Sandığa saklanan hangi hakikat?

Yıllardır şikâyet edilen bürokratik oligarşiye hakîm olan zihniyeti yerinde bırakıp, oligarşik yapının içine kendi bürokratlarını dâhil etmek ve bu şekilde kendisine iktidar alanı açmak kısa süreli kazanımları beraberinde getirebilir fakat bugün yaşadığımız siyasal sorunlara doğru çözümler getirmeyecektir.

10-09-2010


Kapitalist ekonomiye dayalı modern küresel sisteme entegrasyon sürecinde son yıllarda hızlı bir mesafe kat eden Türkiye’de, egemenlik yetkilerini ve imtiyazlarını elinde tutan tarihsel blokta yaşanan kırılmalar; Kemalist Cumhuriyet’in restore edilmesini gerekli kılıyor.

Devlet ideolojisi esastan tartışılmaya açılmadan yaşanan değişimin de farklı siyasi, ekonomik ya da toplumsal sonuçları oluyor. Bunu bir eksen kayması değil, eksendekilerin kısmi yer değiştirmesi şeklinde değerlendirebiliriz.

Son yıllardaki gelişmelere bakınca; eski ve yeni seçkinler arasında siyasi bir denge noktası yakalanan kadar Türkiye’nin tarihsel sisteminde sarsıntılar yaşanmaya devam edeceği görünüyor. Fakat referandum tartışmalarına da yansıyan bu durum; dengelerin hangi hususları gözetilerek sağlanacağında önemli ipuçları sağlıyor.

Küresel kapitalizmin ekonomiye giderek daha çok hâkim hale geldiği; devletçilik, milliyetçilik ve laiklik gibi resmi ideolojinin temel değerlerinin yeniden yorumlanarak korunduğu bir denge bu…

Yeni nesil dindarlığın sistemin işleyişi için sorun arz etmediği, sosyolojik Müslümanlığın yönetimde baskın olduğu, “milli” kimliğin kırmızı çizgileri dışında kalan kimlik taleplerinin inkâr edilemediği ama tanınmadığı da bir dönem…

Bu yeni dönemde Kürt sorunu, emek sorunu, başörtüsü yasağı, kimlik sorunu ve azınlıklar gibi sorunlu durumlar karşısında, sistemin kadim reflekslerinde kayda değer bir değişimin yaşanacağını iddia edebilir miyiz?

Referandumda bel bağlayanlar için böyle bir süreç 12 Eylül’den sonra belirginleşerek devam edecek. Peki söz edildiği gibi bir değişim için gereken siyasi paradigma ve irade AK Parti’de mevcut mu? Bu büyük bir soru işareti olmasa gerek.

* * *

Referanduma götürülen değişikliklerin büyük çoğunluğu AB uyum süreci dolayısıyla kaçınılmaz olarak yapılması gereken değişiklikleri kapsıyor. Dolayısıyla olası bir “hayır”da dahi bir süre sonra yeniden gündeme getirilerek, AB yasalarına yaklaştırılacaklar.

Tartışmalı maddelerin ise yeni seçkinlerin bürokratik egemenlikte eski seçkinlere karşı ileri bir hamlesi olarak okunabilir.

Statükonun değiştiği ama yerine neyin/nasıl ikame edildiğinin tartışma dışında tutulduğu ve sonucu garantilemek uğruna sandığın tam bir hayat-memat meselesi gibi sunulduğu referandum süreci başka bir boyut kazandı.

Herkesin ağzına bir parmak çalacak gibi hazırlanmış maddelerle kamufle edilerek paket halinde dayatılan bu değişiklik sürecinde oluşan fay hatları, önümüzdeki dönemde iddia edildiği gibi yeni bir "toplumsal mutabakat" sağlanmasını da soruna dönüştürmeye başlamıştır.

İşte böyle bir bağlamda Kürt sorunu, hem seçkinler arasındaki mutabakatın sınırları hakkında ipuçları verirken, hem de yeni bir toplumsal mutabakatı gerilim hattına doğru nasıl sürüklediğini gözler önüne seriyor. Özerklik ve genel af tartışmaları dolayısıyla yaşanan gündemde Başbakan’ın ve Hükümet yetkililerin sergilediği yaklaşımın ve kullandığı egemen dilin yaşadığımız temel sorunların kaynağı olan hâkim zihniyetle paralelleşmesi gerçekten ibret vericidir.

* * *

Hükümette kaldığı süreçte devlet aklını içselleştiren AK Parti, CHP ve MHP ile devletçilik ve milliyetçik kulvarında tüm hızıyla yarışmaya devam ederken; BDP’yi de hedef haline getirerek, sorunu derinleştirdiğini ve çözüm beklentilerini çıkmaza soktuğunu fark etmiyor.

Başbakan Erdoğan, genel af tartışmalarına ilişkin “Referandumda halkımızın genel af talebine gereken dersi vermesi lazım." diyerek, egemen aklın ne kadar değiştiği konusunda da bir fikir vermektedir.

Her ne kadar satır aralarında “etnik milliyetçiliğe” karşıtlıktan bahsedilse de; Türkiye’deki egemenliğin somutlaştığı “tek bayrak, tek vatan, tek millet” terkibinin ısrarla muhafaza edilmesi bilinçli bir tercihtir.

“Dinsel milliyetçilik” gibi tuhaf bir kavram kullanarak herhangi bir dini kimlik tali bulunmadığına dair teminat gösterilmesi de kayda değer!

Dahası Başbakan Erdoğan’ın BDP’ye hitaben "Sen şimdi çıkıp niye ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ demekten çekiniyorsun? ‘Ben Kürdüm’ de bununla övün." demesi ise açılım sürecinin neden başlamadan rafa kaldırıldığına işaret etmiştir.

Hâlâ tanınmayan Kürt kimliği ve Kürt dili önünde pratik birçok sorun/yasak mevcutken, "vatandaşlık haklarını" özgürce yaşamayan insanlara kuru bir övünç teklif etmek ne anlama gelmektedir? Demek ki Kürtlerin Kürtlükle övünmeye değil, kimlikleriyle ilgili haklarının ve özgürlüklerinin iadesine ihtiyaç duyduğu hâlâ anlaşılmıyor!

Yerel yönetim, yerinden yönetim ya da bölgesel entegrasyon gibi kamu yönetimi açısından birçok modelin ve teklifin tartışıldığı ve hatta farklı biçimlerde uygulandığı bir dünyada yine özerklik önerisine karşı sergilenen milliyetçi/devletçi refleks de dikkat çekici.

Her siyasal talebe "getirilmesi teklif dahi edilemez" muamelesi yapılarak, "değiştirilmesi teklif dahi edilemez"lerle dolu bir anayasadan ve o anayasanın her yere sinen ruhundan kurtulmak mümkün mü?

* * *

Benzeri örneklerle yukarıdaki tespitler derinleştirilebilir belki ama ana fikir aynı kalacaktır:

Hükümet, sistemin tıkanan noktalarını açmak için girilen restorasyon sürecine kendi tarzını katıyorsa da, sürece esastan girmeyi reddederek; değişim taleplerini uzun bir süreçte sönümlendiriyor.

Egemenlik yapısını ve zihniyetini tartışmaya açıp gayri meşruluğuna işaret etmek yerine; sadece bürokraside kendine uygun bir alan açıyor.

Yıllardır şikâyet edilen bürokratik oligarşiye hakîm olan zihniyeti yerinde bırakıp, oligarşik yapının içine kendi bürokratlarını dâhil etmek ve bu şekilde kendisine iktidar alanı açmak kısa süreli kazanımları beraberinde getirebilir fakat bugün yaşadığımız siyasal sorunlara doğru çözümler getirmeyecektir.

O halde diyebiliriz ki; iktidar nimetlerinden faydalanma etrafında gelişen bu yeni süreci farklı boyutlarıyla tartışmaya açmadan, Türkiye’de hegemonik yapının yeniden nasıl biçimlendiğini görmeden ve iktidar seçkinleri arasında zoraki de olsa sağlanan mutabakatı analiz etmeden referandum tartışmaları etrafında kopan gürültü; yalnızca hakikatin işitilmesini perdelemiştir.

Bizim adımıza ise geriye hakikatin şahitliğini yapması gereken İslamcılığın yanlış bir iktidar kavgasında kendi altını oyması kalmıştır ki; anlaşılan, tozun dumana karıştığı bir dönemde bu risk pek tartışılmak istenmiyor.

Beytullah Emrah Önce / İslam ve Hayat



Etiketler : #Sandığa   #saklanan   #hangi   #hakikat?   
YORUMLAR
  • Çetin Yıldırım   10-09-2010 19:10

    İslamcılar için tarihi bir kırılma olacağı aşikar olan bu 'evet' tercihi cambaza bakarken cepleri boşaltılanlardan farksız.İslamcılar var olan bu sermeyalerinide, kendilerini de tüketmiş olacaklar.Güdük siyasi tespitlerle kısırlaşmayı tartışmamız gerekirken;şimdi varlık sebebini tartışmaya açmak gerekeçek.Ne yazık ki!!Yazı önyargılardan uzak dağerlendirmelidir.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN