GAZZE, ULUSAL SINIRLARIN KURBANIDIR

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

09-04-2025 02:36


Rabbimizin Kitab-ı Kerim’inde “ard’ul mukaddes / arz-ı mukaddes / mukaddes belde” olarak nitelendirdiği[1] Filistin ve özelde Gazze’nin maruz kaldığı bir asırlık işgal ve soykırım politikalarını, bu politikaların arkasındaki emperyalist ve siyonist planları anlamak için bazı dönüm noktası tarihleri ve o tarihlerde vuku bulan hadiseleri hatırlamakta fayda vardır.

Şu tarihler, emperyalizmin ileri karakolu siyonist işgal ideolojisinin şekillenmesi, İngiliz işgalinden yararlanarak Filistin’de örgütlenip tedhiş hareketlerine girişmesi, İngiliz ve Amerikan emperyalizmi himayesinde giderek devletleşmesi (Nekbe / Büyük Felaket) ve Filistin coğrafyasını adım adım yutmasına giden yolda dönüm noktalarını teşkil etmiştir: 1789, 1896, 1897, 1916, 1917, 1922, 1948

Bu tarihleri ve bu tarihlerde olan tarihi hadiseleri her Müslüman bilmelidir, ki Arz-ı Mukaddes Filistin toprakları emperyalizm ve siyonizm tarafından hangi planlamalar ve süreçler neticesi işgal edilmiştir ve bu işgal hangi akidevi-siyasi zemin üzerinde sürdürülmektedir, bunun idrakinde olunsun ve dolayısıyla işgale karşı mücadele, hamasetin ötesinde belirlenmiş net bir hedef, uzun süreli bir direniş planlama ve süreci şeklinde yapılandırılabilsin.

1789 malum, Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği yıldır. 5 Mayıs 1789 Fransız Devrimi, iktisadi açıdan feodalizm, siyasi açıdan imparatorluklar ve içtimai açıdan dini mensubiyetlere dayalı millet (ümmet) yapısının yıkıldığı, bunlar yerine kapitalizm, ulus-devlet ve ulus yapısının egemen kılındığı tarihsel dönüm noktasını ifade etmektedir. Daha doğru bir ifadeyle, bu dönüşüm sürecinin Avrupa’da nihai bir neticeye kavuştuğu zamanı ifade etmektedir.

Burada konumuz itibariyle üzerinde durmak istediğimiz husus, ulus ve ulus-devlet formudur. Ulus, Moğolca asıllı bir kelime olarak, Fransızca “nation”un Türkçe karşılığı olarak kullanılagelmiştir. Laik-Kemalist Cumhuriyet projesinin üzerine bina edildiği “ulus” ve “ulus-devlet” mefhumlarının Müslüman Anadolu toplumuna benimsetilebilmesi amacıyla da “ulus” mefhumu, Kur’ani bir kavram olan “millet” kelimesiyle de ifade edilir olmuştur.[2]

18. asır sonrasında dünyada yaşanan içtimai ve siyasi değişimleri doğru anlayabilmek için mutlaka “ulus” ve “ulus-devlet” mefhumlarını doğru anlamak gerekmektedir. “Ulus / Nation”, çoğunlukla “kavim” mefhumuyla karıştırılmakta, onunla özdeşleştirilmektedir, ki bu son derece yanlıştır.

Kavim malum, Hucurât Sûresi 13. ayette de bildirildiği üzere, Rabbimizin insanları, birbiriyle tanışmalarını kolaylaştırmak için yaratılıştan var ettiği doğal bir içtimai yapıyı ifade etmektedir. Kavim, aralarında kan/soy bağı olan insan topluluğudur. Rabbimiz insanları bir ailenin, bir kabile ve kavmin mensubu olarak yaratmaktadır.

Ulus ise sözlüklerde şu şekilde tanımlanmaktadır: “Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, gaye, duygu, gelenek-görenek birliği bulunan insanlar topluluğu.”

Ulus, kavim mefhumunun aksine fıtrî/doğal bir içtimai yapıyı ifade etmez. Ulus, toplum mühendisliği ürünü olan politik bir kurgudur. Ernest Gellner’in ifadesiyle “Ulusları insanlar yaratır...”[3]

Yine Gellner aynı minvalde, ulusların ulusçu ideolojilerin ürünü olduğu tesbitinde bulunur. Kısacası “ulus / nation”, fıtrî/doğal bir içtimai topluluk formatı değil, ulusçuluk ideolojisinin kurguladığı bir toplum formatına denk gelmektedir.

“Ulus-devlet” de, ulusçuluğun devlet formatını ifade etmektedir. Kapitalizmin sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin bir parçası olarak ulusçuluğun ortaya çıkması, Alman ulusu, Fransız ulusu, İngiliz ulusu gibi ulus yapılarının kurgulanıp yapılandırılması ve böylece ümmet/millet yapısından ulusa/nationa geçiş süreci neticesinde, Avrupa’da imparatorluklar yerine çeşitli ulus-devletler kurulmuştur.

Avrupa’da yaşanan bu süreç, kısa süre içinde ilk elde Balkanlar olmak üzere Osmanlı coğrafyasında da ideolojik etkilerini göstermeye başlamış, ulusçu akımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Kur’an şairi Mehmed Akif’in bu yönelime itirazında “Hani milliyetin İslam idi kavmiyet ne / Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine / Arnavutluk ne demek var mı şeriatta yeri /  Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri” şeklinde Arnavutluk’tan söz etmesi, ulusçuluk akımının Osmanlı’da ilk olarak Arnavutlar arasında etki uyandırmasından kaynaklanmaktadır, ki bir Arnavut olarak bu duruma itiraz etmektedir.

19. asır ve 20. asrın başlarında Osmanlı coğrafyasında Türkçülüğün, “Tekin Alp” müstearıyla kitaplar yazan Selanik Yahudisi Moiz Kohen tarafından; Arapçılığın, İngiliz istihbarat subayı Edward Lawrence tarafından; Kürtçülüğün ise yine bir İngiliz istihbarat subayı olan Edward Noel tarafından teşvik ve propaganda edilmiş olması, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

Nitekim Osmanlı’da sembolik de olsa var olan Hilafet kurumuyla temsil edilen “İslam milleti” yapısının çökertilip, yerine Türk, Kürt, Arap, Arnavut vb kavimler üzerine kurgulanan ulusçu ideolojilerin ve bu ideolojilerin ürünü olarak ulusların ikame edilmesi süreci, Osmanlı coğrafyasının parçalanması ve işgale açık hale getirilmesinde son derece etkili olmuştur.

Ulusçu ideolojiler, onların kurguladığı uluslar ve onlar için çizilen ulusal sınırlar ve bu minvalde kurulan ulus-devletler, İslam coğrafyası için biçilen İngiliz-Fransız emperyalizmi planının temel düzlemini teşkil etmiştir.

Bugün Filistin’de siyonist işgal rejiminin varlığı söz konusu ise, işgal 1948’den bugüne varlığını daha da genişletiyor ve İslam coğrafyasının merkezi bir bölgesi olan Filistin’de sürekli olarak hunharca katliamlar gerçekleştirebiliyor, 500 güne yaklaşan bir süredir de Gazze’de açık bir soykırım gerçekleştirebiliyorsa, tüm bunların temelinde, İngiliz emperyalizmi tarafından İslam coğrafyası için bir asır önce biçilmiş olan ulus, ulusal sınırlar ve ulus-devlet formatı yatmaktadır.

Emperyalizmin İşgal Planı

İngiliz ve Fransız emperyalizmi arasında bir “böl-parçala-yut” planı olarak 16 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’yla Osmanlı coğrafyası arasına çizilen ulusal sınırlar ve sonrasında kurulan ulus-devletler, öncelikle siyonist işgal rejiminin kurulmasını mümkün kılmış, sonrasında ve bugüne dek ise bu insanlık düşmanı işgal rejiminin Müslüman halklardan korunup kollanması işlevini görmüştür, görmeye devam etmektedir.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Sir Mark Sykes ile Fransa’nın Beyrut konsolosu François Georges Picot, Osmanlı coğrafyasını masa başında dizayn etmek ve bölüşmek üzere 1915 Kasım ayında Londra’da müzakerelere başlamış ve 16 Mayıs 1916’da bahse konu meş’um anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmayla Londra’da masa başında cetvelle sınırları çizilen ulus-devletlerin ihdasına girişilmiştir. Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan gibi ulusal sınırlar bu anlaşmayla çizildi, söz konusu “devletler” bu çerçevede kuruldu.

Birinci Dünya Savaşı devam ederken, 2 Kasım 1917 yılında Lloyd George başbakanlığındaki İngiltere hükümeti Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması yönünde irade beyanında bulunmuştur. Konuyla ilgili açıklama dışişleri bakanı Arthur Balfour tarafından yapıldığı için tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen bu deklarasyonla İngiltere, Osmanlı coğrafyasının parçası olan Filistin topraklarında bir “Yahudi ulusal anayurdu” kurulmasını destekleyeceğini deklare ediyordu.

Sykes-Picot Antlaşması’yla birlikte söz konusu deklarasyon, İngiliz emperyalizminin bölgeye yönelik işgal politikalarının merkezinde Filistin’in işgali ve bu coğrafyada siyonist bir işgal devleti kurulması hedefi bulunduğunu açıkça ortaya koyuyordu.

Balfour Deklarasyonu’nun hemen ardından, 9 Aralık 1917'de İngiliz işgal kuvvetleri, General Allenby komutasında Kudüs’e girerek Filistin işgalini başlatmıştır. 16 Eylül 1922 tarihinde ise, Filistin’de İngiliz manda yönetimi dönemi başlamıştır. İngiliz manda yönetimi, yerini siyonist işgal rejimine bırakacağı 14 Mayıs 1948 tarihine kadar, siyonist yerleşimcilerin Filistin’e yerleştirilmesi ve Haganah, Stern gibi siyonist tedhiş örgütlerinin himaye edilip desteklenmesi işlevini görmüştür. Kısacası siyonist yerleşimciliğin genişlemesi ve neticede ve siyonist işgal rejiminin kuruluşunu temin etmiştir.

Neticede süreç, 14 Mayıs 1948’de siyonist işgal rejiminin ilanıyla neticelenmiş ve sonraki aşamalarda, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde küresel Firavunizmin yeni lideri olan ABD’nin himayesi altında Filistin’in adım adım tamamen yok edileceği bir zemin oluşturulmuştur.

14 Mayıs 1948’e giden yolda, sonrasında siyonist işgalin genişletildiği tüm süreçlerde ve günümüzde işgal rejiminin varlığını ve devamını güvence altına alan en önemli husus, İngiliz emperyalizminin tüm bu neticeler için planlamış olduğu ulusal sınırlar ve o sınırları korumakla memur edilmiş ulus-devletlerdir.

Bugün Gazze’ye bombalar yağarken Ankara, İstanbul, Gaziantep bu durumu izliyorsa, Kahire, İskenderun, İsmailiye, Amman, Bağdat, Şam bu duruma seyirci kalıyorsa bunun sebebi, süreç içinde zihinsel sınırlara da dönüşmüş olan ulusal sınırlardır.

Değil mi ki bugün Gaziantep’e, Ankara’ya bir siyonist işgal bombası düşecek olsa Türkiye, Kahire’ye düşecek olsa Mısır, Amman’a düşecek olsa Ürdün bunu savaş ilanı kabul edecek iken, Gazze’ye bomba yağması bu şekilde algılanmıyor, işte bu durum İngiliz emperyalizminin bir asır önceki planlarının kendileri açısından hedefine ulaşmış olduğunun acı kanıtıdır.

Bugün bölgedeki ulus-devletler ve onların ulusal sınırlarının en büyük işlevi, siyonist işgal rejimini Müslüman halkların gazabından korumak ve güvence altına almaktır.

Bir asır önce bu suni sınırlar yoktu, Antep ne ise Halep de o idi, Adana ne ise Gazze de o idi, ila ahir. İşte bugün de olmasın gereken bunda başkası değildir.

Bu acı gerçekler, bize çözümün nerede olduğunu da ifade ediyor. Öncelikle zihinlerdeki sınırlar olmak üzere, Müslümanlar arasına konulmuş, İslam coğrafyası üzerinde İngiliz ve Fransız işgal şefleri tarafından cetvellerle çizilmiş suni ulusal sınırların kaldırılması ve yeniden ümmet olabilmeyi başarabilmemizdir.

14 Mayıs 1948’te gerçeğe dönüşen Filistin’de bir siyonist işgal rejimi kurulması hedefinin temelinde ise, Macaristan Yahudisi bir gazeteci olan siyonist Theodor Herzl’in 1856 yılında yayınladığı “Yahudi Devleti (Der Judenstaat)” adlı bir kitap ve kitabın yayınlanmasının ardından bir yıl sonra, 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde topladığı “I. Dünya Siyonist Kongresi” bulunmaktadır. Söz konusu kitap ve kongre, belirlenmiş net bir siyasi hedefi, bu hedef doğrultusunda ortak bir irade oluşturmayı, planlama yapmayı ve harekete geçmeyi ifade etmektedir.

Siyonizmin şefleri 1896’da “Yahudi Devleti” adıyla kitap yazıp 1897’de Siyonist Kongre’yi toplayıp kendilerine bir hedef koymuşlar ve bu hedeflerini de 1948’de gerçekleştirmişlerse, biz Müslümanların büyük hedefler belirleyip bunları deklare ederek üzerimize düşenleri yapmamız durumunda, Rabbimizin inayetiyle bu hedefleri gerçekleştirmemizin gayet mümkün olduğunu ifade etmeliyiz.


[1] “(Musa dedi ki): Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı mukaddes beldeye (Beyt-i Makdis'e) girin ve düşmandan kaçıp arkanıza dönmeyin ki, hüsrana düşer zarara uğrarsınız.” (Maide, 5/21)

[2] “Millet” kavramının Kur’an’da “Herhangi bir inanç sistemi / din üzerinde bulunan insanlar topluluğu” anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Kur’an’daki “Babanız İbrahim’in milleti” (Bkz: Hac, 22/78 vb),“Onların milletlerine uymadıkça sizden razı olmazlar” (Bkz: Bakara, 2/120), “Allah’a iman etmeyen ve âhireti inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim ve babalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un milletine uydum” (Bkz: Yusuf, 12/37-38) gibi beyanlar bu gerçeği açıkça göstermektedir. Elmalılı M. Hamdi Yazır, bu konuda şunları ifade etmektedir. “Din, şeriat ve millet gerçekte aynı şeylerdir; fakat kavram olarak her birinin belli bir yönü vardır. İtikat yönüyle din, amel yönüyle şeriat, birlik, toplama yönüyle de millet denilir. Aslında itikat denilen neyse amel denilen de odur; amel denilen neyse toplanılan da odur. Bu bakımdan millet, bir topluluğun çevresinde toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir değişle toplumsal ruhunun tâbi olduğu egemen prensipler ve tutmuş olduğu yoldur...”

[3] Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Sh. 78, Hil Yayınları

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Nisan 2025 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN