Gelin! Aklınızı Kur’ân’ın Emrine Verin!
Buyurun! İşte Kur’ân! “O azîz bir kitabdır; ne önünden/geçmişte ne de arkasından/gelecekte onu geçersiz kılacak bir söz gelmez.”(41/41-42)
25-12-2007
Abdullah YILDIZ / Vakit
Ahmet Altan geçenlerde ne güzel yazdı (Taraf Gazetesi, ‘Dinden Korkmayın’, 4 Aralık 2007):
“...İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyete geçti.
Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik. Sonra bazılarımız "solcu" olduk. "Din kitlelerin afyonudur" sözünü öğrendik. Ürkütücü bir şey olarak gördük dini. Onunla ilgimizi kestik... merak dahi etmedik. Sanki, onun yanına yaklaşsak, baksak, incelesek, Afrika'nın et yiyen çiçekleri gibi bizi kapıp içine alarak bir "gericiye" çevirecekmiş gibi hep uzak durduk. Bu çocukça korku, bence bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı. (...) Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da dini bilgileri azdır(...) Halbuki bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alan. Bir yandan Kemalist eğitimin getirdiği "din ürküntüsü", bir yandan gizli ya da açık Allah korkusu insanları sıkıştırıyor.(...)
Dinin şekil şartlarını hem "irtica" işareti gibi algılayan, hem bu şekil şartlarını modern hayatın hayhuyu içinde gerçekleştiremeyen, açık yüreklilikle söylersek hem de bu şekil şartlarına çok uygun bir yaşam biçimi olmayan insanları, dinle barıştırmanın en iyi yolu herhalde dinin "özüne", felsefesine dönmek, tasavvufu insanlara öğretmek. (...) Biliyorum, böyle dini konular benim gibi bir dinsizin bilgi düzeyini çok aşar. Ama ben dini ciddiye alırım. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Ve Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını "huzurlu" bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Kemalist toplumun Kemalist olmayan entelektüellerinin bile dinden korktuğunu biliyorum. Bence korkacak bir şey yok... Bu toplum, dinle sorununu çözmeden huzura kavuşamayacak...”
Doğru, Türkiye’nin en temel problemi bu. Milletimizin bin yıldır kendisiyle yoğrulduğu İslâm’la köprüleri atan, O’na sırt çevirmekle kalmayıp hem Din’le hem de dindarla mücadele etmeyi marifet sanan Batıcı mütegallibe, yaklaşık yüz-yüzelli yıldır bu coğrafyanın en ciddi gerilim kaynağı oldu.
Bu mütegallibe/azınlık sınıfın kimler olduğunu da ünlü modacı Cemil İpekçi açıklayıverdi:
“Bunlar Türkiye’yi Nişantaşı’ndan ibaret zanneden 40 bin kişilik, içinde benim ailemin de olduğu Beyaz Türkler; 65 milyonluk Türkiye’yi görmüyorlar...” Türkiye’de işlerin belli bir azınlığın isteklerine göre yürüyemeyeceğini söyleyen İpekçi, “Kıyafet kanunu bir Mao’nun Çin’inde olmuş, bir de bizde. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok” diye devam etti. (Zaman Gazetesi, 16.12.2007)
Batıl/ı yaşam/a biçimini yukarıdan aşağı dayatan bu taife, halkının değerlerini, inançlarını, kılık-kıyafetini, hayat tarzını hor görmekle hatta yok saymakla kalmayıp onlarla didişti durdu. Engin Ardıç’ın kendine has üslûbuyla dediği gibi: “Türk seçkinleri, şapka giyip kravat takınca, namaz kılmayıp rakı içince, alfabeyi değiştirip tatili de Pazar gününe alınca Batılı olacaklarını sandılar.” Ardıç, halkın kutsallarıya savaşanlara şu soruyu sordu: “...‘Kabir tavafı’ mı vardı Batı’da? O kabir anıt da olsa... Din kitaplarının yanısıra bir de ‘seküler’ kutsal kitapları mı vardı?” (Akşam Gazetesi, 29.11.2007)
Bu mütegallibe sınıf, giderek çıkar ağını genişlettiği gibi, halkın kutsallarına karşı ‘seküler kutsallar’ da geliştirdi. Zamanla halkın inanç dünyasından öylesine uzaklaştı, Din’le arasındaki uçurumu öylesine derinleştirdi ki, bazen trajikomik durumlara düşer oldu: İşte size ilginç bir örnek:
“12 Eylül’den sonra Kenan Evren devlet başkanıdır ve Kurban Bayramı yaklaşmaktadır. Evren eşi vefat ettiği için kızı ve damadıyla yaşamaktadır. Bir akşam yemeğinde damadına, ‘Oğlum Kurban Bayramı yaklaşıyor; yakınlarda bir imam bul, kendisine vekalet ver, bizim kurbanımızı kesiversin’ diye tembih eder. Evren ertesi akşam yine yemekte damadına sorar: ‘Ne oldu oğlum, kurban işini hallettin mi?’ Cevap Evren’i şoke edecek mahiyettedir: ‘Hayır baba. Bugün Cumartesi, noterler kapalı, onun için imama vekalet veremedim.’ Evren, damadının din konusundaki cehaletinin din derslerinin mecburi olması için önemli bir gerekçe olduğunu bizzat kendisi anlatır.” (Zaman, 20.11.2007)
İmdi, %99’u Müslüman bir halkın ‘aydın’ları, İslâm’ın evrensel mesajını, Kur’ân’dan başlayarak anlamak ve akıllarını vahyin emrine vermekte daha geç kalamaz, kalmamalı. Buyurun! İşte Kur’ân!
“O azîz bir kitabdır; ne önünden/geçmişte ne de arkasından/gelecekte onu geçersiz kılacak bir söz gelmez.”(41/41-42)
Ahmet Altan geçenlerde ne güzel yazdı (Taraf Gazetesi, ‘Dinden Korkmayın’, 4 Aralık 2007):
“...İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyete geçti.
Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik. Sonra bazılarımız "solcu" olduk. "Din kitlelerin afyonudur" sözünü öğrendik. Ürkütücü bir şey olarak gördük dini. Onunla ilgimizi kestik... merak dahi etmedik. Sanki, onun yanına yaklaşsak, baksak, incelesek, Afrika'nın et yiyen çiçekleri gibi bizi kapıp içine alarak bir "gericiye" çevirecekmiş gibi hep uzak durduk. Bu çocukça korku, bence bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı. (...) Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da dini bilgileri azdır(...) Halbuki bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alan. Bir yandan Kemalist eğitimin getirdiği "din ürküntüsü", bir yandan gizli ya da açık Allah korkusu insanları sıkıştırıyor.(...)
Dinin şekil şartlarını hem "irtica" işareti gibi algılayan, hem bu şekil şartlarını modern hayatın hayhuyu içinde gerçekleştiremeyen, açık yüreklilikle söylersek hem de bu şekil şartlarına çok uygun bir yaşam biçimi olmayan insanları, dinle barıştırmanın en iyi yolu herhalde dinin "özüne", felsefesine dönmek, tasavvufu insanlara öğretmek. (...) Biliyorum, böyle dini konular benim gibi bir dinsizin bilgi düzeyini çok aşar. Ama ben dini ciddiye alırım. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Ve Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını "huzurlu" bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Kemalist toplumun Kemalist olmayan entelektüellerinin bile dinden korktuğunu biliyorum. Bence korkacak bir şey yok... Bu toplum, dinle sorununu çözmeden huzura kavuşamayacak...”
Doğru, Türkiye’nin en temel problemi bu. Milletimizin bin yıldır kendisiyle yoğrulduğu İslâm’la köprüleri atan, O’na sırt çevirmekle kalmayıp hem Din’le hem de dindarla mücadele etmeyi marifet sanan Batıcı mütegallibe, yaklaşık yüz-yüzelli yıldır bu coğrafyanın en ciddi gerilim kaynağı oldu.
Bu mütegallibe/azınlık sınıfın kimler olduğunu da ünlü modacı Cemil İpekçi açıklayıverdi:
“Bunlar Türkiye’yi Nişantaşı’ndan ibaret zanneden 40 bin kişilik, içinde benim ailemin de olduğu Beyaz Türkler; 65 milyonluk Türkiye’yi görmüyorlar...” Türkiye’de işlerin belli bir azınlığın isteklerine göre yürüyemeyeceğini söyleyen İpekçi, “Kıyafet kanunu bir Mao’nun Çin’inde olmuş, bir de bizde. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok” diye devam etti. (Zaman Gazetesi, 16.12.2007)
Batıl/ı yaşam/a biçimini yukarıdan aşağı dayatan bu taife, halkının değerlerini, inançlarını, kılık-kıyafetini, hayat tarzını hor görmekle hatta yok saymakla kalmayıp onlarla didişti durdu. Engin Ardıç’ın kendine has üslûbuyla dediği gibi: “Türk seçkinleri, şapka giyip kravat takınca, namaz kılmayıp rakı içince, alfabeyi değiştirip tatili de Pazar gününe alınca Batılı olacaklarını sandılar.” Ardıç, halkın kutsallarıya savaşanlara şu soruyu sordu: “...‘Kabir tavafı’ mı vardı Batı’da? O kabir anıt da olsa... Din kitaplarının yanısıra bir de ‘seküler’ kutsal kitapları mı vardı?” (Akşam Gazetesi, 29.11.2007)
Bu mütegallibe sınıf, giderek çıkar ağını genişlettiği gibi, halkın kutsallarına karşı ‘seküler kutsallar’ da geliştirdi. Zamanla halkın inanç dünyasından öylesine uzaklaştı, Din’le arasındaki uçurumu öylesine derinleştirdi ki, bazen trajikomik durumlara düşer oldu: İşte size ilginç bir örnek:
“12 Eylül’den sonra Kenan Evren devlet başkanıdır ve Kurban Bayramı yaklaşmaktadır. Evren eşi vefat ettiği için kızı ve damadıyla yaşamaktadır. Bir akşam yemeğinde damadına, ‘Oğlum Kurban Bayramı yaklaşıyor; yakınlarda bir imam bul, kendisine vekalet ver, bizim kurbanımızı kesiversin’ diye tembih eder. Evren ertesi akşam yine yemekte damadına sorar: ‘Ne oldu oğlum, kurban işini hallettin mi?’ Cevap Evren’i şoke edecek mahiyettedir: ‘Hayır baba. Bugün Cumartesi, noterler kapalı, onun için imama vekalet veremedim.’ Evren, damadının din konusundaki cehaletinin din derslerinin mecburi olması için önemli bir gerekçe olduğunu bizzat kendisi anlatır.” (Zaman, 20.11.2007)
İmdi, %99’u Müslüman bir halkın ‘aydın’ları, İslâm’ın evrensel mesajını, Kur’ân’dan başlayarak anlamak ve akıllarını vahyin emrine vermekte daha geç kalamaz, kalmamalı. Buyurun! İşte Kur’ân!
“O azîz bir kitabdır; ne önünden/geçmişte ne de arkasından/gelecekte onu geçersiz kılacak bir söz gelmez.”(41/41-42)
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu