"ediyordu" Arama Sonuçları
"Asrın felaketi"nin yıldönümü... Deprem değil kıyamet
“Bu deprem değil abi, kıyamet” dedi ve sonrasında yaşanan yıkımın büyüklüğü ve kayıpların boyutundan söz etti. Kahramanmaraş’ta üniversite yerleşkesinde kurulmuş olan çadırkentte sohbet ettiğimiz bir depremzede de bu durumu, “Deprem olmaya başladığında ‘Bu deprem değil, kıyamet kopuyor olmalı’ dedim” şeklinde ifade ediyordu.
“Bu deprem değil abi, kıyamet” dedi ve sonrasında yaşanan yıkımın büyüklüğü ve kayıpların boyutundan söz etti. Kahramanmaraş’ta üniversite yerleşkesinde kurulmuş olan çadırkentte sohbet ettiğimiz bir depremzede de bu durumu, “Deprem olmaya başladığında ‘Bu deprem değil, kıyamet kopuyor olmalı’ dedim” şeklinde ifade ediyordu.
Ahlak imandan bir cüz(mü)dür?
Mehmet Akif Koç, ahlakın imanın şartlarını bile önceleyen bir aşama olduğuna dikkat çekerek, “Hazreti Peygamber döneminde Müslüman olacak olanlarda önce ahlaki değişim gözlemleniyordu. Herkes bir insanın Müslüman olacağını hissediyordu zaten davranışlarından. Böyle bir sorunumuz yok mu bizim?” sorusunu yöneltti.
Mehmet Akif Koç, ahlakın imanın şartlarını bile önceleyen bir aşama olduğuna dikkat çekerek, “Hazreti Peygamber döneminde Müslüman olacak olanlarda önce ahlaki değişim gözlemleniyordu. Herkes bir insanın Müslüman olacağını hissediyordu zaten davranışlarından. Böyle bir sorunumuz yok mu bizim?” sorusunu yöneltti.
Allah’ın Elçileri kimleri rahatsız etmeye geldi?
Ademoğlunun tarihi boyunca “vahy”; Allah tarafından hak ile batılı ayırması için Rasuller aracılığı ile inananlara şifa ve rahmet olsun diye yeryüzüne indirilirken, muhakkak ki bu durum müşrik, münafık ve kafirlerin tadını kaçırıyor, düzenlerini bozuyor ve planlarını altüst ediyordu. Bu durum Nuh (as)’da da böyleydi, Salih (as)’da da, Şuayb (as), Musa (as), İsa (as)’da da böyleydi.
Ademoğlunun tarihi boyunca “vahy”; Allah tarafından hak ile batılı ayırması için Rasuller aracılığı ile inananlara şifa ve rahmet olsun diye yeryüzüne indirilirken, muhakkak ki bu durum müşrik, münafık ve kafirlerin tadını kaçırıyor, düzenlerini bozuyor ve planlarını altüst ediyordu. Bu durum Nuh (as)’da da böyleydi, Salih (as)’da da, Şuayb (as), Musa (as), İsa (as)’da da böyleydi.
Hatıralarla Ahmed Kalkan hocaya tanıklığım
Ahmed hoca gerçekten son derece hasbi, muhlis, muhsin, muttaki bir mü’mindi. Fedâkardı, Allah için yaşama bilinciyle hareket ediyordu. Onun hayatının özetini, tüm mü’minlerin hayatının özeti olması gerektiği üzere En’am sûresi 162. ayetin tefsiri olarak niteleyebilirim. 2012 yılında bir grup mü’minle birlikte yaptığımız umrede, Mekke ve Medine’de kendisiyle oda arkadaşlığı yapmıştık. Orada kendisini daha da yakından tanıma imkânım olmuştu.
Ahmed hoca gerçekten son derece hasbi, muhlis, muhsin, muttaki bir mü’mindi. Fedâkardı, Allah için yaşama bilinciyle hareket ediyordu. Onun hayatının özetini, tüm mü’minlerin hayatının özeti olması gerektiği üzere En’am sûresi 162. ayetin tefsiri olarak niteleyebilirim. 2012 yılında bir grup mü’minle birlikte yaptığımız umrede, Mekke ve Medine’de kendisiyle oda arkadaşlığı yapmıştık. Orada kendisini daha da yakından tanıma imkânım olmuştu.
İran seçiminin düşündürdükleri
Nizam aklı, bu seçimde faz değiştirdi ve taşını başka bir kareye, “restorasyon” karesine sürdü. Reisi’nin bir hukukçu olarak sicili de buna işâret ediyordu. İdâre ettiği vakıflarda herhangi bir yolsuzluğun olmaması, İran seçmeninin ona güven duymasını pekiştiren bir unsurdu. Anlaşılıyor ki, fakirleşen ve kapalı rejimin içindeki rüşvet, irtikap vb. yozlaşmışlıklardan bıkmış belli bir vasattaki İran seçmeni, son umut Reisî’ye sarıldı.
Nizam aklı, bu seçimde faz değiştirdi ve taşını başka bir kareye, “restorasyon” karesine sürdü. Reisi’nin bir hukukçu olarak sicili de buna işâret ediyordu. İdâre ettiği vakıflarda herhangi bir yolsuzluğun olmaması, İran seçmeninin ona güven duymasını pekiştiren bir unsurdu. Anlaşılıyor ki, fakirleşen ve kapalı rejimin içindeki rüşvet, irtikap vb. yozlaşmışlıklardan bıkmış belli bir vasattaki İran seçmeni, son umut Reisî’ye sarıldı.
Yeni Şafak yazarı, Türkiye'nin ismini zikretmeden "Yeni Türkiye" sistemini özetledi: Dindar laiklik
Taha Kılınç, Yeni Şafak'taki bugünkü yazısında eski Türkiye ve Tunus'taki jakoben laikliğe karşı Fas ve Mısır örneğini anlatırken, isim vermeden yeni Türkiye'deki sistemi de özetlemiş oldu. "İslâm dünyasındaki laiklik tecrübesi sadece yasakçı, jakoben laiklik biçiminde tezahür etmedi. Tunus ve Türkiye örneklerinin aksine Fas ve Mısır’da da laik rejimler oluşturuldu. Ama “dinle barışık” bir laiklikti bu. İslâm görünürde mevcuttu, hayatın her alanında çeşitli tezahürleriyle arz-ı endam ediyordu; fakat bazı kritik alanlara din kesinlikle sokulmuyordu. İşin garibi, halkın geneli de zamanla bu duruma rıza olur hale gelmişti. Dinin, sosyal hayatın her alanında ayan-beyan görünürken, girmeye müsaade alamadığı yerler şunlardı: Dış politika, ekonomi ve devlet yönetimi" tesbiti yapan Kılınç'ın yazısını sistemiz okurlarının dikkatine sunuyoruz:
Taha Kılınç, Yeni Şafak'taki bugünkü yazısında eski Türkiye ve Tunus'taki jakoben laikliğe karşı Fas ve Mısır örneğini anlatırken, isim vermeden yeni Türkiye'deki sistemi de özetlemiş oldu. "İslâm dünyasındaki laiklik tecrübesi sadece yasakçı, jakoben laiklik biçiminde tezahür etmedi. Tunus ve Türkiye örneklerinin aksine Fas ve Mısır’da da laik rejimler oluşturuldu. Ama “dinle barışık” bir laiklikti bu. İslâm görünürde mevcuttu, hayatın her alanında çeşitli tezahürleriyle arz-ı endam ediyordu; fakat bazı kritik alanlara din kesinlikle sokulmuyordu. İşin garibi, halkın geneli de zamanla bu duruma rıza olur hale gelmişti. Dinin, sosyal hayatın her alanında ayan-beyan görünürken, girmeye müsaade alamadığı yerler şunlardı: Dış politika, ekonomi ve devlet yönetimi" tesbiti yapan Kılınç'ın yazısını sistemiz okurlarının dikkatine sunuyoruz:
Sinirlioğlu'na göre "Bölgede eninde sonunda seküler demokratik bir düzen kurulacak"
Ferudun Sinirlioğlu: Bu çokkültürlü coğrafyanın inanç ve din özgürlüğü temelinde seküler, demokratik bir geleceğe doğru yönelmesi gerektiğini de görüyoruz. Zaten 2011’de başlayan Arap Baharı da bu taleple ortaya çıkmıştır. İnsanlar demokrasi talep ediyordu. Demokrasi ve sekülerizm birlikte gündemdeydi. Bu süreç başlangıçta çok büyük beklentilerle hemen netice alınabilecekmiş gibi erken ve aşırı bir iyimserlik havası yarattı. Ama hemen arkasından da büyük bir karamsarlık ortaya çıktı. Ne o iyimserlik doğru yaklaşımdır ne de daha sonra içine düşülen karamsarlık. “Bu bölgenin kültürüyle demokrasi bağdaşmaz” yaklaşımı çok yanlış ve hatta ırkçı bir anlayışın ürünüdür. Akdeniz’in güneyinde ve doğusunda 2011’de başlayan demokratikleşme ve Akdeniz’in kuzeyindeki demokrasilerle ortak paydada buluşma süreci devam edecek. Bu değişim ve dönüşümün ne kadar süreceğini kestirmek mümkün değil. Ama eninde sonunda, halkların iradelerini ve rızalarını yönetimlerine seçimler yoluyla yansıtabilecekleri bir seküler demokratik düzen kurulacaktır. Bu süreç zaman alabilir. Unutmayalım, Doğu Avrupa’da Soğuk Savaş sonrasındaki demokratikleşme süreci de 10 yıl sürdü, hatta bazı yerlerde aslında hâlâ tamamlanamadı. Dolayısıyla beklentilerimizde sabırlı olalım ve hedefi gözden kaybetmeyelim.
Ferudun Sinirlioğlu: Bu çokkültürlü coğrafyanın inanç ve din özgürlüğü temelinde seküler, demokratik bir geleceğe doğru yönelmesi gerektiğini de görüyoruz. Zaten 2011’de başlayan Arap Baharı da bu taleple ortaya çıkmıştır. İnsanlar demokrasi talep ediyordu. Demokrasi ve sekülerizm birlikte gündemdeydi. Bu süreç başlangıçta çok büyük beklentilerle hemen netice alınabilecekmiş gibi erken ve aşırı bir iyimserlik havası yarattı. Ama hemen arkasından da büyük bir karamsarlık ortaya çıktı. Ne o iyimserlik doğru yaklaşımdır ne de daha sonra içine düşülen karamsarlık. “Bu bölgenin kültürüyle demokrasi bağdaşmaz” yaklaşımı çok yanlış ve hatta ırkçı bir anlayışın ürünüdür. Akdeniz’in güneyinde ve doğusunda 2011’de başlayan demokratikleşme ve Akdeniz’in kuzeyindeki demokrasilerle ortak paydada buluşma süreci devam edecek. Bu değişim ve dönüşümün ne kadar süreceğini kestirmek mümkün değil. Ama eninde sonunda, halkların iradelerini ve rızalarını yönetimlerine seçimler yoluyla yansıtabilecekleri bir seküler demokratik düzen kurulacaktır. Bu süreç zaman alabilir. Unutmayalım, Doğu Avrupa’da Soğuk Savaş sonrasındaki demokratikleşme süreci de 10 yıl sürdü, hatta bazı yerlerde aslında hâlâ tamamlanamadı. Dolayısıyla beklentilerimizde sabırlı olalım ve hedefi gözden kaybetmeyelim.
M. Kemal'in de "pelikanları" varmış!
"Pelikan Bildirisi" ile başlayan ve Davutoğlu'nun Kongre ve aday olmama kararıyla bir saray darbesine sahne olan gelişmeler yankısını sürdürürken, Yıldıray Oğur yakın tarihten ilginç bir örnek vererek tartışmayı sürdürdü. Oğur'un aktardığı hadiseden de anlaşılıyor ki M. Kemal'in de "pelikanları" vardı ve o da tasfiye etmek istediklerine "pelikanlarını" musallat ediyordu. Yıldıray Oğur'un yazısını birlikte okuyalım:
"Pelikan Bildirisi" ile başlayan ve Davutoğlu'nun Kongre ve aday olmama kararıyla bir saray darbesine sahne olan gelişmeler yankısını sürdürürken, Yıldıray Oğur yakın tarihten ilginç bir örnek vererek tartışmayı sürdürdü. Oğur'un aktardığı hadiseden de anlaşılıyor ki M. Kemal'in de "pelikanları" vardı ve o da tasfiye etmek istediklerine "pelikanlarını" musallat ediyordu. Yıldıray Oğur'un yazısını birlikte okuyalım:
Bir protestan önder: İhsan Eliaçık
Özellikle Gezi süreciyle birlikte İhsan Eliaçık, büyük ölçüde kapitalizmden ve modernizmden beslenen geniş yığınlara, tam da onlara uygun bir din vazetmeye başladı. Bu din; ibadet ve ritüel gerektirmeyen, bütünüyle ahlaki tutarlılık öngören, karşı anamalcı, paylaşımcı bir dindi. Üstelik 'ahlaki tutarlılık' önerisini de 'bireysel'e terk ediyordu Eliaçık. Yani 'görecelilik' yavesine de göz kırpıyordu.
Özellikle Gezi süreciyle birlikte İhsan Eliaçık, büyük ölçüde kapitalizmden ve modernizmden beslenen geniş yığınlara, tam da onlara uygun bir din vazetmeye başladı. Bu din; ibadet ve ritüel gerektirmeyen, bütünüyle ahlaki tutarlılık öngören, karşı anamalcı, paylaşımcı bir dindi. Üstelik 'ahlaki tutarlılık' önerisini de 'bireysel'e terk ediyordu Eliaçık. Yani 'görecelilik' yavesine de göz kırpıyordu.
Akif Emre: 'Sünni Baasçılık' çözüm mü?
Sorun mezhebi kökeninin ne olduğundan çok Suriye'ye hakim Baas ideolojisinin ve yönetiminin sorgulanmasıdır. Baas partisinin Irak temsilcisi Saddam'ın Sünni kökenli olması yönetimini meşrulaştırmıyordu. Arap dünyasının en laikçi uygulamalarından birini temsil ediyordu Saddam.
Sorun mezhebi kökeninin ne olduğundan çok Suriye'ye hakim Baas ideolojisinin ve yönetiminin sorgulanmasıdır. Baas partisinin Irak temsilcisi Saddam'ın Sünni kökenli olması yönetimini meşrulaştırmıyordu. Arap dünyasının en laikçi uygulamalarından birini temsil ediyordu Saddam.
Dersim katliamına katılan askerlerin ifadeleri kan donduruyor
"Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselde o dönemde Dersim harekatına katılan askerler konuştu. İki askerin anlattıkları insanın kanını donduracak cinsten... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1937-1938 yılında Dersim'de meydana gelen olaylar için "katliam" ifadesini kullanmasından sonra o günlere ait belgeler de gün yüzüne çıkmaya başladı. Buna benzer bir açıklamayı daha önce de İhsan Sabri Çağlayangil yapmıştı, mağaralara kaçan insanlar dışarı çıkarmak için zehirli gaz bombalarını atıklarını söylüyordu. O dönem Dersim harekatında yer alan emekli generallerden Muhsin Batur ise "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında katliamı doğrularcasına "okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum" diyecekti. Son olarak "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselde o dönemde Dersim harekatına katılan askerler konuştu. İki askerin anlattıkları insanın kanını donduracak cinsten. HAREKATA KATILAN İKİ ASKER KONUŞTU Ve şimdi Dersim'de isyanın var olup olmadığı, katliam yaşandı mı tartışmalarının odağında yönetmen Özgür Fındık "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselle karşımıza çıkıyor. 5 Mayıs'ta Bilgi Üniversitesi'nde galası yapılacak olan belgeselde Dersim katliamında sürgüne gidenler, gittikleri yerlerden acı ve gözyaşlarıyla "yaşanılanları" ve "sürgünleri" anlatıyor. Belgeselin en önemli yanı ise o dönemde Dersim'deki harekata katılmış orduda görevli iki askerin anlatımı. Askerlerden birinin adı Haydar Dede. Belgesele konuşan Hayder Dede anlatıyor: "Bir alay komutanımız geldi, Konya'dan. Dedi ki; 'Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır' dedi. 'Biliyor musunuz?' Biz nereden bilelim dört haini. 'bak' dedi. 'Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt' dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi.""Adamları vurduk, vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar. Şöyle kol kola taktılar beş yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle şöyle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı. Yanız bir kadın kendisini suya attı, kaçtı kurtuldu." Yine Haydar Dede adlı asker anlatıyor: "Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk." Belgesele konuşan askerler birisi de Eskeri Akyol. Dersim olaylarının yaşandığı dönem 2. Tabur 9. Bölük'te askerlik yapan 101 yaşındaki Eskeri Akyol, yaşanılanları vahşet olarak nitelendiriyor begeselde... 74 yıl sonra konuşan Akyol, Dersim'e Diyarbakır'dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittiklerini söylüyor: "Gittikten sonra bizi Ali Boğazı'na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı..." Katliamdan kurtulabilenlerin mağaralara saklandıklarını, kimisinin ise Munzur nehrini aşarak İngilizlere ve Ruslara sığındıklarını anlatıyor Akyol... "ÜZERLERİNE GAZYAĞI DÖKÜP YAKIYORLARDI" Mağaralara girmekten korkuyorlarmış askerler, ama "girin" talimatı üzerine askerler mağaraları ateşe veriyor; bu kısmı Akyol şu sözlerle anlatıyor: "Bombaları atmak zorundaydık mağaralara. Sonra gidip baktığımızda öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı... Öyle canlı canlı..." Eskeri Akyol anlatıyor yine: "Çok öldürüldüler! Askerlerden de, ahaliden de çok insan öldürüldü. Yukarı Kutu deresinde ceset kokusundan durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmşlardı.Öylesine felaket görülmemiştir. Askerler Allah'ın merine karşı geliyorlardı ha..." Askeri Akyol, röportajı yapan muhabirin "Tahminen kaç kişi öldürdünüz?" sorusuna, "Valla ne bileyim işte koşturarak ateş ediyorduk... Kalkıp yalan mı söyleyeyim. Askerdik 'ateş' dediklerinde mecburduk ateş etmeye..." sözleriyle cevaplıyor. Akyol yutkunarak, gözyaşlarını akıtarak anlatıyor vahşeti... Zamanla öldürmelerin son bulduğunu ve sürgünlerin başladığını söylüyor. Kaynak: Milliyet
"Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselde o dönemde Dersim harekatına katılan askerler konuştu. İki askerin anlattıkları insanın kanını donduracak cinsten... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1937-1938 yılında Dersim'de meydana gelen olaylar için "katliam" ifadesini kullanmasından sonra o günlere ait belgeler de gün yüzüne çıkmaya başladı. Buna benzer bir açıklamayı daha önce de İhsan Sabri Çağlayangil yapmıştı, mağaralara kaçan insanlar dışarı çıkarmak için zehirli gaz bombalarını atıklarını söylüyordu. O dönem Dersim harekatında yer alan emekli generallerden Muhsin Batur ise "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında katliamı doğrularcasına "okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum" diyecekti. Son olarak "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselde o dönemde Dersim harekatına katılan askerler konuştu. İki askerin anlattıkları insanın kanını donduracak cinsten. HAREKATA KATILAN İKİ ASKER KONUŞTU Ve şimdi Dersim'de isyanın var olup olmadığı, katliam yaşandı mı tartışmalarının odağında yönetmen Özgür Fındık "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselle karşımıza çıkıyor. 5 Mayıs'ta Bilgi Üniversitesi'nde galası yapılacak olan belgeselde Dersim katliamında sürgüne gidenler, gittikleri yerlerden acı ve gözyaşlarıyla "yaşanılanları" ve "sürgünleri" anlatıyor. Belgeselin en önemli yanı ise o dönemde Dersim'deki harekata katılmış orduda görevli iki askerin anlatımı. Askerlerden birinin adı Haydar Dede. Belgesele konuşan Hayder Dede anlatıyor: "Bir alay komutanımız geldi, Konya'dan. Dedi ki; 'Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır' dedi. 'Biliyor musunuz?' Biz nereden bilelim dört haini. 'bak' dedi. 'Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt' dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi.""Adamları vurduk, vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar. Şöyle kol kola taktılar beş yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle şöyle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı. Yanız bir kadın kendisini suya attı, kaçtı kurtuldu." Yine Haydar Dede adlı asker anlatıyor: "Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk." Belgesele konuşan askerler birisi de Eskeri Akyol. Dersim olaylarının yaşandığı dönem 2. Tabur 9. Bölük'te askerlik yapan 101 yaşındaki Eskeri Akyol, yaşanılanları vahşet olarak nitelendiriyor begeselde... 74 yıl sonra konuşan Akyol, Dersim'e Diyarbakır'dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittiklerini söylüyor: "Gittikten sonra bizi Ali Boğazı'na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı..." Katliamdan kurtulabilenlerin mağaralara saklandıklarını, kimisinin ise Munzur nehrini aşarak İngilizlere ve Ruslara sığındıklarını anlatıyor Akyol... "ÜZERLERİNE GAZYAĞI DÖKÜP YAKIYORLARDI" Mağaralara girmekten korkuyorlarmış askerler, ama "girin" talimatı üzerine askerler mağaraları ateşe veriyor; bu kısmı Akyol şu sözlerle anlatıyor: "Bombaları atmak zorundaydık mağaralara. Sonra gidip baktığımızda öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı... Öyle canlı canlı..." Eskeri Akyol anlatıyor yine: "Çok öldürüldüler! Askerlerden de, ahaliden de çok insan öldürüldü. Yukarı Kutu deresinde ceset kokusundan durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmşlardı.Öylesine felaket görülmemiştir. Askerler Allah'ın merine karşı geliyorlardı ha..." Askeri Akyol, röportajı yapan muhabirin "Tahminen kaç kişi öldürdünüz?" sorusuna, "Valla ne bileyim işte koşturarak ateş ediyorduk... Kalkıp yalan mı söyleyeyim. Askerdik 'ateş' dediklerinde mecburduk ateş etmeye..." sözleriyle cevaplıyor. Akyol yutkunarak, gözyaşlarını akıtarak anlatıyor vahşeti... Zamanla öldürmelerin son bulduğunu ve sürgünlerin başladığını söylüyor. Kaynak: Milliyet
Siyonist akademisyen: İsrail'i, Türkiye ayakta tutuyor
"İsrail Grup Analizi Derneği" Başkanı Dr. Robi Friedman: Ahmedinejat'ın "sizi haritadan sileceğiz" sözleri, Hamas'ın anayasasına baktığınızda "İsrail Devleti'ni ortadan kaldıracağız" gibi sözler, sadece politik olarak söylense bile insanlara korku salıyor... Türkiye ile olduğu gibi iyi ilişkilerimiz bize var olma ümidi veriyor. Geçmişteki Türkiye ile olan ilişkilerimizden dolayı biz bu bölgede varlığımızı sürdüreceğimizi hissediyorduk. Bu ilişki bize güçlü bir güven duygusu veriyordu. Türkiye ile aramızdaki gerginlik insanların kendilerini güvensiz hissetmesine de sebep oluyor... Bir evin ayakta durmasını sağlayan sütunlar gibi, Türkiye de bizim sütunlarımız, büyük güvence.
"İsrail Grup Analizi Derneği" Başkanı Dr. Robi Friedman: Ahmedinejat'ın "sizi haritadan sileceğiz" sözleri, Hamas'ın anayasasına baktığınızda "İsrail Devleti'ni ortadan kaldıracağız" gibi sözler, sadece politik olarak söylense bile insanlara korku salıyor... Türkiye ile olduğu gibi iyi ilişkilerimiz bize var olma ümidi veriyor. Geçmişteki Türkiye ile olan ilişkilerimizden dolayı biz bu bölgede varlığımızı sürdüreceğimizi hissediyorduk. Bu ilişki bize güçlü bir güven duygusu veriyordu. Türkiye ile aramızdaki gerginlik insanların kendilerini güvensiz hissetmesine de sebep oluyor... Bir evin ayakta durmasını sağlayan sütunlar gibi, Türkiye de bizim sütunlarımız, büyük güvence.
Musa'nın (a.s.) okuyuş biçimi mi, Samiri'nin okuyuş biçimi mi?
Hatırlanacağı üzere, Musa'nın bir okuyuş biçimi vardı, Samiri'nin de bir okuyuş biçimi vardı! Musa'nın okuma biçimi işin doğrusu o kadar zor ve karmaşık değildi; sade ve yalındı. Bir çırpıda herkes anlıyordu, Hiçbir tutarsızlık, çelişki taşımıyordu. Doğruları, sadece doğruları ifade ediyordu! Samiri ise sözü biraz(!) dolaştırıyordu. Üstelik de Samiri, okuyuşunu sunmak için konjonktür'ü kolluyordu: Musa'nın olmadığı bir zamanda ve zeminde konuşmayı tercih ediyordu!
Hatırlanacağı üzere, Musa'nın bir okuyuş biçimi vardı, Samiri'nin de bir okuyuş biçimi vardı! Musa'nın okuma biçimi işin doğrusu o kadar zor ve karmaşık değildi; sade ve yalındı. Bir çırpıda herkes anlıyordu, Hiçbir tutarsızlık, çelişki taşımıyordu. Doğruları, sadece doğruları ifade ediyordu! Samiri ise sözü biraz(!) dolaştırıyordu. Üstelik de Samiri, okuyuşunu sunmak için konjonktür'ü kolluyordu: Musa'nın olmadığı bir zamanda ve zeminde konuşmayı tercih ediyordu!
"Hayatım Kur'anla aydınlandı"
"Kur'an okudukça değiştim ve kalbimin, zihnimin, hayatımın Kur-an ile aydınlandığını farkettim. Kendimi yeni doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum, hatta hiç konuşmak istemiyor, vaktimi sadece Kur'an okuyarak geçirmek istiyordum."
"Kur'an okudukça değiştim ve kalbimin, zihnimin, hayatımın Kur-an ile aydınlandığını farkettim. Kendimi yeni doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum, hatta hiç konuşmak istemiyor, vaktimi sadece Kur'an okuyarak geçirmek istiyordum."
Makaleler
Hava Durumu