MÜ öğrencilerinden, "Müddessir Suresi'nin bize öğrettikleri"
Müzzemmil Suresi'nin yorumunda bizleri örten örtüleri daha geniş anlatmaya çalışmıştık. Yine kendimize soruyoruz; ne gibi şeyleri örterek, Allah’a kendimize ve toplumsal sorumluluklara karşı duyarsız kalıyoruz? Üzerimizi örten şeyler, gaflet uykusu olarak da adlandırılabileceğimiz şeyler, korkularımız, dünyevi kaygılarımız, geçim derdi, mal ve evlat sevgisi mi? Bizleri her türlü kulluktan ve Salih amellerden uzaklaştıran şeyler en büyük örtülerimizdir.
12-03-2012
MÜDDESSİR SURESİ'NİN BİZE ÖĞRETTİKLERİ:
Rabbimiz; Müzzemmil suresinde, örtüye bürünen Resulüne ve arkadaşlarınaeğitim için kalkmalarını emrederken, Müddessir Suresi'nde, bireysel inşa surecinden (dava dönemi), toplumsal inşa surecine (davet dönemi) geçilmesi gerektiğini bildiriyor. Artık toplumsal temsillik başlıyor. Öncelikle; her şeyi Rabbin adına yapacaksın, her türlü insan kaynaklı değerleri hayat ölçüsü yapmayacaksın, elde ettiğin tüm başarının Rabbinden olduğu bilinciyle büyüklenmeyeceksin, yoluna çıkacak tüm engellere ve engellemelere karşı sabredeceksin. Eğer bu ilkelere uyarsan, tüm delillere rağmen inanmayanların yapmak istediklerine karşı tek yardımcın Ben olacağım.
1-Bizleri örten şeylerin neler olduğunu fark ederek, bunları üzerimizden atmalıyız:
Müzzemmil Suresi'nin yorumunda bizleri örten örtüleri daha geniş anlatmaya çalışmıştık. Yine kendimize soruyoruz; ne gibi şeyleri örterek, Allah’a kendimize ve toplumsal sorumluluklara karşı duyarsız kalıyoruz? Üzerimizi örten şeyler, gaflet uykusu olarak da adlandırılabileceğimiz şeyler, korkularımız, dünyevi kaygılarımız, geçim derdi, mal ve evlat sevgisi mi? Bizleri her türlü kulluktan ve Salih amellerden uzaklaştıran şeyler en büyük örtülerimizdir. Bu örtülerden biran önce sıyrılarak esaretten kurtulmalı görev ve sorumluluk bilinciyle yaşamalıyız. Yatmak; rahatı tercih etmek, ne yapacağını bilememek, bekleyişte olmak demektir. Kalkmak ise; insan olarak yaratılış gayesini idrak ederek sorumluluk yüklenmek, hazırlık yapmak ve yola koyulmaktır. Bu M.Esed’in dediği gibi “Şimdi yalnızlığından vazgeç ve bütün dünyanın önüne bir öğretici ve uyarıcı olarak çık.” Yani kendini yalnızlık duygusuna kaptıran tüm düşüncelerden arın.
2-Kalkmak ve Uyarmak Resullerle birlikte her Müslüman’ın İlahi bir emir gereği, görev ve sorumluluğudur. Bizlerde bu göreve katılmalıyız:
"Kendilerine dayanılmaz bir azap gelmeden evvel kavmini korkutup uyar." (Nuh:71/1) ayetinde olduğu gibi Allah(c.c) Resulleri aracılığı ile tüm insanlığa uyarıcı göndermiştir. “Kalk (ve) bundan böyle uyarıp-korkut.” Kalkmak; ilk günlerden itibaren gece eğitimiyle elde etmiş olduğun dava ve onun asla vazgeçilmezi olan itikadı ilkelerini toplumsal hayatta uygulamak üzere eyleme geçmektir. Bizleri örten tüm örtülerden, hayatımızı kuşatan tüm yanlış alışkanlıklardan, İslami olmayan tüm amellerden kurtulmaktır. Uyarmak ise; yaratılış gayesini anladıktan sonra Allah’ın gazab ve cezasına uğratacak tüm amellerden sakınıp kaçınarak korunmak, diğer insanları da en yakınlarımızdan başlayarak bu uyarılarda bulunmaktır. Sapık, günahkâr, inatçı, söz dinlemez, azgın, kaypak ve gerçeklerden uzak insanlığı uyarmak en zor işlerden olsa gerektir. Davetin ilk inzal olmaya başladığı süreçte müjdeden çok uyarın gelmesi oldukça manidardır. İslami kabul etmeyenleri nasıl bir akıbetin beklediğini bildiren bu uyarılar insan için en can alıcı ikazlardır. Tarihin tüm süreçlerinde uyarıcılara uyanların sayısı hep azınlıkta kalmış, başta Resuller ve iman edenler çok büyük zorluklar yaşamışlardır, birçok kavim daha dünyada cezalandırılarak helak edilmiştir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Hangi peygamber ve kavmine bakarsak sonuç hep aynıdır.
3-“Rabbini tekbir et (yücelt)” İlahi emir gereği, Hayatımızı “Allah’u Ekber” üzere inşa etmeliyiz:
“Yaratan Rabbin adına oku” emriyle başlayan hayatı vahye göre inşa etme projesi devam ediyor. Yaratan rabbin adıyla yaşanan hayat her zaman tek yüce Allah’dır ilkesiyle inşa edilen hayattır. Allah’ı tekbir etmek, her zaman ve her yerde, her iş ve amelde Allah ne diyor veya ne der hesabıyla yaşamak. Allah taraftarı olmaktır. Hâkimiyet yalnız Allah’a aittir. En büyük ve tek büyük Allah’tır. Hiçbir ilah yoktur, yalnız Allah ilahtırın tüm insanlığa ilanıdır. O’nun rızasına ermek tek gayemiz olmalıdır. Çünkü hayat sadece Allah’a kulluk için vardır. Sonuç takva sahiplerinin yani gereği gibi sorumluluk bilinciyle Allah’tan sakınanlarındır.
4-Elbisemizi temizlemek; Akideden amele, bedenden elbiseye tüm hal üzere temiz olmaktır:
Elbiseni temizleme akideden amel ve maddi temizliğe kadar geniş bir anlam ifade eder. Vahyin ilk yıllarında elbette ki asıl olan akidedeki temizliktir. Çünkü tarih boyunca müşriklerin en büyük tuzakları akidede bozukluk ve metod da saptırma taktikleridir. Allah’ın rızasına ulaşmanın ve O’nun davasının temsilciliğini yapmanın en temel dinamiği bu iki şeytani kirlenmelere karşı temiz kalmaktır. Yani davaya ve mesaja yakışmayan her türlü davranış ve amellerden arınmaktır.
Akidedeki temizlik; her türlü şirkten arınmak, tüm sahte ilahlardan arınarak yalnız Allah’a iman ederek O’na kulluk etmektir. Göklerde olduğu gibi yerde de her zaman ve yerde Allah’(c.c)ı Rab edinmektir.
Ameldeki temizlik ise; ibadetlerin yalnız Allah’a ve O’nun istediği ve razı olduğu şekilde yapılmasıdır. Yani akidenin yaşanan hayatta amele dönüşmesi olan Salih amel işlemek, tüm kötü amellerden kaçınmaktır.Maddi temizlik olarak bilinen bedenin ve onu örten elbisenin temizliği de Müslüman için oldukça önemlidir. Temizlik bir Müslüman da bütünlük arz eder.
Akidesi temiz olanlar bedensel ve giyimlerinde de temiz olmak zorundadırlar. Onun için temizliğin tüm boyutlarını dikkate almalı her türlü kirlerden arınmalıyız. Allah’ın bizlere sunduğu tüm nimetlerin elde edilmesinde ve kullanılmasında israf ve gösterişe kapılmadan, kibirden uzak orta bir yol izlemekte temizliğin gereklerindendir.
5-Allah’ın razı olmadığı çirkin amel ve davranışlardan uzak durmalıyız:
"Çirkin davranışlardan uzak dur." Veya “Ve bütün pisliklerden kaçın!” Farklı ol ve her konuda pislik olanlardan ayrış. Allah(c.c)’ın Tevbe suresinde buyurduğu gibi “ müşrikler necistirler” Çirkin davranışlar; Allah’ın yaratılış fıtratına ters düşen her türlü amel ve davranışlardır. Bunlar; Allah(c.c)’ın Kur’anın baştan sona sürekli hatırlattığı, haram ve yasak ilkeleriyle bizlere sunduğu şeylerdir. Bunların başında Allah’a şirk koşmak gelmektedir. Daha sonra tartıda ve ölçüde sınırı aşmak, zina yapmak, haram ve helal sınırlarına uymamak, vd. gibi. Mevdudi’nin deyimiyle; “Pislikten kasıt, her türlü pisliktir. Akidedeki pislik, düşüncedeki pislik, ahlâkî pislik, ameldeki pislik, beden ve elbisedeki pislik ve yaşantıdaki pislik vs.”
6-Yaptığımız tüm amelleri başa kalkmak için değil, yalnız Allah (c.c) için yapmalıyız:
Biz Müslümanların bütün gayesi yalnız Allah’ı razı etmek olmalıdır. Kulluğumuzu yalnız O’na yapmalıyız. Hayatı bize sunan her türlü nimetlerle donatan Allah kulluğu yalnız kendisine yapılmasını istiyor, başkasını asla karıştırmamayı emrediyor. Onun için yaptığımız tüm ameller ve iyilikler bizleri daha mütevazı kılmalı her türlü gösterişten uzak olmalıdır. Çünkü tüm bunların sonuçlarını değerlendirip karşılığını vermek yalnız Allah’a aittir. Onun için Rabbimiz Kuran’da müminlerin infakından bahsederken “onlar infak ederken korkarak verirler” yani onların tek derdi infak etmek değil, kabul edilip edilmeyeceği endişesidir. S.Kutub’un dediği gibi, “Fedakârlıklarının hesabını tutan insanlar bu davayı yürütemezler.”
7-Yalnız Rabbimiz için sabretmeliyiz:
“Rabbin için sabret.” Allah için sabır; ilahi ölçülere uyularak kul olarak gereğini yerine getirdikten sonra sonucu O’na bırakmaktır. Kişi sevdiği ve değer verdiği kimse için yapmayacağı fedakârlık, sabırla katlanamayacağı hiçbir engel tanımaz. Bu kendisini yaratan tüm nimetlerle donatan Allah ise acaba sabırla katlanmak nasıl bir şeydir. “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (2/250) Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” (7/126) ayetleri Allah için sabretmenin ne anlama geldiğinin Kur’ani örnekliğidir.
Sabır; hedefe ulaşmak için her durum ve şartlarda gereğini yapmak, sonra tüm zorluklara direnmek, dayanmak, durabilmek ve hiçbir engel tanımadan Allah’ın rızasına ulaşma mücadelesinde yola devam ettirmektir.
Davetin ilk yıllarında Kur’an’ın temel kavramlardan olarak sabrın işlenmesi, elbette ki Tevhidi inancı bozacak her türlü eylem ve söylemlere karşı direnme anlamında kullanılmaktadır.
“O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.”(76/24)
Sabrın en güzel şahidliğini bir köle olan Bilal ve Yasir ailesinde görmekteyiz.
Bir köle olan Bilal, sahibi Umeyye b. Halef’in ağır işkencelerine maruz kalıyor, günün en sıcak vaktinde kızgın kumlara yatırılıyor üzerine büyük bir kaya parçasını koyarak efendisi ona “Ölünceye ya da Muhammed’i inkar edip Lat ve Uzza’ya ibadet edinceye kadar bu kaya bu şekilde kalacak” diyordu. Bilal’in cevabı sadece “Allah birdir, Allah birdir” oluyordu.
Yasir aileside yine kızgın kumlar altında işkencenin her türlüsüne sabırla katlanıyor Tevhid ilkelerinden taviz vermiyorlardı. Bir defasında Muhammed (a.s) Yasir ailesini işkenceler içerisinde görünce çok üzüldü ve onlara; “Müjdeler olsun ey Yasir ailesi! Sizin kavuşacağınız yer cennettir” müjdesini veriyordu. Sabır onları adım adım Allah’a ve O’nun cennetine ulaştırıyordu.
Bugün bizlerinde, günümüzde Tevhidi inancımızı bozacak uzlaşmacı ve saptırıcı hilelere karşı çok iyi tespitler yaparak onlara karşı direnerek sabır örneklikleri ortaya koymak sorumluluğumuz vardır.
Günümüzün en büyük vahyi saptırma sebebi olan çağdaş ideoloji ve fikirlerin saptırma tehlikelerine karşı onların hiçbir cazibesine kanmadan vahyi düşünceyi anlayıp yaşamamız günümüzün en büyük sabrı olsa gerektir. Beşeri veya cahili sistemlerin insanlığa dayattıkları şu tehlikeleri çok iyi sezerek korunma tedbirlerimizi almalıyız. Dünyanın süsü, teknolojik imkânlar insanı hayata bağlayan her türlü imkânların aldatıcı gücü, Kadın ve şehevi arzuların çekiciliği, mal kazanma arzusu, ahreti unutup dünyaya meyletme duygusu, teknolojik gelişmelerin cazibesi, sihirli etki alanlarıyla milyonları ekrana veya ibadethanelerine kilitleyen spor faaliyetleri. Cahiliye’nin bizlere dayattığı tüm bunun gibi daha birçok tuzaklara karşı sabırla direnerek İslami düşüncenin var olması ve yaşaması için ortaya sabır örnekliği koymalıyız.
8-Kıyametin günü, Kâfirler için zor, Müslümanlar için kolay olacaktır. O halde, ahiret bilincini hiç kaybetmemeliyiz:
“Sûr’a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür. Kâfirler için hiç kolay değildir.” (74/8-10) “Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin.” (3/102) Müslüman için hayat Allah’dan gereği gibi sakınıp O’na gereği gibi razı olduğu şekilde kulluk yaparak dönmektir. O zaman o gün çok kolay olacaktır. Sonuç Allah’ın rızası ve cennettir. “Kâfirler için hiç de kolay değildir.” Sonuç Allah’ın rızasından mahrum kalmak ve cehennem azabı, ne kötü bir gündür. Dünyada zorluklara katlananlar, Allah için sabredenler, kâfirlerin hiçbir saptırma oyunlarına gelmeyenler için o gün kolay olacaktır, zorluk çekme sırası kâfirlere gelecek onlar yaptıklarının cezasını mutlaka göreceklerdir. Ama ne ceza! Hiçbir şekilde dünyadakine benzemez ağır ve kat kat olan ceza.
9-Allah (c.c); küfrün elebaşlarının karakterlerini çizerek akıbetlerinden bahsedip Müslümanları teselli ediyor. Sen görevini yap gerisini bana bırak diyor:
İnsan büyüyüp eli ayağı tutup iş yapmaya başlayıp birçok mal, evlat, güç ve iktidar elde edince yaratanını, yaratılışını, nasıl ve niçin yaratıldığını unutur. Artık onun için tek değer, mal, mülk, evlat, iktidar, güç ve ebedi yaşama duygusudur. Hâlbuki her şey Allah’ın iradesi ve dilemesiyle olmaktadır. Allah imtihan için insanlara bol miktarda mal ve imkân, çok sayıda evlatlar, sayısız imkân ve fırsatlar vermektedir. Kâfirler bunları kendinden sanarak inkâr ederek nankörlük ederken, müminler Rablerinden bir imtihan vesilesi olarak kendilerine verildiğini bilerek şükrederler. Şükredenlerin sonu Rabbinin rızası ve cennet iken kâfirler için acı veren çetin bir azap ve cehennemdir. O halde Rabbimizin bize vermiş oluğu tüm nimetlere şükredenlerden olmalıyız. Asıl nimetin Allah’ı tek İlah ve Rab bilerek O’nun yolunda olmak, yani hidayet nimeti olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
10-Allah(c.c)’ın koymuş olduğu ilahi yasalara inanamayanlar hakikati gizlemek için her yola başvururlar. Hâlbuki Müslümanlar hayatın tamamında vahyi ölçü alırlar:
Müslümanlar; Aklını vahyin kılavuzluğunda kullanarak vahye uyup Resulün şahitliğinde “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.”(17/35) ilahi emrine göre yaşarlar. Yani doğru terazi ile doğru tartarlar. Ölçme ve biçmeleri hakkın açığa çıkarılması adaletin yerini bulması içindir.
Kâfirler ise; hayatı okuyup değerlendirip ölçüp biçerken hep heva ve heveslerini ölçü alırlar. Onlar için her şey çıkarlarıdır. Çıkarlarını red ettiği için vahiyde kabul etmezler. Hiçbir şeyleri doğru ve adalete uygun değildir. Yani yanlış terazi ile tarttıkları için hep zulmederler. Onların ölçüp biçmeleri hep hakikatin gizlemesi ve çıkarlarının korunması üzeredir. En akıllı geçinenlerinden olan Velid bin Mugire ve Ebu cehil gibilerinin geldiği nokta Allah’ın sözleri için “Bu, yalnızca aktarılarak öğretilen bir büyüdür” ve “Bu beşer sözlerinden başkası değildir” olmuştur. Bu sözü söylerken bunun böyle olmadıklarına adları gibi emindiler ama inatlarının kurbanı oluyorlardı. Aklını kullanmayanlar için Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sen hiç kendi heva ve heveslerini ilahlaştıran (birin)i gördün mü? Şimdi, böyle birinden de sen mi sorumlu olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (25/43–44)
İnsan vahyi rehber edinmezse; kendini tek doğru zanneder, hevasını ilahlaştırır, yaratılmışlığını unutarak kendini yaratan yerine kor. İnsan; Allah’ın vermiş olduğu aklı seküler alanda kullanarak birçok teknolojik ve ilmi icatlarda bulunur, bununla Rabbini bulup iman edip şükredeceği yerde kendinden sanarak azar, sonra döner ona tapar.
11-Cehennem kâfirler için hazırlanmış ilahi ceza yeridir.
“Onu ben, cehenneme (sakara) sürükleyip atacağım. Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?
Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz. Beşere delicesine susamıştır. Onun üzerinde ondokuz vardır.” (74/26–30)
Nasıl ki dünyada her şeyin bir karşılığı vardır. En basit sistemler bile ceza ve ödül üzere varlıklarını sürdürmektedirler. Kendilerine kul ve köle olanları mükâfatlandırmakta, İtaat etmeyip boyun eğmeyenleri ise cezalandırmaktadırlar. Kendileri hiçbir şey yaratmamış ve kendileri yaratılmış birer acizler oldukları halde. Elbette ki Allah’ın da hem dünyada hem de ahrette olmak üzere ceza ve mükâfatları vardır. Dünyadaki cezalandırma, her şeye sahip olmalarına rağmen hiçbir zaman gönül huzuruna erememeleri, mutsuzluk, korku, endişe gibi ruhi durumlarında ki halleridir. Deprem, sel felaketleri gibi tabi afetleri dünyevi cezalandırma olarak da değerlendirebiliriz. Asıl ceza ise ahrette ve ebedi olanıdır. O cezanın nasıl bir şey olduğunu Kur’an ayetleri bütün boyutlarıyla insanlığa sunmuştur. Onun için cehennemi kazananlar mutlaka hak ederek kazanıyorlar. Hiçbir mazeret sunmaksızın veya sunsalar da asla kabul edilmeksizin oraya gireceklerdir. Çünkü o gün ve ceza ile ilgili dünyada çok kez uyarılmışlar ama asla ciddiye almamışlardır. Elbette cehennem tam bir hak edişin sonucudur.
Eğer insanın yaptığının bir karşılığı olmasaydı o zaman hayatın ne anlamı olurdu. Allah insanı yaratmış, yolunu ve sonucunu göstermiştir. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (67/2)
Kur’anın bütünlüğünde daha çok iman edenlerin cehennemden korktukları ve o dehşet gününe hazırlık yapmaya çalıştıklarını görüyoruz. Onun için asıl olan biz iman ettiğini iddia edenlerin o günü ve azabı ne kadar ciddiye aldığımızdır. Furkan suresi atmış beş ve atmış altıncı ayetlerle hepimizi akletmeye ve düşünmeye davet ediyorum. “Onlar, şöyle diyenlerdir:
“Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” “Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” Başka söze ne hacet, Allah(c.c) her şeyi bilen ve sözlerin en doğrusunu söyleyen değil mi?
“Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(59/20)
Bugün dünya müstekbirlerinin tüm insanlığa ve özelde Müslümanlara yaptıkları tüm zülüm ve işkencelerin karşılığı olarak yaşasın cehennem. Bütün şartlara rağmen direnip tagutlara hiç bir ödün vermeden direnen sabreden ve katlanan Müslümanlar için yaşasın cennet. Allah’ım bizi cehennem azabından koru.
12-Allah(c.c) Kur’an da bazı müteşabih ayetleri imtihan konusu yapmaktadır:
“Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.” (74/31)
“O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (3/7)
Allah (c.c), Müddessir suresindeki 31 ve Al-i İmran suresindeki 7. Ayetlerinde olduğu gibi insanlığı fitne (imtihan) konusu yapmaktadır. Gereği gibi Allah’dan korkanların bu ayetlerle imanı artarken, kâfirlerin ve kalplerinde hastalık olanların ise küfrünü artırmaktadır. Kur’an da ki bu tip ayetlere karşı Müslümanlar, akli selim, ilmi temele dayanan kesin bilgilerle yaklaşarak imanları artarken, kalplerinde hastalık olanlar ile kafirler ise akıllarını vahyin doğrultusunda kullanamayıp perdeledikleri için “Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?” derler. Bu tip ayetler bizler, iman ettik ve tasdik ettik, O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcı demeliyiz. Allah en güzel bilendir.
13-Allah (c.c); Ay’a, geceye ve sabaha yemin ederek, düşünerek öğüt almamızı istemektedir:
“Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.” (74/32–37)
“Görmedin mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.”(31/29)
“Gece ile gündüz, güneş ile ay Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin; eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.”(41/37)
“Ağarmaya başlayan sabaha and olsun ki,”(81/18) daha bunlar gibi birçok ayetlerde Rabbimiz Ay, güneş, gece ve gündüzle ilgili ayetlerine dikkat buyurarak bizleri yaratılış hikmetlerini anlayarak düşünmeye sevk ediyor. Yani her gece ölüm, her sabah yeniden diriliştir.
Akleden insan için; Ay, gece ve peşinden gelen sabah; hayatı, ölümü, yaşamı, yeniden dirilişi, kıyameti hatırlatmaktadır.
Düşünmek, insanla diğer mahlûkatlar arasındaki en büyük farktır ve sorumluluğun temel nedenlerindendir. Ancak düşünüp Akledenler Rabbini tanıyıp O’na gereği gibi kulluk yapanlardır.
Rabbimiz, Kur’an da onlarca ayetlerle aydan, geceden ve sabahtan bahsederek düşünmemizi ve ibret almamızı istemektedir. Gerek yaratılışı ve gerekse yaptığı rol anlamında düşünmeye değer şeyler değimli? Gece ve gündüz insanın bir günlük yaşam anıdır, bunların toplamı ise insan ömrüdür. Eğer bu zaman dilimini gereği gibi kullanamazsan akıbetin cehennem olacaktır, iyi düşün denilmektedir.
14-Cehenneme sürükleyen amellerden şiddetle kaçınmalıyız:
“Cehennemlikler derler ki; "Biz namaz kılanlardan değildik.” "Yoksula da yedirmezdik."
“Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.” “Hesap verme gününü inkâr ederdik.” “Sonunda bize de ölüm gelip çattı."(74/43–47)
Allah(c.c), Cehenneme götüren bazı amelleri şöyle sıralamaktadır:
1-Namaz kılanlardan değildik:
Namaz; Dua, yönelmek, niyazda bulunmak, dik durmak, eğilmek ve kapanmak anlamlarında olup Kur’an da yüz yerde kullanılarak anlatılmaktadır. Ayrıca rüku ve sücüd ayetleriyle bu sayı oldukça fazladır.
Namaz; Kıyam, Rükû ve Secde olmak üzere üç temel rükünle eda edilmektedir. Hayat tüm canlılar için bu üç eylemden ibarettir. Tüm canlılar bu üç hal üzere Allah’ı zikretmektedirler. Tüm ağaçlar, bitkiler, dağlar vs. kıyamda, dört ayakları üzerine hayat süren hayvanlar rükû halinde, ovalar, tüm sürüngen hayvanlarda secde halinde Rabbini zikrederler. Kıyam, rükû ve secde namazın üç temel direğidir. Müslüman bu üç eylemle tüm mahlûkatın ibadet şekillerini bir arada toplayarak Rabbine zikretmektedirler.“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”(3/191)
Namaz; Allah’la konuşmaktır, arzuhalde bulunmak kendi lisanıhâli ile arzu hal etmektir. Rasulullah (a.s) “namaz müminin miracıdır” buyurmaktadır. Yani Rabbe yükseliş O’nunla buluşma. Onun için ne söylediğinin farkında olmak gerekir.
Namazla ilgili bazı ayetleri hatırlayacak olursak;
“Ey Muhammed! Sana vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alı-kor, Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.”(Ankebut:29/45)
“Bu kimseleri ne ticaret, ne alış-veriş, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin hoplayacakları ve gözlerin donakalacağı bir günün dehşetinden korkarlar.” (Nur:24/37)
“Oğulcuğum namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçmeye çalış ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdir.”(Lokman:31/17)
“Vay, o namaz kılanların haline ki; Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler.” (Maun:107/4–7)
“Gecenin bir bölümünde O'na secde et, geceleri O'nu uzun uzun tesbih et.”(İnsan:76/26)
“Ey müminler, sabırla ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenler ile beraberdir.”(Bakara:2/153)
“Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren rükûa varan Müminlerdir.” (Maide:5/55)
“Onlar ki: Namazlarını sürekli kılarlar aksatmazlar.”(Mearic:70/23)
“Ama eğer tehlikede iseniz, yürürken ve binek [üzerin]de [namazınızı ifa edin]; tekrar güvenliğe kavuşunca Allah'ı anın, çünkü daha önce bilmediklerinizi size öğreten O'dur.”(Bakara:2/239)
Bu ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi her şart ve durumda namaz asla terk edilemez. Yoksa sonuç “biz namaz kılanlardan değildik” olur.
2-Yoksula yedirmezdik:
“Yoksulu doyurmuyorduk,”(74/44)
“Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma.”(17/26)
“Sakın bu gün aranıza bir miskîn sokulmasın diyorlardı”(68/24)
“Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;” (107/3)
“Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi.” (69/34)
“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (76/9)
“Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.”(63/10)
Allah(c.c), imtihan olarak fakirlerin doyurulmasını rızıkta üstün kılınanlara vermiştir.“Allah rızıkta kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, emirleri altında bulunanların rızıklarını vermezler. Oysa rızıkta hepsi eşittir. Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?”(16/71)
Ayrıca Kur’an da namazla ilgili ayetlerin çoğunluğunda Zekât’ın beraber zikretmesi, fakirlerin sahiplenilip yardım edilerek doyurulması gerektiği, tekrar tekrar vurgulanarak tekid yapılıyor.
Bizlerde, gelirimizin bir miktarını ayırarak fakiri gözetme konusunda duyarlı olmalıyız.
3-Boş ve asılsız sözlerle oyalanırdık:
“Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik.” (74/45)
Kur’an’ın bütünlüğünde boş söz kavramına baktığımızda Müslümanların boş sözlerden kaçındığını ve ahirette de cennette boş sözler işitmediklerini görmekteyiz.
“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (23/3) “Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” (25/72) “Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz” derler.”(28/55)
“İnkâr edenler: «Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki ona galip gelirsiniz» dediler.”(41/26)
Demek ki asıl boş sözler; Kur’an’ın mesajının anlaşılmaması için söylenen her türlü sözler, gürültüler, laf kalabalıkları ve yapılan her eylemmiş. Yani günümüzde, Müslümanların elinde bulunmayan, vahyi kaynaktan beslenmeyen kitle iletişim araçları ve pompaladığı her türlü beşeri düşünce ve dayatılan hayat tarzlarıdır.
Rabbimiz boş işlerden ve söylemlerden kaçınmamızı ve onlardan ayrışmamız gerektiğini şu iki ayette açıkça belirtmektedir:
“Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (4/140)
“Ayetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.” (6/68)
Bu ayetler bizlere şu ilahi ölçüleri veriyor; dünyada boş söz ve eylemlerden kaçınanlar, ahrette de boş sözler işitmeyeceklerdir. Dünyada boş söz ve eylemlerle uğraşanlar ise ahrette cehennemle karşılaşarak hiçbir şekilde hoş sözler işitemeyeceklerdir.
4-Hesap günün (Ahireti) yalanlardık:
Dünyada iken Müslümanlarla alay edip eğlenenlerle ve ahreti inkâr edenler ile roller değişiyor. Bu kez iman edip sonsuz nimete kavuşturulan Müslümanlar kâfirlerle alay ediyor, “sizi bu hane ne soktu?” Demek ki; cehennemden korunmanın yolu; namazı gereği gibi kılmak, Allah’ın bize verdiği her türlü nimetlerden infak etmek, boş ve batıl olan her türlü amel ve söylemlerden uzak durmak, her eylemimizi hesap verme bilinciyle yapmak, ölüm bize gelene kadar Kur’anın belirlediği sınırlar içinde yaşamımızı sürdürmektir.“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!”(15/99)
Başka bir ayette yine inkârcılar şöyle derler: “Ki onlar, ceza gününü yalan sayarlar.” (83/11) Müslümanlar ise; “Onlar ki; din gününü doğrularlar.” (70/26)
15-Allah’tan başka hiçbir kimsenin yardım edemeyeceği, herkesin kazandığı ile cezalandırılacağı ahiret gününden korkarak öğüt alıp, kâfirlerin tüm sahte ve korkak vasıflarından yüz çevirmeliyiz. Şefaati yalnız Allah’tan dilemeliyiz:
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar? Kaçan yaban eşekleri gibi, Âdeta aslandan ürkmüş. Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, (önünde) açılmış sahifeler (ilâhî vahiy) verilmesini istiyor. Hayır! Aslında onlar ahretten korkmuyorlar.(74/48-53)
Kâfirlerin burada üç özelliği ortaya çıkıyor. Allah’dan başka şefaatçiler edinmek, ahireti inkâr etmek ve öğüt almayarak yüz çevirmek.
Şefaat; Kur’an da 28 yerde 25 ayeti kerime ile anlatılmaktadır.
a-) Şefaatın hiçbir şekilde olmayacağıyla ilgili ayetler:
“Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.”(Bakara:2/123)
“Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkâr edenler ancak yazık edenlerdir.” (Bakara:2/254)
b-) Şefaat yalnız Allah’a ait olduğuyla ilgili ayetler:
“De ki: Bütün şefaat Allah'ındır…” (Zümer:39/44)
“…hiç kimseden şefaat kabul olunmaz…”(2/48)
“Onlar için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır.”(6/51)
O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?” (Secde:32/4)
“Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (Şefaatçi edineceksiniz)? (Zümer:39/43)
c-) Şefaatin, O’nun/Allah’ın izni olması şartıyla ilgili ayetler:
“O’nun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz.”(10/3)
“…O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?”(2/255)
O gün Rahman (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir.” (Meryem:19/86-87)
“O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha:20/109)
“Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.”(34/23)
d-) Meleklerin Allah’ın izniyle O’nun hoşnut olduğu kimselere şefaat etmesiyle ilgili ayetler:
“Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.”(Enbiya:21/28)
“Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.” Necm:53/26)
e-) Müşriklerin şefaat anlayışlarıyla ilgili ayetler:
“Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz.”(6/94)
“…Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler…”(7/53)
“Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar.”(10/18)
“Koştukları ortakları artık şefaatçileri değildir; ortaklarını inkâr ederler.”(Rum:30/13)
“…Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.” (Mü’min:40/18)
“Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.” (Zuhruf:43/86)
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?” (Müddessir:74/48)
f-) Şefaat’ın dünyevi boyutuyla ilgili ayetler:
“Kim iyi bir işe şefaat (aracılık) ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe şefaat (aracılık) ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa:4/85)
“Bunun yanı sıra, şefaati temelden reddeden ayetleri de gördün. Bu ayetlerin şefaati reddedişleri, Allah'tan başkasının gaybı bilmesini reddeden ayetleri andırmaktadır. Yüce Allah, gaybı bilmeyi bütünüyle kendine özgü kılıyor ve başkalarının da gaybı bilmesini rızasına, onayına bağlı kılıyor.
Bununla da anlaşılıyor ki, şefaat olayını reddeden ayetler, kıyamet ortamına yönelik olduğu takdirde, Allah'tan başkasının şefaatçiliğini, kendi başına, bağımsız bir yetki olması anlamında reddetmektedirler. Şefaatin varlığını ifade eden ayetler ise, onun temelde Allah'a özgü bir yetki olduğunu, bunun yanı sıra Allah'tan başkasının da O’nun izni ve iradesiyle şefaat edebileceklerini dile getiriyorlar. Şu hâlde Allah'tan başkasının şefaatçilik etmesi, Onun iznine bağlıdır.” (El-Mizan Tefsiri)
“Kur'an'ın şefaatle ilgili olarak vurgu yaptığı önemli bir konu, şefaatin Allah'a ait olduğu, O izin vermedikçe kimsenin şefaat edemeyeceğidir. Yine herkese şefaat edilemeyecek, Allah'ın dilediği ve râzı olduğu kişilere şefaat edilebilecektir. Kur'an'ın şefaat kavramının da tevhid akidesiyle ilgisini kurarak şefaati Allah'ın iznine bağlaması gösteriyor ki, hakikatte şefaat eden de, şefaati kabul eden de Yüce Allah'tır. Şefaat dilekleri de, mü'minlerin şefaatten yararlanmaları da Allah'ın iznine bağlanmıştır. Bu yüzden şefaat isteği ve duası sadece Allah'a yapılmalıdır.
Şefaat, sadece Allah’tan istenmelidir. Ölmüş kimseler isterse peygamber olsun, direkt olarak onlardan asla şefaat istenemez.
Öncelikle şunu unutmamalıyız ki; “şefaatin tamamı Allah’ındır.” (39/Zümer, 44). Yani hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur ve böyle bir cesarette de bulunamaz. Kime şefaat için izin verip vermeyeceği ise tamamen Allah’a aittir.” (Ahmed Kalkan)
16-Allah (c.c) Kur’an ı bir hatırlatma ve öğüt olarak göndermiştir. Bundan ancak iman edenler öğüt alırlar. O halde öğüt alanlardan olmalıyız:
“Hayır, hayır! Bu Kur'an bir öğüt, bir hatırlatmadır. İsteyen ondan ders alır.” (74/54–55)
Öğüt (Tezkiratun) hatırlatma; Kur’an da 10 yerde geçmektedir.
“Doğrusu bu anlatılanlar birer öğüttür. Dileyen kimse, Rabbine doğru giden bir yol tutar.”(73/19)
“Bu sadece bir öğüttür; dileyen, Rabbine giden yolu tutar.” (76/29)“Dikkat et; bu Kuran bir öğüttür.” (80/11)“Ancak Allah'tan korkan kimse için bir öğüt olarak (indirdik.)” (20/3)
“Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu) ; hem de ihtiyacı olanlara bir meta kıldık.” (56/73)
“Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.” (69/12)
“Dileyen onu düşünüp öğüt alır.” (80/12)“Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.” (Saffat:37/13)
Kur’andan öğüt almak, yaratan Rabbin kendisine vermiş olduğu aklı melekelerini doğru kullanmakla mümkündür. Kur’an’dan öğüt almak ancak nasibi olanların işidir. Yani hak edebilmek her insanın kari değildir. “dileyen ondan ders alır” asla zorlama yoktur. “Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkar edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir,bilendir.” (Bakara:2/256) İnsan daha çok geçici olarak kendisine verilen nimetlere aldandığı için ahreti unutur. Kendisine imtihan olarak verilmiş tüm nimetleri kendinden sanarak yeterli görür, hiçbir zaman Rabbine şükretmeyi düşünmez, ölüm kendisine gelince de ebedi hüsran başlar. Hiçbir öğüt onun için fayda sağlamaz. Onun için Rabbimiz, “İnsanların ve onların çoğu şükretmez, bilmez, inanmaz, akletmez, sözünde durmaz, zanna uyarlar, şirk koşarlar, kâfirdirler.” buyurmaktadır. Bütün bu özellikler insanların kendi iradeleriyle yaptıkları tercihlerin sonucudur. Onun için öğüt almazlar. Allah bu özellikleri imtihan için ve tercih hakları olsun ve sonucuna da katlansınlar diye yaratmış. Yoksa Allah hiçbir kulun dalalete düşerek şirk koşmasını istemez. Tercihler insanın kendi iradeleriyle olmalı ki ödül ve cezada adalet ölçülerine uygun olsun. Rabbimiz, bizleri bu sureyi anlayıp yaşayanlardan eylesin.
(Haber: Mehmet Maksut / İslam ve Hayat)
-
zeynep 17-11-2014 17:34
çok uzun ve müddesir süresiyle aynı anlamı taşıyor
- BİR AHMED KALKAN GEÇTİ BU TOPLUMDAN
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Hutbesi
- SİYONİZM İNSANLIĞIN DÜŞMANI
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cuma Sohbeti ve Hutbesi
- Kur'an Yurdu'nda Cumartesi Sohbetlerinde Kur'an'da İtaat ve İsyan Konusu Konuşuldu
Makaleler
Hava Durumu