Sorgulanmayan vesayet

Bu ülkede vesayet kavramından söz edip de laik sistemin Allah’ın dini üzerindeki vesayetinden söz etmemek büyük bir eksiklik olacaktır.

13-02-2010


Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Özden Örnek’e ait “darbe günlükleri”nin ortaya çıkarılması ve ardından sayıları neredeyse bir düzineye ulaşan darbe planlarının çorap söküğü gibi birbiri ardına deşifre edilmesiyle, siyaset üzerindeki askerî vesayet ciddi şekilde sorgulanmaya başlandı. Son olarak, bugüne kadar ortaya çıkarılan darbe planları içerisinde en dehşet vericisi olan “Balyoz Harekât Planı”nın da ortaya çıkarılması, askerî vesayetin etkisizleştirilmesi yönünde adımlar atılmasına zemin hazırlayan bir gelişime oldu.

 

Cuma vakti cami bombalayıp yüzlerce masumun kanına girmeyi de içeren Balyoz Darbe Planı, bir savaş planı görüntüsü altında kotarılmaya çalışılmışsa da, ortaya çıkan bilgi ve belgeler mızrağın çuvala sığmayacağını gösterecek nitelikte. Söz konusu planın, 28 Şubat sürecine ait düzenlemelerden olan ve askere toplumsal olaylara doğrudan müdahale hakkı tanıyan EMASYA Protokolü çerçevesinde şekillendirilmesi, askerî vesayetin sacayaklarından olan bu protokolün feshedilmesine giden sürecin fitilini ateşledi. Geçtiğimiz hafta söz konusu protokol tamamen ortadan kaldırıldı. Şimdilerde askerî vesayetin diğer önemli sacayakları durumundaki TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) tartışılıyor.

 

28 Şubat sürecinde oynadığı etkili rolle hatırlanan ve yukarıda sözünü ettiğimiz EMASYA Protokolü’nün altındaki imzanın da sahibi olan Emekli Orgeneral Çetin Doğan, aynı zamanda Balyoz Harekât Planı’nın da mimarı çıktı. Kendisi her ne kadar hâlâ söz konusu planın bir darbe planı değil “savaş oyunu” olduğunu savunmaya devam etse de, eldeki karineler hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde kanlı bir darbe planına işaret eder nitelikte. Bu yüzden de askerî vesayet karşısında atılan son adımlar asker cephesinden de bir tepkiyle karşılaşmıyor.

 

Din üzerindeki vesayet ne zaman gündeme gelecek?

 

Bu ülkede vesayet kavramından söz edip de laik sistemin Allah’ın dini üzerindeki vesayetinden söz etmemek büyük bir eksiklik olacaktır. Nitekim, bugünlerde askerî vesayet tartışmalarının fitili ateşlemiş olan Balyoz Harekât Planı’yla ismi gündemde olan Emekli Orgeneral Çetin Doğan, iki yıl önce (2008) Maya Dergisi’nin 248. sayısında yayınlanan “Sil Baştan” başlıklı makalesinde şöyle diyordu:

 

“…Hıristiyan dininde 15’inci asırda gerçekleştirilen reform, ruhban sınıfının dünya ve ahiret işlerini tedvirde, İncil’de yer almayan geniş yetkilerini sonlandırmıştır. Bizde ise, Cumhuriyetin laik niteliğinin güvenceye alınması için, din zorunlu olarak devletin gözetim, denetim ve vesayeti altına alınmıştır.”

 

Aslında Çetin Doğan’ın söz konusu yazıda dile getirdiği hususlar malumun ilamından başka bir anlam taşımıyor. “Cumhuriyetin laik niteliğinin güvenceye alınması için, dinin devletin gözetim, denetim ve vesayeti altına alındığı” gerçeğini Çetin Doğan’ın yazısından öğrenmiş değiliz muhakkak ki. Lakin, laiklik adı altında Allah’ın dini üzerinde vesayet kuran, bu dinin mabedlerini ve ibadetlerini vesayeti altına alma siyaseti güden sistem içerisinden bu tür bir itirafın yapılmış olması çok önemli.

 

Bugünlerde adı bir darbe planı vesilesiyle gündemde olan ve askerî vesayetin tartışılmasında kilit rol oynayan bir asker kişinin, laik devletin Allah’ın dini üzerinde vesayet kurmuş olduğunu açık açık söylemesi, söz konusu vesayeti görmezden gelen veya görüp-bilip de gündemleştirmeye gerek duymayan biz Müslümanlar açısından bir uyanış vesilesi olabilir.

 

Evet, kuruluşundan itibaren İslam’ı ve İslam’a ait değerleri toplumsal alandan kovmayı temel bir politika haline getiren mevcut sistemin, kendi işleyişine müdahil kılmadığı İslam’a müdahil olmayı, İslam’ın mabed ve ibadetleri üzerinde dahi vesayet kurmayı amaçladığı bilinmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (Kurulduğu 3 Mart 1924 tarihindeki adıyla Diyanet İşleri Reisliği) bu amaç doğrultusunda yapılandırıldığı bilinmektedir. Prof. Dr. Bülent Tanör (1940-2002), bir Kemalist olarak, Diyanet’in ne amaçla kurulduğunu şöyle özetlemişti:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu… DİB, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti... Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB’i kullanmaktaydı.” (Bülent Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, 1920 Sonları - 1996)

Askerî vesayet tartışmalarının odağında bulunan Genelkurmay’la aynı kanun maddesinde yapılandırılan Diyanet’in hazırladığı hutbelere, çıkardığı dergilere, her camide asılan yıllık takvimine, internet sayfasında yer verdiği dökümanlara kabaca bir göz atıldığında söz konusu vesayetin bugün tüm ağırlığıyla devam ettiğini görmek mümkündür.

 

Açılımların gündemde olduğu, üst üste çalıştayların toplandığı ve toplumun çeşitli kesimlerinin sorunları üzerine eğilindiği bu süreçte, İslam’ın mabed ve ibadetleri üzerindeki resmî vesayet politikasının sorgulanmaması büyük bir handikaptır. Diyanet’in bu konudaki merkezî rolünü sorgulayacak ve bu konuda alternatif çözümler üretecek bir tartışma zemini geliştirmenin ve Allah’ın dini üzerindeki resmî vesayet politikalarına karşı toplumsal bir bilinç oluşması yolunda adımlar atmanın vakti gelmiştir.

 

(Şükrü Hüseyinoğlu / Özgün Duruş)

Etiketler : #Sorgulanmayan   #vesayet   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN