AHLAKSIZLARIN DİNİNİN DİREĞİ NAMAZ’DAN; AHLAKLILARIN DİNİNİN DİREĞİ NAMAZ’A

Kazım ŞENSALTIK

14-03-2025 09:09


AHLAKSIZLARIN DİNİNİN DİREĞİ NAMAZ’DAN; AHLAKLILARIN DİNİNİN DİREĞİ NAMAZ’A

Yaşadığımız toplumda hemen herkesin şikâyet ettiği en temel değer (kavram) ahlaktır desek yanlış olmaz.

Toplumun her kesiminden insanlarımız yapılan haksızlıkları,  insanların nasıl ahlaksızlaştığını anlatıyorlar. Gelin önce cahiliyye ahlakına bakalım

 Câhiliyye Döneminde Ahlâk

 İslâm öncesinde Araplar’ın ahlâk anlayışı hakkındaki kaynaklar, câhiliyye şiiri ve atasözleriyle Kur’an ve Sünnet gibi İslâmî belgelerdir. Bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre câhiliyye edebiyatında ahlâk kelimesine rastlanmamaktadır. Bu kelimenin tekili olan hulk ise nâdiren kullanılmıştır. Bir ölçüde iyi ahlâk mânasını ifade etmek üzere mürûe (mürüvvet) tabirine daha çok rastlanır. Ayrıca hayır, mâruf ve hak gibi ahlâkî muhteva taşıyan kavramlar yanında câhiliyye erdemlerini ifade etmek üzere şecaat, kerem, sehâ, cûd ve vefâ gibi çeşitli kavramlarla bunların zıtlarının kullanımı da oldukça yaygındı. Ancak bütün bu kavramlar yüksek ve cihanşümul bir ahlâk anlayışını ifade etmekten tamamen uzak olup dünyevî ve kabileci bir karakter taşımaktaydı.

Câhiliye Arabı ikinci hayata inanmadığı için (bk. el-En‘âm 6/29; Yâsîn 36/78; el-Câsiye 45/24) bu dünyanın zevk ve safasından olabildiğince faydalanmayı hayatın gayesi saymıştı. Kadın, aşk, şarap ve kabile savaşları câhiliyye şiirindeki temaların başında yer alır. O dönemin ünlü şairi Tarafe, Muʿallaḳa’sında, ebedîlikten söz edilemeyeceğine göre insan için yapılacak en iyi şeyin bütün varlığıyla hayatın zevklerini yaşamak olduğunu belirtirken câhiliyye döneminin bu hedonist ahlâkını dile getiriyordu (Zevzenî, s. 82).

Bu ahlâk telakkisinin sadık bir dili olan Züheyr’in Muʿallaḳa’sında geçen aşağıdaki beyitler câhiliyye erdemlerinin başında yer alan yiğitliğin ne anlama geldiğini göstermektedir:

 “O bir aslandır, pür-silâh, keçeleşmiş / Yeleleri; tırnakları kesilmemiş / Yiğittir: Zulme uğrayınca zalimce karşılık verir / Çarçabuk (...) Zulme uğramazsa kendisi zulme başlar” (...) / “Oymağını silâhıyla savunmayan kişi zillete uğratılır / Ve insanlara zulmetmeyen zulme mâruz kalır” (Zevzenî, s. 115).

Câhiliye döneminin bütün ahlâkî faziletlerinin arkasında kişinin veya kabilenin gururunu (fahr), şeref (mecd), öfke (gazap), kavmiyet (hamiyye) duygularını tatmin etme, asâlet, cömertlik ve yiğitlikle şöhret kazanma, saygı görme, insanlarda hem korku hem de hayranlık duygusu uyandırma arzusu yatmaktaydı. Esasen bu dönemin, fert ve kabile gururu, kibir ve serkeşlik nitelikleri dolayısıyla câhiliyye diye anıldığı Amr b. Külsûm’ün muallakasından açıkça anlaşılmaktadır (Zevzenî, s. 178).

Kur’an ve Sünnet’te Ahlâk

 İslâm dini, aşiret ruhunun rekabet ve küçümseme duygusuyla geçici hazlara düşkünlüğün doğurduğu kaba ve hoyrat geleneklerin karşısına insanın nefsini dizginlemesi, tabiatını öfke ve şiddetten koruması anlamına gelen hilim ve şefkati koydu; bu suretle insana o güne kadar kendi dışındaki varlıklara çevirdiği mücadele enerjisini kendi nefsinin kötü temayüllerine karşı yöneltmesini öğretti.

 I. Goldziher’in de belirttiği gibi (Le dogme et la loi de l’Islam, s. 4, 11) arap kabilelerinin hayat tarzları, örfleri ve uygulamaları üzerine bir toplum yapısı kurmak mümkün değildi. Onların koyu ve anlamsız putperestlikleri, yüksek bir ahlâkın kurulmasına başlı başına bir engel teşkil ediyordu. Bu sebeple Hz. Peygamber, bir olan Allah’a itaat temeline dayalı bir ahlâkî ve dinî birlik sağlama görevini üstlenmiş (bk. Âl-i İmrân 3/103); böylece kabile ve soy sop (hasep nesep) anlayışı yerine Allah’a saygı (takvâ), ferdî ve sosyal planda yücelmenin ve değer kazanmanın ölçüsü haline gelmiş; bu ölçüye uygun olarak İslâm’ın öğretileri, Allah’ın bütün yaratıklarına karşı merhametli olmayı, beşerî ilişkilerde dürüstlük ve güvenilirliği, karşılıksız sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, kötü eğilimlerin bastırılmasını ve daha birçok faziletleri ihtiva etmiş bulunmaktadır.

İslâm ahlâkının asıl kaynağı Kur’an ve onun ışığında oluşan sünnettir. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiştir (Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 139). Bu sebeple İslâm ahlâk düşüncesi Kur’an ve Sünnet’le başlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de ahlâk kelimesi yer almamakla birlikte, biri “âdet ve gelenek”, diğeri de “ahlâk” mânasında olmak üzere iki yerde (eş-Şuarâ 26/137; el-Kalem 68/4) ahlâkın tekili olan huluk kelimesi geçmektedir. Ayrıca pek çok âyette yer alan amel teriminin alanı ahlâkî davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur. Bunun yanında bir (birr), takvâ, hidâyet, sırât-ı müstakım, sıdk, amel-i sâlih, hayır, mâruf, ihsan, hasene ve istikamet gibi iyi ahlâklılık; ism, dalâl, fahşâ, münker, bağy, seyyie, hevâ, israf, fısk, fücûr, hatîe, zulüm gibi kötü ahlâklılık ile aynı veya yakın anlam ifade eden birçok terim vardır. Hadislerde ise bu terimler yanında ahlâk ve hulk kelimeleri de kullanılmıştır.

Bütün bu teknik tanımlamalardan sonra gelin konuyu biraz güncelleyelim.

Bizim toplumun yaşadığı ve şikâyet ettiği ahlak tam da şudur: Kur’an ahlakından uzaklaşıp cahiliyye ahlakına dönüşüm...

Toplumun genel ekseriyeti ve geçmiş müktesebatı İslam kaynaklıydı. Her ne kadar tahrif edilmiş olsa bile genel olarak böyleydi. Bugün yaşadığımız sorun da işte bu temel hakikattir. İslam ahlakından cahiliye ahlakına yönelişin sancılarını yaşıyor toplum.

Bir sanatkârın yaptığı sanat onun ahlakını yansıtır. İslam’ın tanımladığı ahlaka sahip bir sanatkârın yaptığı sanat veya iş,  en kaliteli ve yapılabilecek en güzel şekilde yapılmıştır. O sanatkâr kendi alanında bir değer oluşturmuştur. İşi olan, ihtiyacı olan ve bu sebeple usta arayan insanlar sorduğunda hemen isminin tavsiye edildiği kişidir o. Tıpkı Allah resulünün İslam öncesi sahip olduğu ahlak gibi.

 Hatırlayın Mekke dönemi ve Kâbe yapılıyor el birliğiyle... Hacer-ul Esved yerine konacak. Çok değerli bir iş.  Her kabile onu kendisinin yapması gerektiğine inanıyor. Anlaşmazlık çıkınca “şu kapıdan içeri ilk kim girerse o bu işi yapsın” diye karar alıyorlar. Kapıdan içeri Abdullah’ın oğlu Muhammed’in girdiğini gördüklerinde çok seviniyorlar. O emin kişidir bu işi yapmaya layıktır diyorlar. O emin kişi bu işi kendisi yapmak yerine herkesi ortak ediyordu yapılacak bu kutsal ve değerli işe. Bir battaniye içine koyuyordu taşı, her kabileden bir kişi battaniyeden tutuyordu beraber yerleştiriyorlardı. İşte cahiliyyede olmayan ahlak, bu yetim delikanlıda kendini gösteriyordu. Kendi alanında ehil ve güvenilir, sanatını en güzel ve en kaliteli şekilde icra ediyordu.

İşte bugün kaybettiğimiz ahlak tam da budur. Bu ahlâkı kuşanmak yerine bu ahlâkı terk ettik ve ediyoruz bunun bunalımını yaşıyoruz. Çok üzücüdür ki, bu toplumun kendine Müslüman diyenleri bu ahlakı kaybediyor.

Hemen her alanda bir işi yapan Müslüman ise o işini kaliteli, düzgün, hakkını vererek yapmaz diyor toplum. İş yaptıracak usta arıyorsa ve işini güvenerek teslim edeceği birini arıyorsa ona genelde gayri Müslim ustalar tavsiye edilir. İşçi olarak çalışmak isteyene toplum bir gayri Müslim’in yanında çalışmasını tavsiye ederler. O işçinin hakkını yemez bu konuda çok hassastır derler. Ticaret yapacak insanımız malını kime satması gerektiğini sorduğunda, aldığı cevap gayr-i müslim bir tüccarın adıdır. O ticaretinde dürüst, ödemelerinde emin, ticaret yaptığı kimseye zarar vermez diyorlar. Siz alın çoğaltın hayatın tüm alanlarında analiz yapın karşınıza gelecek üç aşağı beş yukarı bunlar olacak.

Peki, bu toplum kendini İslam’a nispet ediyor da neden kendi değerlerinden vazgeçiyor cahiliyye ahlakının değerlerine yöneliyor? Bu sorunun birçok sebebi vardır elbet, biz kendimize bakarak cevaplarsak bunun müsebbibi kendine Müslüman diyen ahlak yoksunları değil midir? Elbette kusurun büyüğü burada olduğu kesin, bize örnek ve model olarak gösterilen Hz. Peygamber’in Mekke toplumundaki ahlakını bile kuşanamadık. Oysa Allah “O'nda sizin için güzel bir örnek vardır”(Ahzab-21) buyuruyor. Bu örneklik peygamberlik yönüyle olmadığı açıktır o zaman beşer olarak bize örnek ve model gösteriliyor. Biraz daha netleştirelim yaşadığımız toplumda Hacer-ul esvedi yerleştirmek için kavgalar çıksa, kapıdan içeri giren de Müslüman bir hocamız olsa insanlar işte bu emin kişidir, o kimseye haksızlık yapmaz diyecek bir modelimiz var mı? Cevabı bile ürpertici gelecektir.

Daha Mekke döneminin başları ve inen sure sayısı iki elin parmak sayısı kadar. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların sözcülüğünü yapan Câfer'in (r.a.)  Necaşi’ye söylediği sözleri araştırın ve okuyun. Karşınıza bizim toplumun aradıkları gelecek. Hazret-i Cafer; “Ey hükümdar! Biz, cahil bir millettik. Putlara tapardık. Lâşeleri yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münasebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı ezerdi. Allâh’ü Teâlâ, bize, kendimizden soyunu-sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezâhetini duyup bildiğimiz bir pey­gamber gönderinceye kadar biz bu durumda ve bu tutumda idik.” Konuşmanın kısa bir kesiti bizi anlatıyor değil mi? İşte bizim toplumun koşarak gittiği yer, tuhaf gelecektir amma hakikat, biz El Emin kişinin kuşanıp insanlığa bıraktığı ahlakı terk edip Mekke cahiliyyesinin ahlakına koşuyoruz.

Bugün yaşadığımız toplumda dinin direği ahlaktır demenin zamanı geldi geçiyor. Unutmayın Hz. Peygamber’in yaşadığı toplumda Salih kimseler vardı, bilge kişiler vardı, toplumda otorite olarak bilinen din adamları, müftüler vardı. Onlar inandıklarını evlerine, ibadet hanelerine kapanıp yaşarlardı. Ara sıra toplumun içine girer hakikatleri anlatırlardı, toplum dinler “doğru söylüyor der” teşekkür eder, hayatlarına kaldıkları yerden devam ederlerdi, bugün bizim toplumda olduğu gibi. O toplumun din adamları o kadar güçlüydü ki haram ayların yerlerini değiştirir, hac mevsimini ayarlarlardı. Toplum onların uygulamalarına itaat ederdi.

Bugün bizim toplumda da güçlü din adamları, cemaatler var. Bu hocaların dedikleri din olarak görülüyor. Onların belirlediği kurallar uygulanıyor, bu yüzden her cemaatin kendine özgü bir din anlayışı var. Çevrelerindeki insanlar bu hocaların anlayıp aktardığı anlayışı din olarak görüyorlar. Bu toplumda hemen her hocanın cemaatin söylediği bir hakikat var, “dinin direği namazdır” diyorlar.

Mekke toplumunun dininin direği neydi desem ne düşünürsünüz? Ben kendi kanaatimi söyleyeyim Mekke toplumunun dinin direği hac idi. Onların dininin temeli olmaz ise olmazı hac idi. Bu inanış ve olmaz ise olmaz onları müşrik hacılar yapacaktı, çünkü ahlakı çıkarmışlardı dinin temelinden. Bugün bizim toplumda aynı durumda değil mi? Hemen herkes “dinin direği namazdır” diyor. Bu direk olan namazı kılanlar her türlü ahlaksızlığı rahatlıkla yapabiliyorlar. Namazlı ahlaksızlar türemeye ve yayılmaya başladı bizim toplumda. Tıpkı Mekke toplumunda müşrik hacılar gibi bizim toplumu da namazlı ahlaksızlar oluşturuyor.

İşte Hz. Peygamber’i böyle okumamız gerekiyor, ahlaklı emin kişinin getirip yaşadığı ahlakı temele oturtup yeni bir toplum oluşturup, o toplumda gerçek Hacc’ı inşa etti. Toplumu müşrik hacılardan, ahlaklı, takvalı hacılara dönüştürdü. Bugün bizim toplum da buradan işe başlamalı namazlı üçkâğıtçılardan, emin, güvenilir, salih, takvalı namazlılar inşa etmeliler. Unuttuğumuz ve Kur’an’ın bize sürekli hatırlattığı ahlaki değerleri yeniden bismillah diyerek inşa etmeye başlamalıyız.

Allah yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır, kâinat kendi yaradılış ahlakı üzere kusursuz işliyor. Bu kusursuzluğu bozan biz insanlarız. Bütün yaratılanların muazzam uyumuna, ahlakına bakıp biz de bu uyumun, ahengin tamamlayıcı parçası olmak zorundayız. Mekke döneminde Hz. Peygamber’in dininin direği namaz değildi, o dönemde dininin direğinin ahlak olduğunu okuyan her Müslüman bilir. Allah’ın razı olduğu ahlakı kuşanan toplumun dininin direği namaz olacaktı. Biz ahlaksız bir din ve o dinin namazını oluşturduk! Ya ne yaptığımızın farkında değiliz ya da Allah’ın azabına doğru coşkuyla koşarak gidiyoruz.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN