Sınırları olmayan bir ibadettir tefekkür
Tefekkür okyanusunda yüzerek yavaş yavaş ilerlerken nelerle karşılaşıyoruz ah bir bilseniz! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, amenna! Lakin sağlıklı vücudun da sağlıklı kafada bulunacağını asla unutmamalı.
01-12-2016
Sûdan deyince aklımıza şimdiye kadar hep Hasan el Turabî geliyor iken, şimdiden sonra bir de Malik Bedri ismi hafızalarımıza kazınmış oluyor. Turabî’nin toprağı olan Malik Bedri, ismini daha önce 1984 yılında İnsan Yayınları’ndan Harun Şencan çevirisiyle çıkan Müslüman Psikologların Çıkmazı isimli eseriyle duyurmuştu bize. İslam diye bir derdi olan psikologlara yol-yordam gösterme, pusula olma amacı taşıyan bir eserdir söz konusu çalışması.
Mahya Yayınları’ndan Murat Çiftkaya çevirisi olan, Kasım 2012 tarihinde Düşünme-Gözlemden Tanıklığa eserini misafir ediyoruz şimdi zihin dünyamıza. Ciddi bir kitapla hemhal olduğumuzu, kitabın ilk sayfalarındaki Nevzat Tarhan’a ve Yusuf el-Karadavî’ye ait önsöz yazılarından anladığımızı söylemeliyiz. Karadavî’ye ait olan İngilizce baskısının çevirisinin önsözüdür. Buradan da yine şunu çıkarıyoruz ki, eser kendi dili harici dillere de çevrilmiş. İdrak frekanslarımızı genişçe açmamız gerektiğini fark ederek kitabı arşınlamaya başlıyoruz böylece.
Psikolojiyi Müslümanca bir perspektiften sunmanın gayretinde olan Malik Bedri’nin bu eserinde, ibadet anlayışlarını geliştirdiğini ve bununla birlikte pek çok Arap üniversitelerinde referans olarak gösterildiğini öğreniyoruz. Bir ilim dalı olarak içeriğinden bahsedilen psikolojiyi Kur’an ve Sünnet düzleminde ele alarak meseleyi okuyucunun kafasında netleştirmeye çalışıyor yazarımız. İlgilisi harici için biraz sıkıcı gibi görünen ilk bölüm, peşi sıra gelen bölümlerle anlamını kavratıyor. Tefekkür ibadetini iliklerimize kadar hissetmemize vesilen bu eserde, erken dönem âlimlerin eserlerinde konu edindikleri/ele aldıkları tefekkür iklimine dalınca ne kadar muhteşem bir dinin bağlısı olduğumuza ve bu ilahî dini en güzel şekliyle kavrayan ne kadar güzel âlimlerimiz olduğuna parıldayan, ışıldayan gözlerle şahit oluyoruz.
Yazarımızın cömertçe alıntılar yaptığı ve yaptığı her alıntıyla meramını daha bir iyi anlattığı ilerleyen sayfalarda kendini açığa vuruyor. Özellikle İmam Gazalî’nin şah eseri İhya-u Ulumi’d-Din’den fırsatını buldukça alıntı üstüne alıntı yapmış. Ve Gazalî’den hisseyab olduğumuza göre: cehalet hastalığı öğrenmeyle, cimrilik cömertlikle, gurur tevazuyla ve hırs da sabırla tedavi edilir imiş. Gözümüze çok fazla çarpan kendisine/ölümsüz eserlerine başvurulmuş âlimlerimizden Miftah, el-Fevaid ve Medaricü’s-Salikin sahibi İbn Kayyim el-Cevziyye ve Tefsirü’l-Kur’anu’l-Azim sahibi İbn Kesir var ayrıca.
Çağdaş zamanlara ve konulara gelindiğinde tefekkür ve derinlikli düşünme üzerine Şehid Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l-Kur’an, Mevdudî’nin İslam’a Giriş, Muhammed Gazalî’nin Fıkhu’s-Sire eserlerine kement atıldığını görüyoruz. Okurken bazen öyle oluyor ki, Sudanlı bir Müslüman’ın değil de, kendi toprağımızdan bir Müslüman yazarın eserini okuduğumuz hissine kapılıyoruz. Bu da, yazarımızla aynı kaynaklardan beslendiğimizin hali pür melali oluyor caiz bir tabirle. Ve Allah’ımıza bundan ötürü şükrediyoruz tükenmezlercesine.
Tefekkür okyanusunda yüzerek yavaş yavaş ilerlerken nelerle karşılaşıyoruz ah bir bilseniz! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, amenna! Lakin sağlıklı vücudun da sağlıklı kafada bulunacağını asla unutmamalı. Yazarımız, bazı şeylere doğru dikkatlerimizi çekmektedir. Esasen Rabbimizin ayetlerine yoğunlaşmayı önermektedir. Özellikle de yarattığı ve üzerlerine yemin ettiği şafak, sabah, gece, ay, incir ve zeytin üzerinde düşünmek, tefekkürün derinliklerine inmek gerek. Kur’an’ın baştan sona gökleri, denizleri, dağları ve nehirleri örnek vererek muhataplarını tefekküre davet ettiğini tüm hücrelerimizle yaşıyoruz.
Eser, muallim; biz, talebeyiz. Öğrendikçe irkiliyor, irkildikçe de ürperiyoruz karşılaştıklarımızla. Tefekkür için, “sınırlanmamış, özgür bir ibadet biçimi” tanımına rastlıyoruz bir yerde. Gerek kevni, gerek kozmik ayetlerle düşünüp tefekkür etmek, kalbi ihya eder, idraki aydınlatır. Ve zaten tefekkürün gerçek anlamı da bu oluyor yazarımıza göre. Hayret ettiğimiz bir nokta da şurası: Allah (celle celaluhu), Mekke, Medine ve komşu bölgelerdeki insanların dikkatini denizlerde dağlar gibi yüzen gemilere çektiğinde, bu gemilerin çoğu henüz İslam’ı kucaklamamış insanların elindeydi. Buna rağmen bu hal müminleri, Allah’ın inkârcıların ellerine vermeyi tercih ettiği şeylerin faydalarını tefekkürden alıkoymamıştır. Almamız gereken hisse nedir şimdi buradan? Düşmanın silahıyla silahlanmayı aklımıza getirebilir miyiz mesela?
Sınırlanmamış, sınırlandırılmamış bir ibadet olma keyfiyetindeki tefekkür için bir sınır belirlemek gerekirse, ona konulacak tek sınır, yegâne engel Allah’ın kendini, zatını tefekkür etmektir. Bu konuyu açıklığa kavuşturacak olan Allah’ın Rasulü (aleyhisselatu vesselam)’ın şu sözüdür: “Allah’ın yaratışını tefekkür edin, zatını değil; zira siz asla O’nun hakkını veremezsiniz.”
Tefekkür için zaman kollamaya, vakit aramaya ne hacet! Aracınızla yoldasınız ve saatlerce gidiyorsunuz; buyurun size tefekkür anı. Bedensel güç isteyen bir işte çalışıyorsunuz; evet, bildiniz, tefekkür size çok yakın. Kadınlar ev işleriyle uğraşırken tefekkür için her zaman müsait olmalıdırlar. Müslümanları manevi aydınlanmaya ve derunî idrak mertebesine tefekkürden daha iyi başkası ulaştıramaz. Aradığı şeyin Allah’ın sınırsız ilminde “orada bir yerde” olduğuna, çok çalışma, derin tefekkür ve ibadetle problemine çözümün gösterileceğine kuvvetle inanan, manevî açıdan motive olmuş bir Müslüman ilim adamı, âlim; camide ibadet etmekle yetinen birisinden çok daha fazla abid, yani ibadet etmektedir. İşte bu kadar önem taşıyor tefekkürümüz.
Olanlar, yaratılanlar üzerine düşünme eylemine geçme erdemini ancak müminler gösterebilir. Bunu bize öğreten, bilenler için de hatırlatma görevinde bulunan Malik Bedri’nin Düşünme kitabı, insanların ilahi ölçüler çerçevesinde fikretme ve zikretme gerçeğini tercih etmelerine ön ayak oluyor. Muhteşemlikleri ve muazzamlıkları hem gözlem yapmaya hem de onlara tanıklık etmeye bizi sevk eden bu çalışmayla tanıştıktan sonra, mütefekkir kullar olmaktan gayrısı hakkımıza düşmez artık.
Sûdan deyince aklımıza şimdiye kadar hep Hasan el Turabî geliyor iken, şimdiden sonra bir de Malik Bedri ismi hafızalarımıza kazınmış oluyor. Turabî’nin toprağı olan Malik Bedri, ismini daha önce 1984 yılında İnsan Yayınları’ndan Harun Şencan çevirisiyle çıkan Müslüman Psikologların Çıkmazı isimli eseriyle duyurmuştu bize. İslam diye bir derdi olan psikologlara yol-yordam gösterme, pusula olma amacı taşıyan bir eserdir söz konusu çalışması.
Mahya Yayınları’ndan Murat Çiftkaya çevirisi olan, Kasım 2012 tarihinde Düşünme-Gözlemden Tanıklığa eserini misafir ediyoruz şimdi zihin dünyamıza. Ciddi bir kitapla hemhal olduğumuzu, kitabın ilk sayfalarındaki Nevzat Tarhan’a ve Yusuf el-Karadavî’ye ait önsöz yazılarından anladığımızı söylemeliyiz. Karadavî’ye ait olan İngilizce baskısının çevirisinin önsözüdür. Buradan da yine şunu çıkarıyoruz ki, eser kendi dili harici dillere de çevrilmiş. İdrak frekanslarımızı genişçe açmamız gerektiğini fark ederek kitabı arşınlamaya başlıyoruz böylece.
Psikolojiyi Müslümanca bir perspektiften sunmanın gayretinde olan Malik Bedri’nin bu eserinde, ibadet anlayışlarını geliştirdiğini ve bununla birlikte pek çok Arap üniversitelerinde referans olarak gösterildiğini öğreniyoruz. Bir ilim dalı olarak içeriğinden bahsedilen psikolojiyi Kur’an ve Sünnet düzleminde ele alarak meseleyi okuyucunun kafasında netleştirmeye çalışıyor yazarımız. İlgilisi harici için biraz sıkıcı gibi görünen ilk bölüm, peşi sıra gelen bölümlerle anlamını kavratıyor. Tefekkür ibadetini iliklerimize kadar hissetmemize vesilen bu eserde, erken dönem âlimlerin eserlerinde konu edindikleri/ele aldıkları tefekkür iklimine dalınca ne kadar muhteşem bir dinin bağlısı olduğumuza ve bu ilahî dini en güzel şekliyle kavrayan ne kadar güzel âlimlerimiz olduğuna parıldayan, ışıldayan gözlerle şahit oluyoruz.
Yazarımızın cömertçe alıntılar yaptığı ve yaptığı her alıntıyla meramını daha bir iyi anlattığı ilerleyen sayfalarda kendini açığa vuruyor. Özellikle İmam Gazalî’nin şah eseri İhya-u Ulumi’d-Din’den fırsatını buldukça alıntı üstüne alıntı yapmış. Ve Gazalî’den hisseyab olduğumuza göre: cehalet hastalığı öğrenmeyle, cimrilik cömertlikle, gurur tevazuyla ve hırs da sabırla tedavi edilir imiş. Gözümüze çok fazla çarpan kendisine/ölümsüz eserlerine başvurulmuş âlimlerimizden Miftah, el-Fevaid ve Medaricü’s-Salikin sahibi İbn Kayyim el-Cevziyye ve Tefsirü’l-Kur’anu’l-Azim sahibi İbn Kesir var ayrıca.
Çağdaş zamanlara ve konulara gelindiğinde tefekkür ve derinlikli düşünme üzerine Şehid Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l-Kur’an, Mevdudî’nin İslam’a Giriş, Muhammed Gazalî’nin Fıkhu’s-Sire eserlerine kement atıldığını görüyoruz. Okurken bazen öyle oluyor ki, Sudanlı bir Müslüman’ın değil de, kendi toprağımızdan bir Müslüman yazarın eserini okuduğumuz hissine kapılıyoruz. Bu da, yazarımızla aynı kaynaklardan beslendiğimizin hali pür melali oluyor caiz bir tabirle. Ve Allah’ımıza bundan ötürü şükrediyoruz tükenmezlercesine.
Tefekkür okyanusunda yüzerek yavaş yavaş ilerlerken nelerle karşılaşıyoruz ah bir bilseniz! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, amenna! Lakin sağlıklı vücudun da sağlıklı kafada bulunacağını asla unutmamalı. Yazarımız, bazı şeylere doğru dikkatlerimizi çekmektedir. Esasen Rabbimizin ayetlerine yoğunlaşmayı önermektedir. Özellikle de yarattığı ve üzerlerine yemin ettiği şafak, sabah, gece, ay, incir ve zeytin üzerinde düşünmek, tefekkürün derinliklerine inmek gerek. Kur’an’ın baştan sona gökleri, denizleri, dağları ve nehirleri örnek vererek muhataplarını tefekküre davet ettiğini tüm hücrelerimizle yaşıyoruz.
Eser, muallim; biz, talebeyiz. Öğrendikçe irkiliyor, irkildikçe de ürperiyoruz karşılaştıklarımızla. Tefekkür için, “sınırlanmamış, özgür bir ibadet biçimi” tanımına rastlıyoruz bir yerde. Gerek kevni, gerek kozmik ayetlerle düşünüp tefekkür etmek, kalbi ihya eder, idraki aydınlatır. Ve zaten tefekkürün gerçek anlamı da bu oluyor yazarımıza göre. Hayret ettiğimiz bir nokta da şurası: Allah (celle celaluhu), Mekke, Medine ve komşu bölgelerdeki insanların dikkatini denizlerde dağlar gibi yüzen gemilere çektiğinde, bu gemilerin çoğu henüz İslam’ı kucaklamamış insanların elindeydi. Buna rağmen bu hal müminleri, Allah’ın inkârcıların ellerine vermeyi tercih ettiği şeylerin faydalarını tefekkürden alıkoymamıştır. Almamız gereken hisse nedir şimdi buradan? Düşmanın silahıyla silahlanmayı aklımıza getirebilir miyiz mesela?
Sınırlanmamış, sınırlandırılmamış bir ibadet olma keyfiyetindeki tefekkür için bir sınır belirlemek gerekirse, ona konulacak tek sınır, yegâne engel Allah’ın kendini, zatını tefekkür etmektir. Bu konuyu açıklığa kavuşturacak olan Allah’ın Rasulü (aleyhisselatu vesselam)’ın şu sözüdür: “Allah’ın yaratışını tefekkür edin, zatını değil; zira siz asla O’nun hakkını veremezsiniz.”
Tefekkür için zaman kollamaya, vakit aramaya ne hacet! Aracınızla yoldasınız ve saatlerce gidiyorsunuz; buyurun size tefekkür anı. Bedensel güç isteyen bir işte çalışıyorsunuz; evet, bildiniz, tefekkür size çok yakın. Kadınlar ev işleriyle uğraşırken tefekkür için her zaman müsait olmalıdırlar. Müslümanları manevi aydınlanmaya ve derunî idrak mertebesine tefekkürden daha iyi başkası ulaştıramaz. Aradığı şeyin Allah’ın sınırsız ilminde “orada bir yerde” olduğuna, çok çalışma, derin tefekkür ve ibadetle problemine çözümün gösterileceğine kuvvetle inanan, manevî açıdan motive olmuş bir Müslüman ilim adamı, âlim; camide ibadet etmekle yetinen birisinden çok daha fazla abid, yani ibadet etmektedir. İşte bu kadar önem taşıyor tefekkürümüz.
Olanlar, yaratılanlar üzerine düşünme eylemine geçme erdemini ancak müminler gösterebilir. Bunu bize öğreten, bilenler için de hatırlatma görevinde bulunan Malik Bedri’nin Düşünme kitabı, insanların ilahi ölçüler çerçevesinde fikretme ve zikretme gerçeğini tercih etmelerine ön ayak oluyor. Muhteşemlikleri ve muazzamlıkları hem gözlem yapmaya hem de onlara tanıklık etmeye bizi sevk eden bu çalışmayla tanıştıktan sonra, mütefekkir kullar olmaktan gayrısı hakkımıza düşmez artık.
Sûdan deyince aklımıza şimdiye kadar hep Hasan el Turabî geliyor iken, şimdiden sonra bir de Malik Bedri ismi hafızalarımıza kazınmış oluyor. Turabî’nin toprağı olan Malik Bedri, ismini daha önce 1984 yılında İnsan Yayınları’ndan Harun Şencan çevirisiyle çıkan Müslüman Psikologların Çıkmazı isimli eseriyle duyurmuştu bize. İslam diye bir derdi olan psikologlara yol-yordam gösterme, pusula olma amacı taşıyan bir eserdir söz konusu çalışması.
Mahya Yayınları’ndan Murat Çiftkaya çevirisi olan, Kasım 2012 tarihinde Düşünme-Gözlemden Tanıklığa eserini misafir ediyoruz şimdi zihin dünyamıza. Ciddi bir kitapla hemhal olduğumuzu, kitabın ilk sayfalarındaki Nevzat Tarhan’a ve Yusuf el-Karadavî’ye ait önsöz yazılarından anladığımızı söylemeliyiz. Karadavî’ye ait olan İngilizce baskısının çevirisinin önsözüdür. Buradan da yine şunu çıkarıyoruz ki, eser kendi dili harici dillere de çevrilmiş. İdrak frekanslarımızı genişçe açmamız gerektiğini fark ederek kitabı arşınlamaya başlıyoruz böylece.
Psikolojiyi Müslümanca bir perspektiften sunmanın gayretinde olan Malik Bedri’nin bu eserinde, ibadet anlayışlarını geliştirdiğini ve bununla birlikte pek çok Arap üniversitelerinde referans olarak gösterildiğini öğreniyoruz. Bir ilim dalı olarak içeriğinden bahsedilen psikolojiyi Kur’an ve Sünnet düzleminde ele alarak meseleyi okuyucunun kafasında netleştirmeye çalışıyor yazarımız. İlgilisi harici için biraz sıkıcı gibi görünen ilk bölüm, peşi sıra gelen bölümlerle anlamını kavratıyor. Tefekkür ibadetini iliklerimize kadar hissetmemize vesilen bu eserde, erken dönem âlimlerin eserlerinde konu edindikleri/ele aldıkları tefekkür iklimine dalınca ne kadar muhteşem bir dinin bağlısı olduğumuza ve bu ilahî dini en güzel şekliyle kavrayan ne kadar güzel âlimlerimiz olduğuna parıldayan, ışıldayan gözlerle şahit oluyoruz.
Yazarımızın cömertçe alıntılar yaptığı ve yaptığı her alıntıyla meramını daha bir iyi anlattığı ilerleyen sayfalarda kendini açığa vuruyor. Özellikle İmam Gazalî’nin şah eseri İhya-u Ulumi’d-Din’den fırsatını buldukça alıntı üstüne alıntı yapmış. Ve Gazalî’den hisseyab olduğumuza göre: cehalet hastalığı öğrenmeyle, cimrilik cömertlikle, gurur tevazuyla ve hırs da sabırla tedavi edilir imiş. Gözümüze çok fazla çarpan kendisine/ölümsüz eserlerine başvurulmuş âlimlerimizden Miftah, el-Fevaid ve Medaricü’s-Salikin sahibi İbn Kayyim el-Cevziyye ve Tefsirü’l-Kur’anu’l-Azim sahibi İbn Kesir var ayrıca.
Çağdaş zamanlara ve konulara gelindiğinde tefekkür ve derinlikli düşünme üzerine Şehid Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l-Kur’an, Mevdudî’nin İslam’a Giriş, Muhammed Gazalî’nin Fıkhu’s-Sire eserlerine kement atıldığını görüyoruz. Okurken bazen öyle oluyor ki, Sudanlı bir Müslüman’ın değil de, kendi toprağımızdan bir Müslüman yazarın eserini okuduğumuz hissine kapılıyoruz. Bu da, yazarımızla aynı kaynaklardan beslendiğimizin hali pür melali oluyor caiz bir tabirle. Ve Allah’ımıza bundan ötürü şükrediyoruz tükenmezlercesine.
Tefekkür okyanusunda yüzerek yavaş yavaş ilerlerken nelerle karşılaşıyoruz ah bir bilseniz! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, amenna! Lakin sağlıklı vücudun da sağlıklı kafada bulunacağını asla unutmamalı. Yazarımız, bazı şeylere doğru dikkatlerimizi çekmektedir. Esasen Rabbimizin ayetlerine yoğunlaşmayı önermektedir. Özellikle de yarattığı ve üzerlerine yemin ettiği şafak, sabah, gece, ay, incir ve zeytin üzerinde düşünmek, tefekkürün derinliklerine inmek gerek. Kur’an’ın baştan sona gökleri, denizleri, dağları ve nehirleri örnek vererek muhataplarını tefekküre davet ettiğini tüm hücrelerimizle yaşıyoruz.
Eser, muallim; biz, talebeyiz. Öğrendikçe irkiliyor, irkildikçe de ürperiyoruz karşılaştıklarımızla. Tefekkür için, “sınırlanmamış, özgür bir ibadet biçimi” tanımına rastlıyoruz bir yerde. Gerek kevni, gerek kozmik ayetlerle düşünüp tefekkür etmek, kalbi ihya eder, idraki aydınlatır. Ve zaten tefekkürün gerçek anlamı da bu oluyor yazarımıza göre. Hayret ettiğimiz bir nokta da şurası: Allah (celle celaluhu), Mekke, Medine ve komşu bölgelerdeki insanların dikkatini denizlerde dağlar gibi yüzen gemilere çektiğinde, bu gemilerin çoğu henüz İslam’ı kucaklamamış insanların elindeydi. Buna rağmen bu hal müminleri, Allah’ın inkârcıların ellerine vermeyi tercih ettiği şeylerin faydalarını tefekkürden alıkoymamıştır. Almamız gereken hisse nedir şimdi buradan? Düşmanın silahıyla silahlanmayı aklımıza getirebilir miyiz mesela?
Sınırlanmamış, sınırlandırılmamış bir ibadet olma keyfiyetindeki tefekkür için bir sınır belirlemek gerekirse, ona konulacak tek sınır, yegâne engel Allah’ın kendini, zatını tefekkür etmektir. Bu konuyu açıklığa kavuşturacak olan Allah’ın Rasulü (aleyhisselatu vesselam)’ın şu sözüdür: “Allah’ın yaratışını tefekkür edin, zatını değil; zira siz asla O’nun hakkını veremezsiniz.”
Tefekkür için zaman kollamaya, vakit aramaya ne hacet! Aracınızla yoldasınız ve saatlerce gidiyorsunuz; buyurun size tefekkür anı. Bedensel güç isteyen bir işte çalışıyorsunuz; evet, bildiniz, tefekkür size çok yakın. Kadınlar ev işleriyle uğraşırken tefekkür için her zaman müsait olmalıdırlar. Müslümanları manevi aydınlanmaya ve derunî idrak mertebesine tefekkürden daha iyi başkası ulaştıramaz. Aradığı şeyin Allah’ın sınırsız ilminde “orada bir yerde” olduğuna, çok çalışma, derin tefekkür ve ibadetle problemine çözümün gösterileceğine kuvvetle inanan, manevî açıdan motive olmuş bir Müslüman ilim adamı, âlim; camide ibadet etmekle yetinen birisinden çok daha fazla abid, yani ibadet etmektedir. İşte bu kadar önem taşıyor tefekkürümüz.
Olanlar, yaratılanlar üzerine düşünme eylemine geçme erdemini ancak müminler gösterebilir. Bunu bize öğreten, bilenler için de hatırlatma görevinde bulunan Malik Bedri’nin Düşünme kitabı, insanların ilahi ölçüler çerçevesinde fikretme ve zikretme gerçeğini tercih etmelerine ön ayak oluyor. Muhteşemlikleri ve muazzamlıkları hem gözlem yapmaya hem de onlara tanıklık etmeye bizi sevk eden bu çalışmayla tanıştıktan sonra, mütefekkir kullar olmaktan gayrısı hakkımıza düşmez artık.
-
HUSEYİN ŞAŞMAZ 01-12-2016 16:58
Müslüman Psikologların Çıkmazı isimli eseriyle duyurmuştu bize. İslam diye bir derdi olan psikologlara yol-yordam gösterme, pusula olma amacı taşıyan bir eserdir söz konusu çalışması. * İdrak frekanslarımızı genişçe açmamız gerektiğini fark ederek kitabı arşınlamaya başlıyoruz böylece. * Tefekkür http://islamdevleti.info/kitaplar/Tefekkur/index.htm http://islamdevleti.info/kitap/ Müslümanları manevi aydınlanmaya ve derunî idrak mertebesine tefekkürden daha iyi başkası ulaştıramaz. Aradığı şeyin Allah’ın sınırsız ilminde “orada bir yerde” olduğuna, çok çalışma, derin tefekkür ve ibadetle problemine çözümün gösterileceğine kuvvetle inanan, manevî açıdan motive olmuş bir Müslüman ilim adamı, âlim; camide ibadet etmekle yetinen birisinden çok daha fazla abid, yani ibadet etmektedir. İşte bu kadar önem taşıyor tefekkürümüz. Olanlar, yaratılanlar üzerine düşünme eylemine geçme erdemini ancak müminler gösterebilir. * EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Bütün Proplemlerin yok olduğu şu fikri niye anlamaya çalışmıyorsunuz. Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. * YANLIŞ BİLGİ YANLIŞ HÜKME GÖTÜRÜR.
- Kitap Tanıtımı: “Mektuplaşmalar”
- Yusuf Kültür'e ait 5 eser ücretsiz olarak okuyucuyla buluşuyor
- Mukaddes Özkan’ın “Hatıralarım” kitabı çıktı
- Kitap tanıtımı: “Dava ve Davet Erlerine Ana Hatlarıyla İslâm”
- Süleyman Dilmen'in "Namaz Kılsak Ne Mi Olur?" kitabı çıktı
- Kitap Tanıtımı : İslam Topraklarındaki Rejimleri Anlamak
- Kur’ân ve Kadın/ Kur’ân’da kadın
- Kitap Tanıtımı: Yeni Nesillere Nasihatler ve Büyüklere Tavsiyeler
Makaleler
Hava Durumu