Fransa, laikliğini tekmelerken; T. C. laikleri n’apacaklar?
Fransa’nın laik uygulaması, T.C.’de ‘din ve özellikle de İslâm düşmanlığı’ şekline bürünerek taklid edilmiştir.. Diyanet İşl. Başk.lığının kurulmuş olması, İslâm’ı ve müslümanları baskı altında tutabilmek içindir; ama, bu bile, müslüman halka bir lûtuf olarak sunulur..
25-12-2007
Selahaddin ÇAKIRGİL
Osmanlı’nın son asırları ile T. C. dönemindeki ‘yabancılaşma’ çaba ve cereyanlarının yönü Fransa’ya dönüktür.. Ziyâ Paşâ, 125 yıl öncelerde, ‘Mösyö.. Pardon.. diyerek eyler isen feth-i kelâm (söze başlarsan), / Denilir her sözüne, aynen keramet gibidir.. / Londra, Paris, Berlin ve Viyana’yı görmek, / Kâbetullah ile Aqsâ’yı görmek gibidir..’ derken, o günkü ‘mustagrib’lerin (Batı çarpılmışlarının) ortak özelliğini yansıtır.
Bizim toplumumuzun son 150 yılında, ‘hak-hukuk, hürriyet, sosyal adalet, eşitlik..’ gibi terimler ve özellikle idare hukuku terimleri fransız uygulamasından alınmadır. Medeniyetin, kültür, edebiyat ve güzel san’atların, moda ve yüksek sosyete çılgınlıklarının ve insanı sihirleyen teknolojik icâdlar kadar, sosyal cereyan ve ideolojilerin de diyarıydı, Paris..
Ferdinand de Lesseps isimli bir fr. mühendis, -yazık ki, Osmanlı’nın asırlarca akıl edemediği bir şeyi-, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan Suveyş Kanalı’nı 1869’da açarken, o şaşaalı açılış töreninde, âdetâ sihirlenmiş gibi, ‘...Biz görüyorduk, biz harekete geçtik, biz sonuçlandırdık.. Bizi hiç bir şey durduramaz.. Şimdi, Haç, ‘Hilâl’i, yukardan gururla seyrediyor.. Ayak takımı için, esir uluslar için.. İsâ’yı tanımamış olanlar için..’ derken; Osmanlı’nın, kendilerini münevver/aydın olarak niteleyen kesimleri de, daha bir aşağılık duygusuna kapılıyorlar ve bir ‘garblılaşma’ histerisinin hecme ve pençelerinde kıvranıyordu..
Mısır’da 25 yıl İng. Gen. Valiliği yapan Lord Cromer (Mısır’daki deyimle, Cromer Paşa) Oxford Üni.de 1907’de yaptığı konuşmada, ‘Biz Batılıların, gittiğimiz topraklarda mes’uliyetlerimiz vardır.. O ülkeler için buralarda Batı’nın valiler, yöneticiler, yargıçlar, prof.lar, papaz ve hukukçular yetiştirip göndermeliyiz..’ diyor, ‘ilkel toplumları yönetmek için katlandıkları(!) zahmetleri’ dile getiriyordu..
Medeniyet bu idi, yani.. ‘Batılı olmayan insanları, Batılılar adına ve Batı kültür ve medeniyetinin ölçülerine göre idare etmek..’ O ölçüler de hrıstiyanlık temelindeydi..
1992’de, S. Demirel’in Londra’daki ing. kodamanlarına ‘T.C. Başbakanı’ olarak hitab ederken söylediği, ‘Arkadaş bana iyi bak.. Ben sizin Ortadoğu’daki basit bir jandarmanız değilim.. Belki, Batı’nın yüksek değerlerinin taa Orta Asya’ya kadar taşıyıcısıyım.. Ben bir misyonun adamıyım..’ şeklindeki sözleri de o mânayı yansıtmıyor muydu?
Evet, beyinleri, kalbleri, zevkleri, hayatı yaşamaktaki temel anlayışları hep Batı’ya indekslenmiş, ayarlanmış nesillerin bize nasıl bir dünya sunacağı ve Batı’lıların kendi temel ölçüleri dışındaki halklara nasıl bakacaklarının hikayesi, bu sözlerden çıkarılabilir.
Ama, müslüman toplumların -sözde- aydınları, Batı’nın kalkınmasını onların sadece laik olmalarına bağlıyordu..
