Liberal kibrin tahakkümcü dili

Ne kadar masumiyete bürünmeye çalışırsa çalışsın hem bir epistemoloji, hem bir siyaset, hem bir insan, hem de bir toplum anlayışını kent dindarlığı kavramı üzerinden dayatmaktadır Altan.

18-02-2010


Kent dindarlığı: Liberal kibrin tahakkümcü dili

Çoğumuzun muhtemelen okumuş olacağı gazete yazılarına, gözünün kulağının takılmış olacağı televizyon-radyo konuşmalarına ve politik akıllar-fikirler üzerine konuşulan muhitlerdeki gözlemlerine dayanarak, umumî bir liberal aydın profilinin ideolojik tavrı ve ruh hali hakkında tahliller yapabilmek için bulunmaz bir figür olarak karşımızda duran Mehmet Altan’ın yayımlanan son kitabı Kent Dindarlığı üzerinden tasvir etmeye çalıştığı süreçleri eleştirel bir gözle bakmanın yararlı olacağı kanısındayım.

Her şeyden önce ilk elde şu tespitle başlamak gerekli: Gazetelerde yazılmış çeşitli makaleleri, bu tür derlemelerde çok rastlanır bir kitap bütünlüksüzlüğü içinde oluşturulmuş bir kitap Kent Dindarlığı. Dosya yazarın kitap için yeterince hazır olmadığını gösteriyor, daha epey bir pişmesi gerekirdi kanımca. Bir `suç` yükleyemeyiz bu çiğlik bağlamında `merkezi/n yazarlar`ına, şüphesiz; gene de, hükümranlıkları irkiltiyor. Öte yandan bir olumlu yanı da şu: Kitabın, bugünün pek çok tartışma konusuna ışık tutması, hattâ yer yer bizzat bu tür tartışmaları açıp, düşünmeye sevk etmesi. Bu bakımdan, Altan’ın kitabını inceleyen bu yazı, belki de bir “kitap tanıtması” ya da “kitap eleştirisi”nin sınırlarını zorlayabilecektir.

Önce Altan’ın fikirlerini özetleyeceğim. Bunu yaparken, onun kendi sistematiğini bir ölçüde bozacak ve kendime göre bir sistematik kuracağım. Ardından da kendi kurduğum sistematiğe bağlı kalarak, katıldığım, vurguladığım ya da eleştirdiğim noktalar üzerinde kısaca da olsa duracağım.

Kitabın ana eksenini, kent, kentlilik, siyaset, kültür, din ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler oluşturmaktadır. Bunun yanında İslami yayıncılık, siyasal İslam-kültürel İslam karşıtlığı, Kemalizm’le Müslümanların modernitenin getirdiği tehdide bir cevap olduğu kadar, İslâmi mesajın `özgün` anlamının keşfi için yapılmış bir davet olarak tanımlayabileceğimiz (siyasal) İslamcılığı ortak/eş/benzer gördüğü satırlar da dikkat çekecek biçimde bölük pörçük de olsa kitabın dağınıklığı içine adeta mayın gibi yerleştirilmiş. O nedenle kitap içinde selim bir akılla dolaşamıyorsunuz. Ne kadar masumiyete bürünmeye çalışırsa çalışsın hem bir epistemoloji, hem bir siyaset, hem bir insan, hem de bir toplum anlayışını kent dindarlığı kavramı üzerinden dayatmaktadır Altan. Bunların içinde kabul edilecek yaklaşımlar olduğu gibi, kabul edilmesi mümkün olmayan yaklaşımlar da vardır. Kur’an’ın anlaşılması, meal okuma, akıl ve içtihat vurgusu gibi kısmen olumlu yaklaşımları var Altan’ın. Ama onun algısı hele din söz konusu olduğunda sosyolojik jargona hapsedilen ve İslam’la irtibatı oldukça sıkıntılı olan yaklaşımlar. Günün modasına uygun olarak tamamen liberal araçsallığın güdümünde olan bir din algısı. Yaşanan çürümeler üzerinden kimi onaylamalarla biçimlenen romantik bir geçmiş algısını inşa eden Şeriati’nin tabiriyle bir nevi dine karşı din kötülüğü.

Nedir bu kent dindarlığı?

Peki, nedir bu kent dindarlığı?

