ne (Libya’da olduğu gibi) Sosyalist İslam cumhuriyeti, ne (Birleşik Arap Emirliği’nde olduğu gibi) İslami emirlik ve ne de (Suudi Arabistan ve Ürdün’de olduğu gibi) krallık değildir. İslam’da yönetim şeklinin sadece Hilafet olduğu diğer birçok hadis ile de desteklenmiş ve işaret edilmiştir. 2.İmam Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a.)’den Resulullah (sav)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Kim boynunda beyat (halkası) bulunmadan ölürse, cahiliyye ölümüyle ölmüştür.” 3.Ahmed bin Hanbel ve İbn Ebi Asım, Peygamber (sav)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Her kim kendi yaşadığı dönemde bir İmam olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.” Böylece Peygamber (sav) tüm Müslümanları bir İmama bağlanmasını, ona biat etmesini veya boynunda biat halkasının bulunmasını zorunlu kıldı. Biat akdi Halifeden başkasıyla yapılmaz. Hadislerden öğrendiğimize göre; Halife (Emir’ul Mü’minin veya İmam) Müslümanların işlerini yönetendir.Bu nedenle; Hilafetin kurulması ve bir Halifenin seçilmesine yönelik bir emirdir. C-Sahabelerin Sözlerinde: Ali İbn Ebi Talib (ra) şöyle dedi: “İnsanlar, ister iyi isterse kötü olsun bir İmam (Halife) olmadan, doğrulmazlar (düzelmezler)” (Beyhaki, Kenz-ul Ummal, 14286) Abdullah İbn Ömer (r.a.) şöyle dedi: “İnsanlar zalim ve günahkar olsa bile, eğer yöneticileri onları İslam ile yönetiyor ve ona tâbi oluyorsa, ümmet acı çekmez ve bozulmaz. Fakat yöneticiler zalim ve günahkar ise, insanlar İslam’ı istese ve ona tâbi olsalar bile, ümmet acı çeker ve bozulur.” (Ebu Nuaym, Hilyet-ul Evliya) Ömer İbn el-Hattab (r.a.) şöyle dedi: “Bir toplum (cemaat) olmadan, İslam olmaz. Liderlik (İmaret) olmadan toplum olmaz ve işitip itaat etme olmadan liderlik olmaz.” D-Ulemanın Sözlerinde: İmam Kurtubi Bakara suresi 30. ayetin tefsirinde (Muhakkak ki; Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım) ayeti hakkında şöyle dedi: “Bu ayet bir İmam veya bir Halife’nin seçiminde bir kaynaktır. Kelime onunla birleşik geldiği için; o işitilir ve ona itaat edilir. Hilafet ahkamı onunla tatbik edilir ve buradaki farziyet hakkında Mutezili olan el-Asam dışında, ne imamlar arasında ne de ümmet arasında bir ihtilaf yoktur.” (Tefsir-ul Kurtubi, 1/264) İmam Kurtubi yine şöyle dedi: “Hilafet diğer sütunların kendisine dayandığı (asıl) sütundur.” İmam Nevevi şöyle dedi: “Halife seçmenin tüm Müslümanlar üzerine farz olduğu konusunda icma (alimlerin ittifakı) vardır.” (Şerh-u Sahih Müslim, 12/105) İmam Gazali Hilafetin kaybolmasının potansiyel sonuçlarını yazarken, şöyle dedi: “Hakimler uzaklaştırılacak, vilayet hükümsüz kılınacak... bunların otoritedeki kararları icra edilmeyecek ve bütün insanlar haram sınırı üzerinde bulunacaktır.” (el-İktisad fil İtikad, 240) İmam İbn Teymiyye şöyle dedi: “İnsanlar üzerinde hükmeden makamın (Hilafet görevi) dinin en büyük farzlarından biri olduğunu bilmek vaciptir. Aslında onsuz din müessesesi yoktur. Bu (görüş); el-Fadl İbn İyad, Ahmed bin Hanbel ve diğerleri gibi Selef’in görüşüdür.” (Siyaseh Şeriyyeh, “Liderliğe bağlılığın farziyeti” bölümü) İmam Ebu’l Hasen el-Maverdi şöyle dedi: “İmamet (liderlik) akdini yapmak, bütün ümmet üzerine icmaen vaciptir.” (el-Ahkam’us Sultaniyyeh, 56) İmam Ahmed şöyle dedi: “Müslümanların işlerini yürütecek bir İmam (Halife) olmadığında fitne meydana gelir.” Hicri 6. asrın ünlü alimlerinden Ebu Hafs Ömer en-Nesefi şöyle dedi: “Müslümanlar, açık bir şekilde; hudutları (ceza sistemini) yürüten ve hükümleri icra eden, (devlet) sınırlarını savunan, orduları teçhiz eden, zekatı toplayan, (devlete karşı) isyan edenleri, casusları ve haydutları cezalandıran, cuma’yı ve iki bayramı ikame eden ve (Allah’ın) kulları arasında çıkan ihtilafları çözen, meşru haklar konusunda şahitlerin şahitliğini kabul eden, evlenen gençlere ve ailesi olmayan fakirlere veren ve ganimetleri dağıtan bir İmama (Halifeye) sahip olmalıdırlar.” İmam el-Cuzeyri -ki, kendisi dört büyük mezhebin fıkhında uzmandır- dört imamın görüşlerini dikkate alarak şöyle beyan etmektedir: “İmamlar (dört mezhebin imamları; Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbeli) -Allah onlara rahmet etsin- İmametin (Hilafetin) bir farz olduğu ve Müslümanların dinin hükümlerini tatbik eden ve zalimlere karşı haklarını veren bir İmam tayin etmelerinin vacip olduğu konusunda ittifak ettiler.” (Fıkh’ul Mezahib’ul Erbaa (Dört Mezhebin Fıkhı) 5/416) İmam el-Heysemi şöyle dedi: “Bilinmektedir ki; sahabeler peygamberlik döneminin sona ermesinden sonra İmam seçmenin vacip olduğu hususunda icma ettiler. Muhakkak ki onlar; Peygamber (sav)’in defnedilmesini terk ederek, Halife seçimine yönelmek suretiyle; bu farziyetin, diğer farziyetlerden daha önemli olduğunu gösterdiler.” (Savaik’ul Harakah,17) Tek Bir Halifenin Farziyeti A-Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti’nde: 1.İmam Müslim, Said el-Hudri (r.a.)’den Peygamber (sav) şöyle dediğini rivayet etti: “İki halifeye biat edildiğinde, ikincisini öldürün!” (Müslim, İmaret 3444) 2.Arface İbnu Şureyh (r.a.) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken; bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürün!" (Müslim, İmaret 3443) 3.Abdullah bin Amr bin el-As (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim bir imama beyat eder, elinin ayasını ve kalbinin semeresini ona verirse -ona gönül hoşluğuyla beyat ederse- ona itaat etsin. Onunla çatışan bir başkası gelirse, sonrakinin boynunu vurun." (Müslim, İmaret, 3431) Hal böyle iken; İngilizler ve onların işbirlikçisi olan sömürgeciler tarafından çizilen, milliyetçi sınırlar üzerinde, bölgesel İslamî emirlik kurmak konusunda ısrar eden Müslümanların durumu nasıl olur? Kafirlerin planlarının arkasında, ne olduğunu görmüyorlar mı?! Ümmetin tamamı için birden fazla Halifenin bulunması; bir günah, bir fitne ve saflarımız arasındaki bir bölücülüktür. B-Sahabelerin (ra) İcması’nda: İbni Kesir “Siret”inde, et-Taberi “Tarih-ut Taberi”de, İbn Hişam “Siret-i İbn Hişam”da, Beyhaki “es-Sunen-ul Kubra”da, İbn Hazm “el-Fasl fi’l Milal”da ve el-Vakidi “el-Akd el-Farid” adlı kitabında; Sahabeler (r.a.) -Peygamber (sav)’in vefatının ardından- Beni Saide’de (Sakife evinde) toplandıklarında, El-Habbab İbn’ul Munzir (r.a.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Sizden bir emir, bizden de bir emir olsun” (yani, biri Ensar’dan, diğeri Muhacirlerden olmak üzere iki emir olsun). Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) şöyle cevap verdi: “Müslümanların iki emirinin (yöneticisinin) bulunması haramdır.” Sonra ayağa kalktı ve Müslümanlara hitap etti. Buna ek olarak; İbn İshak da “es-Siret”inde Sakife günü, şunu söylemek için gittiği rivayet edilmiştir: “Müslümanların işlerinin ve görüşlerinin farklı olmasına, birliklerini bölmeye ve aralarında münakaşa çıkmasına yol açtığı için; Müslümanlar üzerinde iki emir sahibi bulunması haramdır. Sonra sünnet kaldırılır, bidat yayılır ve fitne meydana gelir ve bu hiçbir kimsenin yararına olmaz.” Sahabeler (ra) bunu kabul ettiler ve Ebu Bekir’i (ra) ilk Halifeleri olarak seçtiler. İki emir görüşünü öne süren Habbab İbn Munzir (ra) de onu doğruladı ve Ebu Bekir’e (ra) ilk biat edenlerden oldu. Bu Sahabelerin tümünün bir icmada bulunduklarını göstermektedir ve böylece bu, bizim için şer-i bir delil oldu. Ali İbn Ebi Talib (ra) de Resulullah (sav) cenazesinin yanında hazır bulunduğu sırada bunu tasdik etti. C- Alimlerin Sözlerinde: 1.İmam eş-Şevkani “Tefsir-ul Kur’an’il Azim” adlı kitabının 2. cildinin, 215. sayfasında, şöyle yazmıştır: “Bilinmesi İslam’dan zarurettir ki; İslam Müslümanların arasının bölünmesini ve topraklarının (birbirinden) ayrılmasını haram kılmıştır. 2.Herkesçe meşhur imam, Hasan el-Maverdi “El-Ahkamu’s Sultaniyye” kitabının 9. sayfasında, şöyle demektedir: “Ümmetin aynı vakitte iki İmam’a (lidere) sahip olması, haramdır.” 3.İmam en-Nevevi, “Muğni el-Muhtac” kitabının 4. cildinin, 132. sayfasında şöyle demektedir: “Araları uzak olsa ve dünyanın farklı yerlerinde bulunsalar bile, iki veya daha fazla İmam’a beyat vermek, caiz değildir.” İmam Nevevi ayrıca “Şerh-u Sahih’il Müslim” kitabının 12. bölümünde, sayfa 231’de şunu da bildirmektedir: “Eğer aynı vakitte birinden sonra diğeri için iki beyat verilirse, birinci biat geçerlidir ve bu kabul edilmeli ve tatbik edilmelidir. Oysa ikinci beyat geçersizdir ve kabul edilmesi haramdır. Bu; alimlerin çoğunun doğru olan görüşüdür. Onlar tek bir vakitte, İslam toprakları ne kadar gelişmiş ve büyümüş olursa olsun, iki Halife tayin etmenin caiz olmadığını benimsemişlerdir.” 4.İmam İbn Hazm “el-Muhalla” kitabının, 4. cildinin, 360. sayfasında şöyle demektedir: “Dünya üzerinde, bir İmam’dan fazlasının bulunması caiz değildir.” 5.İmam el-Cuzeyri, “Fıkh’ul Mezahib’ul Erbaa” kitabının 5. cildinin, 416. sayfasında, dört imamın görüşlerini dikkate alarak şöyle demektedir: “İster ittifak isterse ihtilaf olsun, Müslümanlar için dünyada iki İmam’ın var olması haramdır.” Sonuç: Sonuçta görülebilmektedir ki; Hilafet yönetim sistemi, İslam’ın tamamını tatbik eder. Böylece İslam ve Müslümanlar, ona bağlanır. Bu sadece bir farz değildir. Bununla beraber İslam’ın kendisiyle uygulandığı bir mekanizmadır. Müslümanların Peygamberi takviminin, Hicretin 1. yılından başlamasının nedeni de budur. Hicret, Mekke’nin şirkinden kurtulup, Medine’de İslam’ın bir yönetim sistemi olarak kurulmasının işaretiydi. Bundan dolayı; Hicri takvimin 1. yılı; ilk ayetin inzal edildiği yıl veya Hıristiyanların (kendi inançlarına göre) yaptığı gibi, Peygamber (sav)’in doğduğu yıl değil de, Hicretin gerçekleştiği yıldan başladı. Buna göre hiçbir kimse, İslam’daki bu en büyük görevin ihmal edilmesinde veya terk edilmesinde, asla bir özür veya mazeret sahibi olamaz. Bu günahı üzerinde taşıyan kimse, cahiliyye ölümü ile ölecektir. Bundan dolayı; Hilafeti bilen ve onun için, Peygamber (sav)’in metoduna uygun olarak çalışan samimi Müslümanlarla birlikte çalışmak farzdır ve bu istisnasız tüm Müslümanlar üzerine yüklenen en büyük görevdir. Bu, Müslümanların ölüm-kalım meselesidir. Hiçbir kimse, bu işin imkansız bir iş olduğunu iddia edemez. İmam Ahmed İbn Hanbel, Huzeyfe (ra)’dan Allah Resulü (sav)’in şöyle rivayet etti: Efendimiz (sav): “Peygamberlik Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda kalacak, sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, Peygamberlik metodu üzere bir Raşidi Hilafet olacak (yani ilk dört Raşid Halife dönemi). Sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, ısırıcı krallık (liderlik) dönemi olacak (yani Emevi, Abbasi ve Osmanlı hanedanlıkları). Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, zorba diktatörlük olacak (bugün Müslümanların başındaki tüm küfür yönetimleri). Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra aranızda Peygamberlik metodu üzerinde, (yeniden) bir Raşidi Hilafet olacak.” dedi ve sustu. (İmam Ahmed, Musned, 4/273) Peygamber (sav) Mescid-i Aksa’nın yahudilerden kurtuluşu hakkında da şöyle dedi: “İki Hicret olacak ve ikincisi babanız İbrahim (as)’ın göç ettiği yere (yani Filistin’e) olacaktır.” Hicret, Müslümanların küfür topraklarından, İslam Devleti’ne göç etmeleriyle meydana gelir. Bundan sonra hiç kimsenin, bu işin imkansız bir iş olduğunu iddia etmesi mümkün olmaz. Zira Allah ve Resulü, başarının sözünü vermişlerdir. Tüm bunlar; bu aziz çalışmayı yapmakta acele etmesi ve davayı sadakatle ümmete taşıması ve onlara kendi dinlerinin anımsatılması için, müminlere bir hatırlatmadır. İmam Ahmed, Müsned’inde (5/35) Resul (sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Eş-Şam (Filistin, Lübnan, Ürdün, Suriye) halkı, doğru yoldan saptığında; aranızda hiçbir iyilik kalmaz. Fakat bununla beraber, bir fırka (grup) ümmetim tarafından desteklenmeye devam edecektir ve Kıyamet Gününe kadar, sapanlar onlara zarar veremeyecektir.” Allah (cc) İnşallah kendi yurdunda (yeryüzünde) kendi dinini yeniden ikame etmede, bize yardım etsin. Amin... http://www.hilafet.com/dergi/H150-159/H150/03.htm

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN