Wilders’e özgürlük, Müslümanlara pranga
Wilders’ün Hollanda Özgürlükler Partisi son on yılda yükselen ırkçı ve popülist partiler kategorisinde değerlendiriliyor. Bir farkla ki lideri olduğu parti diğer ırkçı ve popülist partiler gibi genel olarak “yabancıları” hedef alan bir söyleme sahip değil. Bütün tezlerinin merkezine müslümanları yerleştiriyor. “Kötü gidişatın” tek sorumlusu olarak müslümanları gösteriyor.
30-06-2011
Perşembe günü Amsterdam mahkemesi Wilders’ün müslümanlara hakaret , "Ayrımcılık yoluyla halkı kin ve nefrete sevk etmek" suçlamasıyla açılan davada kararını açıkladı. Karar davacı tarafı şoke ederken Wilders’ü sevindirdi. Mahkeme Wilders’ün açıklamalarını “ifade hürriyeti” çerçevesinde değerlendirdi ve beraatine karar verdi. Hollanda’da asrın davası olarak takdim edilen dava bu şekilde son buldu. Ancak davacı taraflar konuyu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacaklarını duyurdular.
Wilders son üç yılda yaptığı açıklamalara bakıldığın çoğunlukla müslümanları ve İslamiyeti hedef aldığı görülüyor: Kur’an-ı Adolf Hitler'in Mein Kampf’ına benzetiyor, İslamı faşist olmakla suçluyor, Hollanda sınırlarının tüm müslümanlara kapatılması gerektiğini savunuyor, başörtüsü takan kadınlara para cezası verilmesi gerektiğini söylüyor ve minarelerin tamamen yasaklanmasını talep ediyor... Özellikle “fitne ” filmiyle İslam ve müslümanlar doğrudan hedef gösteriliyor. Mahkeme filmin nefret duygusunu körükleyebileceğini ancak Wilders’ün nefrete teşvik etmediği kararına vardı. İslamiyete ve müslümanlara ilişkin kullandığı ifadelerini “ kaba ve aşağlayıcı” bulmakla birlikte insanları galeyena getirecek nitelikte olmasına rağmen bunları da “ifade özgürlüğü” çerçevesinde değerlendiri.
Le Figaro gazetesinde yayımlanana Wilders kararına ilişkin haberin sonunda mahkeme heyetinin “ifade özgürlüğünü” desteklekleyen bir duruşa sahip olduğunu kantılama çabası içinde bir müslümanın yahudi soykırımına ilişkin düşüncelerinin de –aynı mahkeme heyeti tarafından- ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirdiği ve beraat kararı verdiği ifade ediliyor. Verilen örnek mahkemenin duruşunu desteklemekten ziyade bir karşıt argüman olarak sunulduğunu anlaşılıyor.
Mahkeme çıkışında Wilders “ifade özgürlüğünün kazandığını”, mücadeleye devam edeceğini ve dış basına yaptığı açıklamada “İslam’ın eleştirilmesi hukuka haykırı değil” diyerek konuşmaya devam edeceğini söyledi. Dış basına İngilizce yaptığı bu açıklama mesaj niteliğinde. Dış basın Hollanda basını gibi konuya önemli bir yer ayırdı. Hollanda açısından asrın davası olarak takdim edilmesi ve medyanın yoğunlaşması davanın önemini bir kat daha artırdı. Yaptığı açıklamalardan uzuna zamandır çekmeyi düşündüğü “fitne” filminin ikinci bölümünü çekeceği de anlaşılıyor.
Wilders’ün Hollanda Özgürlükler Partisi son on yılda yükselen ırkçı ve popülist partiler kategorisinde değerlendiriliyor. Bir farkla ki lideri olduğu parti diğer ırkçı ve popülist partiler gibi genel olarak “yabancıları” hedef alan bir söyleme sahip değil. Bütün tezlerinin merkezine müslümanları yerleştiriyor. “Kötü gidişatın” tek sorumlusu olarak müslümanları gösteriyor.
Daniel Pipes’ın 20 Ocak 2010’da Wilders davası başladığında kaleme aldığı “Why I stand with Geert Wilders “ başlıklı makalesinde Wilders’ün neden desteklenmesi gerektiğini ilişkin ipuçları bulmak mümkün: “Bu gün hayatta olan en önemli Avrupalı kim ? Adayım Hollandalı siyasetçi Geert Wilders. Onu tercih ettim ; çunki kıtanın karşı karşıya kaldığı İslamın meydan okumasına karşı koyabilecek konumda. Tarihi bir figür olarak dünya sahnesine çıkabilecek potansiyele sahip” diyordu. Bununla birlikte Wilders neoliberal ekonomiye karşı değil, Avrupa’da ırkçı partilerle her hangi tarihi bir bağı yok, yabancılara karşı dışlayıcı olmamakla birlikte (iyi bir liberalist olarak), yahudi karşıtı (antisemit) değil... Pipes makalesinde hangi ırkçı ve popülist partilerin Amerika’dan destek göreceğini de bu şekilde ifade etmiş oluyor.
Hollanda Özgürlükler Partisi modern ırkçı partilerin son örneği. Hollanda bu noktada nasıl ki bir dönem çokkürtürlülüğüyle örnek gösteriliyordu şimdi diğer Avrupalı ırkçı harketlere esin kaynağı oluyor. Fransa’da Ulusal Cephe partisi de ondan esinleniyor. Yeni başkanı eleştirilerinin merkezine yalnızca müslümanları yerleştiriyor. Müslümanların yerleştirilmesi “ifade özgürlüğü” bağlamında değerlendirilmesi ve müslüman karşıtlığının yahudi karşıtlığı gibi irite etmemesi ve kabul görmesi Marine Le Pen’i cesaretlendiriyor. Söylemlerinin merkezine müslümanları yerleştirerek güvenlik tartışmalarında ortaya çıkmayan cepheleri biraz daha belirginleştiriyor. Diğer partilerin dolaylı yollardan ifade etmeye çalıştıklarını doğrudan söyleyerek rol çalmalarını da engellemiş oluyor.
Mahkemeler her zaman hukuku veya toplumsal hassasiyetleri göz önünde bulundururarak kararlar vermezler. Mahkemeler gerektiğinde siyasi kararlar da verebiliyor. Karar metnine bakıldığında mahkemenin çelişkilere rağmen “ifade özgürlüğü”nün arkasına sığınarak beraat kararı verdiği anlaşılıyor. Buna benzer kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlarda da görülebilir.
Amsterdam mahkemesinin kararı çehre değiştiren ırkçı ve popülist partileri meşru hale getirmekle kalmıyor geliştirdiği dışlayıcı söylemlere hukuki zemin de hazırlıyor. Mahkeme verdiği kararla Hollanda’da bir dönemi kapatıyor. Erasmus ve Thomas More’dan bu yana hoşgörüsüyle örnek gösterilen Hollanda Amsterdam kararıyla 16. yy’ın gerisine düşmüştür.(Sinan Özdemir / Dünya Bülteni)
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu