Ercümend Özkan
Aziz Okuyucularımız!…
Gündeme getirdiğimiz konular bütün müslümanları harekete geçiriyor ve araştırmaya, üzerinde durarak düşünmeye ve doğruyu bulmaya yönelmektedir. Allah’a şükrümüzü artırıyoruz gelişmelerden dolayı. Zira insanımızın önüne getirdiğimiz nice konu oldu ki araştırmaya başladılar. Düşünmeye başladılar. Yazdığımız gibi olup olmadığını tahkik etmeye ve ilgili kaynaklara eğilmeye başladılar ve tartışarak canlılık kazanmaya ve her geride bıraktıkları günden daha iyi bir ileri günde olmanın yolunu tutuyorlar. Sevindirici değil midir?
Doğru bildikleri, öyle duydukları, vaktiyle bir yerlerde birkaç satır yazılmışı okuyarak öyle sandıkları nice şeyin daha derin olarak önlerine konulmasıyla gördüler ki mes’ele vaktiyle bildikleri gibi değildir, başka türlüdür.
Dâr mes’elesinden, Biât mes’elesine, Zikrullah’tan Salih olmaya kadar mes’elede düşünce ve tavırlarımızda çalakalem yazılan ve bilinenlerden çok daha ileri seviyede bilgi ve görüş sahibi olduk. Merhum Mustafa El-Merâgi’nin dediği gibi “Asırlarca önce yazılmış eserleri okumak ve tekrar etmek ilim değil, ezberdir. İlim özümlemekle elde edilir. Ezber ise ilim değildir, tefekkür değildir. Yapılan âdetâ çürütülünceye kadar bir sakızı çiğneyip durmak ve çürümüş sakızı çiğneyip durmaktan başka değildir.
Tabiidir ki bizden önce gelip geçenlerin de neleri nasıl düşündüklerini bilmek, bunlar üzerinde de düşünmek fakat bunlardan günümüzdeki çözümler için yararlanmak gereklidir. Fakat aynen uygulamaya kalkmanın toplumumuzu nasıl çağın dışına çıkardığını, İslâm’ı yaşanır bir hayat tarzı olarak hayatımızdan kovduğunu birlikte gördük, yaşıyoruz.
Doğru, Hakk bilinen nice şeyin Hakk ile, doğru ile alakası olmadığını görmekteyiz. Yapılacak araştırmaların bizleri daha nice doğrulara ileteceğine ise mutlaka inanıyoruz. Kıyamete kadar geçerliliğini koruyacağı Allah tarafından bildirilen Kur’an (İslâm), anlayışsızlığımızın sonucu nasıl da kısa sayılacak bir zamanda hayatın dışında buldu kendisini. Bunu belki pek basit bir örnekle açıklığa kavuşturmayı istiyoruz.
Ahmed İbn Hanbel veya bir başkasına hamledilen şu olayı hatırlayacağınızı biliyoruz: İmam Hanbel Peygamberimizden ‘kavun’un nasıl yenileceğine dâir kendisine bir rivayet ulaşmaması sebebiyle (takvasından) (!) ömrü boyunca kavun yememiştir, denilerek nasıl da takvalı olunabileceğine örnek gösterilmek istenilmektedir. Fıkıhla ciddi bir alakası bulunmayan, özellikle de tasavvuf çevrelerinin ele alıp allayıp-pullayarak pazarladığı bu anlayışın gerçeğine biraz eğilip bakalım nasıl bir durum çıkacaktır karşımıza…
Eğer Peygamberden neyi nasıl yaptığı ile ilgili rivâyet bulunmayan herhangi bir şeyi şayet takvamız gereği (SEVAB UMARAK) yapmayacak isek o takdirde saat takmayacağız, trene binmeyeceğiz, buzdolabı, ütü, radyo, televizyon kullanmayacağız, uçağa binmeyecek, tüfek, top, tank kullanmayacak, fabrikalar kurmayacak, hatta petrol çıkarmayacağız demektir. Zira bazılarını sayıverdiğimiz bütün bu şeyleri peygamberimizin yapmadığını (hadis kitablarına bile bakmaya gerek kalmadan) biliyoruz. Zira hepsi son bir iki asrın tanıdığı, bilinir yaptığı şeylerdir. Elektriği de kullanmayacak müslüman takvasından, sevap kazanacak ve Allah’ı razı edecektir, eğer yukarıda nakledilen anlayış doğru olursa.. Bu da demektir ki müslüman çağların dışına, taa ötesine düşecek ve keferenin her türlüsü dalından (omuzundan) inmez olacak, daha doğrusu buna biz kendi takvamızdan (!) sebebiyet vermiş bulunacağız demektir. Pek basit olarak anlatmaya çalıştığımız bir durumla karşı karşıya kalacağız demektir.
Böylesi bir anlayış nasıl olur da İslam’ın üstünlüğüne inanmanın ürünü olabilir? Böylesi bir anlayış nasıl olur da müslümanlığın gereği olabilir? Eğer düşman iseniz, evet İslâm’ın düşmanı iseniz ancak böylesine bir dostlukla (!) müslümanlığa düşmanlık edebilir ve küfrün hiçbirinin veremeyeceği zararı vermiş olursunuz İslâm’a. Böylesi bir anlayışın ya ahmaklık, ya da bir düşman tuzağı olduğunu görememeyi, bilememeyi nasıl açıklarsınız? Asırlardır bunu savunan, müslümanları miskinliğe sevk eden sufiyye anlayışını nasıl İslâm sayabiliriz? Müslümanı mütemadiyen İslâm dairesinin dışına çekmekle kendini görevli bilen sapık düşünceleri nasıl da tanımayabiliriz? Mazur görülebilir mi bu hâl? Asla!..
Dikkat ediniz, karşılaştığınız her şeyi düşününüz, Kitab ve Sünnet’in delâleti ile mukayese ediniz. Kitab ve Sünnet’i öğrenmez, bilmezseniz bu mukayeseyi yapamaz ve sapıtır gidersiniz. Zira gerçekten zehiri teneke kupa içinde sunmamaktadırlar, hep altın kâse ile sunuyorlar. Dikkat ediniz, size sunulanın kabına ki kabın parlak görüntüsü içindekinden dikkatleri uzaklaştırmaktadır.
Hadis diye, Müctehid sözü diye, âlimlerin görüşü diye sunulanlara dikkat ediniz. Araştırınız, düşününüz ve Kur’an’la mukayese ediniz. Hemen tanıyacaksınız onları gerçek hüviyetleriyle.. Yanlışa düşmekten kendinizi ve çevrenizi korumanın yolu da budur. Yapınız bunu: Okuyunuz çokça Kur’an’ı ve Resulullah’ın sahih sünnetini tanıyınız. Eğriyi doğrudan ayırabilesiniz ve doğru yolda yürüyenlerden olabilesiniz.
(İktibas, sayı 113)