Altan`a göre kent dindarlığının özellikleri şu noktalarda toplanıyor: Dinin siyasi yönüne vurgu yapmayan, içsel-mistik yolculuğa koyulmuş, olayların düşünsel ve felsefi boyutunu yakalayan. Biraz daha açarsak kent dindarı, bir inancın ulviyetinden kendine kimlik çıkarmaya soyunmayan insandır. İnancı inanç olarak kabul eden, inanç olarak yaşayan, bunu kültür olarak algılayan ama sosyal bir ilişki ağında bir taraf, bir kimlik olarak bundan çıkar beklemeyen insandır. Kent dindarı bir şekilde daha doymuş, güngörmüş ve bu inancı, kendi ulviyeti açısından kişiselleştirmiş, kültür olarak algılamış, daha gelişmiş insandır. Siyasal İslam kültürel İslam karşıtlığı üzerinden işleyen yorumlama biçimleri kolaylıkla onun yaklaşımlarını Kemalist ilahiyatla da akraba kılabiliyor. Hatırlanacağı üzere 28 Şubat’ta da kültürel İslam üzerinden siyasal İslam karşıtlığı gündeme getirilmişti. Şimdi, yani uzun yıllar sonra, bu ayrım üzerinden siyasal İslam’a diklenmek için biraz fazla geç kalmış sayılmaz mı Altan? Bu gecikmişlik hissiyatı onu Kemalizm’den ayrıştırır mı? Liberal de olsa bir biçimde o kapıdan içeri girmiş biri olarak göremez miyiz onu? Daha önce hasımlarının sunduğu çalışmalarının taze bir örneği bu karşıtlık, anlaşılan burada da bir süreklilik söz konusu. “Bizi severken devletten farkları yoktu”nun nadide örneklerinden birisi yani.

Şu fark var yalnızca: Hasımlık değil hısımlık üzerinden kotarılmaya çalışılıyor işler günün modası uyarınca. Zaman`ın içinde ilerliyor oluşumuz, bilmiyorum gerçeklik midir, yoksa topu topu bir sanrı mı, ama durduğumuz yerde durmayacağız besbelli.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Altan’ın analizlerini tam da bu “düz” okumayla “sevenler” hatta “takdis” edenler var. Kitap da o yüzdem muhafazakâr bir yayınevinden çıkmış zaten. Hatta oluşumunda da bir başka muhafazakâr yayın grubu var.

Derdi tasası kesinlikle bağcı dövmek

Liberal demokrasiyi toplumsal yaşamın olmazsa olmaz nihai biçimi olarak algılayan Mehmet Altan’ı okurken, teorinin, kafamızın bir yerinde çınlayıp duran pratik karşılığını düşünmeden edemiyorum. Abdurrahman Arslan’ın şu cümleleri geldi aklıma: “Liberalizm insanlara bir şey dayatmaz’ demek, en nazik anlamı içinde yanıltıcı bir iyimserliği ifade eder. Liberalizmin de aynen din(ler) gibi, bir ‘teklif’ tarafı vardır, bir de ‘dayatma’ tarafı”. Bu dayatmacılık onun bütünlüksüz kitabının baş teması olarak karşımıza çıkıyor. Gene de onun kent dindarlığı vurgusu üzerinden sosyolog kimliğine dönük bir çözümlemede vurgulanması gereken bir başka husus, onun liberal tekilliğin tahakkümcü kültürüyle olan ilişkisidir. Dinin kültürel boyutlarına yaptığı vurgu alabildiğine tekçi bir totaliterliği beslemektedir. Bu salt akıl verme ile ilişkili değil, bu anlayış dışındaki tüm yorumları sapma olarak görüp onları bir biçimde yok etme anlayışı üzerine bina edilen bir yaklaşım tarzı olması bakımından Altan’ın içindeki derin iktidar tutkusunu da açığa çıkarmaktadır.

AKP ile ilgili değerlendirmeleri de önemli Mehmet Altan’ın: “AK Parti`nin yaptığı en büyük iyilik, rejimin dışladığı, yok saydığı, kömürlüğe kilitlediği ve tebaa muamelesi yaptığı insanları sisteme entegre etmesidir. Ama bunun içinde hoyratları, siyasal İslamcıları olduğu gibi, kent dindarları da var. AK Parti`nin buna çok dikkat etmesi lazım. Bunun üzerinde çok titiz durmadığı için son seçimlerde aldığı başarıyı sahil kentlerinde gösteremiyor. Çünkü kent dindarlığı yerine siyasal İslam endişesi ağır basıyor. Kadrolarında, orta sınıf kent kadınlarını ürküten bir sinyal veren unsurlar var.”

