İslam'ın aşılmaz özelliği
Bu dinin doğal özelliği apaçık meydandadır; karmaşaya imkan bırakmaz. Sarsılmaz bir niteliktedir; bulanıklık kabul etmez. Bu dini çarpıtmak isteyenler; yapısında varolan bu aşılmaz ve sağlam özelliğiyle karşılaşıyorlar. Onun bu özelliğini bozmada zorluk çekiyorlar. Bundan dolayı da durmadan ve ara vermeden çalışıyorlar, bu dinin aleyhinde. Onu, asıl yönünden saptırabilmek ve doğal özelliğini bozabilmek için her yönteme, her araç ve her tecrübeye başvuruyorlar.
08-07-2014
Bu dinin düşmanları, İslâm diriliş öncülerini ve yiğitçe bir direnme gücü veren İslâm dinamizmini gördükleri her yerde ortadan kaldırıyorlar. Bunu da, kendi kurup destek verdikleri güdümlü iktidarlar aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Bu dinin alimlerinden olan satılmış kişileri üzerine saldırtıyorlar. Hak kelimeleri asıl yerlerinden kaydıran, Allah'ın haramlarını helal kılan, şeriatini bulandıran, fuhuş ve hayasızlığı dini isim ve unvanlarla kutsayan satılmış alimleri...
Bundan dolayı bu dinin çağdaş şartlara uyup insanlığın realitesine uyması gerekir" diye söyleyerek…
Bunu sağladıktan sonra da başlıyorlar İslâm adına sapık düşünce ve kanunlar sunmaya. Bir zamanlar Müslüman olan ülkelerde kurulan kafir güdümlü iktidarlar için din ve itikat biçimini alan ilkeler koymaya başlıyorlar. Eski dinîn yerine geçecek yeni bir din ve eski Kur'an'ın yerine geçecek yeni bir Kur'an...
Okunup öğretilen yeni (!) bir Kur'an (hayat yasası)...
Ama her şeye rağmen, bu dinin açık ve sarsılmaz özelliği; yiğitçe direnişine devam etmektedir. Bu vurucu savaşa karşı hâlâ ayaktadır. Bu hakka bağlı İslâm ümmeti de - tüm azlık ve yetersiz hazırlığına rağmen - ayaktadır. Vahşi sindirme hareketlerine karşı yiğitçe direnişine devam da edecektir. Allah, elbette ki emrinde galiptir.
"Onlar bir mü'min hakkında hiç bir yakınlık ve ahid gözetmezler. Onlar, haddi aşanların ta kendileridir." (et-Tevbe: 10)
Sindirme ve Yok etme
"Galip geldikleri takdirde hakkınızda hiç bir yakınlık ve ahid gözetmeyecek olan kafirlerden nasıl emin olabilirsiniz ki? Onlar, sadece ağızlarıyla sizi razı ediyorlar. Kalpleri ise bu rızayı reddediyor. Ve onların çoğu da fasıklardır. Allah'ın ayetlerini (Kur'an'ı) az bir paha karşılığında değiştirip Onun yolundan engellediler. Onların bu işi, ne de kötü bir iştir. Onlar, bir mümin hakkında hiç bir yakınlık (akrabalık) ve ahid gözetmezler. Onlar, haddi aşanların ta kendileridirler." (et-Tevbe: 8-10)
Tağut ve müşrikler, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz: İbrahim ve diğer peygamberlere ve onlara inanmış kimselere neler yaptılar?
Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve yanındaki mü'minlere neler yaptılar?...
Şurası kesin ki galebe ve imkan sahibi oldukları dönemlerde mü'minler hakkında hiç bir akrabalık veya ahid gözetmediler. Kur'an-ı Kerim, zaten bu konuyu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Modern tarihsel vakalar şunu ortaya koyuyor ki, Pakistan'ın ayrılışı sıralarında Budist hinduların işlediği cinayet ve vahşet, Tatarların Bağdat'ta işledikleri cinayetlerden daha az yüz kızartıcı değildir. Budist hinduların barbar ve vahşice uygulamaları sonucu yurtlarından kaçıp Pakistan'a hicret etmek zorunda kalan sekiz milyon Müslüman muhacir, ancak üç milyon olarak Pakistan sınırlarına varabilmiştir. Geriye kalan beş milyon Müslüman ise, yeni Hindistan devleti tarafından desteklenen budist örgütler tarafından yollarına devam ederlerken öldürülmüştür. Bu katil budist örgütlerden kimisini, bizzat Hint hükümetinde görev alan kimseler yönetiyordu. Evet işte bu örgütler, yol boyunca müslümanları kuzu keser gibi kesiyorlardı. Kestikten sonra da cesetlerini vahşi kuş ve hayvanlara bırakıyorlardı, ölü cesetleri, belki de Tatarların Bağdat'ta yaptığından da beter yöntemlerle kesip biçiyorlardı.
Ya o korkunç ve yüz kızartıcı tren cinayeti?!
Hindistan'daki dairelerde çalışan Müslüman memurları Pakistan'a taşıyan tren cinayeti!...
Hindistan'daki kurumlarda çalışan Müslüman memurlardan dileyenin Pakistan'a hicret edebileceği konusunda anlaşmaya varılmıştı. İşte bu memurlardan elli bin kişi söz konusu trene binip Pakistan'a hareket etmişti. Bu memurları taşıyan tren, Hint-Pakistan sınırındaki Hayber geçidi denilen tünelden çıkınca paramparça olmuş cansız cesetlerden öte hiç bir şey taşımıyordu.Çünkü eğitilmiş Budist hindu örgütleri treni tünelin içinde durdurmuş ve elli bin kişiyi et ve kan yığınına dönüştürmeden yoluna devam etmesine fırsat vermemişti.Yüce Allah,elbette ki doğru söylemiştir.
"Galip geldikleri takdirde hakkınızda hiç bir yakınlık ve ahid gözetmeyecek olan kafirlerden nasıl emin olabilirsiniz.?"
Bu tür katliamlar şu ana kadar bile hiç kesilmeden devam etmiştir.
Hindu örgütler, Behratbur, Ahwar ve Kaportala vilayetlerindeki Müslümanları da soykırımdan geçirdiler. Bu vilayetlerin her birinde sırasıyla 110.000, 250.000 ve 213.704 Müslüman yaşıyordu. Ama bunlardan hiç biri hayatta bırakılmadı. 1947 yılının Ağustos ayında Doğu Pencap Eyaletinde soykırımdan geçen Müslümanların sayısı 472.000 idi. Ve bu rakam, resmi makamların verdiği bir rakamdı.
Tatarların mirasçıları Komünist Çin ve Rusya' da neler yaptılar Müslümanlara?
Çeyrek asır denilebilecek bir süre içinde yirmi altı milyon Müslüman’ı öldürdüler. Yani ortalama olarak yılda bir milyon...
Bu soykırım eylemleri halen bile sürmektedir. Ayrıca Müslümanlara uygulanan çeşitli işkenceler...
Tüyler ürpertici yöntemlerle yapılan korkunç işkenceler...
Bununla beraber dine karşı gerçek tutum ve gizli planlarını ustalıkla saklayarak halkların karşısına çıkan bolşevizm, iktidarını sağlamlaştırmaya kadar kendisini sempatik göstermeye çalıştı. Ama dış saldırılardan emin olur olmaz da dini kökünden çökertmeye yöneldi. En disiplinli şekilde örgütlediği hücrelerini Sovyetler Birliği'nin dört bir tarafına dağıtan Komünist Partisi, bu dinsizlik örgütleriyle dini ortadan kaldırmaya başladı. Bunu başarmak için de en başta müftü ve kadıları öldürdü. Daha sonra öğretmen, vaiz, hatip, imam ve müezzinleri ortadan kaldırdı. Medrese, cami ve mescitleri işgal etti. Kırım ve diğer İslâmî bölgelerdeki şer'i mahkeme ve müftülükleri ortadan kaldırdı. Ve tüm bunlar, bir anda ortadan kalkıp birer hatıra haline geldiler. Komünistler, bu kadarla da yetinmediler. Cami ve mescidlerin kimisini kolhoz atlarına ahır yaptılar. Kimisini erzak ve zahire depoları haline getirdiler. Kimisini gazinoya çevirdiler. Kimisini sinema salonu yaptılar. Ve daha nice eylemler...
Hiç bir şeriat ve kanunun kabullenemeyeceği uygulamalar...
Ayrıca Kur'an-ı Kerim ve dini kitapları toplatıp yaktılar. İlkel barbar çağlarda bile eşi görülmemiş bir ahlaksızlık örneğini gösterdiler. Dinsizlerin elinden kurtulabilen pek az cami ise müze haline getirildi. Yahut Moskova, bu camilere dokunulmamasını özellikle emretti:
Çünkü dış ülkelere sızan haberleri çürütmek yahut kendilerince yalan ve uydurma sayılan haberlere, karşılık vermek için gerekirse bu camileri delil gösterebilmeliydiler. Sonunda Kırım ve Sovyetler deki diğer İslâm bölgelerinde ezan-ı Muhammedi’nin sesini kesmeyi başardılar. Öte yandan Sovyetlerde yaşayan hiç bir kimse dinî ibadetlerini ifa etme cesaretini gösteremez hale geldi. Çünkü ölüm tehlikesi söz konusuydu. Kırım'da din düşmanlığı özellikle 1938 yılında son haddine varmıştı. Çünkü Kur'an ve dinî kitaplar tamamen yakılıp cami ve medreseler komünist kurumlara dönüştükten sonra, memleketin alim ve büyükleri öldürüldükten veya Sibirya'ya sürgün edildikten sonra insanların din adına bir tek şey görmesine imkan kalmamıştı. Kozlu'da 1938 yılının bir gecesinde geriye kalan en son alimler de tutuklanmıştı. Daha sonra komünistler, işkencelerle halsiz düşürdükleri bu alimleri, Karadeniz kıyısında Voda kanalı denilen yerde bulunan, şehir suları kulesine çıkarıp teker teker mekanik bıçaklı çarkların içine atarak öldürdüler. Komünist yönetim, bu ölüm makinelerini özel olarak bu iş için hazırlamıştı. Kırım toprakları üzerindeki "komünist cennette (!)" İşte böyle öldürülüyordu insanlar."
Bu iğrenç işi yapmakla görevlendirilen işçiler hâla hayattadırlar. Kimisi Avrupa'ya, kimisi Türkiye'ye, kimisi de başka ülkelere iltica edip canını kurtarabilmiştir. Yaklaşık olarak kırk dört milyon Müslüman’ın yaşadığı Doğu ve Batı Türkistan'da işlenen bu tür cinayetler, Kırım'dakileri çok gerilerde bırakmaktadır. Oradaki Müslümanların bu sayısı, iğrenç komünist soykırımlar sonucu yirmi altı milyona inmiştir.
Şimdi sözü Rusya'nın Batı Türkistan'ı ve isim olarak Çin'in, fiili olarak da Ruslar'ın elinde bulunan Doğu Türkistan' topraklarında yaşayan Müslümanlara uygulanan korkunç işkence yöntemlerini anlatan bir yazara bırakalım, İsa Yusuf Alptekin adındaki bu yazar, tüyler ürpertici komünist yönetimden kaçtıktan sonra kaleme aldığı "Müslüman’la Demirperde Gerisin de" kitabında okuyuculara "Öldürme ve işkence Biçimlerini" anlatmaktadır. Bu yöntemlerden bazısını atlayarak anlatmak zorunda kalacağız. Çünkü hiç bir İnsanın edebine sığmayacak iğrenç şevlerdir bunlar. Bu bakımdan sadece anlatılabilecek biçimleri nakletmekle yetiniyoruz:
1 - Beyne ulaşıncaya kadar kafaya çivi çakmak.
2 - Tutukluyu, üzerine petrol döküp ateşe vermek.
3 - Askeri eğitim amacıyla kurşuna dizmek
4 - Havasız ve loş zindanlara atıp açlıktan ölüme terk etmek.
5 - Kafaya demir miğfer geçirip elektriğe vermek.
6 - Ters yönde hareket makinaların arasına bağlamak, böylece vücudu gah gerip, gah da gevşetmek. Tutuklu konuşana veya ölene dek bu işlemi sürdürmek.
7 - Kor haline dönüşmüş demir çubuklarla vücudun her organını dağlamak.
8 - İşkenceden geçmiş vücuda, kaynamış yağ dökmek.
9 - Çivi veya gramafon iğnesini vücuda batırmak.
10 - Tırnaklara öbür taraftan çıkacak çivi çakmak.
11 - Yatağa sıkıca bağlayıp günlerce öyle bekletmek.
12 - Tutukluyu kış ortasında çırılçıplak kar üstünde uyumaya zorlamak.
13 - Baştan yumak ,yumak saç çekmek. Böylece kafa derisini bile soymak.
14 - Tutuklunun vücuduna kızgın demir taraklar geçirmek.
15 - Tutukluyu sıkıca bağladıktan sonra ağız, burun ve gözlerine kaynamış ve kızgın sıvılar akıtmak.
16 - Eller arkaya bağlandıktan sonra sırtın üzerine kaya bırakmak.
17 - Tutukluyu ellerinden tavana asıp günlerce bekletmek,
18 - Çivili sopalarla dayaktan geçirmek.
19 - Kanatıncaya kadar kırbaçladıktan sonra vücudu kılıç veya bıçakla kesmek.
20 - Vücutta delikler açarak içinden düğümlü ip geçirdikten sonra iki gün bekletmek.Daha sonrada bu ipi testere gibi kullanıp müzminleşmiş yarayı kesmek.
21 - Tutukluyu kulağından duvara çivileyip ayakta bekletmek.
22 - Kışın ortasında su dolu bir varile koyup bekletmek.
23 - El ve ayak parmaklarını dikip birbirine bağlamak.
24 - Kadınlara da aynı işkenceleri uygulamak. Ayrıca onları soyduktan sonra göğüs ve memelerini kanatıncaya değin vurmak. Kadınlara uygulanan diğer işkence yöntemlerini ise ağzımıza bile almak istemiyoruz. Çünkü işkenceye aldıkları mahrem yerlerinden söz edip yazmaktan utanç duyuyoruz. [1]
Türkistan'ın Çin'de kalan bölümünde Tatarların vahşetini bile geride bırakacak işkenceler uygulanmıştır Müslümanlara. Öyle ki tutuklanan bir Müslüman lider, kalabalık bir yolun üzerinde kazılan bir çukura atılıyor. Müslümanlar, insan pisliklerini getirip çukurdaki Müslüman liderin üzerine atmak zorunda bırakılıyor. Bu işleme üç gün aralıksız devam ettiriliyor. Sonunda bu Müslüman adam pisliğin içinde boğulup gidiyor.
Komünist Yugoslavya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne değin kırıp geçirdikleri Müslüman sayısı bir milyona varmaktadır. Vahşice işkence ve barbarca soykırımlar hâlâ devam etmektedir, örneğin kadın erkek demeden Müslümanları "Popolif" denilen etleri üreten kombinalara atıp öbür taraftan et ve kemik yığını olarak çıkarmaktadırlar. Ve bu işlem, şu ana kadar da devam etmektedir. Yugoslavya'da olup bitenlerin aynısı budist ve sair komünist devletlerde de mevcuttur. Şu ana kadar bile mevcut olan uygulamalar...
Yüce Allah'ın buyruğunu doğrulayan uygulamalar:
"Onlar bir mü'min hakkında hiç bir yakınlık ve ahid gözetmezler. Onlar, haddi aşanların ta kendileridir."
Çünkü bu sürekli, tabii ve zorunlu bir durumdur. Ortaksız bir tek Allah'a kulluk eden mü'minlerle Allah'tan başkasına kulluk eden müşrik veya dinsizlerin bulunduğu her zaman ve her ortamdaki zorunluluk...
Zengibar'da yakın zamanlarda meydana gelen olayları anlatmamız yeterlidir, bu konuda. Müslümanları, kadın - erkek demeden sindirdiler. On iki bin Müslümanı öldürüp geri kalan dört bini de adadan sürerek denize attılar. Ya Kıbrıs'ta olup bitenler?...
Orada da yemek ve sudan önlediler Müslümanları. Müslümanların yaşadığı bölgelerde bu uygulamaya geçtiler. Amaçları, onları açlık ve susuzluktan öldürmekti. Bunun yanında bir sürü öldürme, kıyım ve sindirme olaylarını gerçekleştirdiler. Ya Habeşlilerin, Eritre'de yaptıkları...
Ya Kenya'da Somali asıllı yüz binlerce Müslüman’a yapılanlar...
Somali'ye geçmek isteyen bu Müslümanların uğradığı kıyımlar...
Haçlıların Müslümanlara nasıl baktıklarını anlamak için George Brown adındaki Avrupalı bir yazarın 1944 yılında yayınladığı kitabından bir pasaj nakletmekle yetiniyoruz:
"Biz, değişik milletlerden gelecek tehlikelerle korkutularak büyüdük. Ne var ki yapılan araştırmalar sonucu bu korkuyu haklı gösterecek bir şey bulamadık. Yahudi tehlikesi, sarı ırk tehlikesi ve bolşevik tehlikesiyle korkutulup durduk. Ancak şimdiye kadar hayal ede geldiğimiz bu tehlikelerden hiç biriyle karşılaşmadık. Bir kere Yahudileri, kendimize dost olarak gördük. Buna göre Yahudilerle uğraşan herkes, bizim de amansız düşmanlarımız oluyor. Bolşeviklerin de bize müttefik olduklarını gördük. Sarı (Çin) tehlikesine gelince:
Buna da karşı koyan büyük demokratik devletler bulunmaktadır. Geriye bizim için gerçek tehlike olarak İslâm Nizamı, onun yayılma ve kabul görme gücüyle onun dinamizmi kalmaktadır. O, hiç kuşkusuz Avrupa emperyalizminin karşısında duran biricik engel durumundadır."
İslâm’ın Aşılmaz Özelliği
Bu dinin doğal özelliği apaçık meydandadır; karmaşaya imkan bırakmaz. Sarsılmaz bir niteliktedir; bulanıklık kabul etmez. Bu dini çarpıtmak isteyenler; yapısında varolan bu aşılmaz ve sağlam özelliğiyle karşılaşıyorlar. Onun bu özelliğini bozmada zorluk çekiyorlar. Bundan dolayı da durmadan ve ara vermeden çalışıyorlar, bu dinin aleyhinde. Onu, asıl yönünden saptırabilmek ve doğal özelliğini bozabilmek için her yönteme, her araç ve her tecrübeye başvuruyorlar.
İslâm diriliş öncülerini ve yiğitçe bir direnme gücü veren İslâm dinamizmini gördükleri her yerde ortadan kaldırıyorlar. Bunu da, kendi kurup destek verdikleri güdümlü iktidarlar aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Bu dinin alimlerinden olan satılmış kişileri üzerine saldırtıyorlar. Hak kelimeleri asıl yerlerinden kaydıran, Allah'ın haramlarını helal kılan, şeriatini bulandıran, fuhuş ve hayasızlığı dini isim ve unvanlarla kutsayan satılmış alimleri...
Aldanmış insanları, maddeci uygarlığın batağına atanlar bunlardır, Maddeci yönetim biçimi ve teorilerle İslâm'ı birbirine benzetenler bunlardır. Maddeci teorilerin bayraktarlığını yapıp Batının düşünce, kanun ve metotlarını getirip savunanlar bunlardır. Hayatı yöneten bir din olan İslâm'ı geçmişte kalan tarihsel bir haber olarak anlatanlar bunlardır. İslâm'ın bir daha gelemeyeceğini ve geçmişteki azametinden başka hiç bir şeye bağlanamayacağını söyleyenler bunlardır. Tüm bu yapılanlardan amaç ise, Müslümanların hislerini uyuşturmaktır. Bu uyuşturmayı sakladıktan sonra da:
"İslâm'ın bugün,sadece itikat ve ibadetler olarak gönüllerde yasaması gerekir. Bir şeriat ve nizam olarak yaşamasına îmkan kalmamıştır. İslâm'ın geçmişte kalan tarihsel yüceliği hem kendisine, hem de Müslümanlara yeterdir," diye söylemektir.
"Bundan dolayı bu dinin çağdaş şartlara uyup insanlığın realitesine uyması gerekir" diye söylemektir Bunu sağladıktan sonra da başlıyorlar İslâm adına sapık düşünce ve kanunlar sunmaya. Bir zamanlar Müslüman olan ülkelerde kurulan kafir güdümlü iktidarlar için din ve itikat biçimini alan ilkeler koymaya başlıyorlar. Eski dinîn yerine geçecek yeni bir din ve eski Kur'an'ın yerine geçecek yeni bir Kur'an...
Okunup öğretilen yeni (!) bir Kur'an (hayat yasası)...
Bu dinin tabiatını değiştirmeye kalkışanlar, hidayete elverişli hiç bir kalb bırakmamak için toplumların tabiatını da yozlaştırmaya çalışıyorlar. Bundan dolayı toplumları; seks, fuhuş ve hayasızlık batağına düşmüş, binbir zorluk, çaba ve yorgunlukla bulunabilen bir lokma ekmeğe mahkum olmuş kırpıntı yığınlarına dönüştürüyorlar. Amaçları ekmek lokması peşinde koşturup seks batağına düşen bu insanların ayılmamasıdır. Hidayetin sesini dinlemeyecek ve bir dine sığınamayacak bir hale gelmesidir.
Bu, bir savaştır. Bu dine ve bu dinle doğruyu bulup istikametini bulan bu ümmete karşı başlatılan bir savaş...
"Yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, hakla hidayet bulur ve hakla hükmeder." (el-A'raf: 181)
Bu savaş, her silah'ın hiç bir günah endişesi duyulmadan kullanıldığı bir savaştır. Her tür yöntemin kullanıldığı bir savaştır. Tüm güç, uzmanlık ve beynelmilel yayın kuruluşlarının kullanıldığı bir savaştır. Uluslararası her tür örgüt ve sistemin hizmetine verildiği bir savaştır. Uluslararası garantiler olmadan bir tek gün bile yaşayamayacak güdümlü yönetimlerle sürdürülen bir savaştır. Ama her şeye rağmen, bu dinin açık ve sarsılmaz özelliği; yiğitçe direnişine devam etmektedir. Bu vurucu savaşa karşı hâlâ ayaktadır. Bu hakka bağlı İslâm ümmeti de - tüm azlık ve yetersiz hazırlığına rağmen - ayaktadır. Vahşi sindirme hareketlerine karşı yiğitçe direnişine devam da edecektir. Allah, elbette ki emrinde galiptir.
Dikkat Edilmesi Gereken Bir Nokta
Kafir, imanın ve mü'minlerin yeryüzündeki varlıklarına asla tahammül etmez. Müslümanları küfre düşürmek için, çalışmak, çabalamak, didinmek ve tuzaklar kurmak zorundadır.
Kafirlere uymanın akıbeti, kesin bir hüsrandır. Ayrıca bunda bir kazanç ve çıkar da yoktur. Bunda küfre dönmek vardır. Bir mü'min ya kendi yolunda yürüyüp küfür ve kafirlerle, batıl ve batıl perestlerle cihad edip savaşacak ya da - Allah korusun - küfre dönüş yapacaktır. Mü'min in bu iki tavır arasında bir tutum edinmesine ve dinini korumasına imkan yoktur. Yani 'ne şundan, ne de bundan olurum' diyerek dinini koruması mümkün değildir. Belki bazen, "batılla savaşmayı bırakıp itaat ve barış içinde onlarla bir arada yaşarken dinini, itikadını, inancını ve yapısını da bu arada koruyabileceğini" sanabilir. Ama bu, büyük bir yanılgıdır. Çünkü bu alanda ileriye atılamayan bir kimsenin geriye dönüş yapması kaçınılmazdır.
Küfür, şerr, sapıklık, batıl ve tağutlukla mücadele etmeyen kimsenin bozguna uğraması, geriye dönüş yapması; gerisin geriye küfre, şerre, dalalete, batıla ve tağutluğa dönmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Akidesi ve imanı tarafından korunup kafirlere itaatten, emirlerini dinlemekten ve kendilerine güven duymaktan kurtulamayan bir kimse, gerçekte akide ve imanından daha ilk andan itibaren ödün vermiş demektir:
"Ey iman edenler! Kafirlere uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) düşürürler. Siz de (o zaman) hüsrana uğramış olursunuz." (Al-i İmran: 149)
Demek ki bunun sonucu, kesin bir hüsrandır. Çünkü akide sahibinin, akide düşmanlarına meyletmesi, vesveselerine kulak vermesi ve direktiflerine uyması, ruhî bozgundan başka bir şey değildir. Hezimet doğuran bir hezimettir, İşin sonunda, bu hezimetten koruyacak ve gerisin geriye küfre dönüşü engelleyecek hiç bir şey yoktur. İlk adımda fark edilmese de, bu umutsuz sona doğru yol alıp gitmektir. Bir mü'min, dininin düşmanlarına danışmaya asla gerek bırakmayan yeterliliği; kendi akide ve metodunda bulur. Bir tek kere bile onları dinlerse, gerisin geriye irtidada doğru gidiyor, demektir. Bu, fıtrî bir hakikattir. Yüce Allah'ın dikkat çektiği bir hakikattir. Davanın asıl sahibi olan Yüce Allah'ın, davetçi ve mü'minleri uyardığı bir hakikattir. Onları kendisine bağlayan "İman" la seslenerek sakındırdığı bir hakikattir:
"Ey iman edenler. Kafirlere uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) dönderirler."
Sonuç olarak:
İman hakikatinin gönüllere yerleşmemesi, imani metodun hayata hakim olmaması ve İslam şeriatinin toplumda egemen olmaması için savaşanlar; hiç şüphesiz insanlığın düşmanlarıdırlar, insanlığa en korkunç zulüm yapanlardır, öyleyse - eğer rüşdüne varmışsa - insanlığın görevi, bu düşmanları defedip zulüm edemez hale getirmektir. Hem can, hem de mallarıyla bu düşmanların savaşına hazırlanmaktır. Rabbi tarafından görevlendirilen, kendisine çağrı yapılan ve sürekli olarak uyarılan Müslüman cemaatin görevi de budur.
İnşaalah Kitabın son başlığı olan, 5. Bölüm ,Davet Başlığı ile kaldığımız yerden devam edeceğiz.
(Kaynak: Fi Zilâlil Kur’an’da DAVET YOLU / Ahmed Faiz / çeviri; Ubeydullah Dalar / Seçkin Yayıncılık
İslam ve Hayat için yayına hazırlayan: Rıdvan Dinçer
[1] (Bu bölüm "İslâmi Etütler" kitabından alınmıştır.)
(Not: Seyyid Kutub ve arkadaşlarına Mısır Hapishanelerinde yapılan eziyet Ve işkenceler için, Seyyid'in hayatıyla ilgili kitablara ve Ahmed Raif'in "Hücrede" kitabına bakınız. (Yayıncı)
Makaleler
Hava Durumu