Etkileri hâlâ devam eden ve 28 Şubat’ın mağdur üreten davalarından Tevhid-Selam ve Umut davalarının mağdur sanıkları ile MAZLUMDER İstanbul Şubesi’nde bir basın toplantısı gerçekleştirildi.
Mağdurlardan Mehmet Şahin, Abdülhamit Çelik, Hakkı Selçuk Şanlı, Ahmet Kılıç (Hasan Kılıç’ın oğlu) ile Tevhid-Selam davası avukatlarından Cüneyt Toraman’ın da katıldığı toplantıda, ilk olarak MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar bir konuşma yaptı. Tevhid-Selam davasından yargılananların bir kısmının Yargıtay’daki kararlarının onandığını, yakın zamanda tekrar hapse girdikten sonra cezalarını tamamlayıp bu ay çıktılarını belirten Sarıyaşar “Bu yetmiyormuş gibi Tevhid-Selam örgütü tekrar gündeme taşındı. Özellikle basın-yayın organlarında bir kısım yazarlar tarafından yoğun bir şekilde kamuoyu önünde yargısız infazlar yapılmakta ve hem kişilerin hem de ailelerinin hakları yargı yoluyla çiğnenmektedir” dedi. Sarıyaşar daha sonra basın açıklaması metnini okuyarak mağdur sanıklar ve avukatlara söz verdi.
Av. Cüneyt Toraman: “Tevhid-Selam soruşturması tamamen çakma bir soruşturmadır”
Tevhid-Selam davası avukatlarından Cüneyt Toraman ise 2000 yılında başlayan Tevhid-Selam örgütü davası ve Umut Operasyonunun, her hangi bir terör eylemi veya eylem hazırlığı sebebiyle başlamış bir dava olmadığını, bu operasyonun emniyet genel müdürlüğü tarafından liste hazırlanması ve ondan sonra İslami kurum ve ceamaatlere birer birer baskın yapılmasıyla başladığını söyledi. Toraman sözlerini şöyle sürdürdü; “Sahte deliller, işkence altında alınmış ifadelerle sahte bir örgüt yarattılar ve Türkiye’deki bütün İslami grup ve cemaatleri bunun içine soktular. Umut Operasyonu niçin başladı? Aslında o dönemde Süleyman Demirel zamanında planlanmış bir İran gezisi vardı. Bu ziyareti engellemek için başlatıldı. İkinci sebep ise Uğur Mumcu’ya fail bulmaktı. 17 yılda 30’dan fazla fail ortaya attılar ama Mumcu ailesine bir türlü beğendiremediler. Bu cinayet aslında faili meçhul değil bilinen bir cinayetti. Devletin içindeki derin yapı tarafından yapılmıştı. 17 yıl sonra kamuoyunu ikna edelim ve bu insanlara yıkalım diye isimleri belirlediler. Mağdurlar tutuklandıktan bir gün sonra gazetelerde ve TV’lerde Uğur Mumcu’nun katilleri bulundu diye lanse edildi. Bu katillerden biri de Abdülhamit Çelik olarak gösterildi. Oysa kendisinin Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün İstanbul’da düğünü vardı ve ailesi bunu delillerle ispat etti. Ama operasyona devam ettiler. Bu insanlara 7-8 gün işkence yaptılar. Eşlerini, kardeşlerini rehin aldılar ve tehdit ederek istedikleri ifadeleri imzalattılar. Sanıklar mahkemede ifadelerini reddettiler ve ‘Biz bu ifadeleri işkence altında verdik’ dediler ama mahkeme de Yargıtay da bunu dikkate almadı. Sanıklar avukatlarıyla görüştürülmedi. Bir de terör örgütü mensubu olmakla suçlandılar. Bunu ise tarladan çıkarılan silahlar üzerinden yaptılar. Ben savunmamda Susurluk dosyasında kaybolan silahlarla bu sanıklara isnat edilen silahlar arasında aşırı bir benzerlik olduğunu, bu silahların susurluk silahları olduğunu ve faili meçhul cinayetlerin de bu silahlarla işlendiğini söyledim. ‘Silahlara balistik inceleme yapılsın, birçok cinayet aydınlanacaktır’ dedim. Mahkeme bu talebimizi de reddetti. Sunulan tüm delilleri çürütmeye hazır olduğumuz halde, mahkeme de Yargıtay da bizi ciddiye almadı ve cezaları onandı. Biz bu Yargıtay’ın ne kararlar verdiğini çok iyi biliyoruz. Adnan Menderes’in kararını da, Mirzabeyoğlu’nun kararını da bu Yargıtay onadı, ne kadar çarpık olaylar varsa hepsini bu Yargıtay onadı. Ben bu yargıya güvenmiyorum. Türkiye’de yargılama bir formalite. Bütün operasyonları, yargılamaları emniyet yapıyor. Emniyetin zihnindeki şablon savcı tarafından iddianameye dönüşüyor, iddianame mahkeme kararına dönüşüyor ve bu da Yargıtay tarafından onanıyor. Türkiye’deki yargılama komedisi budur. Eğer mahkeme ya da Yargıtay görevini yapsaydı Tevhid-Selam davasından kesinlikle mahkûmiyet çıkmazdı.”