Bu yaklaşımdaki genellemecilik ve bilgiç “nitekim”cilik rahatsız edici değil mi? Diğer yandan hem cumhuriyet tecrübesi hem de modern dünya sürecinde ciddi kırılmaların ve arızaların sahibi olan insanlar olduğumuzu unutarak bu yaklaşımların serdedilmesi tahakkümcü dili daha da aşikâr kılmakta aslında.

Bu, sanıldığından daha önemli ve daha geniş açılımları olan bir husustur. Kent dindarlığı algısı içinde Altan, gene en geniş anlamıyla değerlendirmek koşuluyla söyleyeyim, bir tür liberal tetikçi tavrı içine girer. Bu kavram zihinsel bağlamda ilginç bir kavramdır. Çünkü her türden yok sayma tavrı hele liberalizm söz konusu olduğunda belli bir tutuculuğu içerir.

Normatif liberal değerler

Kitap kışkırtıcı bir biçimde “Şeyh Galip de Müslüman, Taliban da! Öyleyse aradaki fark ne” sorusunu sormaktadır: "Ben bu kent dindarları meselesinin dünyada da bir şekilde zorda olduğunu düşünüyorum. Çünkü İslamiyet, Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde. Bunun bir sosyolojik analizini yapmak lazım. Eskiden Müslümanların ağırlığı kentlerdeyken kırlara kaymasıdır bunun sebebi. Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş bir derin kültürün çok önemli bir ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir? Bence aradaki fark o dinin kendi kültürel özelliklerinin, güzelliklerinin, yaratıcılıklarının farkına varılmayıp onu siyaseten bir silah olarak kullanmaktır." Ona göre Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş derin bir kültürün ferdi; Taliban ise, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir “vahşetle” ortaya çıktı. Fakat bu bakış açısı büyük resmi gözden kaçırıyor: Oysa kasıtlı olarak ihmal ettiği işgal gerçeği var Altan’ın. Üstelik de vicdanı sızlamaksızın. Taliban’ın kendisinin hiç kabahati yok demiyorum ama bu genellemelerin, bu “nitekim”ciliğin kabul edilemez noktaya geldiği yer aslında bu kıyaslama. Mehmet Altan’ın Taliban’ı Şeyh Galib’in karşıtı ya da ötekisi olarak tanımlamasını, büyük ayıp sayıyorum. “Neden değildir?”in izahına kalkışmak, daha büyük ayıp olacak. Bu her şeyden önce iktidara sahip çıkmanın başka bir yolu olsa gerek. Taliban’ı vesile kılıp bir güzel “teolojik fark diskuru” çekmesi.

Normatif ve kanonik liberal değerler sistemini savunan Altan, İslam algısındaki yanlışlığın Sufi İslam’ın içerdiğini varsaydığı güzelde saklı olan yoğunluğun bir erdemlilik yaratacağı kanısındadır. Bunun karşısına ise kendi özgül koşullarının ayırdında olmaksızın Taliban’ı koymakta hiç çekince duymamaktadır. Burada bir politik kimliğe (veya bir ideo-politik dünya görüşüne) psikolojik-psişik özellikler atfedildiğini, indirgemecilik yapıldığını görüyoruz. Ne kadar iyimser ve ne kadar iktidar kokan bir yaklaşım. Yazar kendi yaklaşımı dışındakilere karşı muazzam bir baskı ve yasakçılık anlayışını tersinden ilmek ilmek ördüğünün farkında bile değil! Kur`an mealini tek tipleştirmek bile var bu yaklaşımlar içinde. Bu tarz doneler fazlasıyla mevcut olduğundan meseleye bu zaviyeden yaklaşma çabalarının baştan beyhude olacağını hemen belirtmek gerek.

Altan’a göre onu somutlaştırabilirsek yani Sufi İslam’ı/kültürel İslam’ı, toplumsal ortak payda yapabilirsek kötülüğün, yani siyasi talepleri de olan İslam algısının dışlanmasına olanak bulabiliriz. İçinde bulunduğumuz toplumsal süreçleri, bizde var olan din anlayışlarını ve hatta kimi gündelik pratikleri eleştirmekle kalmayan, bunun yanında yer yer karamsar yer yer de umutlu bir tablo çizen Mehmet Altan’ın ortaya koyduğu “siyasi ilahiyat (kent dindarlığı)” kavramı üzerinden ona verilen onca desteğe rağmen, meselenin asıl nirengi noktası olarak kırılganlığını ve eleştiriye açıklığını sürdürüyor.

İslamcılığın toplumsal-politik projesinin kalmaması, iktidar perspektifini yitirmesi ve sonsuz bir iktidara ram olma anlayışını rasyonalize eden, onaylayan ya da bilinçli bilinçsiz “Max Weber etkisine” kapılan bir çalışma bu. İstanbul, Lahor, Tahran ve Kahire`deki Müslüman işadamlarının, dört asır önce Hollanda`da Protestan orta sınıf mensuplarının başını çektiğine benzer, tam anlamıyla bir kapitalist devrime öncülük edeceklerini söylemek için inşa edilmiş bir kavram gibi duruyor kent dindarlığı. Bu tür aktörler ve onların benimseyeceği bir kapitalizmin, Müslüman dünyayı gerçek anlamda modernleştirme şansı olduğunu düşünüyor Altan.

Evet, inkârdan gelinecek bir mesele değil bu. Üzerine düşünülmesi gereken, kimi zeminlerde ucun ucun üzerine varılan bir mesele; daha da fazla uğraştırmalı bizi. Bu kapıl(an)manın temellendirilmeden, bir hakaret sıfatına dönüştürülmesi ve göze fer batna cilâ derde deva bir sözde analiz mefhumuna indirgenmesi elbette bir sorundur, bir zaaftır. Onun bir ezbere dönüşmesinden kaçınırken, onu bir ‘hayalete’ de irca etmemeli. Bir kavramı ya da o kavram üzerinden çatısı kurulan üstelik polemiksel yanı olan bir kitabı, zamanı-zemini içinde değerlendirmek olmazsa olmaz bir yaklaşım olmalıdır. Kent dindarlığının teolojik temeli insanların ekonomi merdivenini tırmandıkça, geleneksel ve ılımlı İslam`ın, liberal kapitalizmin fırsatları ve maddi yararları ile harmanlanması üzerine kurulmuştur. Kent dindarlığı “teori”sini “kişisel hikâyeler” ile desteklediğini de belirtmeliyiz Altan’ın.

Liberal iktidarın dayatmacı ama özgürlükçü olarak algılatılan maskesini düşürmek, hem bariz olduğu yerlerde hem tahmin etmediğimiz yerlerde onu su yüzüne çıkararak, hegemonyasını kırmak gerekiyor. Bir başka deyişle aslolan kentleşmeyi, dönüşümü ve yanlışlıkları inkâr etmek değil; bütün bunları, onları sabitleyerek kısıtlayan ve olması gereken hal gibi selamlayarak tahakküm yaratan özlerden kurtarmak olmalıdır.

Geçmiş ile gelecek arasında kaygan bir zeminse şimdi, onun liberal hakikat telakkisi dışında da konumlandırılabileceği muhakkak.

(Asım Öz / Özgün Duruş)

Etiketler : #Liberal   #kibrin   #tahakkümcü   #dili   
YORUMLAR
  • beytullah emrah   19-02-2010 23:03

    kitabı okudum, benim de katılmadığım, eleştirdiğim birçok husus var ama asım kardeşimiz gibi mehmet altan'ın derdinin bağcı dövmek olduğu kanaatinde değilim. yani altan kendince kent dindarlığı hususunda bir yorum yapmaya kalkışmış ama sanırım islami literatüre yabancılığı bazı yerlerde itici bazı yerlerde ise gülümseten bir hale götürmüş kendisini. bu kadar gerilecek birşey yok bence... bir de kent dindarlığı denilen oldu hakikaten üzerinde düşünülmesi gereken bir mevzu... tabi bunu mehmet altan'ın referanslarıyla yapmak bağlamında söylemiyorum...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN