Suriye’nin geldiği yol ayrımı çok önemli ve hassas bir dönüm noktasıdır. Baştan beri diktatör yönetimin tek seçenek olarak gördüğü bastırarak, susturarak güvenliğe kavuşturma çözümü, bütünüyle acımasız ve orantısız güç kullanmasına rağmen olayları durduramamıştır. Ortadoğu intifadası diye isimlendirdiğimiz Tunus, Mısır ve Libya’daki halk ayaklanmaları görece olarak daha çabuk zafere ulaştı. Fakat halk ayaklanmasının hem daha uzun hem de daha kitlesel olduğu Suriye’de zafere ulaşmak pek kolay olacağa benzemiyor. Bu nedenlerle her kesin aklına gelen soru şudur: Suriye nereye gidiyor?
Suriye’yi bekleyen bir mezhep çatışması mı, yoksa bir iç savaşı mı? Suriye dış müdahaleye açık hale getirilerek Libyalaştırılmak mı isteniyor? Yoksa Yemen çıkmazına doğru mu ilerletilmek isteniyor? Bu senaryolar hangi komşu ülkeleri ne kadar etkiler acaba?
Bu gibi sorulara cevap bulabilmek için, on bir ay boyunca devam eden halk gösterilerinin kat ettiği merhaleleri doğru okumak ve direniş sürecinde atılan sloganları yakından izlemek ve kapsamlı bir biçimde analiz etmek gerekir.
40 yılı aşkın, baba-oğul zulmü altında inleyen Suriye halkı bugüne dek, her gün ağır bedeller ödüyordu. Suriye halkı uzun yıllardır yönetimin adalet ve özgürlükler alanında adım atacağına dair hiç ümit ışığı göremedi. Karanlık tünelin ucunda az da olsa kurtuluş ışığı göremediği için suskundu, mecburen beklemedeydi. Tunus ve Mısır’daki zaferleri gören Suriye halkının adil bir ülke ve özgür bir toplum ümitleri hızla filizlendi. 40 yıldır tasallutu altında yaşadığı korku imparatorluğunu alaşağı etmek için işe korku duvarlarını yıkmakla başladı.
Suriye halkı Baas diktasını protesto gösterilerine çok önemli bir sloganla başladı. Bu slogan Baas ile Suriye halkı arasındaki ilişkiyi özetliyordu aslında. Zillet içinde yaşamaktansa ölmek daha iyidir. ( el mevt vela el mezelle) Suriye intifadasının hikmeti ve gücü esasen bu sloganda toplanmaktır. Çünkü Suriye halkı -ama bütün bir Suriye halkı-şunu gayet güzel idrak etmiştir: Baas diktası iktidarda kaldıkça ölümden daha acı bir akıbet beklemektedir kendilerini.
Baas cuntasına başından beri hâkim olan düşünce halka karşı derin bir güvensizliktir. Özgür ve şeffaf bir seçim sistemine giden her adımın, Esed yönetimin sonu olacağını gayet iyi biliyorlar. İktidarda kalmak için güç ve entrikaya başvurmaktan başka hiçbir yolu bilmiyorlar.
Geçen her gün artan işkence, katliam, hapis ve yıkım politikalarıyla bir çözüm üretemeyeceğini bilmesine rağmen dış tepkilere pek fazla kulak asmıyor. Şimdilerde uluslar arası arenada gösterilen tepkilerin daha önce Hama katliamının unutulması gibi zamanla azalacağı üzerine hesaplar yapıyor. Rusya, Çin ve İran desteklerine dayanarak daha geniş bir bölgeyi istikrasızlığa, iç savaş ve mezhep çatışmalarına sürükleyeceği yönünde tehditler savuruyor. Bu tehditleriyle iktidarda kalacağına inanan Baas diktası, Türkiye ve Körfez ülkelerini istikrarsızlaştırmak için manevralar yapıyor. Söz konusu ülkelerin içişlerini karıştıracak şantajlarıyla bu ülkeleri pasifleştirmeye çalışan Esed yönetimi, bütün iyi niyetli komşu ve dost nasihatlarını reddederek sonuna kadar savaşa hazır olduğunu açıkça deklere etti.
Bu gerçekler ve denklem önünde, vakayı doğru teşhis ve doğru tedavi çok önemlidir. Yıkım ve katliamın ulaştığı boyutlar insanların akıl ve vicdanlarının izah edemeyeceği sınırlardadır. Bu saatten sonra artık, rejimin gitmesi için ölümü dahi göze alan halk ile sistematik bir zulüm mekanizması olduğu gizlenemeyen Baas çetesinin bir daha yan yana gelmeleri mümkün değildir. İki taraftan birinin kesin olarak zafer kazanmasından başka çatışmaların durmasına imkan yoktur.
Tarih boyunca özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini kaybeden hiçbir millet. Suriye halkı da Baas-Esed zulmüne karşı sürdürdüğü adalet ve özgürlük savaşını inşa-Allah kazanacaktır ve kazanmaya da mahkûmdur. Çünkü Suriye halkının önünde başka bir seçenek de yoktur.
Bütünüyle sivil haklın silahsız ve çatışmasız bir başkaldırısı olarak başlayan ayaklanmayı Baas diktası tank ve top ateşleriyle karşılayarak halka silah kullanmaktan başka çare bırakılmamıştır. Silahlı mücadele seçeneğinin elbette ciddi riskleri de vardır. Ancak şunu iyi bilmek gerekir ki şu an sokakta silah kullanan iki grup vardır: Suriye Özgür Ordusu (ve bazı bireyler kişiler) ile Baas ordusu (ve Şebbihalar).
Bireyleri silahlandırmak, güçlendirmek ilk seçenektir. Ama bu yol çok tehlikelidir çünkü kontrolsüz ve başsız gruplar, hem şimdilerde hem de Baas yönetimi düştükten sonra büyük sorunlar oluşturabilir. İleride çeteler ve birbirleri ile savaşan örgütler doğabilir. Suriye bu türden kaotik bir duruma düşmemeli ve düşürülmemelidir.
Tek sağlam seçenek olarak geriye Suriye Özgür Ordusu’nu desteklemek kalıyor.
Silahlı dış müdahale -Suriye halkı dâhil -hiç kimsenin tercihi olmamalı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden kınama kararı çıkarma acizliği önümüzde duruyor. Baas yönetiminin arzuladığı iç savaş ve mezhep çatışmasına sürüklenmemek ve de Suriye halkının kendi elleri ile kurtuluşunu sağlamak için Suriye Özgür Ordusu’nu güçlendirmek gerekiyor. Bu yöntemle bütün bu olumsuz sapmalar önlenmiş olacaktır.
Bunu sağlayabilmek için de dış yardıma ihtiyaç vardır. Suriye direnişine lojistik destek vermek ve tampon bölge oluşturmak atılması gereken ilk adımlardır. Bu imkanlar sağlandığında Suriye ordusunda yaşanan çözülmeler hızlanacaktır. Silah kullanmak, cepheye katılmak isteyen geniş kesimleri de bünyesine alınarak hızlı bir şekilde büyüyecek Suriye Özgür Ordusu, silah sağlandığında Baas diktasının düşüşü çok hızlanacaktır. Hatta öyle ki belki birkaç hafta içinde dikta rejimi tamamen çökertilebilir.
Libya’dan farklı olarak Suriye’de diktatörün düşüşü hızlandıracak çok önemli iki husus var. Birincisi Suriye ordusundan ayrılan asker zaten savaşa hazır kişiler ikincisi Suriye’de her kes silah kullanmayı iyi bilmektedir. Liselerde ve üniversitelerde verilen askeri eğitim, askerliğini yeni bitiren kişileri de düşündüğümüzde Suriye’de silah eğitimini almış kitlenin önemi anlaşılmış olur.
Burada tabi ki komşu ve dost ülkelere çok iş düşer. Bölgedeki en önemli ülkeler İran Türkiye ve Suudi Arabistan’dır. Bu üç ülkeye büyük işler ve tarihi sorumluluklar düşüyor. İran baştan, açıkça tavrını ilan etti. Çin ve Rusya ile birlikte İran da maalesef Suriye yönetimini desteklemekte.
Son noktayı koyacak Türkiye ve Suudi Arabistan’ın son duruşları, Suriye’de finale yaklaştığımızı gösteriyor. Umarız bu bekleyişimiz fazla sürmez. Çünkü geçen her an Suriye halkına yeni katliamlar ve yıkımlar olarak dönüyor.
Dr. Mustafa Hamitoğlu (Suriye Ulusal Konseyi Üyesi)
(Kaynak: Haksöz Haber)