“Türkiye’de ne kadar İslamcı diyebileceğimiz grup-cemaat varsa hepsi Tevhid-Selam Örgütü torbasının içine sokuldu”
Av. Cüneyt Toraman konuşmasının sonunda şunları söyledi: “Burada şuna da dikkat çekmek istiyorum. Bugün bildiğiniz gibi bazı emniyet mensuplarına yönelik operasyon var. Diyorlar ki; ‘Bu insanlar masum, masumiyet karinesi ihlal edilmesin, belki beraat edecekler’ Peki Tevhid-Selam ile ilgili şu anda bir dava var mı? Sanıklar kaç kişiyse yargılandı, haklı-haksız mahkûm edildi, bitti mi dava? Bitti. Şu anda soruşturma dahi yok. Bu insanları siz nasıl suçlayabilirsiniz? Bu masumiyet karinesinin ihlali değil midir? İdeolojisi-görüşü sizinkinden farklı olunca insanları suçlu gibi kamuoyuna lanse ediyorsunuz. Tevhid-Selam soruşturması tamamen çakma bir soruşturmadır. Tek bir terör eylemi ve hazırlığı yoktur. Hakan Fidan’ı koltuğundan indirmek amacıyla gerçekleştirildiğini düşünüyorum ve Türkiye’de ne kadar İslamcı diyebileceğimiz grup-cemaat varsa hepsi bu torbanın içine sokuldu.”
Abdülhamit Çelik: “İki grup arasındaki bir savaşa bizi alet etmeyin”
Daha sonra konuşan Abdülhamit Çelik, kendilerine operasyon yapıldığında Türkiye-İran ilişkilerinin güçlenmek üzere olduğunu ve dış güçlerin bunu istemediğini, kendilerinin ise oluşturulan senaryolarla İran ajanı ilan edildiğini belirtti. Çelik sözlerini şöyle sürdürdü: “Terörle mücadelede bize işkence sırasında dediler ki ‘Bizim önümüze iki konuda gelmeyeceksiniz; birincisi İran taraftarı olmayacaksınız, ikincisi İsrail aleyhtarı olmayacaksınız.’ Maalesef ikisi de bizde vardı. Bizim gazetemiz bütün Müslümanların yanında olduğu gibi İran’ın da yanındaydı ve İsrail’in karşısındaydı, bu yüzden bize karşı operasyon yaptılar. Bugün ise maalesef bazı medya organları mahkeme tarafından karar verilmiş ve takipsizlikle sonuçlanmış bir davayı tekrar gündeme getirmeye çalışıyorlar. Yaklaşık bir yıl önce açılan ‘acem uşakları’ adlı bir sitede bizim terör örgütü mensubu olduğumuz yazıldı ve Zaman Gazetesi, Bugün Gazetesi, Karşı Gazete, Alternatif Ajans, Samanyolu Haber de bunlarla ağız birliği yaparak bize karşı bir algı operasyonu yapıyor. Ben bu medyalarda ilgili kişileri arayıp ‘Bizimle ilgili bir soracağınız varsa bize de sorabilirsiniz’ dediğim halde bir cevap alamadık. İki grup arasındaki bir savaşa bizi alet etmeyin. Biz kimsenin oyuncağı değiliz. Bize bunları yaşatan güçler medya yoluyla yaptıkları kampanyalarla bugün bizim tekrar içeri girmemizi istiyor. Ben içeri girmekten de işkencelerden de korkmuyorum. Çünkü görülebilecek bütün işkenceleri gördüm. Ölmekten de korkmuyorum, ama iftiraya uğramak ve ailenizle birlikte sürekli tehdit edilmek kadar korkunç bir şey yok.”
Mehmet Şahin: “Tevhid-Selam örgütü ile ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak istiyorsanız 2000 yılının Mayıs ayına, Umut Operasyonu’na dönmek zorundasınız”
Son olarak söz alan Fatih Akıncıları Onursal Başkanı ve Tevhid-Selam Örgütü lideri suçlamasıyla mahkûm edilen Mehmet Şahin ise 2011 yılından sonra ortaya çıkan Tevhid-Selam örgütü dinleme meselesinin hükümet tarafından çözülmeye çalışıldığını belirtti. Şahin, operasyonların devam ettiğini söyleyerek “Ben hükümete çağrıda bulunmak istiyorum; gerçekten Tevhid-Selam örgütü ile ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak istiyor ve bu uydurmanın nasıl tezgâhlandığını açığa çıkarmak ve sorumluları ile ilgili yasal işlemler başlatmak istiyorsanız 2000 yılının Mayıs ayına, Umut Operasyonu’na dönmek zorundasınız. 2000 yılında bize yönelik operasyonda üç hedef vardı; Selam Gazetesi ve Selam Vakfı çevresi susturulmak isteniyordu çünkü 28 Şubat sürecine rağmen hâlâ sesini yükseltiyor, özgürlüklerden, adaletten bahsediyor, başörtüsü meselesini savunuyor ve gözaltına alınan 28 Şubat mağdurlarına sahip çıkıyor, onların sesi oluyordu. Bunun dışında özellikle Amerika ve İsrail’in ülkemizde ve ülkemiz dışında oynadığı oyunları ifşa ediyordu. İkinci hedef Türkiye’ye düşman bir İran algısı oluşturmak istiyorlardı. Üçüncüsü ise faili meçhul cinayetleri kapatmak için suçu bizlere atmaktı” dedi.
2000 yılının Mayıs ayında Umut Operasyonunda gözaltına alındığı ve sonrasında 8 gün boyunca işkence gördüğü süreci anlatan Şahin, 8 günün sonunda savcıdan önce adli tıp doktoruna götürüldüğünü, doktorun kendisini muayene bile etmeden savcılığa ‘Herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmamıştır’ tutanağı gönderdiğini belirtti. 2002 yılında yargılamaları devam ederken, faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olarak idam almış ve cezası sonradan ağırlaştırılmış müebbete çevrilmiş olan arkadaşı Rüştü Aytufan’ın Eskişehir Cezaevi’nden alınarak, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı’nın odasına götürüldüğünü ve Amerikalılar tarafından sorgulanmak istendiğini söyleyen Mehmet Şahin sözlerini şöyle sonlandırdı: “Tevhid-Selam örgütü dinlemeleri ile ilgili gözaltına alınan arkadaşlar TV’de dediler ki ‘Bizi sahur vakti evimizden aldılar, oruç tutan insanlardık. Beş cüzüm kalmıştı, okuyamadım’. Belli ki bu insanlar alnı secdeye giden insanlar, Müslüman insanlar, Kuran okuyan, oruç tutan insanlar. Ben buradan o arkadaşlara seslenmek istiyorum; Arkadaşlar sizin o okuduğunuz Kuran var ya, ‘müminler kardeştir’, ‘mümin erkekler ile mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler’ diyor. Biz birbirimizin velisiyiz, niçin bize karşı komplolar, tuzaklar kurdunuz? Bizi yıllardır dinliyorsunuz, bizim Müslüman insanlar olduğumuzu anlamadınız mı? Bizim de namaz kıldığımızı, oruç tuttuğumuzu, Kuran okuduğumuzu anlamadınız mı? Allahtan korkmadınız mı? Hiç Allahın huzurunda hesaba çekileceğinizi düşünmediniz mi?”
Toplantı basın mensuplarının sorularının cevaplandırılması ile son buldu.
Basın Açıklamasının Tam Metni:
TEVHİD-SELAM DAVASI VE UMUT DAVASI GERÇEKLERİ
Bilindiği gibi toplumsal hayata “gayr-i nizami” yöntemlerle müdahale edilen 28 Şubat darbesi sürecinde, topluma karşı yürütülen operasyonun en önemli araçlarından birisi de yargıydı. 90’lardan itibaren birbirinden farklı yüzlerce davada insanlar akıl almaz iddialarla, işkenceli sorgulamalara dayalı uydurma delillerle, adil yargılama ilkeleri yok sayılarak yargılanmış neticede, polis onlarca “terör örgütü”nün isim babalığını yapmıştır.
Bu “örgüt”lerden birisi de uzun süredir gündemde olan Tevhid Selam Örgütü’dür. Kurucusu ve üyesi oldukları iddiasıyla defalarca işkence edilen, cezalandırılan ve halen cezalandırılmakta olan sanıkların bile ismini emniyet aşamasında öğrendiği bu “Örgüt” dolayısıyla yüzlerce insan gece yarısı operasyonuyla göz altılara, tutuklamalara ve yargısız infazlara maruz bırakılmıştır. Bütün hukuk ilkeleri çiğnenerek; dönemin başbakanı Bülent Ecevit ve İçişleri Bakanı Saadettin Tantan dâhil önemli figürler, yakalananların Uğur Mumcu'nun katilleri olduğu söylenmiş; ortada büyük bir hukuk skandalı olduğu anlaşılınca, uzun süre tutuklu yargılanan sanıklara sadece “Örgüt üyeliği” ve yöneticiliğinden ceza verilmiştir. Davayla ilgili başlıca hukuksuzluklar şu şekildedir.
1- Bu davayla ilgili operasyon, herhangi bir “silahlı eylem” ya da “silahlı eylem hazırlığıyla” ilgili olarak veya suç unsurundan hareketle başlatılmamış, İstanbul’da gözaltına alınan sanıkların, ev ve işyeri aramalarında, herhangi bir silah, patlayıcı madde ve suç unsuruna rastlanılmamıştır.
2- Operasyonun hemen ertesi gününde tüm televizyon ve gazetelerde “Uğur Mumcu’nun katilleri yakalandı!” haberleri geçmiş; henüz sorgulama tamamlanmadan Başbakan Bülent Ecevit ve İç İşleri Bakanı Saadettin Tantan, katillerin yakalandığını basın aracılığıyla duyurmuşlardır. Bu şekilde “suç işlediği sabit olana kadar herkes masumdur” ilkesi devlet eliyle ihlal edilmiştir.
3- Şüphelilerin görüntüleri tüm yazılı ve görsel basına dağıtılarak afişe edilmiş, eş ve çocukları hakkında basında gerçek dışı haberler yayınlanmıştır. Mağdurların çocukları öğrenim gördükleri okullarda dahi yargısız infaza tabi tutulmuşlardır.
4- İstanbul’da gözaltına alınan kişiler Uğur Mumcu’nun katilleri olmakla suçlanmış, daha sonra ortaya çıkan gelişmeler sonucu (Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün şüphelilerden Abdülhamid Çelik’in düğün merasiminin olması ve diğer şüphelilerin de bu düğünde bulunması), katillerin bu kişiler olmadığı anlaşılınca; Ankara’da bir dizi operasyon daha yapılarak aslında Uğur Mumcu’nun katillerinin yeni gözaltına alınan kişiler olduğu iddia edilmiştir. Bu iki dosya tefrik edilmesi gerekirken, aksine “Örgüt”ün askeri ve kültürel kanattan oluştuğu iddiasıyla dava açılmıştır.
İlginçtir son günlerde gündem, yoğun şekilde ve yeniden “Tevhid Selam Örgütü” ismi üzerinden yürütülen operasyona odaklanmıştır. Başbakanı ve en yakınındaki kişileri bir ülke ajanlığıyla suçlamak adına, 2000 yılında yapılan Umut Operasyonu'nun devamı niteliğinde, 2011 yılından beri hukuksuz dinlemeler yapılmıştır. Söz konusu soruşturma dosyasının aynı isimle devam etmesi tesadüf değildir. Var olduğu iddia edilen “Tevhid Selam Örgütü” adıyla yürütülen ve birbiriyle alakasız binlerce insanın dinlenmesi üzerinden delil icadıyla yürütülen bir soruşturma dosyasıyla kirli bir ortam oluşturulmak istendiği açıktır.
Dinlemeleri yapanlar ve onların savunucuları, 2011 yılından beri yapılan dinlemelerin meşruluğunu, 2000 yılından beri devam eden ve henüz sonuçlanan Umut Davası'na dayandırmaktadırlar. Bu davada Yargıtay, 28 Şubat karakteristiğinde söz konusu “Örgüt”ün varlığını inatla tescil edercesine ve gayri hukuki bir şekilde mahkûmiyet kararı verilmiş ve daha dün bu ülkenin yargısından mahkûmiyetler alan Ergenekon vb. dosyalarda olan deliller ve itiraflarca düzmeceliği ortaya çıkan bu “Örgüt” hakkında bir kampanya başlatılmıştır. Çeşitli gazetelerde ve belli yazarlarca da, 28 Şubat sürecinin etkisinde oluşturulan soruşturma dosyası içeriği ve polis fezlekeleri ile Yargıtay'ın verdiği hukuksuz karar esas alınarak sanal bir gerçeklik oluşturulmaya çalışılmakta, masumiyet karinesi hiçe sayılarak insanlar basın aracılığıyla lekelenmekte, insanların hayatı ve geleceği kirli propaganda savaşının malzemesi yapılmak istenmektedir.
Dinlemelerin hukuksuz, “Tevhid Selam Örgütü”nün ise uydurma olduğunu her fırsatta vurgulayan siyasal iktidar, 2011 yılında yapılan dinlemelerin temeli olan Umut Davası'na ve Umut Davası'ndaki hukuksuzluklara ve yargılamanın uydurma olduğuna ilişkin her hangi bir açıklama, inceleme ve irdeleme yapmamakta: Sanki 2011 yılından beri yapılan hukuksuz dinlemeler, 2000 yılında yapılan bu kirli operasyonla ilgisizmiş gibi bir tavır içerisine girmektedir. Bu tavır 2000 yılında yapılan hukuksuzlukları ortaya çıkartmaya değil, dinlemeleri yapan odakların cesaretlenmelerine yol açmaktadır. Zira dinlemeleri yapan odaklar, "Umut Davası'nın onaylanmasından dolayı şimdilik kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi, ileride bu davanın açılamayacağı anlamına gelmez!" şeklinde tehditkâr açıklamalarda bulunmaktadırlar.
Tüm bu davalar 90’lı yıllarda yapılan Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi faili meçhuller, asit kuyuları, Sivas, Başbağlar gibi sonrasında da Malatya Zirve, Trabzon Santoro, Hrant Dink vb. katliamların asıl katilleri ve sorumlularını gizleme yolunda “Kirli Devlet” operasyonlarıdır.
MAZLUMDER olarak, daha önce de 28 Şubat’ta başlayan ve brifingli Mahkemelerce verilen kararların devam etmekte olduğunu; bu kapsamda Malatyalılar, Hizbuttahrir, İbda-C, Umut Operasyonu (Selam-Tevhid), İslami Hareket vb. davalarda son yıllarda ardı ardına verilen Yargıtay’ca onama kararlarının 28 Şubat mağdurlarını bir daha mahkûm ettiğini burada yaptığımız basın toplantılarıyla kamuoyuyla paylaştık.
28 Şubat’ta ezilen kitlelerce verilen oylarla iktidara gelen hükümetlere defalarca bu sorumluluk, görev ve yetkilerini hatırlattık. Bunun ancak TBMM tarafından Milletin iradesi doğrultusunda “28 Şubat Yargı kararlarının İptal edilmesi”ni sağlayacak bir düzenlemeyle sağlanacağını söyledik. Bu konuda kampanyamızda toplanan imzaları TBMM de yetkili mercilere iletip başvurumuzu yaptık. Ancak hep erteleme ve hep ötelemeyle karşılaştık.
Umut Davası'ndaki hukuksuzluklar net olarak ortaya konmadan, 2011 yılındaki dinlemelerin araştırılması ve bu ülkenin başbakanınca dillendirilen “darbe girişimi iddialarının” soruşturulması beyhude bir çaba olacaktır.
MAZLUMDER olarak siyasal iktidara tekrar ve tekrar Umut Davası'nın aydınlatılması için çağrıda bulunuyor; hukukun herkese lâzım olduğu gerçeğini hatırlatıyoruz. Bu vesileyle vurgulamak isteriz ki:
Binlerce insanın hayatını karartan 28 Şubat sürecinin sivil-asker, bütün unsurlarıyla aydınlatılması ve 28 Şubat sürecindeki askeri brifingli siyasi yargı kararlarının iptal edilmesi gerekmektedir.
Hâlen devam ettiği anlaşılan 28 Şubat siyasi yargılamalarının yok addedilerek, tutsakların serbest bırakılması ve zararlarının tazmin edilmesi hayati bir önem kazanmıştır.
TBMM’ni göreve çağırıyor TBMM çatısı altındaki tüm Milletvekilleri’ne “28 Şubat Yargı Kararlarının İptali” için gerekli kanuni düzenlemeleri yapma sorumluluğunu yerine getirmelerinin Millet’e karşı vekâletlerinin bir zorunluluğu olduğunu hatırlatıyoruz.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi “Hukuk Herkese Lazım”dır.
Tıpkı dün 28 Şubat süreci boyunca haykırdığımız, sonrasında bu zulümleri yapanlar Ergenekon, balyoz vb. operasyonlarla tutuklanırken, bugün de bu hukuksuz dinlemelere oturtulan yargı tezgâhı ile seçilmişlerin dizaynına kalkışanlara yapıldığında dediğimiz, gibi…
Biz Kim Olursa Olsun ve Kime Olursa Olsun!
Hukuksuzluk ve Zulme karşı durmaya devam edeceğiz!…
Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.
Cüneyt Sarıyaşar / MAZLUMDER İstanbul Şubesi - 11. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı
(İslami Analiz)