İçimizdeki fitnenin organizatörü muhafazakâr moda
Özellikle genç kuşak hakikate yakın diğer bir modelin varlığından habersiz bu akıma kapılıp gitmiş durumda. Alışveriş ve festivallerde çılgınca tüketen, sanat algısını Alişan ve Ebru Yaşar’la şekillendiren, arabesk şarkılar dinleyerek coşan, takipçi sayısına göre paha biçtikleri fenomenleri görünce kendisinden geçen, tesettürün ve muhafazakârlığın ruhuna yarı çıplak bando gösterilerini yakışmadığını idrak dahi edemeyen bir anlayışa teslim oldular. Boyunları gözüken, kolları sıvalı, ziynetleri tamamıyla ortada bırakan, bütün güzelliği davetkâr bir formda ortaya seren bir moda ve tesettür anlayışının tesiri altında büyüyorlar.
15-10-2018
İnstagram’ın ilk yıllarıydı; henüz bu yeni uygulamanın Twitter’ı tokatlayacağını Facebook’u çalımlayacağını bilmiyorduk ama hiç vakit kaybetmeden kendimize ait hesaplarımızı açmıştık. Fotoğraflarımıza çeşitli efektler uygulamak gibi masum maksatlarımız vardı en başında. Ama ne var ki bir yandan da gözetleme kültürü damarlarımızda bir zehir gibi öncü uygulamalar sayesinde dolaşmaya başlamıştı. Kimleri takip edecektik, kimler bizi takip edecekti; zamanla oturur giderdi nasıl olsa. Birkaç eş, dost, teyze, hala… derken sıkıcı giden bu dikizleme merasimi zamanla hareketlenmeye başladı. İstanbul’un merkezinden ziyade uçlarına yayılmış renkli tiplemeler zaman tünellerimizi şenlendirmeye başladılar. Vaktiyle buralar dutluktu, denilen yerleri alıp üzerine siteler inşa ederek bu vesile ile parayı bulmuş müteahhit kızları, uydu kentlerde küçük bir butik açarak işini oradan yürütmüş genç girişimciler… Aidatı en pahalısından üniversitede stilistlik okumaya ahdetmiş fakat daha ziyade lüks restoranlarda kafelerde muhteşem kombinleri ile endam eden öğrenciler…
Instagirller, oyuncusundan akademisyenine hassasından gezginine çeşit çeşit Instamomlar, pembiş gelinler, yumuşak tabiatlı kocişler derken dikizlemeye gönüllü bunca kalabalığı oyalayacak gönüllü Instagram figürleri ile dolmaya başladı her yer. Sadece time line’mızı doldurmakla kalmadılar, zamanla birçok şeyin modası olacak hareketleri akımları tarz ve davranışları şekillendirmeye başladılar. Nasıl anne olacağımızı, evimizi nasıl dizayn edeceğimizi, eşimize nasıl sunum yapacağımız, hangi kıyafetleri nasıl kombinleyeceğimizi, nelere güleceğimizi bizlere dikte etmeye, öğretmeye ve bizleri türlü vesilelerle hayretlere düşürmeye başladılar.
Özellikle dindar camiada bu yanıltıcı ve aldatıcı mecrada kendisini suçlu ve fazlalık hissetmeden gezinmesini sağlayan, aşinalığın zırhını kuşanmış yüzlerce figür oluşmaya başladı. Aydınlıkta saklanan, bizden hissi veren figürlerdi bunlar. En sıradan hayatlardan çıkma masallar olarak bu janjanlı dünyanın kâh tasarımcıları kâh aktörleri kâh kullanıcıları kâh kazazedeleri olarak hemen bir parmak darbesi kadar yakınımızda bitmeye başladılar.
Görünmeye kodlandık
Direk görünmek ve görmek kodları ile kurgulanan Instagram ayrıntılı ve rastlantısal görünen kültürel çalkantıların mantık ve işleyişine dair ipuçları bulabileceğimiz bir kütüphane, gözlem yapabileceğimiz bir laboratuvar oldu. İnternet uygulamaları bizlere deneyim olarak her yanı süprizler ve mücadelelerle dolu bir yelpaze sunuyor. Bu kadar paylaşıma, yorumlara ve etkileşimlere bakılırsa bizler yemek yememiz, kitap okumamız, ailemizle ilgilenmemiz ve dişlerimiz fırçalamamız gereken zamanlarda hep yorum yapmak ve beğen butonunu aşındırmakla meşgulüz. “Günümüzün uyuşturucuları internet üzerinden sosyalleşme çabalarıdır.” diyen Zimmerman’ı haklı çıkartırcasına…
Elektronik ortamlardan, dijital ekranlardan usulca içeri süzülen yeni dostlara dünyamızı sonuna kadar açmaya başladık. Eski dostluklarımızı ihmal ve iptal ederek hem de. Rakamların dünyasında galip gelen fenomenler, kamusal alan ile -mahrem alanı- gündelik yaşamı iç içe geçtiği zamanların failleri oldular. Yeni mesleklerin türemesine, nev-zuhur zevklerin zevkedilmesine yol açtılar. Gönüllü İnstagram görünürleri, imaj kaygısını bütün değerlerin üzerinde tutan duruş ve tavırlarıyla tek düze dünyalarımızı domine etmeye başladılar. Dış dünya ile kurulan ilişkilerde uhrevi tutamakların kopması, zincirinden boşanır gibi bir savrulmaya neden oldu.
Yaşam denilen alanı; riyadan, imajdan, gösterişten ibaret sayanlar bütün toplumu inhisarına almaya başladılar. Başını örtme tercihinde ontolojik, pekâlâ kadim sebeplerin izlerini pek duyumsamadığımız, zevk ile zevksizlik arasında gidip gelen, garip eklektik bir duruş sergileyen bunca insan ne ara türedi, diye düşünmeden edemiyor insan. Hakikat ile kurduğumuz ilişkinin bir daha tamir olmamak üzere bozulduğu şu günlerde her zamankinden çılgın bir dönemden geçiyoruz.
80’li ve 90’lı yıllarda hidayet romanları; açık bir genç kızın başını örtmesi üzerinden bir omurgaya oturtulur ve başka genç kızlarında tesettür emrini benimsemeleri üstüne kurgulanırdı. Eleştirileri hak eden fakir ve dindar erkeği kendini âşık etmeye çalışırken örtünmeye karar veren; oğlanla kızın buluşması ya da buluşamaması üzerinden sonlanan romanlardı.
Aslında hikâyenin başladığı yerde bittiği romanların işlevlerini artık Instagram’da dilediği her şeyi yapabilen, şarkı söyleyip dans eden, araba kullanırken kendi yayınını yapan, otostop çekerek dünyayı gezen başörtülü özgür kız/kadın modelleri üstlendi. Bol paça pantolonu ve bluzu ile porselen makyajını bir arada kusursuzca taşıyabilen özneler, yeni oluşan boşluğu doldurmaya başladı. Yani aslında örtünmek, gizlenmek için değil yakıştırmak, güzelleşmek, bir guruba dâhil olmak mak sadını kazandı! Bu akımı yaygınlaştıranların zaman içinde hanımefendiliği bir kenara bırakıp mizah üretmek ve taraftar toplamak adına; hodbinlik, vurdumduymazlık, aşırılık sevecenlik, merhamet, içtenlik, kabalık gibi gel-git tavırları bir bünyede bulunur kılmaları, daha da çok dikkat çekmelerine neden oldu. Kendilerini içinden geldiği gibi temsil ederlerken birdenbire model alınan insanlar oldular. Modanın makyajın pirim yaptığı bir mecrayı oluşturdular ve o dünyanın en önemli özneleri hâline geldiler. Ve her ne yaparlarsa yapsınlar, adisyonları her defasında muhafazakâr olarak tabir edilen kesime fatura edildi. Bir zamanlar Tekbir giyimin üzerine para verip örttüğü mankenleri, ertesi gün iç çamaşırı defilesinde görmek ağırımıza gidiyordu. Şimdi ise daima bir savruluş hikâyesinin çaresiz gözlemcileriyiz. İletişimin yayılım hızından ziyade kabullenme hızı daha çok şaşırtmıştır beni. İmaj olarak şal bağlama stillerinden renk tercihlerine dek bu denli hızlı kabul görmesi gerçekten çok enteresandır.Beylikdüzü’nde ikamet eden rakam rekortmeni bir fenomen, şalını kulaklarını gösterecek şekilde bağladığı sadece birkaç fotoğraftan sonra, Ağrı’dan İzmir’e bütün genç kızlar onun imajını taklit eden bir hâl içinde olabiliyorlar. Kendimize benzeyen insanları takip etmenin iyileştirici bir yanı olduğu yanılgısı ile resimlerde fenomenin çantasını tutuşu, yere kaç derece paralel eğik duruyor oluşu bile çoktan kopyalanmıştır.
Tesettür moda ile anılmaya başlandığında...
George Simmel, “Moda için olmuş denilemez, o her zaman olagelmektedir.” derken değişim sürecinin hiçbir şekilde ivme kaybetmediğini kastetmektedir. Ve modanın kimyası, kendisine ivme kazandıracak her türlü güç ve yeteneğe imkân ve mecra oluşturmaktadır. Modanın kafa yorucuları iddiasında olan yeni nesil bu tiplemeler, sürekli bitmeyen bir devrimle her türlü durgunluğu ve sıradanlığı, tutku hüner ve gayretle ortadan kaldırmaya talip oldular. Bunu ne kadar başadılar tartışılır fakat onlar çok görünerek, sürekli önümüze düşerek aşinalık zehrini damarlarımıza zerk ettiler. İnstagram’ın yaygınlığını fırsat bilerek yaşam ve alışveriş festivalleri düzenlemeye başladılar. Takipçi çokluğu üzerinden örgütlenerek çok vesile ile sahaya indiler. İnanılmaz katılımlarla rekor üstüne rekor kırarak cesaret, moral ve takdir edersiniz ki para kazandılar. Ve bunun sonucu olarak ne kadar üzücüdür ki tesettür önermeleri, takva ve ahlaka değil israf ve gösterişe vurgu yapmaya başladı. Herkesin elinden düşürmediği akıllı telefonlara yüklenmiş uygulamalara olan saplantıları ile birlikte bilhassa kadınlar, tüketime sunulmuş konfeksiyon gündemlerinin dışına çıkamaz oldular. “Tesettür” moda ve stil kalıplarıyla birlikte anılmaya başladığından bu yana kendine yabancılaşan kavramların en başında geliyor. Bir zamanlar mahremiyetin alamet simgesi ve güzelliği gözlerden sakınan bir mahfaza iken şimdilerde görünmenin ya da görünmeyen yerleri gizemli göstermeye yarayan bir aksesuarlar topluluğu niteliğini taşıyor. Aksesuar, mana olarak ihtiyacınıza kalmış ve zevkinize dokunan bir tanımı içerir, siz onu kullanmasanız da olur, diye söylersek olayın vahametini hep birlikte algılayabiliriz.
Susan Sontag, “Her şey bir fotoğrafta nihayet bulmak üzere var olur.” der. Bu durumda artık tesettür de İnstagram’ın zaman akışında yanıp sönmek üzere bir paylaşımdan ibarettir. Ellerimizden hiç düşmeyen görüntüleme makinaları var. Sonsuz bir şimdi içinde yaşıyor gibi pervasızken zihinlerimiz, her yaşadığımızı paylaşılabilen bir “şey” olduğu kabullenişi ile işliyor. Uzunca bir süredir idrak etmek yerine her şeyi performans olarak yaşıyoruz. Kameraların varlığı başkalarının bizi izlemesine duyduğumuz gönüllülük, şevk; kutsal ya da gündelik her şeyi giderek bir “sahneleme başarısı” olarak yaşamamıza neden oluyor.
Modern aç gözlülük
Modernlik bizi çepeçevre kuşattığından bu yana değerler kaybına uğruyoruz. Soljenistin’in dediği gibi, “Modernlik büyük bir aç gözlülüktür.” Enerjimizi sarf edecek doğru yer bulamadığımızdan aylaynırını 4 elif miktarı çeken, bütün hayatını paylaşma iştahı ile yaşayan rol modellerin etkisi altında kalıyoruz. Özellikle genç kuşak hakikate yakın diğer bir modelin varlığından habersiz bu akıma kapılıp gitmiş durumda. Alışveriş ve festivallerde çılgınca tüketen, sanat algısını Alişan ve Ebru Yaşar’la şekillendiren, arabesk şarkılar dinleyerek coşan, takipçi sayısına göre paha biçtikleri fenomenleri görünce kendisinden geçen, tesettürün ve muhafazakârlığın ruhuna yarı çıplak bando gösterilerini yakışmadığını idrak dahi edemeyen bir anlayışa teslim oldular. Boyunları gözüken, kolları sıvalı, ziynetleri tamamıyla ortada bırakan, bütün güzelliği davetkâr bir formda ortaya seren bir moda ve tesettür anlayışının tesiri altında büyüyorlar. Akla Mustafa Özel’in güzel nasihatlerinden biri geliyor: “Ahlakın kaynağı dindir ama ahlaklı olmak dindarlıktan önce gelmelidir.”
Bu bahsettiğimiz akımın temsilcileri çok yakın zamanda işi daha da büyüterek AVM açtılar. Yakıtları takipçi sayısı olan, takipçilerini insandan ziyade rakam olarak algılayan, internetin fırsatlarını tanınmaya zenginleşmeye yönelik kullanan şöhreti bol bir gurup girişimci; sürekli sahada, gerçek görünürlük alanında da var olmak adına daha somut bir varlık olarak şehrin göbeğine konuşlandılar. Açılışta davetliler, Alişan ve Ebru Yaşar’ın şarkılarıyla kendilerinden geçtiler. Çığlıklar ıslıklar tezahüratlar… Bir de bando getirildi ki evlere şenlik. Muhafazakarlık kavramının içini boşaltıldı orası kesin ama hâlâ çağrışım yaptığı birkaç güzel şey vardıysa şayet işte bu vesile ile onlar da yok oldu. Yarı çıplak karnaval kıyafetleri ile maskeli kadınlar, hoyrat hareketleri ile ellerinde saksafon, bazı beylerden oluşan bu gürültülü bando; hepimize yaşam tarzımıza uygun kapalı gösterişsiz bizi gözlerden sakınacak, doğru bildiklerimizle çelişmeyecek kıyafetler bulabileceğimiz iddiasında olan bu AVM’yi müj delediler. “Muhafazakâr moda festivalleri” ile tanınan, piramidin en tepesinde sayemizde yükünü tutan ekip kendisine başka argümanlar tesettürden ve muhafaza etmekten daha başka jargonlar bulsalar çok iyi olacak.
“Türkiye’nin ilk muhafazakâr organizasyonu” olarak kendisini tanıtan organizatör; internet sitesinde korkunç bir imla ile amacını, “globalleşen ve internetin hâkim olduğu dünyada ev hanımlarını, gençleri ve çocukları ortak keyifli vakit geçirme adresinde buluşturmak” şeklinde belirtti. Vizyonunun ise “Yenilikçi, üretici, sorumlu ve keyifli yaklaşımla sosyal sorumluluk bilincini kadın gücüyle destekleyerek lider bir mutluluk organizatörü olmak” olduğunu tekrarladı. Edit edilmesi gereken sadece cümle düşüklükleri ve imla yanlışları olsaydı keşke.
Hedef kitlesi olarak seçtiği, israfın haram olduğu öğretisiyle büyüyen kesimleri; Instagram’da nerden ne aldığını etiketleyen, kaşları yapılı, yüzleri her zaman full makyajlı, biraz takipçi kazanınca kendi tesettür markasını peyda edecek başörtülü kızlara dönüştürmesi ayrıca eklektik bir dilemma. Hatta biz buna mülemma da diyebiliriz. Orhan Okay’ın ifadesi ile her dizesi başka dilde yazılmış bir manzume gibi… Bir şeyi benimsemek değil sadece beğenmek, fakat doğruyu işaret eden gerçek terkibe bir türlü ulaşamamak…
Dengelerin alt üst olduğu zamanlar
Moda-giyim-kuşam goygoyuyla tesettür, toplumsal bir performans hâline geliyor ve dinî olarak yaptığımız her şey hiç olmadığı kadar dünyevileşiyor. Bizler de özgürce gözetlemenin aslında bir özgürlük değil ağır bir yük olduğunu anlıyoruz. Teknolojinin nimetlerini hiç sorgulamadan kamusal ve mahrem alanlarımıza dâhil etme refleksimiz, Batı’nın ürettiği teknik karşısında yenilgi mizi daha da keskinleştiriyor. Kullanmayan, reddeden duruşu çoğunlukla Müslümanların güçsüz düşmesi, kan kaybetmesi olarak algılıyoruz. Her şeyin güncellenme hastalığına maruz kaldığı modern zamanlarda bile kökünü kadim doğrulardan alan fiillerimizi sürdürme çabamız gayet ortada ve aşikâr ama mahiyetlerinde olan değişimi görmezden gelmeyerek üzerlerinde iyice düşünmek zorundayız. Tesettürü yaşamak bir yana dursun sergileme performanslarımıza şöyle yüzeysel bakacağımız yer artık Fatih’in o meşhur caddesi değil Instagram bilgi akışları.
Muhafazakâr amaçlarla gösterdiğimiz tutumlarımızın tüketim kültürüyle ve kültürel olanın popüler olan ile kodlarının nasıl iç içe geçtiğini buralarda görebilmekteyiz. Ayette gayet net olarak belirtilen tesettürün ve örtünme fiilinin hassasiyetini, moda yolu ile azaltma, yumuşatma, renklendirme, çeşitlendirme yoluna gidildiği ortada. İsmail Kara’nın sıkça söylediği gibi: “Hiçbir şeyin yerli yerinde ve dengede olmadığı zamanları yaşıyoruz.”
İştahları azdıran bir tüketim ve hatta tüke(t)nme tapınağı hâlini almaya başlayan sosyal paylaşım siteleri, çağın ruhunu yordamlama, tespit etme imkânı veriyor bize. İnsanlar maalesef ki sunak olarak onurlarını ve karakterlerini kurban ediyorlar…
Eğer hayat “Esfel” ve “Ahsen” arasında bir yön çizebilmekse kablolu ya da kablosuz ağlarla örülü, sağı solu belli olmayan, sürekli tuhaflaşan dünyamızda bu iptiladan sadece bilişim sektörünü sorumlu tutmak haksızlık ve çokça da aptallık olacaktır. Evet, durum güncellemelerinde fitne bir sel gibi akıyor, fakat sosyal ağlar aslında fitneyi üretmiyor; hâlihazırda içlerimizde var olan fitneyi başarılı bir şekilde organize ediyor.
Betül Şatır, "İçimizdeki Fitnenin Organizatörü Muhafazakâr Moda", Bilimevi Kadın dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2018, sayı 6.
Dünya Bizim
Makaleler
Hava Durumu