TÜRKİYE'DE "CEMAAT", SURİYE'DE IŞİD
Ömer KARAKAŞ
25-02-2014 20:58
Son dönemde yaşadığımız iki güncel savaş var. Biri Türkiye’de yaşanan hükümet ile cemaat kavgası ve diğeri ise Suriye’de İslami muhalefet ile IŞİD arasında yaşanan çarpışma.
Bu yazıda her iki kavgada da mücadelenin temel nedenleri, haklı haksız taraf değerlendirmesi vb. konular yer almayacak. Ortaya koymak istediğimiz ise, İslam anlayış(sız)lıkları birbirinden alabildiğine uzak olan “Cemaat” ile IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti Örgütü) aynı hastalıklara duçar olmaktaki ortaklığıdır.
Birinci gruba göre Allah’ın dinine hizmet, “nevi hiziplerine münhasır” yerel veya küresel boyutta sistem içi medya ve eğitim sektöründeki araçlar üzerinden kadro yetiştirmekle, ayrıca yine sistem içinde eğitim, yargı, emniyet ve silahlı kuvvetlerde “bir yerlere gelmek”le yapılabilir. Bu ise hâlihazırda yaptıkları gibi takiyyeyi İslami bir yöntem olarak kurumsallaştırmakla mümkün. “Karda yürüyüp izini belli etmeyerek” veya “köprüyü geçene kadar” mantığıyla bir takım dünyevi makamları, sistem içinde bir güç olmayı ve bu güç ile kendi “İslami” anlayışının yaygınlaşmasını hedefliyor. Bir yerlere gelmek için tüm değerlerini feda edebilen, ilkesiz, omurgasız, ahiret gayesiyle dünyayı isteyen bir yapıdan söz ediyoruz.
İkincisine göre ise Allah’ın dinine hizmet, silahlı mücadeleden geçiyor. Kontrolü elde ettikleri yerel bölgelerde toplumun İslam ile dönüşümü üzerinde çalışmayan bu grup, kendi İslami anlayışlarını topluma son derece hikmetsiz ve merhametsiz bir şekilde dikte ederek Allah’ın rızasını kazanacağını düşünüyor. İslam’ı bir baskı aracına dönüştürerek kendisi gibi düşünmeyenlere hayatı zehir ediyor.
Farklı “İslami” algılara sahip olmalarına, hayata, siyasete ve dünyaya bakış farklılıklarına, toplumsal dönüşüm için uyguladıkları taban tabana zıt yöntemlerine rağmen bu iki grup dikkat çekici bir şekilde birçok ortak zafiyeti paylaşıyorlar.
Şimdi sırayla gözümüze çarpan bu zafiyetlere değinecek ve ardından ümmetin ne yapması gerektiğini dile getirmeye çalışacağız.
Hizipçilik
Hemen tüm “İslami” fraksiyonlar gibi mevzubahis iki grup da ümmetin en kronik hastalıklarında biri olan fırkacılık ve “fırka-i naciye” sendromu diyebileceğimiz bakış açısına, dini tekelinde gören ve diğer tüm Müslümanları bir çeşit dalalette sayan görüşe sahipler. Kendini sorgulamayan, hakikati ipotek altına almış, diğer tüm dini yapılanmalara ve çalışmalarına kıymet vermeyen hizipçi anlayışı taşıyorlar.
Birinci gruba göre gerçek İslam’ı onlar temsil ediyor. Öyle ki “Anadolu İslamı” diye meşhur kültürel ve mistik bir din anlayışını “Nebevi İslam”a tercih etmiş durumdalar. Onlara göre bu işi en doğru Türkler biliyor. Hem Kur’an’dan ve Rasulullah’ın (ASM) tavizsiz nebevi yönteminden fersah fersah uzak, hem de nebinin “ruhani direktif”leriyle yönlendirilen! Ellerindeki hakikatleri keşfedememiş diğer Müslümanları tüm zor durumlarda yalnız bırakır, ümmetin bir parçası olmak yerine kendilerini hâkim yerel veya küresel güçlere “İslam’ın aydınlık yüzü” olarak göstermeye çalışarak durumdan nemalanmaya çalışır ve egemen güçlerden yana tavır alırlar. Taşıdıkları İslami değerler nedeniyle uğradıkları zulümlerde diğer İslami grupları yanında bulan, ancak son dönemde batının kılıcını Müslümanlara karşı sallamayı adet edinmiş bir grup. Bu konuda ODTÜ’deki başörtülü bayanlara yapılan çirkin saldırı ve İHH hakkında yapılan kara propagandayı hatırlatalım. Hatta son dönemde kendileri aleyhinde fikir beyan eden âlim ve yazarları türlü entrikalarla susturdular. Hanefi Avcı’nın ve Şahımerdan Sarı’nın başına gelenler buna örnektir. Bu anlamda bugün TC hükümeti için kullandıkları “baskıcılık” ithamına kendileri de fazlasıyla layıktırlar. Namaz kılan, oruç tutan, batıya ve batıla karşı hoşgörülü ancak Müslümana karşı şedit, İslam’ı kişisel hayata hapsetmiş ‘model’ grup.
Hizipçilik konusunda ikinci grup birincisinden geride değil. Bunlara göre Rasulullah’ın (ASM) yolundan gidenler yalnızca kendileri. Kendilerinden önce bu direnişi başlatmış diğer tüm İslami yapılanmalar ve güçleri ise sahve, hain ve CIA ajanı olarak nitelendirip tekfir ediyorlar. Esed canisiyle mücadeleyi bırakıp Müslüman kardeşlerini öldürmeyi cihat sayan, Allah’ın rızasını hiziplerinin hâkimiyet alanlarını artırmakta gören, Suriyeli bir mücahidin ifadesiyle “piranalar gibi her şeye saldıran” bir hizip. Müslüman halkı ve onlar için çarpışan mücahitleri “şehadet” eylemleriyle katleden, ölçüsüz ve dengesiz, Suriye’de ümmetin başının belası olmuş bir grup.
Dünyevi Başarı Algısı
Her iki grup da dünyevi başarılarını hakikate sahip olmalarının bir delili olarak kullanıyor. Hâlbuki “… Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”(Şura,42/20). İki grup da İslami yöntem konusunda hedeflere odaklanıp yolu şaşıran maslahatçı çizgiye sahipler.
Birinci grup diyor ki, bunca eğitim ve medya organı ile şu kadar ülkede şu kadar insana ulaşıyoruz. Yerel ve küresel güçlerin rızası ve desteğini alarak elde ettikleri gücü, dosdoğru yolda olmanın bir ölçüsü sayıyorlar. Hâlbuki küresel projenin AKP hükümeti ile birlikte kendilerine yüklediği ılımlı İslam algısının geliştirilmesi hedefi çerçevesinde onlarca ülkede kapılar bizzat ABD’nin referansıyla açılmıştı. Bu konuda Gülen’in, ABD’nin izni olmadan dünyada bir şey yapılamayacağını söylediği röportajına bakılabilir(1). Sistem içinde bir yerlere gelmek için önce niyet gizleyerek ancak zamanla yabancılaşarak ulaştıkları nokta, zaten Rand Corporation’ın meşhur raporu ile ifade edilen “modernistlerin desteklenmesi” politikasının bir sonucudur (2)
İkinci grub, Suriye’de mücahitlerin yeni cephelerde çarpıştığını bildiğinden, onların tırnaklarıyla kazıyarak zalim rejim askerlerinden temizlediği toprakları “fethetti” ve burada “devlet”lerini kurdu. Diyorlar ki “diğer gruplar bize saldıramıyor (aralarında bir savaş yok iken) veya Esed bizden korkuyor ve bizi bombalayamıyor, Allah’ın yardımı bizimle olduğu için başarılıyız.” Çatışma çıkana kadar “fitne çıkmasın”, “ümmetin gücü ve potansiyeli boşa harcanmasın” diye bunların hukuksuz ve dengesiz tavırlarına göz yumuluyor ve sabrediliyordu. Bundan sonra ise rejim, grubun yeni fonksiyonuna binaen bunları PYD gibi el üstünde tutuyor. Hatta yakında silah desteği sağladığına dair haberler duyarsak şaşırmayalım. Zira namluyu çevirdikleri Müslümanlar, bu fitne sayesinde ciddi bir moral ve güç kaybına uğradı. Çare bulamadığı istişhad eylemleri silahına, sayelerinde rejim de kavuşmuş oldu. Artık “devlet”i için ve dolaylı olarak da rejim için ölecek fedailere sahip Esed rejimi.
Devlet Algısı
İki grubun bir diğer ortak noktaları ise “devlet” algılarıyla ilgili ciddi sıkıntılara sahip olmaları. Bireylerin tek başlarına veya toplumun icra edemeyeceği bir takım görevleri yerine getirmekle sorumlu bir devlet mekanizması İslam’ın hayata hâkim olması için elzemdir.
Birinci grup için devlet mutlak itaati gerektiren bir kurum idi yıllarca. Ancak güce ve hedefledikleri mevkilere ulaşmaya başladıktan sonra kendi devlet mekanizmasını oluşturan ve bunun üzerinden siyasete müdahale eden bir yaklaşım sergilenir oldu. “Siyaset bizim işimiz değil” demelerine rağmen kutsadıkları devletin “meşru” iktidarının politikalarına karşı siyasetin dik alasını yapmaya başladılar. İktidarın Suriye politikası, İsrail’e bakış açısı, İran, Çin vb. ülkelerle girdiği ilişkiler neticesinde Türkiye’nin yüzünü batıdan doğuya doğru çevirdiğine ve bu durumu düzeltmesi gerektiğine hükmettiler. İlk çatlaklar Mavi Marmara krizi ile çıktı(3). “Paralel devlet” yapısının harekete geçmesinde kendilerini küresel güçlerin (ABD’deki neoconlar, Yahudi lobisi ve İsrail) motive ettiğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok zira hükümetin Ortadoğu politikalarından rahatsız olan cemaatin kaygılarını neoconlar da paylaşıyor(4). Bu grubun tarihsel gelişimine ve güç ile olan münasebetine baktığımızda, devlete olan saygılarını güce olan hayranlıkları olarak değerlendirmek haksızlık olmayacaktır. Güç ahlakından yoksun bu grup, daha da büyümek ve küresel güçlerin rızası için düne kadar kutsadığı devletine karşı operasyonlar yapıyor. Bu konuda yolsuzluk ve hırsızlık nevinden söylemlerin tamamen haksız olmadığını düşünüyoruz, ancak sorulması gereken esas soru şudur: AKP 11 yıldır temizdi de son 3 ayda mı kirlendi?
İkinci gruba göre ise devlet, herhangi bir toprakta silahlı kontrolü ele geçirince şeriatın kurumsal olarak uygulanması ile işleyen bir hedef. Toplum buna hazır veya değil bunlar için fark etmiyor, toplumun İslami dönüşümüyle ilgilenmeyen, hikmetsiz ve zorba bir devlet istiyorlar. Grubun ismindeki devlet ifadesi temelde diğer İslami grupları hafife alan, onlarla yaşanan hukuki anlaşmazlıklarda hakemi tanımayan, problemin temelini teşkil eden etkenlerden belki de en önemlisi: “Siz bir askeri birliksiniz, ama biz devletiz ve kendi adaletimiz var. Sizinle aramızda yaşanan sorunları bizim kadılarımızın hükmüne göre değerlendiririz.” Parçalanmışlığı meşrulaştırmış hatta kutsamışlar zira kutsadıkları bu devlet esasında kendi hizipleridir.
Amaçlaştırılan Araçlar
Ümmet, genel olarak sahih bir İslami hedefe sahip olmasına rağmen, buna ulaşmak için sahih bir yöntem konusunda ciddi bir kafa karışıklığı içinde. İslam’ın hayata taşınması noktasında kullanılan araçların nasıl zamanla amaçlaştığının örnekleriyle dolu yakın tarihimiz. Allah’ın dinine hizmet etmek gayesiyle kurulan nice kurumun, zaman içerisinde dünyevi birer kazanç kapısı haline geldiği, bu kazanç kapılarının kapanmasından korkan Müslümanların zamanla sisteme nasıl eklemlenerek sistemin izin verdiği kulvarda yürümeye başladığını biliyoruz. Gerek başlangıcında gerekse süreç içerisinde araçların nasıl da Müslümanları amaçlarından saptırdığını, besleyip büyüttükleri ancak zevaline kıyamadıkları araçların nasıl kendilerine birer ayak bağı olduğu ve neticede bunların sistemin gazını alan birer emniyet sübabına dönüştüğünü görmeliyiz.
Birinci grup bundan yıllar önce liderinin teşvikiyle öğrenci yurdu, özel okullar ve dershaneler ile eğitim sektörüne girdi. Birçok gence ulaşmanın bir imkânı olan bu kurumlar üzerinden kadrolar yetiştirildi. Türkiye’de rüştünü ispat eden okulların yurtdışına açılması sürecinde düşüncelerin iyice ıslah edilmesi gerekiyordu. Bu süreçte “Abant Konsilleri” ve “Dinlerarası Diyalog” çalışmaları ile İslam’ın siyasal yönü kurban edildi, küresel güçlerle uyumlu, ılımlı, batılla barışık kişisel hayata mahkum bir İslam algısı yerleştirildi. Neticesinde zamanla bu kurumlar küresel desteğe mazhar oldu ve bugün bir rivayete göre bine yakın okul dünyanın dört bir köşesinde faaliyet gösteriyor. Başlangıçta amaç “ilayı kelimetullah” idi veya öyle söyleniyordu, ama şu an ellerindeki araçlarla “Onları Hıristiyan olmaya yönlendirin. Bu bir kolaylıktır. Çünkü Hıristiyanlıkta namaz yok. Bari Hıristiyan olsunlar ki namaz borcuyla ahirete gitmesinler”(5) diyen nesiller yetişiyor. Grup bugün küresel bir eğitim holdingine dönüşmüş ve sayısız okula kavuşmuş, ancak gerçek amaçlarını yitirmiş ve istikametini şaşırmış durumda.
İkinci grup ise iki aracı amaçlaştırdı. Birincisi silahlı güçleri, ikincisi ise İslam devleti idi. İslam’ın insanlara götürülmesinde bir araç olan, kendisi olmadan Müslümanların düşmanlardan korunamayacağı İslam devletini amaçlaştırdı, toplumun İslami yönde Allah’ın yardımını hak edecek bir seviyeye gelmesi için yapılacak çalışmaları ihmal etti ve yalnız silahlı hâkimiyete odaklandı. İslam devleti amaçlarının bir aracı olan kendi silahlı gücünü ise kutsadı. Dalalette gördüğü başka bir İslami grupta cihada devam etmek isteyen grup üyelerini katletti. Eski refikleri Nusret cephesi dâhil olmak üzere kendisine mensup olmayan tüm mücahitleri ve yaptıkları zulmü görüp onlardan teberri eden emirleri Eymen Zevahiri’yi tekfir etti.
İlkesizlik ve Hikmetsizlik
İslami temel ilkelerden yoksun ve tağuti rejimlerin eğitim sisteminden geçmiş bizim gibi Müslümanların ilkeli ve hikmetli hareket etmeleri için Kur’an ile teçhiz olmaları, Rasulullah’ın (ASM) örnekliğini kabul sindirmeleri gerekiyor. Yukarıda zikrettiğimiz nedenlerle bu gruplar İslami ilkeleri öncelemiyor ve rahatlıkla gayrıislami davranışlar içine girebiliyor.
Birinci grup için Hristiyanlık hak din olarak zikredilebiliyorken, diğerine göre masum Müslümanları katletmek sorun olmayabiliyor.
Küresel Zulüm Çarkına Hizmet
Başlangıç itibariyle İslam’ı referans alan veya en azından aldığını iddia eden bu gruplar, geldikleri nokta itibariyle değerlendirildiğinde ise İslam ümmetinin parçalayan birer odak haline gelmiştir. Bir tanesi ılımlı İslam anlayışının yerleştirilmesi için batının desteğiyle zihinleri ifsat ediyor. Diğeri ise büyük acıların yaşandığı ve İslami bir devletin tesis imkânı olan bir coğrafyada Henry Kissinger’ın tezini destekliyor: “Bundan böyle asıl çatışma İslam’ın kendi içinde olacaktır.” Bugün batı Suriye’de Esed rejiminin sürmesi gerektiğini ifade ederken(6), Devlet örgütü Esed ile çarpışmayı bırakmış ve gücünü İslami grupları bitirmeye yoğunlaştırmıştır.
Hayalcilik, realiteden uzak olmak
Her iki grup da ne İslam’ı ne de dünyayı anlamıştır. Hayal âleminde kurgulanmış bir dünya algısıyla yaşamaktadırlar.
Birinci grup, yakaza ve menkıbe kültürü ile, medya organları vasıtasıyla inşa edilen ütopik bir hayat tasavvuru ile mensuplarını bir çeşit hayal dünyasında yaşatmakta. Mesela Kürt coğrafyasını hiç tanımayan bu grup kurgusal ve vakıadan fersah fersah uzak bir doğu algısını zihinlerde oluşturmak için medya organlarında ipe sapa gelmez dizileri ardı ardına yayınlıyor. Cemaat lideri Kürt sorununu hala bir eğitim ve sağlık meselesi olarak görüyor.(7)
İkinci grup da aynı hayalcilik hastalığı paylaşıyor. Suriye’deki realiteyi görmeden, kendi hâkimiyetlerini tesis ettikleri beldelerde devlet olma iddiasını dile getiriyor. İslami dönüşüme dair eksik ve hatalı algılarının neticesinde ve fırsatçı davranarak silahla kontrol ettiği bir coğrafyada Allah’ın şeriatını kendi sığ İslam anlayışlarıyla halka zorla uygulamak istiyor. Bu amaçlarını bir süre için gerçekleştirmeleri bugünün konjonktüründe veya uluslararası anlaşmalar neticesinde parçalanmış bir Suriye’de belki mümkündür. Emperyalist güçler böyle bir devlete ancak Müslümanların Allah’ın hükmüne olan inancını sarsmak amacıyla izin verebilir ancak onu da ambargo ve saldırılarla boğarlar. İsteğimiz de olduğu üzere eğer Müslümanlar Suriye’de düşmanı alt edebilirse sıra bu grubun ve PYD’nin kontrolündeki bölgelere gelecektir. PYD’nin uluslararası destek ile varlığını sürdürmesi mümkündür, ancak devlet örgütünün antiemperyalist görünen çizgisinin batının desteğini el altından dahi alması, tabanda çözülmelere yol açabilir. Kısacası Suriye halkına rağmen, elindeki en fazla 10bin askeriyle bu grubun ne 100bini aşkın silahlı muhalifi ve ne de seküler dünyanın desteğini almış 200bine yakın rejim ve yanlısı grupları dize getirmesi mümkün değildir. Böyle bir şey yapabileceğini zannetmek bu grubun en büyük hayalperestliğidir.
Haber kaynaklarının sorgulanmaması, “işin aslı” meselesi
Müslümanların teslimiyeti yalnız Allah’a göstermesi, Allah’a ve Rasulü’ne (ASM) kayıtsız şartsız itaat etmesi gerekir. Ümmetin kadim sorunlarından birisi itaat ve sorgulama meselesidir. Birçok Müslüman, grup yapılanması içerisinde bağlı olduğu kişiden gelen emir ve bilgileri herhangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan uygular ve kabul eder. Elbette her Müslüman amellerinin İslam’a uygun olması gerektiğini düşünür. Bu meşruiyet, çoğu zaman lider sultasına teslimiyet ile bazen de “işin aslı”nı ifade eden haberler vasıtasıyla sağlanır. Muhtelif haber kaynaklarından gelen grubun bakış açısına uymayan haberlerin telife ihtiyacı vardır zira bu tip haberler zamanla grup içerisinde çözülmelere neden olabilir. Burada “işin aslı”nı grubun üyelerine aktaran hızlı bir mekanizma kurulması lazımdır ki kafalar karışmasın, grup da bu zorlu durum karşısında sayısal bir kayba uğramasın.
Birinci grubumuzun müntesiplerinin İslam’ı kaynaklarından öğrenme ve bu ilkelere göre yapılanları muhakeme etme yetenekleri zaten elinden alınmış, Peygamber (ASM)’den onaylı(!) menkıbe destekli yönlendirmelerle bu kapı kapatılmıştır. Geriye ise mensupların kafalarını karıştıracak haberlerin bertaraf edilmesi kalmıştır. Bunun için işin aslını gösteren “doğru” haberler nakledilir, yanlış kaynakların okunmaması tavsiye edilir, gerekirse ikna odaları kurularak işin aslı konusunda ikna sağlanır.
İkinci grupta da durum farklı değildir. Grup liderlerinin yönlendirmesi ile yapılan zulümlere dair çok hızlı bir şekilde bir yalanlama ve işin aslı haberi üretilir. Bu sayede gruplarına olan imanları artar, Allah yolunda Müslüman katli imkânı devam eder. Bu oyun hiç değişmez, en son Ebu Halid es-Suri’nin katlinde de değişmemiştir. Örgüt önce yapacağını yapar, ancak eylemi savunmaz ve taraftarları için alternatif bir gerçek sağlar(8).
Sonuç
Ümmetin yeniden inşasını hesaba katmadan hedef odaklı yapılan tüm çabalar hüsranla bitmeye mahkûmdur. Bu ilahi bir kanundur, zira “toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez”(Rad,13/11). Toplumu İslami yönde dönüştürmedikçe, o toplumun durumunun değişmesini beklemek yani yalnız Allah’ın yardımıyla gelecek bir İslam devleti beklentisinde olmak abestir. Kamil bir din olan İslam’ın, yine kâmil bir “dönüşüm yöntemi” de vardır ki bu yöntem, Rasulullah’ın(ASM) bize hayatıyla örneklediği nebevi hareket metodudur. Nefislerden başlayarak toplumu ve taşıdığı değerleri ilmek ilmek dokumak zor ve meşakkatli bir yöntemdir. Ancak kalıcı ve sağlıklı çözüm ancak bu şekilde sağlanabilir.
Peygamberimiz (ASM) Mekke döneminde ne cahili kurumlarda güç elde etme, ne de silahlı mücadele içine girme hesapları yapmıştır. Medine’nin tesisi için ilk toplumun teşekkülüne yoğunlaşmış, ardından bu toplumu ve davasını himaye edip sırtlayacak siyasi destek arayışına girmiştir. Ancak gerek davetin devamı için gerekse devletin kurulması için hiçbir şartlı desteği kabul etmemiş, “Sen ve seninle beraber tevbe edenler emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun”(Hud,112) ve benzer ayetlerin yönlendirmesi ile tavizsiz, açık ve net bir yöntem izlemiştir.
Kendi elindekiyle sevinen, ümmetin derdini dert edinmeyen, hizbi hâkimiyet alanını ve gücü artırmayı hedef edinmiş, başka hiçbir gruba hayat hakkı tanımayan mevzubahis gruplar, ümmetin daha alması gereken çok yolu olduğunu gösterir iki örnektir.
Bugün İslam adına, Allah rızası için yola çıkan birçok İslami grubun temel sorunu bu yöntem sorunudur. Rasulullah’ın (ASM) kişisel tercihleri diyebileceğimiz hoşlandığı yemeklere kadar her konuyu sünnet kapsamına aldıktan sonra, nebevi hareket metodunun bugün sünnet bahsi kapsamına alınmamış olması kasıtlı yapılmadı ise en hafif ifadesiyle bir gaflettir. Zamanın İslam âlimleri, İslam’ın başladığı duruma, yani siyasi hâkimiyetini kaybettiği, Müslümanların selin önündeki çer çöp misali bir konuma tekrar döneceğini öngörmemiş olabilir. Ancak bugün en çok üzerinde durulması ve kafa yorulması gereken husus, İslam’ın hayata tekrar nasıl hâkim olacağı meselesidir ki bunun ilk adımı örnek toplumun inşasıdır. Bu mesele konusunda kafa karışıklığı yalnız bahsi geçen bu iki gruba has değildir. Kavrayış eksikliği yaygındır ve ümmetin bir çıkış yolu bulamamasının temel sebebi de budur.
Dipnotlar:
- http://tr.fgulen.com/content/view/7877/15/
“Dünyanın hali hazırdaki durumuyla, şu çerçevesiyle, Amerika da şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki, şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse, kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.”
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Ilımlı_İslam
“Onların dini yorumlar ile ilgili fikirlerini ve yargılarını web siteleri, okullar, enstitüler gibi fikir yayma araçları ile gelenekçi ve köktencilerinkine rakip olarak ortaya koymalarına imkân sağla.”
Daha detaylı inceleme için: http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/monographs/2007/RAND_MG574.pdf
- Hüseyin Gülerce’nin New York Times’a verdiği röportajdan:
“(Hükümetle Gülen Hareketi arasında) İlk çatlaklar Mavi Marmara krizi ile çıktı. Sayın Gülen'in tutumu çok netti. Türkiye'nin dış politikasında maceraya atılmaması, Batı'ya yönelimini sürdürmesi ve dış politika meselelerini diyalogla çözmesi gerektiğini hep söyledi.”
- http://www.dunyabulteni.net/manset/290228/neoconlardan-obamaya-erdogana-mudahale-et-mektubu
- http://www.akademidergisi.com/2013_11_01_archive.html
- http://tahkikat.net/haber/esedcilere_iyi_haber_esed_el_kaideden_daha_iyi
- http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/01/140126_fethullah_gulen_roportaj_guney.shtml
- http://www.takvahaber.net/dunya/isid-ebu-halidin-oldurulmesinden-beriyiz-h7621.html
- 31-05-2015 MAKUL ŞÜPHE
- 25-02-2014 TÜRKİYE'DE "CEMAAT", SURİYE'DE IŞİD
- 03-01-2014 GAYRİ İSLAMİ MODERN KAVRAMLAR BİRER TRUVA ATIDIR
- 30-11-2013 KAVRAMLARIMIZ ELİMİZDEN GİTMESİN
- 02-08-2013 ORUCUN ZORLUĞUNA DAİR
- 27-03-2013 MİLLİYETÇİLİK VE KÜRT SORUNU
- 17-12-2012 SURİYE GÜNDEMİ VE MÜSLÜMANLARIN TUTUMU
- 28-08-2012 YOZLAŞMANIN BELGESİ
- 05-08-2012 DESPOTLARA DA, DOSTLARA DA HAYIR!
- 22-05-2012 MÜTEŞABİHATA SARILMAK!
- 28-04-2012 KOPARILAN İMAN-AMEL BÜTÜNLÜĞÜ BAĞI
Makaleler
Hava Durumu