“Gevşemeyin ve üzülmeyin! Eğer mü'min iseniz, üstün olan sizsiniz” (3/139)
Takva azim ve gayret ile ulaşılabilecek bir gayedir. Atalet ise bu hedefe ulaşmamızda bizi engelleyen en önemli beşeri zaaflardan birisidir. Kişi kendisinde 'hareket enerjisi' bulamazsa takvalı olmak için uygulaması gereken kararları yerine getiremez, böylece yol alamaz ve yerinde sayar. Takvalı olma düşüncesi sadece temennide kalır. Bu nedenle bu yazıda son dönemin en yaygın hastalıklarından birisi olan ataleti ele almaya çalışacağız.
Atalet, atıl kalmaktan gelen bir kelimedir ve hareket halinde olmamayı, 'kalpteki dinamikliğin yok olmasını' ifade eder.
1. Ataletin sebepleri
İnsan birden atalete düşmez. Bunun nedenleri çok katmanlıdır. Zaman içerisinde birçok faktörün ard arda sıralanmasıyla bir ümitsizlik kütlesi ve çökkünlük hali oluşur bu da kişide hareketsizliğe/atalete yol açar. Çünkü ümitsizlik halinde kişi harekete geçmenin anlamını göremez. Bu anlam kaybı ümitsizlik döngüsünden çıkmamızı engeller, bu da (aslında her zaman potansiyel olarak var olan ve olacak olan) gücümüzü toparlayıp hamle yapmamızı engeller. Gücün harekete geçirilmesi ise düşüncelerimizle bağlantılı bir husustur. Bu nedenle 'pozitif düşünme'nin ataleti yenmede önemli bir rolü vardır.
1) Üzüntü ve ümitsizlik: Çökkünlüğü besleyen en önemli faktörler üzüntü, keder ve ümitsizliktir. Üzüntü insanı atalete sürükleyebilir. İnsanlar belli olumsuz hadiseler karşısında üzüntüye kapılırlar. Üzüntü duygusu normal bir duygudur, fakat bu bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir. İnsan yaşadığı olumsuz hadiseden sonra bir ümit ışığı göremez duruma gelirse asıl sıkıntı o zaman başlar.
Bu konuda en iyi örnek Hz. Yakup'tur. O üzüntüyü doruk noktasında yaşamasına rağmen ümit etmeyi de aynı doruk noktada yaşayabilmiş bir peygamberdir.
Ümitsizlik hali yaşadığımız hadiselerle ilgili yaptığımız yorumlardan beslenir. Bu nedenle üzüntülerimiz kendi 'yorum hatalarımızla' ümitsizliğe dönüştürülmemelidir. Bu açıdan 'pozitif düşünme' ruhumuzu etkileme gücüne sahip olduğu için önemsememiz gereken bir kavramdır.
Yorum hatası ile ‘yaşanan olguyla ilgili yanlış bir değerlendirme’ ve ‘bu değerlendirmeden çıkarılan yanlış bir sonuç’ kastedilmektedir. Örnek olarak yere düştüğümüz zaman iki şey yapabiliriz. Ya pes edip yerde kalırız(atalet), ya da düşüşümüzden ders çıkarıp yeniden ayağa kalkabiliriz(hareket). Hangi tavrı sergileyeceğimizi o konuyla ilgili yaptığımız 'yorum' belirler. Düştüğümüzde yaptığımız yorumumuz örnek olarak: 'Biz bir işi beceremiyoruz. Yıllardan beri uğraşıyoruz, bir arpa boyu mesafe katedebilmiş değiliz. Mevcudu bir arada tutma bir tarafa tam aksine dağıldık. İnsanlar çizgilerinden sapıp dünyevileşiyorlar. Biz bu işleri beceremiyoruz. Yapacak bir şey yok' şeklinde olursa atalete, 'Toplumsal değişim çok karmaşık psiko-sosyal bir süreçtir. Bizim çalışmalar bu alanda yenidir, yaptığımız ilk tecrübeyle hedeflerimize beklediğimiz oranda yaklaşamamış olabiliriz, fakat yaşanan bu zengin tecrübeden ders çıkarırsak, kendi faaliyet alışkanlıklarımızı değiştirebilirsek, daha sistematik ve planlı yeniden bir başlangıç yapabilirsek gelecekten bir nebze de olsa daha ümitli olabiliriz. Önemli olan doğru stratejilerle, doğru araçlarla, doğru(örnek) insanlarla bu yolda yürümektir...' şeklinde olursa harekete yol açar. Burada önemli olan yorumun doğruluğunu da test etmektir. Sırf motive olalım diye kendimize yalan söylemenin bir anlamı yoktur. Realiteyle bağdaşmayan yanlış yorumlarla kendimizi motive etmek doğru olmaz. Eğer objektif olarak her şey gerçekten bittiyse, düzelme ümidi kalmadıysa yapacak bir şey yoksa o zaman kendi evlerimize çekilip sadece çocuklarımızla ilgilenip bu işleri bırakmalıyız, kıyameti beklemeliyiz. Fakat her Kuran okuyucusu bilir ki, böyle bir yorumun objektif bir dayanağı bulunmamaktadır ve bulunamaz da. O zaman tek alternatif 'realite değerlendirmesi' kalıyor ki, o da atalet değil 'hareket' alternatifidir.
Bu cümleden olarak 'Allah yolunda cihad edin' ayeti Kuran’da olduğu müddetçe Müslüman bir insanın atalete düşmesi tecviz edilemez. Zira cihad takva madalyasının öbür yüzüdür. Bir yüzü nefis terbiyesi iken diğeri de davadır/cihaddır. Kuran'da onlarca kez yer alan 'Allah yolunda cihad edin' emri ataletin kabul edilir olmadığını dile getirmektedir.
Ezcümle her yaşadığımız hadisede bir ümit ışığı bulabiliriz, bulmalıyız. O ümit ışığı bizde yeni bir enerji oluşturabilir. Eğer kıyamet kopmadıysa daha yapacak bir şeyler var demektir.
2) Rahata düşkünlük: Rahat etme, kendini yormama da atalete düşmenin bir sebebidir. Nefis 'rahata düşkünlüğün' tadına vardıysa aynı tadı her seferinde tekrar tatmak isteyeceğinden tembellik alışkanlık haline gelir, bu da yoğunlaşınca atalete dönüşür. Burada rahattan dolayı atalete düşme söz konusudur. Nefis denilen olgu herkeste aynı yapıya sahip olmasına rağmen tezahürleri çeşitlenebilmektedir. Kimi insanların nefsi içkiye alıştığı için hep o tadı yeniden tatmak ister, kimilerinin nefsi de çok uyku ve tembelliğe alıştığı için bunun verdiği tadı yeniden tatmak için böyle davranır. Bizim görmemiz gereken husus, nefsimizin hep 'tat alma/acıdan kaçınma' esası üzere çalıştığıdır. Bu sebeple nefse sağlıksız şeylerden tat aldırmamak gerekir.
3) Hayal kırıklıkları: İnsanlarla ilişkide yaşanan hayal kırıklıkları kişinin kendisini toplumdan geri çekmesine yol açar. Böyle bir durumda bütün sosyal aktivitelerini minimuma indirdiğinden zindelik özelliğini zamanla kaybeder. Bu geri çekilmeye ümitsizlik duygusu da eşlik edeceğinden kişi kendisini atalete salıverir. Bu sebepte de yine insanlarla ilgili, onların yapılarıyla ilgili bir yorum hatası rol oynamaktadır.
2. Ataleti yenmenin yolları
1) Allah’a tevekkül: Allah ile beraberlik düşüncesi hüznü/kederi giderir. Hz. Peygamber (a.) Sevr mağarasında düşmana yakalanma ihtimali belirdiğinde Hz. Ebu Bekir'e 'Hüzne kapılma. Allah bizimle beraberdir' demişti. Bu ayeti kendimize tatbik ederek üzüntülerimizi yenebiliriz. Biz de karşılaştığımız herhangi bir olumsuz durum karşısında kendi kendimize telkinde bulunarak 'Hüzne kapılma. Allah bizimle beraberdir' demeliyiz. Bu sözün etkisi Allah'ın büyüklüğü, yüceliği, gücü ve kudreti üzerinde tabiattaki ve kainattaki ayetler üzerinden tefekkür ettiğimiz oranda artar. Tevekkül 'Allah bana yeter' bilincidir. Allah’ın bize yettiğinin bilincine ermek bizde ümitsizlik durumu oluşturan bütün faktörlerden bizi azade kılar. Çünkü bu durumda kişi o şeylere kendisini bağımlı hissetmeyecektir. Bağımlı olmayacağı için onların da bizim üzerimizde etkisi kalmayacaktır. O şeyin olması ile olmamasının artık bizim nezdimizde bir değeri kalmayacaktır. Bu hale ulaşmak ancak tevekkül duygusunun kalbimizde güçlendirilmesi ile mümkündür.[1]
2) Düşünce ve eylem hareketliliğinden kaçan kişi rahatı arzular fakat bunu da bulamaz, çünkü insanın fıtratı mutlu olmak için hareketi talep eder. 'Ağırlık ve gevşekliği sevmek yorgunluk getirir. Denilmiştir ki: 'Yorulmamak için yorul''[2] Yani yapılması gereken 'hareketli' olacağımız meşguliyetler bulmaktır.
3) Pozitif düşünmek: Ataletten kurtulmak için zihindeki düşünceleri kontrol etmek gerekir. Zihnimize üşüşen, 'dışarıdan' hücum eden bu tür düşüncelere karşı yine zihnimizdeki kuvvetlerle bilinçli ve aktif bir karşı koyma hareketi içinde olmazsak bunlar bizi sürekli rahatsız ederler, moral bozukluğu yaşatırlar. Bu nedenle zihnimizi 'kirli' düşüncelerden temizleme faaliyeti içerisine girmeliyiz. Buna sinekleri öldürmektense bataklığı kurutmak da diyebiliriz. Zira atalete giden ara aşama olan üzüntü, ümitsizlik, karamsarlık vb. duyguları besleyen yegane kaynak 'negatif düşüncelerimizdir'. O halde önce burayı kurutmak, musluğu kapamak gerekmektedir. Yapılması gereken geleceğe yönelik sürekli iyimser düşüncelerle zihni meşgul etmektir. Tabiat boşluğu affetmediğinden zihinde pozitif düşünceler ağırlık kazanmazsa o boşluğu negatifleri doldurur.
4) İnsanlara bakışımızı değiştirmek: İnsanlara bakışımızı ve bununla bağlantılı olarak onlara yönelik beklentilerimizi değiştirerek ataleti besleyen önemli bir enerji kaynağından onu mahrum etmiş oluruz. Bu konuyla ilgili -düşüncelerini benimsemesek de- İbn Arabi’den aktarılan güzel bir örnek vardır: Kendisi ilk zamanlarında insanların hallerinden bunaldığında toplumdan geri çekilmek istemiş ve bu konuda şeyhlerine danıştığında onlardan birisi şu tavsiyede bulunmuş: 'Sevgili çocuğum sen halka değil Hakka bak!' Bu söz üzerine diğer şeyhine aynı durumu arzettiğinde ise şu öğüdü alır: 'Sen kendi nefsine bak!' Bu iki farklı tavsiye üzerine şaşkınlığını bildirince şu cevabı alır: 'Diğeri sana yol göstermiş, ben ise sana yoldaş gösterdim. Sen hem onun hem benim dediğime göre hareket et ki, yol ile yoldaşı bir araya getirmiş olasın.'[3] Biz de aynı şekilde görevlerimizi hakkıyla yerine getirmeye konsantre olmalı, insanların vefasızlıklarına gereğinden fazla üzülmemeli, bütün insanları bir nesilde düzeltemeyeceğimizi, sadece nesilden nesile bir kalite farkı oluşturmamızın bizim için başarı olarak yeterli olacağını düşünüp müsait olan insanları daha nitelikli hale getirmenin uğraşısı ile yetinmeliyiz. Bütün bunları yaparken de esas başarının Rabbimizle kişisel irtibatımızın sürekli güçlendirilmesi olduğunu unutmamalıyız.
5) Ataletten dolayı suçluluk duygusuna kapılmamak gerekir. Böylece durumumuzu daha da güçleştirmiş oluruz. Durumumuzu kabullenmeli ve değişimi için çalışmalıyız.
Uygulama kararları:
1. Gelecek derse kadar her gün zihnimizde kendimizi ne kadar iyi hissettiğimizi, hayatın (sorunlara rağmen) ne kadar güzel olduğunu, dünya hayatında esas olması gerekenin bu güzel tarafını görmek olduğunu sürekli kendimize telkin etmek.
2. Atalet duygusunun aslında imanımızla(her şeyin üzerinde hakim olan, her şeye güç yetiren, müminlerin velisi olan bir varlığı kabul etmek inancıyla) bağdaşmayan bir ruh hali olduğunun bilincine ererek bu motivasyonla, iç dünyamızı imanımızla uyumlu hale getirmek için ataleti yenmek; bunun için düzenli olarak her gün küçük aktivitelerde bulunmak. Nefsimizi bu aktiviteler sonucu oluşan tada alıştırmak.
Sabri Aydın