Doğrudur ki, 500 yıl öncelerden itibaren, Kilise’nin tahakkümcü zihniyet ve kadrolarına karşı yürütülen mücadeleler de, laisizmin/sekularizmin güçlenmesiyle ve Kilise’lerin otoritelerinin kontrol altına alınması veya siyasî faaliyet alanı dışına itilmesi gibi gelişmeleri de beraberinde getirdi. Ve özellikle, Fransa’da 1905’te laik uygulamanın en katı biçimleri hayata geçirildi.. Miladî- 19. Yy. pozitivizminin ve daha sonra marksizmin de etkisiyle, laik cereyanlar ‘atheism’le de kolkola gelişti. Ama, bu ‘laisizm’ uygulaması, müslüman coğrafyalardaki ‘Batı çarpılmışları’nı, Batı’da olduğundan da çok etkiledi..
İlginçtir, Batı’nın en ‘ateist’ eğilimlileri bile, Batı kültür ve medeniyetinin hristiyanlık temelleri üzerinde yükseldiğini söylemekten yüksünmezler..
Ayrıca, Fransa’daki bu katı laik uygulamaya rağmen, İngiltere’de Kilise, Kraliyet’in himayesindedir, resmen.. Diğer Batı ülkelerinde de, Kilise, eski tahakkümcü, baskıcı sivrilikleri törpülenmiş olarak, sosyal hayatta, eğitim kurumları, üniversiteler, hastahaneler açmak şeklinde, daima bir sosyal kurum olarak varlığını ve etkisini sürdürür..
Ama, Fransa’nın laik uygulaması, T.C.’de ‘din ve özellikle de İslâm düşmanlığı’ şekline bürünerek taklid edilmiştir.. (Diyanet İşl. Başk.lığının kurulmuş olması, İslâm’ı ve müslümanları baskı altında tutabilmek içindir; ama, bu bile, müslüman halka bir lûtuf olarak sunulur.. Zengin İslâm vakıflarına laik rejim tarafından el konulması yanında, o bütçeler de müslüman halkın verilerinden oluşuyordu, ama, bu bile hatırlanmak istenmez..)
Şimdi ilginç bir gelişme yaşanıyor, laikliğin Batı’daki en katı merkezi, Fransa’da..
Fransa Başkanı Sarkozy, dünyada ‘dinî düşünce ve cereyanların giderek güçlenişi’ni kendi açısından doğru yorumlamak gereğini duyuyor.
Sarkozy’nin geçen hafta, Vatikan’a yaptığı ziyaret sırasında, Saint Jean Bazilikası’nda ‘fahri kanon’ (katedral rahibi) unvanını alması ve Papa 16. Benedicktus ile görüşmesinde, ‘Fransa’nın köklerinin Hristiyanlıkta olduğunu belirtip, imanın hayata mâna kattığını ve laikliğin, din düşmanı şeklinde anlaşılmayan yeni bir tanıma kavuşturulması ve Katoliklerin kamu hayatında daha aktif olmaları gerektiğini ve kim olduğunu ve neye inandığını söylemekten korkmayan, kararlı katoliklere Fransa’nın daima ihtiyac duyduğunu, ‘laikliğin, Fransa’yı Hristiyan köklerinden ayıracak gücü olmadığı’nı söylemesi ilginçti.. (Ki, ünlü fr. gazetesi ‘Le Monde’daki bir karikatürde, Sarkozy, piskopos kılığında ve ‘Tanrı, Îsâ ve Carla Bruni (Sarkozy’nin boşandıktan sonraki yeni arkadaşı) adına..’ diyerek yemin ederken gösteriliyor ve elinde bir Haç ve Amerikan bayrağı bulunan Bush ise, Papa’ya, ‘Galiba bu herif benim işimi çalacak..’ diyor; Papa ise, ‘Merak etme, geçer.’ diye onu teselli ediyordu.)
Sarkozy’yi, sadece Türkiye aleyhindeki diplomatik tavırlarıyla değerlendirmemek gerekir..
Sarkozy’nin bu sözlerinin bir heves olmadığı, tam tersine, Batı dünyasında giderek yükselen dinî duygu, heyecan ve düşünce akımlarının ondaki bir yansıması olduğu görülmelidir..
Acaba, Batı’daki bu gelişmeler, T.C. laiklerini de etkiler veya düşündürebilir mi?
Yoksa, ‘28 Şubat zorbalığı’ günlerinde, ‘Bin yıl da olsa hâkim olacak..’ denilen laikliğe daha da tutunulmaya mı çalışılacaktır?
Gen. Büyükanıt, ‘Laikliğin, Cumhuriyetin vazgeçilmez ve geri dönülmez ilkesi olduğunu’ vurguluyordu; -laik güçlerin tezgahladığı- ‘Menemen Hadisesi’nin yıldönümü mesajında..
Büyükanıt, ‘Yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle geçmişe saplanmakla varlığımızı korumamızın mümkün olmadığı’ gibi eski terâneleri de tekrarlıyor ve laikliğin, ‘bugünün olduğu kadar yarınların da ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir özelliğe sahib, her kuşağın tutkuyla bağlanacağı bir hayat tarzı’ olduğunu da söylüyordu..
Bizdeki laikler de, ‘dogmatik uyku’larından uyanıp kendi halkının inanç köküyle temasa geçebilecek midir? Çok ümidsiz bir vak’a olduğu bilinse bile, bunu umalım mı?
Osmanlı’nın son asırları ile T. C. dönemindeki ‘yabancılaşma’ çaba ve cereyanlarının yönü Fransa’ya dönüktür.. Ziyâ Paşâ, 125 yıl öncelerde, ‘Mösyö.. Pardon.. diyerek eyler isen feth-i kelâm (söze başlarsan), / Denilir her sözüne, aynen keramet gibidir.. / Londra, Paris, Berlin ve Viyana’yı görmek, / Kâbetullah ile Aqsâ’yı görmek gibidir..’ derken, o günkü ‘mustagrib’lerin (Batı çarpılmışlarının) ortak özelliğini yansıtır.
Bizim toplumumuzun son 150 yılında, ‘hak-hukuk, hürriyet, sosyal adalet, eşitlik..’ gibi terimler ve özellikle idare hukuku terimleri fransız uygulamasından alınmadır. Medeniyetin, kültür, edebiyat ve güzel san’atların, moda ve yüksek sosyete çılgınlıklarının ve insanı sihirleyen teknolojik icâdlar kadar, sosyal cereyan ve ideolojilerin de diyarıydı, Paris..
Ferdinand de Lesseps isimli bir fr. mühendis, -yazık ki, Osmanlı’nın asırlarca akıl edemediği bir şeyi-, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan Suveyş Kanalı’nı 1869’da açarken, o şaşaalı açılış töreninde, âdetâ sihirlenmiş gibi, ‘...Biz görüyorduk, biz harekete geçtik, biz sonuçlandırdık.. Bizi hiç bir şey durduramaz.. Şimdi, Haç, ‘Hilâl’i, yukardan gururla seyrediyor.. Ayak takımı için, esir uluslar için.. İsâ’yı tanımamış olanlar için..’ derken; Osmanlı’nın, kendilerini münevver/aydın olarak niteleyen kesimleri de, daha bir aşağılık duygusuna kapılıyorlar ve bir ‘garblılaşma’ histerisinin hecme ve pençelerinde kıvranıyordu..
Mısır’da 25 yıl İng. Gen. Valiliği yapan Lord Cromer (Mısır’daki deyimle, Cromer Paşa) Oxford Üni.de 1907’de yaptığı konuşmada, ‘Biz Batılıların, gittiğimiz topraklarda mes’uliyetlerimiz vardır.. O ülkeler için buralarda Batı’nın valiler, yöneticiler, yargıçlar, prof.lar, papaz ve hukukçular yetiştirip göndermeliyiz..’ diyor, ‘ilkel toplumları yönetmek için katlandıkları(!) zahmetleri’ dile getiriyordu..
Medeniyet bu idi, yani.. ‘Batılı olmayan insanları, Batılılar adına ve Batı kültür ve medeniyetinin ölçülerine göre idare etmek..’ O ölçüler de hrıstiyanlık temelindeydi..
1992’de, S. Demirel’in Londra’daki ing. kodamanlarına ‘T.C. Başbakanı’ olarak hitab ederken söylediği, ‘Arkadaş bana iyi bak.. Ben sizin Ortadoğu’daki basit bir jandarmanız değilim.. Belki, Batı’nın yüksek değerlerinin taa Orta Asya’ya kadar taşıyıcısıyım.. Ben bir misyonun adamıyım..’ şeklindeki sözleri de o mânayı yansıtmıyor muydu?
Evet, beyinleri, kalbleri, zevkleri, hayatı yaşamaktaki temel anlayışları hep Batı’ya indekslenmiş, ayarlanmış nesillerin bize nasıl bir dünya sunacağı ve Batı’lıların kendi temel ölçüleri dışındaki halklara nasıl bakacaklarının hikayesi, bu sözlerden çıkarılabilir.
Ama, müslüman toplumların -sözde- aydınları, Batı’nın kalkınmasını onların sadece laik olmalarına bağlıyordu..
Doğrudur ki, 500 yıl öncelerden itibaren, Kilise’nin tahakkümcü zihniyet ve kadrolarına karşı yürütülen mücadeleler de, laisizmin/sekularizmin güçlenmesiyle ve Kilise’lerin otoritelerinin kontrol altına alınması veya siyasî faaliyet alanı dışına itilmesi gibi gelişmeleri de beraberinde getirdi. Ve özellikle, Fransa’da 1905’te laik uygulamanın en katı biçimleri hayata geçirildi.. Miladî- 19. Yy. pozitivizminin ve daha sonra marksizmin de etkisiyle, laik cereyanlar ‘atheism’le de kolkola gelişti. Ama, bu ‘laisizm’ uygulaması, müslüman coğrafyalardaki ‘Batı çarpılmışları’nı, Batı’da olduğundan da çok etkiledi..
İlginçtir, Batı’nın en ‘ateist’ eğilimlileri bile, Batı kültür ve medeniyetinin hristiyanlık temelleri üzerinde yükseldiğini söylemekten yüksünmezler..
Ayrıca, Fransa’daki bu katı laik uygulamaya rağmen, İngiltere’de Kilise, Kraliyet’in himayesindedir, resmen.. Diğer Batı ülkelerinde de, Kilise, eski tahakkümcü, baskıcı sivrilikleri törpülenmiş olarak, sosyal hayatta, eğitim kurumları, üniversiteler, hastahaneler açmak şeklinde, daima bir sosyal kurum olarak varlığını ve etkisini sürdürür..
Ama, Fransa’nın laik uygulaması, T.C.’de ‘din ve özellikle de İslâm düşmanlığı’ şekline bürünerek taklid edilmiştir.. (Diyanet İşl. Başk.lığının kurulmuş olması, İslâm’ı ve müslümanları baskı altında tutabilmek içindir; ama, bu bile, müslüman halka bir lûtuf olarak sunulur.. Zengin İslâm vakıflarına laik rejim tarafından el konulması yanında, o bütçeler de müslüman halkın verilerinden oluşuyordu, ama, bu bile hatırlanmak istenmez..)
Şimdi ilginç bir gelişme yaşanıyor, laikliğin Batı’daki en katı merkezi, Fransa’da..
Fransa Başkanı Sarkozy, dünyada ‘dinî düşünce ve cereyanların giderek güçlenişi’ni kendi açısından doğru yorumlamak gereğini duyuyor.
Sarkozy’nin geçen hafta, Vatikan’a yaptığı ziyaret sırasında, Saint Jean Bazilikası’nda ‘fahri kanon’ (katedral rahibi) unvanını alması ve Papa 16. Benedicktus ile görüşmesinde, ‘Fransa’nın köklerinin Hristiyanlıkta olduğunu belirtip, imanın hayata mâna kattığını ve laikliğin, din düşmanı şeklinde anlaşılmayan yeni bir tanıma kavuşturulması ve Katoliklerin kamu hayatında daha aktif olmaları gerektiğini ve kim olduğunu ve neye inandığını söylemekten korkmayan, kararlı katoliklere Fransa’nın daima ihtiyac duyduğunu, ‘laikliğin, Fransa’yı Hristiyan köklerinden ayıracak gücü olmadığı’nı söylemesi ilginçti.. (Ki, ünlü fr. gazetesi ‘Le Monde’daki bir karikatürde, Sarkozy, piskopos kılığında ve ‘Tanrı, Îsâ ve Carla Bruni (Sarkozy’nin boşandıktan sonraki yeni arkadaşı) adına..’ diyerek yemin ederken gösteriliyor ve elinde bir Haç ve Amerikan bayrağı bulunan Bush ise, Papa’ya, ‘Galiba bu herif benim işimi çalacak..’ diyor; Papa ise, ‘Merak etme, geçer.’ diye onu teselli ediyordu.)
Sarkozy’yi, sadece Türkiye aleyhindeki diplomatik tavırlarıyla değerlendirmemek gerekir..
Sarkozy’nin bu sözlerinin bir heves olmadığı, tam tersine, Batı dünyasında giderek yükselen dinî duygu, heyecan ve düşünce akımlarının ondaki bir yansıması olduğu görülmelidir..
Acaba, Batı’daki bu gelişmeler, T.C. laiklerini de etkiler veya düşündürebilir mi?
Yoksa, ‘28 Şubat zorbalığı’ günlerinde, ‘Bin yıl da olsa hâkim olacak..’ denilen laikliğe daha da tutunulmaya mı çalışılacaktır?
Gen. Büyükanıt, ‘Laikliğin, Cumhuriyetin vazgeçilmez ve geri dönülmez ilkesi olduğunu’ vurguluyordu; -laik güçlerin tezgahladığı- ‘Menemen Hadisesi’nin yıldönümü mesajında..
Büyükanıt, ‘Yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle geçmişe saplanmakla varlığımızı korumamızın mümkün olmadığı’ gibi eski terâneleri de tekrarlıyor ve laikliğin, ‘bugünün olduğu kadar yarınların da ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir özelliğe sahib, her kuşağın tutkuyla bağlanacağı bir hayat tarzı’ olduğunu da söylüyordu..
Bizdeki laikler de, ‘dogmatik uyku’larından uyanıp kendi halkının inanç köküyle temasa geçebilecek midir? Çok ümidsiz bir vak’a olduğu bilinse bile, bunu umalım mı?
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu