Ümmetin ortak göz yaşı
Müslümanlar, özellikle de gayri İslami olarak tesis edilmiş bir yönetim biçiminin içinde yaşayanlar; kendilerine bir yer açma gayretine düştüler. Ekonomide, siyasette, sağlıkta, eğitimde her yerde olabilmenin her yerde söz söyleyebilmenin kaygısına düştüler. Bu durum onlar için güzel gelişmelerdi.
20-08-2018
Hz Ömer’in (RA) İran'ın fethinden sonra oturup ağladı rivayet edilir. Yanındaki sahabeler, “Ya Ömer! Bu kadar büyük bir zafer kazanmışken sevinmek yerine niçin ağlıyorsun?” diye sorarlar. Cevap düşünmeye değer cinstendir: “Müslümanların bundan sonraki sınavları daha zor olacak. Çünkü İran'ın bütün hazinesi ve şatafatı bizim evlerimize gelecek. Bu da kardeşlerimin dünya ile olan imtihanlarını zorlaştıracak…”
Ancak bu mücadelede erkekler kadar kızlara da sorumluluk yüklendi. Kızların mutlaka okuması ve bu toplumda yer alması için büyük özverilerde bulunuldu. Bu durum, ilk zamanlar çok ulvi gayelere matuf olarak gelişti. Kızların okuması deyince ilk kullanılan delil; “Hanımını bayan bir doktora muayene ettirmek istemez misin?” Sorusu olurdu. Geçen günlerde bir arkadaşım böyle bir mevzuyu konuşurken, aynı şeyleri söyledi. Ona dedim ki “Kardeş! 30 yıl önce de biz bunları söylüyorduk. Bugün Tıp fakültelerinin yarıdan fazlası kız öğrenci ile dolu. Bu gerekçenin ardına sığınıp kendimize bir hareket alanı ve bir gelecek inşası yapamayız…”
Çok güzel duygularla başladığımız yerden nereye geldik? Bu soruya cevap vereceğim ama bu başlangıçtan birilerinin beni kızların cehaletine âşık olduğumu anlamalarından endişeliyim. Allah cehaleti emretmez. Bundan sakınmayı öğretir ve öğütler. Ancak cehaletle diplomayı karıştırırsanız bu vebal benim değil. Bu nedenle önümüzdeki bu yarayı ona göre tedavi etmek lazım. Sonra da sorunu cevabına gelelim. Bugün kız çocuklarını okutulmasında üç temel husus itici güç olmuştur:
1. Okuyup çalışsın ve para kazansın ki başkalarına muhtaç olmasın,
2. Kendi ayaklarının üzerinde durabilsin,
3. İleride boşanırsa ortada rezil olmasın…
Şimdi burada en çok içinizi yaralayacak madde hangisi diye sorsam… Birçokları üçüncü madde olarak ifade edecektir. Ama bana göre en kötü madde birincisidir. Çünkü İhlas suresinde Allah, kendini “Samet” olarak tanıtıyor. Biz İhlas Suresi'ni her okuyuşumuzda Allah'ın Samet sıfatını tanıyoruz. Samet; her şey ona muhtaç, ama o hiç kimseye muhtaç değildir. Biz istiyoruz ki insanlar bize muhtaç olabilsinler. Ama biz, kesinlikle başkasına muhtaç olmayalım… Benim çocuğum da hayatta hiç kimseye muhtaç olmasın… Böyle bir düşünce; insanı gizli bir şekilde ulûhiyet iddiasını doğru insanı götürüyor. Haşa! Çünkü Allah, insanoğlunu aciz bir varlık olarak yaratmıştır. Böyle olunca da bu insan doğal olarak bir başkasına muhtaç olacaktır. Kadın, bazı ihtiyaçları için kocasına muhtaç olacak… Erkek de diğer ihtiyaçlarını hanımından isteyecektir. Anadolu'da şöyle söylenir. “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır…” Herkes birbirine muhtaç olmak zorunda… Bu, Allah'ın evrene koyduğu bir kanundur. Öyleyse B-biz kız çocuklarımızı kocalarına muhtaç olmayacak bir seviyede yetiştirelim derken ipin ucunu çoktan kaçırmış oluyoruz. Öyleyse kız çocukları okuyabilirler, bir meslek sahibi olabilirler, ihtiyaçları varsa çalış alabilirler… Ama bunu hiç kimseye muhtaç olmamak, mutlaka para kazanmak, başkalarına hava atmak ve kocalarına bile gerektiğinde posta koyabilmek için yapmazlar. Kendi acziyetinin varlığını idrakten bile aciz kalmış insanoğlu, bu haliyle Kafdağı’na değeceğini mi sanıyor? Çocuklarımızdan bunu mu bekliyoruz? Böylesi bir güne mi hazırlıyoruz onları?
Elbette diğer maddeler ayrı birer fecaat. On yaşındaki çocuğun kafasında evlenme ve boşanma var. Evlenip orada mutlu bir yuva kurmadan daha çok ayrılmaya ve bunun muhtemel sonuçlarına razı.
Daha sonra ne mi oluyor? Ben size iki gözyaşıyla anlatayım derdimi:
Geçen hafta bu sebeple dertlenmiş bir annenin gözyaşlarını gördüm. Aslında gördüğüm sadece Fatma teyzenin gözyaşları değildi. Bu, tüm toplumun ortak yaşıydı. Aynı derdin sahipleri olarak beraber oturup ağlamak lazım.
Fatma teyzem; okusun, adam olsun, başkalarına muhtaç olmasın diye okutmuş kızını… Kızı da okumuş ve öğretmen olmuş. Şimdi maaşı var. Kimseye muhtaç değil. Anneden kalma bir hassasiyetle namazını düzenli kılıyor. Ama kılık kıyafet başta olmak üzere hayata bakışında Müslümanca bir ölçü yok. Namaz kılarken uyduğu İslam dininin kuralları, namazın sonunda bir kenara çekilip(!) bir sonraki namaz vaktini beklemek mecburiyetinde... Bir düğün salonuna hareket ederken “orada namaz kılacak imkân var mı acaba?” Diye soracak kadar hassas, ama üzerine bir şey giymeden dışarı çıkmış denilecek kadar da rahat… Neye sevinmeli, nereye üzülmeli…
Fatma teyze, ağlamanın en has deyimiyle ağladı… Sohbetin bir yerinde teheccüd namazına kalktığını söyleyince, “Yavrum ben kendim kalkmıyorum ki… Beni kaldırıyorlar.” Dedi. Ben de “Ama teyze herkesi kaldıramazlar.” Dedim. Allah adının konuşulmasından duyduğu memnuniyeti, çevresinde bunu çok da bulamadığını anlattı ve sonra kızının halinden şikâyetle ağlamaya başladı. Namazını çok düzenli kıldığını ama kılık kıyafet konusundaki hassasiyet azlığından dert yandı. Gözlerinden bulgur gibi dökülen yaşlar, onun iç dünyasını yansıtıyordu.
Müslüman bir annenin, İslam’la ilişkisi namaza sıkıştırılmış bir kızı… Neye ağladığını bilmiyorum. Acaba kızının haline mi ağlıyor? Yoksa kızının bu hale girişindeki kendi sorumluluğuna mı ağlıyor? Yani bunlar, Tevbe gözyaşı mı onu Allah bilecek…
İkinci gözyaşını 3 yıl önce Burkina Faso’da bir babadan görmüştüm. Ama onunkisi mutluluk gözyaşıydı. Burkina Faso’da bir okulun bayan müdiresi vefat etmişti. Ani bir kalp krizi ile vefat eden bu bayanın babasına taziye ziyaretine gittik. Orada çok ilginç gerçekleri de öğrendik. Baba, bir köy imamı... Yaşlı ve hakikaten gariban bir insan… O da zeki olan kız çocuğunu okutmak istiyor yıllar önce… Kızı öğretmen okulunda okurken Hristiyan oluyor ve bir Hristiyan’la evleniyor. Yıllar sonra Müslümanlara ait bir okulda çalışmaya başlıyor ve İslam'la yeniden tanışıyor. Bundan sonra da kocasıyla ayrılıyor. Bir süre sonra da vefat ediyor. Baba o kadar mutluydu ki… Neredeyse mutluluktan uçacak… Veya mutluluk gözyaşları dökecek… Yaşlı baba, mutluluğunu şöyle ifade etti: “Benim kızım Müslüman olarak öldü…” iyi niyetlerle diploma ve iş sahibi yapılmış, sonra da kaybedilmiş evlatların hazin sonuna dökülen gözyaşları…
Geldiğimiz noktada ciddi bir muhasebe yapmak zorundayız. Kızları eve kapatma gibi bir eylemin başlatıcısı değilim. Bunu istesek de başaramayız. Ama niyetleri tashih etmek mümkün değil mi? Okuma ve diploma sahibi olmak, sadece dünyaya ve dünyevi kazançlara yönelik bir kazanç kapısı olarak görülmese… Okusalar ama gerektiğinde de çalışmayabilseler… Çalışmayı ve kazanmayı “muhtaç olmamak” bağlamından çıkarsak… Ümmetin ortak dertlerine derman olabilme azmini geliştirsek… Eğitim ve kültürü okul ve üniversite adı verilen eritim merkezlerine hapsetmesek… Ama buna hep beraber baksak…
Başkalarının kızları için “okumalarına gerek yok!” fetvası veren, kendi oğlu için de mutlaka diplomalı gelin arayan ucube tiplere bu konuda çok da söz düşmese… “Ama haksızlık yapıyorsunuz… Her okuyanı aynı kefede değerlendirmek yanlış olur…” diyenlerin olacağını biliyorum. Arapça kaide şudur: istisnalar kaideyi bozamaz.
Birçok konuda İslam ümmetine önderlik eden bu milletin bu konudaki tıkanmışlığa da acilen çözüm bulması gerekiyor. Zira bu sizin kendi başınıza karar alabileceğiniz bir konu değil. Akrabalar, komşular, eş- dost, çocuğun çevresi… O kadar çok eten var ki… Bunların hiç birisini es geçmek mümkün değil.
Hayırlısının olması için dua edelim. Gayret edelim…
Haşim Akın
Makaleler
Hava Durumu