Kitap Tanıtımı: Din Gerçeği ve İslam
Siz kardeşlerimize tanıtmaya çalışacağımız kitap, Mehmed Alagaş’ın "Din Gerçeği ve İslam" adlı eseri.
05-11-2009
Hikmet Ertürk
İslam ve HayatSiz kardeşlerimize tanıtmaya çalışacağımız kitap, Mehmed Alagaş’ın "Din Gerçeği ve İslam" adlı eseri. Elimizde, bu kitabın İnsan Yayınları tarafından 2000 yılında yapılmış dokuzuncu baskısı var.
Din Gerçeği ve İslam adlı kitabımız, Önsöz ile başlayıp sözlükçe ile biten on bir bölümden oluşmaktadır. Mehmed Alagaş diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da konuları anlatır iken yine oldukça sade bir dil kullanmış.
Mehmed Alagaş " İnsanlık tarihinde Dinin Yeri " başlıklı ilk bölümde Emperyalistlerin halkların dini eğilimlerini ve dini inançlarını dikkate alarak dini söylemlerde bulunacakları zaman, din gerçeğini hiç bir zaman aslına uygun olarak ele almadıklarını söylüyor. Alagaş’a göre; bu kimseler dini söylemlerinde, gerçek dinde olmayan bid'at ve hurafeleri ön plana çıkardıkları gibi, var olan bazı dini gerçekleri de dolaylı veya dolaysız yollarla kendi çıkarlarına göre değiştirmeye çalışmaktadırlar.
" Zaten tarihteki dinlerin tahrif edilme olayları, genel¬likle halkın dine müdahalesiyle değil, zulme meyleden dini veya siyasi otoritelerin dine müdahalesiyle gerçekleşen tahrifatlardır. Çünkü din gerçeğinden rahatsız olanlar, haksız otoriteye talip olan böylesi zalim yöneticilerdir. Dini kisvelerini muhafaza ederek zulümlerini sürdürebilmeleri, ancak ve ancak dini gerçekleri tahrif etmeleriyle mümkün¬dür. Dolayısıyle hilafetle saltanatı birbirine karıştıran Os¬manlı sultanlarının, bu konuyla ilgili İslami gerçekleri göz ardı etme veya çok değişik vadilerde yorumlama nedeni neyse; müslüman kisvesiyle gözükmelerine rağmen kendi çıkarlarına göre hükümler koyan günümüz politikacılarının da Kim Allah'ın hükmüyle hükmetmezse kafirlerin ta kendi¬leridir (5-Maide 44) gibi İlahi hükümleri göz ardı etmeleri veya satılmış din adamları vasıtasıyla çok değişik vadilerde yorumlamaya çalışmaları aynı nedenledir. "
Kitabın ikinci bölümünde Türkiye’de din vakıası başlığı altında ise şu ifadelere yer verilmiş.
" Türkiye'de din vakıası en çok ilgi uyandıran bir vakıa olduğu gibi aynı zamanda en çok istismar edilen, halkın zihnini en çok karıştıran vakıalardan da biridir. Bu karışık¬lık İslam dininin özünden değil, birbiriyle çelişen birçok an¬lamların dine yüklenmesinden kaynaklanmaktadır.
"Din nedir?" sorusu etrafında bir kamuoyu araştırma¬sı yapsanız, birbiriyle çelişen birçok cevaplar almanıza rağ¬men "Bilmiyorum" cevabıyla karşılaşmanız pek mümkün olmayacaktır. Çünkü bu meseleyi yani din gerçeğini bilme¬yen kitleler olmasına rağmen bilmediğini bilenler yok de¬necek kadar azdır.
Herkesin bir din tanımı, herkesin bir din görüşü vardır bu toplumda!.
Din konusundaki genel kanı ise din vakasının Allah ile kul arasındaki bazı ilişkileri tanzim eden, namaz, hac, oruç gibi ibadetlerin nasıl yapılacağını açıklayan görüşler manzumesidir. Nitekim bu tanım, resmi ideolojinin din ta¬nımı olup; okullarda ve bilhassa camilerde halka yansıtılan bir tanımdır. Halktaki bu yanlış din inancı, genellikle Diya¬net teşkilatından kaynaklanan bir inançtır. Din gerçeğini temel olarak camilerde öğrenebileceğini, camilerde göz¬lemleyebileceğini! düşünen insanlar, camilerde anlatılanları din olarak kabul etmekte ve din gerçeğini bu kabule göre tarif etmektedirler.
Oysa biliyoruz ki bazı istisnalar dışında camilerde yansıtılan din, kesinlikle ve kesinlikle İslam değildir. İslam dinini temelde reddeden bir rejimden ve bu rejimin kuklası haline gelen bir teşkilattan zaten başka bir şey bekleme durumunda da değiliz. Halk arasında din adamı olarak ta¬nınan bu kimselerin dini, genel olarak kendilerine maaş ve makam veren müstekbirlerin dinidir. Müstekbirlerin görüşü ile ellerinde bulunan Kur'an'ı Kerim'in görüşü çatıştığı za¬man, "Dut yemiş bülbül" veya "Rüşvet yemiş düldül" gibi, sustuklarını görürsünüz bu satılmışların!.
Resmi din anlayışındaki kutsallığın öz kaynağı, çıkar ve menfaattir. Müstekbirlerin her türlü menfaatlerine kafa salladığı, toplumdaki insanların aldatılmasında önemli bir fonksiyon üstlendiği için, söz konusu resmi din anlayışı, müstekbirler nezdinde kutsal bir anlayıştır. Nitekim "Vergi¬lendirilmiş kazanç kutsaldır" ilkesinden hareket ederek, vergisini veren pezevengin kazancını kutsal gören resmi anlayış; aynı emperyalist çıkarcılıkla dine yaklaşmakta ve resmi din anlayışını da, bu yaklaşıma göre kutsamaktadır.
Tabi ki bu resmi din anlayışının, İslam'la herhangi bir ilgisi yoktur. Fuhşu ve fuhşiyatı, faizi ve faizden kaynakla¬nan her türlü melaneti reddeden İslam; elbetteki fuhşiyatı, faizi ve faizci sistemi baştacı edinen kapitalistlerin beğeni¬sini kazanmayacak ve onlardan kabul görmeyecektir. Çün¬kü onların İslam'ı kabul etmeleri demek, haksız çıkar ve menfaatleri reddetmeleri demektir.
Gerçi İslam gerçeğine temelde reddedici bir mantıkla yaklaşmalarına rağmen, meselenin halka yansıtılması hiç de böyle değildir. Halkın karşısına her seferinde müslüman etiketleriyle çıkarlar ve kelimelerin üstüne basa basa "İslamiyet, en mükemmel dindir" derler!.
Tabi ki İslamiyetten ve dinden anladıkları ve anlattıkları çok ayrı şeylerdir. Aynı batıl ifadeleri, aynı yüzsüzlükle tekrarlayıp dururlar.,
Efendim, İslamiyet altıncı yüzyılda gelen bir dindir. O dönemlerde çok barbar ve çok ilkel olan arap kabileleri arasında yayılmıştır. Arapların yerleşmiş bir devlet sistem¬leri olmadığı için onların bu ihtiyaçlarını karşılamış ve onları aynı din çatısında bir araya toplayabilmiştir. Bizim atalarımız da bu yüce dini kabul etmişler ve yaptıkları savaşlarla bu dinin bilmem kaç kıtaya yayılmasına vesile olmuşlardır. Fakat zaman ilerledikçe çağ ve çağın ihtiyaçla¬rı değişmeye başlamış, bu değişiklikler karşısında değişme¬yen din vakıası gerilemeye ve İslam toplumlarını geriletme¬ye başlamıştır. Kilise ile sarayı diğer bir ifadeyle din işleriyle devlet işlerini birbirinden ayırarak tekâmül eden batı medeniyeti, din ile devlet ayrımına gitmedikleri için gerileyen İslam ülkeleri üzerinde açık bir üstünlük kazan¬mışlardır. Nitekim bu baskın üstünlüğün bir neticesi olarak birçok İslam ülkesini fethetmişler fakat sıra Anadolu topraklarına gelince, karşılarında seçkin evlat, büyük insan, yi¬ğit asker, kahraman komutan, eşsiz kurtarıcı, örnek gazi, nadide lider, ulu önder M. Kemal Atatürk'ü bulmuşlardır. Kemal Atatürk Anadolu topraklarını müstevlilerden kurtar¬dıktan sonra din gerçeğine yönelmiş ve din olgusunu devlet yönetiminden uzaklaştırıcı ve aynı zamanda halk kitlelerini dini bağnazlıktan koruyucu önemli inkılâplarda bulun¬muştur. Daha sonraki dönemlerde ise laiklik kanunlaştırılmış ve diyanet teşkilatı kurularak, devletin menfaatlerini kutsayan resmi din anlayışı vazedilmeye başlanmıştır. Bu anlayışa göre din, insanların sadece ahiretini ilgilendiren bir hadisedir. Bu hadisede insanlarla tanrı arasına girmek, politik çıkarlar için dini duygulardan faydalanmak, en açık ifadeyle dini istismar etmektir, Kimsenin Allah ile kul ara¬sına girmeye hakkı yoktur. İnsanlar istedikleri gibi namaz kılıp, istedikleri gibi oruç tutabilirler. Çağdaş devlet yöneti¬mi ise on dört asır önceki dini hükümlerle değil, yine çağ¬daş ve medeni olan hükümlerle mümkün olacaktır. Bu hü¬kümleri dini hükümlerle değiştirmeye çalışmak, devletin temelini dini hükümlere oturtmak gericiliktir, yobazlıktır!..
İşte bizlere uzun yıllardır anlatılan ve bizlerin de uzun yıllardır yuttuğu safsatalar bunlardı. Bu anlatılanlara "Saf¬sata" dememiz, henüz bu safsataların tesirinde olan bazı samimi kimselerce yadırganabilecektir. Tabi ki onların bu durumunu gayet doğal karşılıyoruz. Çünkü yalanların, ya¬lan olduğunu bilmek; ancak doğrunun ve doğru ölçülerin bilinmesiyle mümkündür. Oysa bu insanlar şimdiye kadar doğrularla değil, birbirine arka çıkan, birbirini destekleyen sayısız yalanlarla karşılaşmışlardır. Hatta ve hatta din adına söylenen bu yalanları, din adamı kıyafetindeki birçok satılmıştan dinlemişlerdir.
Din adamı kıyafetindeki resmi veya gayri resmi bu satılmışlar, yönetimin başında hangi faşist, hangi kapitalist olursa olsun ona methiyeler yağdırmışlar, onların dine is¬nat ettikleri yalanlan yine din adına te'yid ve tasdik etmiş¬lerdir. Netice olarak Türkiye'de ismine "İslam" denilen fakat gerçek İslam’ın gerçek düşmanı olan birçok din anlayışları ortaya çıkmıştır. Resmi ve gayri resmi olan bu din anlayışları yine devlet desteği veya devletin çıkarcı mü¬samahası ile halk kitleleri arasında oldukça yaygınlaşmıştır.
Artık Türkiye'de "İslam" denilince bu batıl dinler anla¬şılmakta,
İslam adına yapılan davetler,
İslam adına yapılan tartışmalar, bu batıl dinler esas kabul edilerek yapılmaktadır. Nitekim kendilerine aydın de¬nilen birçok yazar veya araştırmacının tenkid ve itham et¬tikleri dini anlayışlar da, "İslam" adı altındaki bu batıl din anlayışlarıdır. Camilerde dinledikleri, birçok hacı, hoca ve şeyhlerde gözlemledikleri safsataları İslam sanan bu aydın¬lar, kendileri için gayet kolay bir lokma olan bu anlayışları bazen ciddiye ve çoğu zaman da alaya alarak eleştirmişler¬dir. Kendilerine araştırmacı denilen aydınlar ise meselenin tarihi yönüne eğilirken genellikle Osmanlı dönemine kadar inmişler ve Osmanlı döneminde gördükleri bazı çarpıklıkları yine İslam dinine nisbet ederek, İslam dinini hem geç¬mişte ve hem de günümüzde değerlendirerek sorguladıkları zehabına kapılmışlardır.
Oysa biliyoruz ki İslam dinini hem teoride ve hem de pratikte net olarak tanıyabilmek, teorinin ve pratiğin aynı berraklıkta bulunduğu İslam'ın ilk dönemlerini inceleyebil¬mekle mümkündür. Ancak bu incelendiği zaman İslam'ın ne olduğu, insanlara ne getirdiği, nasıl ve ne şekilde ya¬şanması gerektiği görülecek ve dolayısı ile sonraki asırlarda İslam adına yapılan tüm tatbikatlerin, ne derece İslami ol¬duğu anlaşılabilecektir.
Fakat ne garip ki müslüman olduklarını iddia etme¬yen araştırmacılar İslam'ın bu ilk dönemine yeterince eğilmedikleri gibi, müslüman olduklarını iddia eden birçok din görevlisi de buna gerek duymamaktadır. Gerçi buna gerek duymamalarının nedeni, savunmakla yükümlü oldukları ba¬tıl din anlayışlarına ters düşmemek içindir. Çünkü İslam gerçeği anlaşıldığı, İslam'ın ne olup/ne olmadığı açıklık ka¬zandığı zaman; İslam'a nisbet ettikleri birçok görüşün batıl olduğu da açıklık kazanacak ve zavallı halk üzerindeki oto¬riteleri zayıflayacaktır.
Şanı yüce Rabbimiz din gerçeğini kendi çıkarlarına göre tanımlamaya ve yorumlamaya kalkışan böylesi sapık¬lara, Kur'an'ı, Kerim'de açıkça şöyle buyurmaktadır.,
De ki Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Al¬lah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bilendir. 49-Hucurat 16
Bu ayet-i kerimede" hem bu sapıklar itham edilmekte ve hem de Allah'ın razı olacağı din gerçeğini öğretecek mercinin yine Allah ve Allah'ın Kitab'ı olduğu belirtilmek¬tedir. İşte Allah'ın razı olacağı yegâne din olan İslam, Al¬lah'tan ve Allah'ın Resulü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'den öğrenildiği zaman, aldatılmakta olan insanlarımız bu gerçekleri kavrayacak ve kendilerine yıllardır anlatı¬lan safsataların, gerçekten yalan olduğunu kavrayabilecek¬lerdir.
Zaten müslüman olarak görevimiz, "Şu yanlıştır, şu çirkindir.." diyerek sağı solu itham etmek değil; insanımıza doğruyu ve güzeli tanıtarak, yanlışın yanlışlığını, çirkinin çirkinliğini bu yolla açığa çıkarmaktır. İşte bu yöntemi şiar edinerek İslam gerçeğini ve İslam'ın bazı temel konulara nasıl yaklaştığını açıklamaya çalışacağız. İslam insanlardan körü körüne bir itaati, bilinçsiz bir tastiği bekle¬mez. Kur'an'ı Kerim'in birçok yerinde bütün insanlar dü¬şünmeye ve akletmeye davet edilmektedirler. Dolayısıyle bizler de bütün insanları düşünmeye, akletmeye ve ayrıca kendilerine düşünür veya araştırmacı denilen aydın(!)ları, güçleri yetiyorsa bu gerçekleri tenkide davet ediyoruz. İs¬lam dinine eleştirel bir bakış getireceklerse, topluma devlet tarafından lanse edilen resmi din anlayışının emperyalist görüşlerini veya yine devlet tarafından desteklenen gayri-resmi sapık grupların din adına ileri sürdükleri safsataları değil, İslam'ın gerçek değerlerini dikkate alarak eleştirel bir bakış getirsinler. "
Yazar yukarıdaki izahatlardan sonra İslam’a göre din gerçeğinin nasıl olması gerektiğini ise şu şekilde açıklamaktadır.
Din kelimesi lügat manası itibariyle yol, şeriat, millet, hesap, ceza, adet, itaat, hal ve siyaset gibi anlamlara gelir. Din kelimesinin kavram olarak ele alındığı ıstılahtaki veya pratikteki anlamı ise bir dünya görüşünü, bir hayat şeklini belirleyen, görüşler, emirler, nehiyler manzumesidir. Dolayısıyla "Her din bir hayat şeklidir ve her hayat şekli bir dindir" görüşü, genel itibariyle doğru bir görüştür.
Din kavramının pratikteki en kâmil ve boyutlan en geniş manası, hiç şüphesiz ki en yüce din olan İslam ile kazandığı manadır. Nitekim İslami ıstılahta veya diğer bir deyişle İslami pratikte dinin anlamı; en genel ifadeyle Ya¬ratıcı ile insanların ve insanlar ile tüm yaratılmışların mü¬nasebetlerini tanzim eden nizamdır. İslam'ın dikkate aldığı ve bütün bir hayatı kuşatan bu münasebetler zincirinin kapsamında; Allah ile insanın, Allah ile toplumun, insan ile tarihin, insan ile geleceğin, insan ile doğanın, insan ile insanın, insan ile toplumun, toplum ile toplumların arasın¬daki münasebetler vardır.
İslam'ı sadece Allah ile insan arasındaki bazı münase¬betleri açıklayan görüşler olarak algılayan kimseler için, yukarıda yaptığımız tanım, hayli uzun bir tanım olacaktır. Zaten yaşadığımız toplumda İslam gerçeğinin çok yanlış anlaşılması, bütün bir kâinatı dikkate alan İslam dinine "Sadece ve sadece Allah ile insan arasındaki bazı münase¬betlere açıklık getiren görüşlerdir" şeklinde çok kısır bir ta¬nım getirilmesidir.
Oysa İslam gerçeğinin özüne giden yol, Kur'an'ı Ke¬rime göre yaptığımız yukarıdaki tanımın yeterince anlaşıl¬masından geçmektedir. Kur'an'ı Kerim ile ilgilenen bütün müslümanların bildiği gibi, İslam dininin ne olduğunu ve nasıl yaşanacağını açıklayan Kur'an'ı Kerim'de, yukarıda yaptığımız tanıma ilişkin birçok örnekler bulunmaktadır.
İslam gerçeği şayet namaz, oruç, hac gibi bazı iba¬detlerden ibaret olsaydı, Kur'an'ı Kerim'deki; "..Bugün dini¬nizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim.. (5-Maide 3)" buyru¬ğu, namaz, oruç ve hac hükümlerinin hemen arkasından indirilir ve Kur'an'ı Kerim beş, on sahifelik bir Kitab olur¬du.
Oysa biliyoruz ki ".Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim.." buyruğu, İslam'ın bütün bir yaşantıya inti¬zam veren siyasi, ekonomik, iktisadi, sosyal ve diğer ko¬nulardaki hükümleri beyan edildikten sonra indirilmiştir. Beş, on sahife değil, altı yüz beş sahife olan Kur'an'ı Ke¬rim'de bütün bu konulara yer verilmektedir. Nitekim razı olacağı dinin nasıl ve ne şekilde yaşanacağını İlahi vahiyle beyan eden şanı yüce Rabbimiz, bu İlahi vahyin noksansız bir ifadesi olan Kur'an'ı Kerim'de.,
İnsanın Allah ile münasebetlerinden, kendi nefsi ve şeytan ile, kainat ve dünya ile, aile ve akrabası ile, insan ve toplum ile, İslami veya gayri islami devlet ile, yöneticiler ve liderler ile, kanun ve hükümler ile,
adet ve ananeler ile münasebetlerine kadar, bütün bu konulara ferdi ve toplumsal düzlemde açıklık getirmekte¬dir. Kur'an'ı Kerim'in nelere şamil olduğu engin muhteva¬sından anlaşılacağı gibi, aşağıdaki ayet-i kerimede de bu gerçek beyan edilmektedir.,.... Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. 16-Nahl 89
Ayet-i kerime'de geçen "Her şey" ifadesi, özellikle inanan insanların ahenkli bir nizam içinde yaşamaları için gereken her şeyi kapsamaktadır.
Netice olarak İslam dininin kapsamı böylesine geniş, böylesine kuşatıcı olmasına rağmen İslam dinini sadece bazı ibadetler olarak açıklayan resmi veya gayriresmi din görevlileri, hiç şüphesiz ki açık bir cahillik veya açık bir ihanet içindedirler.
Biliniyorlarsa öğrenmelerini,
bilmelerine rağmen yine de ihanet ediyorlarsa sürüm sürüm sürünmelerini diliyoruz.. "
Bu deginilerden sonra kitabın diğer bir bölümü olan "Geçmişte Ve Günümüzde Batıl Dinler" başlığı altında din kavramının daha iyi anlaşılması açısından geniş örneklemelere ve tanımlara yer verilmiş."İslam'a göre din tanımı" başlığında yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi; bir hayat şekli, bir dünya görüşü, bir yol, bir yaşam tarzı olarak ifade ettiğimiz şeyin en kısa adı "Din"dir. Din kavramı, bütün bunları kuşatmaktadır. Tabi ki Allah'ın hükümlerine göre belirlenen, bu hükümlere göre şekil alan din, Allah'ın razı olacağı dindir. Herhangi bir toplumun, herhangi bir cemaatin veya herhangi bir ferdin dünya görüşü, gittiği yol ve yaşam tarzı Allah'ın hükümlerine göre belirleniyor, bu İlahi hükümlere göre şekil alıyor ise, bu toplum, bu cemaat veya bu ferd, İslam dini üzeredir.
İslam'ın hakim olduğu ülkelerde, İslam'ın sosyal ve ekonomik adaleti her şeyi kuşatmaktadır. Nitekim Allah'ın razı olacağı dini yani İslam'ı yaşayan toplumlarda, Allah'ın hükümleri karşısında herkes eşittir. Bu hükümlerden muaf tutulan, bu hükümler karşısında ayrıcalıklı veya dokunulmaz olan sınıflar yoktur.
Peki bu eşitlikten, bu adaletten, bu hükümlerden herkes memnun mudur?
Ebetteki değildir!.Dini otorite veya siyasi iktidar adına insanları ezmek, insanları sömürmek isteyen müstekbirler, bu durumdan hiç memnun değillerdir. Çünkü yürürlükte olan İlahi hü¬kümlere göre insanları aldatmaları, insanları ezmeleri, in¬sanları sömürmeleri mümkün değildir.
Bu durumda yapacaktan iş, kendi çıkar ve menfaatle¬rine dokunan İlahi hükümleri tevil veya tahrif etmek ve bununla da yetinmeyip, İlahi hükümleri rafa kaldırarak insanların yaşam şeklini belirleyecek yeni hükümler vazetmektir.
İnsanların yaşam şeklini belirleyecek yeni hükümler vazetmek!.
Bu ne demektir?
Bu en açık ifadesiyle, yeni bir din ortaya koymaktır.
Çünkü din gerçeği, insanların yaşam şeklini, hayat nizamını belirleyen hükümler manzumesi olduğundan; İs¬lam'ın hükümlerini reddedip, bu İlahi hükümlere zıd hü¬kümler koymak.,
İslam'ı beğenmeyip, İslam'ı reddedip, yeni bir din ihdas etmektir.
Bu yapılmış mıdır diye lütfen sormayın!. Tarihin her döneminde bunun açık örnekleriyle karşılaşmanız müm¬kündür. Zaten alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın muay¬yen zamanlarda peygamberler göndermesinin nedeni de insanların hak dinden sapmaları, hak dini tahrif etmeleri, dinlerini parçalara ayırmaları ve yeni yeni dinler tü¬retmeleridir. Yoksa onlar kendilerine gönderilen hak din üzereyken, Allah (c.c.) "Biraz da bu dini yaşayın!" diyerek farklı farklı dinler göndermiş değildir!.
İşte insanların hak dini tahrif ederek veya parçalara ayırarak veya hayat şeklini belirleyecek hükümler koyarak ortaya çıkardıkları bütün bu dinler, hak olan İslam gerçeği¬ne göre batıl dinlerdir. Bunların adına bilimsel çevrelerce değişik İzm'ler, değişik ideolojiler denilse de, İslam'a göre bunlar birer dindir.
Fakat ne gariptir ki insanlara "Din" denilince, her ne¬dense sadece uhrevi meseleleri dikkate alan, metafizik ko¬nularla ilgilenen görüşler akla gelmektedir. Nitekim kayna¬ğı itibariyle semavi olan Museviliğe, Hıristiyanlığa veya İslam'a "Din" dedikleri gibi metafizik konulara ilgi duyduğu için bir Budizm'e de "Din" demektedirler.
Oysa biliyoruz ki her din bir hayat şekli, bir yaşam nizamıdır. Bu yaşam nizamının içinde uhrevi boyut olduğu gibi dünyevi boyut da bulunmaktadır. Hatta ve hatta dün¬yevi boyut, pratik düzlemde uhrevi boyuttan çok daha önce gelmektedir. Çünkü uhrevi boyuta yönelmek, mese¬lenin dünyevi boyutu çözümlendikten, daha açık bir ifadey¬le kişinin ayaklan dünyada yere bastıktan sonra gerçekleş¬mektedir.
Din kavramının dünyadaki pratiğe önem veren bu genel tanımını dikkate alarak bir değerlendirme yapacak olursak; insanların hayat şeklini belirleyen her ideoloji, her izm, her dünya görüşü veya her yaşam biçimi, Kur'an'ı Kerim'e göre birer dindir. Çünkü bütün bunlar dinin yapısın¬da yer alan konulara müdahale etmekte, bu konularda doğru veya yanlış görüşler, hükümler ileri sürmektedirler. Bu ideolojilere "Din" denilebilmesi için, kaynağı itibariyle İlahi veya beşeri olma şartı yoktur. Mesela Mekke'li müş¬rikler kendilerini İlahi bir dine nisbet etmemelerine rağ¬men, Kur'an'ı Kerim onların içinde bulunduğu hayat şekli¬ne ve onların tüm yönelişlerine "Din" demektedir.,De ki, Ey kafirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma da st tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana.109-Kafinin 1...6Nitekim aynı örnek Kur'an'ı Kerim'deki Yusuf (a.s.) kıssasında da bulunmakta, Yusuf (a.s.)'ın yanında bulundu¬ğu hükümdarın yönetim hukukuna "Din" denilmektedir.,
...İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) hükümdarın dininde (hırsıza verilecek cezaya göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı..12-Yusuf 76
Fazlalaştırabileceğimiz bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Kur'an'ı Kerim'e göre yegâne din İslam değildir.
Allah katında din, hiç şüphesiz ki İslam'dır...." (3-Al-iİmran 19) ayet-i kerimesini ileri sürerek "Allah katında din İslam'dır, öyleyse İslam'dan başka bütün yönelişler, bütün hayat şekilleri, bütün ideolojiler din değildir" demek; bu Ayeti, Kur'an'ı Kerim'e zıt yorumlamak demektir. Bu ayeti kerimeden anlamamız gereken gerçek; Allah katında ge¬çerli ve makbul olan din,.Allah katında hak olan din, sade¬ce ve sadece İslam'dır.Kur'an'ı Kerim'de beyan edilen bu gerçek, insanların İslam'dan başka dinler üretmeleri, bu dinlere yönelmeleri realitesiyle çatışmaz. İnsanların ürettikleri, insanların ortaya koydukları hayat şekilleri birer din olduğu gibi, semavi bir dinin insanlar tarafından parçalanan, tahrif edilen bütün şekilleri de yine birer din¬dir. Nitekim yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılaca¬ğı gibi Rabbimizin kelamı olan Kur'an'ı Kerim'de; müşriklerin ve kâfirlerin hayat şekline, hükümdarın yönetim hukukuna, kaynağı itibariyle hak olan dinlerini tahrif eden Ehl-i Kitab'ın yaşam biçimine yine "Din" denilmektedir. O halde İslam yegâne din değil, yegâne hak dindir. Kaynağı ve ilk dönemleri itibariyle hak olan Musevilik ve Hıristiyanlık gibi bütün İlahi dinleri kendi kapsamına alan ve bunun biricik ifadesi olan İslam, Allah katında ve biz mü'minler nezdinde yegâne hak dindir.
İslam'ın karşısındaki diğer dinler ise yine birer din olmalarına rağmen en genel ifadesiyle batıl dinlerdir. Mese¬leyi devlet bazında örneklendirecek olursak, herhangi bir devlet adil veya zalim olabilir. Devlet tanımını adil devlete göre yaparak, "Halkının ihtiyaçlarını karşılayan, halkına sosyal ve ekonomik adaleti götüren siyasal yapılara devlet denir" demek ve dolayısıyle bu adaleti göstermeyen zalim siyasi yapılar hakkında "Devlet değildir" sonucunu çıkar¬mak elbetteki yanlıştır. Çünkü yukarıda yapılan tanım, devlet tanımı değil adil devlet tanımıdır. Bu tanımdan hareket ederek zalim siyasi yapılar hakkında çıkaracağımız sonuç ise bu siyasi yapıların adil olmadığı istikametindedir. Devlet olmalarına devlettirler, fakat adil devlet değillerdir. İşte din meselesinde de aynı yaklaşım söz konusudur. Deği¬şik izm'ler, değişik ideolojiler birer dindir, birer dindir an¬cak hak din değillerdir.
Kimilerimizin aklına şu soru gelebilir., Madem birçok ideolojiler ve birçok izmler birer din¬dir, o halde bunlara neden "Din" denilmiyor da, başka başka isimlerle adlandırılıyor?
Bu soru, gerçekten yerinde bir sorudur. Çünkü bilindiği. üzere ideolojinin manası, bir yaşam biçimini belirlemeyi amaçlayan ve kendi içinde bağlantısı olan siyasi, iktisadi, sosyal görüşler bütünlüğüdür. İdeoloji¬ye yüklenen bu tanım, dinin tanımına paralel bir tanımdır. O halde neden, bunlara "Din" denilmiyor. İşte dünya müstekbirlerinin kendi koydukları dinlere bilmem ne ideolojisi veya bilmem ne İzmi demelerinin ne¬deni; yönettikleri, vaziyet ettikleri halkın iki ayrı din vakıasıyla, din ikilemiyle karşılaşmaması içindir. Çünkü bu müstekbirler halk kitlelerinin din olgusuna karşı tutucu yaklaşımlarını bilmekteler ve halkın tepki göstereceği bir din ikilemi meydana getirmemek için, kendilerinin ürettik¬leri veya türettikleri dinlere, bilmem ne ideolojisi veya bil¬mem ne izmi gibi isimler takmaktadırlar.
Mesela Cumhuriyet sonrası Türkiye'sinde, Kemalizmin halk kitlelerine bir din olarak empoze edilmediği bili¬nen gerçeklerdendir. Fakat buna rağmen dinin ne olduğu¬nu bilen ve Kemalizme gönül veren bazı entelektüeller "Benim dinim Kemalizmdir" şeklinde apaçık söylemlerde bulunmuşlardır. Kemalizme gönül verenler için dosdoğru olan bu söz, Kemalizmi sahiplenmelerine rağmen müslümanlıktan vazgeçmeyen kimseler tarafından büyük tepkiy¬le karşılanmıştır. Müslüman olduklarını iddia eden bu kemalistlere göre "Benim dinim Kemalizmdir" diyen kimseler İslam dininden çıkmışlardır.Ne garip değil mi?
İslam'ın dünya görüşüyle ilgisi olmayan, İslam'ın top¬lum ve devlet düzleminde yaşanabilirliğini geçmiş asırlara atfederek, toplum ve devlet düzleminde yeni görüşler, yeni ilkeler, yeni hükümler getiren Kemalizmi sahiplenmek, Ke¬malizme inanmak, Kemalizmi yaşamak bir insanı İslam di¬ninden çıkarmıyor da, bu yapılanları doğru ve kısa bir ifadesi olan "Benim dinim Kemalizmdir" demek, insanı İs¬lam dininden çıkarıyor!.
Bu yazdıklarımızdan haliyle bazı kimseler, bazı merci¬ler rahatsız olacaklardır. Şayet Kemalizmden değil, mesela Marksizmden örnek verseydik, hiç şüphesiz ki böyle bir ra¬hatsızlık olmayacak ve belki de çok memnun olacaklardı!. Hâlbuki meseleye açık yüreklilikle ve bilimsel olarak yaklaşılsa, böyle bir rahatsızlık duymaya hiç gerek yoktur. Yaşa¬nan realitenin veya yaşanan gerçeğin aynı gerçeklikle ifa¬desinden, neden rahatsızlık duyulsun ki!.
Fakat ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada müslümanlara bağnaz ve yobaz diyen, gerçekte ise kendileri bağnaz ve yobaz olan kimseler bulunmaktadır. Zaten bilmem kimi koruma kanunu, bilmem neyi eleştirmeme yasağı, bu bağ¬naz zihniyetin açık tezahürleri değil midir?Eleştirememek ne demek?
Bu kendini bilmezler bacak bacak üstüne atarak Al¬lah'ın dinini, Allah'ın hükümlerini, Efendimiz (s.a.v.)'i ve O'nun pak görüşlerini değişik iftiralarla eleştirirlerken, bil¬mem kim eleştirilmeyecekmiş! Ne demektir bu?
Herhangi bir mahluğa eleştirme yasağı getirenler, o mahluğun erişilmez bir noktada olduğunu mu kabul edi¬yorlar?
Onun yanlışını bulabilecek veya onun doğrusunun fevkine çıkabilecek başka bir insan sözkonusu değil mi?
Alemlerin Rabbi olan ve her şeyi hakkıyle bilen Allah (c.c.) dahi, insan zihnini veya insan düşüncesini böylesi bir esarete mahkum etmemiştir. Allah (c.c.) buyurduğu her şeyin apaçık birer hak ve gerçek olduğunu beyan etmekle beraber, insanları körükörüne bir tastiğe değil; bu hakkı düşünmeye, bu hakkı kavramaya davet etmekte ve buyur¬duğu hakkın karşısında tutunabilecek bir görüş, bir tenkid, bir eleştiri var ise, insanlan mesnetleriyle beraber bunlan açıklamaya ve isbata davet etmektedir.
Alemleri yaratan Allah (c.c.)'ın, yaratılmış birer mah¬luk olan insanlara yaklaşımı böyle iken; herhangi bir mah¬luğa eleştirme yasağı getirmek, insan aklına ve aklın haysi¬yetine yakışmayacak olan bir gericilik, bir bağnazlık değil midir?
Bu bağnaz yaklaşım, bir insanın putlaştırılması değil midir?
Putperestlik, bir din değil midir?
İslam'a ve İslam'a teslim olmuş müslümanlara "Geri¬ci" diyen bu kimseler, yöneldikleri bu putperestlikle ilerici mi oluyorlar?
Allah'ın huzurunda rükuya ve secdeye eğilmek, saygı ve tazimle durmak gericilik oluyor da; bir mahluğun, bir mevtanın veya bir heykelin karşısında saygı ve tazimde bu¬lunmak mı ilericilik oluyor?
Kısacası Allah'a kulluk gericilik, herhangi bir mahluğa veya herhangi bir puta kulluk ilericilik mi?
İlericiliği veya gericiliği böyle tanımlamak, insanlık ta¬rihine ters istikamette yönelmek demektir. Çünkü bilindiği gibi bu çağdaş putperestlik, İslam'dan önce Mekke müşrik¬lerinin içinde bulundukları hal, içinde bulundukları din idi.
Onlar da putlaştırdıkları değerlere karşı saygı ve ta¬zimle yaklaşıyorlar, onlar da putlarına en ufak bir söz, en ufak bir tenkid gelsin istemiyorlardı. Eleştirme yasağı, Lat, Menat, Uzza gibi putlar için de geçerliydi. Aslında Mekke'li müşriklerin veya çağımızdaki putperestlerin sakındıkları şey, salt olarak eleştiri değil; doğru ve hak eleştiridir. Bunların putlaştırmaya çalıştıkları değerlere karşı, eleştiri gaye¬siyle boş veya yalan bir söz söyleseniz, bunlar hiç sinirlen¬mezler.
Putlarımızı neden eleştiriyorsunuz demezler! Boş ve yalan ithamı hemen cevaplayarak, karşı tara¬fa konuşarak haddini bildirmenin sevincini yaşarlar!.
Ancak onların savundukları değerleri geçersiz kılacak hak bir söz ile eleştiri getirirseniz, durumlar hemen değişir. Bu hak eleştiri karşısında söyleyecek sözleri, savunulacak görüşleri olmadığı için, öfkeden kızarmış yüzleriyle eleştiri yasağının arkasına sığındıklarını görürsünüz.
Ayrıca şu hususun da açıklık kazanması gerekir ki; insanlara zulmeden bütün beşeri zihniyetleri, insanları sömürebilmek için kendi çıkar ve menfaatlerine göre hüküm koyan bütün emperyalistleri itham eden, onları isbata ça¬ğıran mercii, öncelikle Allah (c.c.)'dır.,
Size ne oluyor? Siz nasıl hüküm veriyorsunuz?
Yoksa sizin (etinizde) ders okumakta olduğunuz bir Kitab mı var?
İçinde, siz neyi seçip beğenirseniz, mutlaka sizin ola¬cak diye.
Yoksa sizin üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak diye.
Onlara sor Onlardan hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? 68-Kalem 36...40
Evet, Şanı yüce Rabbimiz soruyor.,
Emperyalist çıkarlarınız için koyduğunuz hükümlerin, kutsallaştırarak dokunulmaz kabul ettiğiniz ilkelerin, savunuculuğunu kim yapacak?
Yoksa bütün bunlar eleştirilemez diyerek arkanızı dö¬necek misiniz?
Yoksa getirdiğiniz eleştiri yasağı, alemlerin Rabbi olan Allah'ı da kapsıyor mu?
Yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah (c.c), sadece göklerle ve meteorolojik işlerle ilgilenecek, yerde ilahlık taslayan siz sapıklara hiç müdahale etmeyecek mi?
İlahi kelam ile zulmünüze karşı çıkan, putlarınızı ve emperyalist görüşlerinizi eleştiren dünya Müslümanlarına "Bunlar YASAK" dediğiniz gibi, İlahi kelamın gerçek sahi¬ bi olan Rabbimize de "YASAK" diyebilecek misiniz? !....Netice olarak yaşadığımız coğrafyada İslam'ın karşı¬sında resmi veya gayriresmi birçok batıl dinler bulunmak¬tadır.
Rejimin kuklaları haline gelen diyanet görevlilerinin, İlahi hükümleri gizleyerek, gerçeği tevil ve tahrif ederek, kapitalizmi kutsayarak anlattıkları din, batıl bir dindir.
Düzenin okullarında ve düzenin menfaatlerine paralel olarak anlatılan, İslam'ı namaz, oruç., gibi bazı ferdi iba¬detler olarak empoze eden resmi din, batıl bir dindir.
Kur'an'ı Kerim'i dikkate almayan hocalarını, şeyhleri¬ni veya üstadlarını ilahlaştırmaya çalışan, onların her sözü¬nü ayet, her hareketlerini keramet kabul eden kimselerin içinde bulundukları din, batıl bir dindir.
Kurtuluşları ancak ve ancak İslam'da olan insanlara, İslam'ın karşıtı olarak bir dünya görüşü, bir yaşam tarzı, bir hayat şekli öngören her ideoloji, her izm, İslam'ın kar¬şısında batıl bir dindir.Bu batıl dinlere inanmak, bu batıl dinlerin dünya gö¬rüşünü benimsemek ve bu batıl dinleri yaşamak ile, "Be¬nim dinim bu ideoloji veya bu izm'dir" demek arasında hiç¬bir fark yoktur!.
Her iki halde de insan, İslam gerçeğinin dışında kal¬mıştır.
Nitekim Kur'an'ı Kerim'de de beyan edildiği gibi.,
İslam'dan başka din arayan, İslam'dan başka dinlere yönelen kimseler, zaten İslam üzere değildir.,
Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.3-Al-i İmran 85
Kitabın diğer bölümleri " İnsan Fıtratı ve İslam ve İslam’ın Evrenselliği" konu başlığını taşıyor. Yazar bu bölümde müstekbirlerin çokça eleştiriye tabi tuttukları İslam’ın ceza hukuku ile açıklamalarda bulunmuş. Bu bölümde İslam’ın hırsızlığa ve hırsıza yaklaşımı ile ilgili ikna edici açıklamaları göreceksiniz.
Kitabın " İslam ve Mezhep" başlıklı bölümünde sonra , "İslam Diniyle Sentez Olur mu? " sorusu yöneltilmiş.
"Analiz kelimesi herhangi bir bütünü parçalara ayır¬ma, çözümleme, tahlil, ayrıştırma manasına geldiği gibi, bunun karşıtı olan sentez kelimesi de çeşitli unsurları bir¬leştirme, terkip, birleşim manasına gelmektedir.
Ne yazıktır ki İslam'a karşı bu iki yaklaşımda da bulu¬nulmaktadır. Kimileri İslam'ı analiz ederek, İslam'ı parçala¬yarak bir parçasını almakta ve bu parçayı İslam'ın bütünlü¬ğü sanmaktadır. Kimileri ise İslam'a sentez mantığıyla yaklaşıp, İslam'ı başka başka şeylerle birleştirmeye kalk¬maktadır.
İslam diniyle sentez girişimleri, son yüzyılda sık sık karşılaştığımız bir vakıadır. Senteze yönelik bu girişim, ya herhangi bir ideolojiyi veya herhangi bir izmi İslam dinine nisbet ederek, mesela "İslam sosyalizmi" diyerek aynilik yaklaşımından kaynaklanmakta; ya da söz konusu ideoloji veya izmi, İslam dininden ayrı kabul ederek, bunları bir¬leştirmeyi amaçlayan bir yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Nitekim Türk-İslam sentezi, Kürt-İslam sentezi veya Arap İslam sentezi gibi şeyler, duyageldiğimiz sentez girişimlerindendir.
Tabi ki bütün bu sentez girişimlerinin arkasında, müstekbirler ve müstekbir zihniyetler bulunmaktadır. İs¬lam'ı ve müslümanları kullanmak isteyen faşist müstekbir¬ler, kendi faşist ideolojilerinin yanına "İslam" kelimesini de ekleyerek, meseleden gafil olan müslümanları faşist amaç¬ları doğrultusunda kullanmışlardır. Mesela yakın tarihte "Türk-İslam sentezi" adı altında Türk faşistlerce, Türk olan müslümanlara atılan ve tekrar tekrar atılmak istenen kazık ne ise; günümüzde.de "Kürt-İslam sentezi" adı altında Kürt faşistlerce, Kürt olan müslümanlara atılmak istenen kazık da aynıdır.
Aynı şeytani yaklaşımların, aynı faşist beklentilerin göstergesidir..Meseleyi İslam'a göre değerlendirdiğimiz zaman, böy¬lesi yakıştırmalar İslam gerçeğiyle hiç bağdaşabilir mi?
Yüce İslam dini başka bir ideolojiyle, başka bir izmle veya başka bir batıl dinle sentez olabilir mi?
Elbetteki hayır!..
Çünkü İslam'ın öncelikli şartı, dinin yalnız ve yalnız Allah'a halis kılınmasıdır. Bu gerçeği açıkça beyan eden birçok ayet-i kerime bulunmaktadır.,Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadvrlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.
Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarı¬lanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) falanlar başka; iste onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah, mü'minlere büyük bir ecir verecektir.4-Nis.a 145.146 ;
Hiç şüphesiz, Biz sana bu Kitab'ı hak ile indirdik; öyley¬se sen de dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et
Haberin okun; halis (katıksız) olan din yalnızca Al¬lah'ındır...39-Zümer 2.3De ki; Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum.39-Zümer 11
Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Al¬lah 'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş görmese de.40-Mü'min 14
Dini Allah'a halis kılmak demek; Allah'ın razı olacağı dine, bu dinin tabiatına aykırı olan şeylerin katılmaması demektir.Hem neden katılacak ki?
İslam eksik, İslam yetersiz bir din de, söz konusu kat¬malarla bu yetersizlik, bu eksiklik mi giderilecek?
Yoksa beşeri ideolojilerin veya beşeri izmlerin çatlaklarına, İslam ile yama mı yapılacak? Oysa İslam, kendi bü¬tünlüğü içersinde kemale ermiş bir dindir.
Herhangi batıl bir din veya batıl bir ideoloji, bir baş¬ka ideolojiyle sentez yapabilir. Hatta ve hatta birbirine tamamen zıd gözüken beşeri ideolojilerin bile sentez yapabil¬mesi mümkündür. Bu sentezi yapanların isimleri "Sosyalist Liberaller", "Milliyetçi demokratlar" veya "Muhafazakar ate¬istler" olabilir. Böylesi sentezlerde bulunan kimselerin, bu gibi sentezlerle kaybedecekleri pek bir şey de yoktur. Za¬ten batıl olan ideolojileri, zaten batıl olan dinleri, yine batıllık vasfını muhafaza etmektedir.
Ancak İslam öyle değildir!.
Hak olan İslam, başka bir dinle veya başka bir ideolojiyle sentez edilmek istenir ve sentez yapılabildiği zannedilirse, senteze dahil edilen bu din, kesinlikle ve kesinlikle İslam değildir. Çünkü hakkın bütünlüğünde, batıla zerre kadar yer yoktur. Hak olan bir şeyde batıla yer verildiği zaman, bu şey haklık vasfını kaybederek kendisi de batıl olur. Dolayısıyle "Türk-İslam sentezi" veya "Kürt İslam sen tezi" ifadeleriyle öne sürülen saçma görüşler, İslam'ın münezzeh olduğu görüşlerdir. Bu görüşlerde yer aldığı söylenilen din, kesinlikle ve kesinlikle İslam değildir.Netice olarak İslam'la sentez, İslam'la koalisyon olmayacağını belirtiyoruz. Çünkü İslam dinini va'zeden ve bu' dinin gerçek sahibi olan Allah (c.c), alemler üzerinde mutlak hakimdir.
Mutlak Hakim olan yaratıcının bu hakimiyeti, yaratılmış mahluklarla ve bu mahlukların batıl görüşleriyle koalisyonu kabul edebilcek bir hakimiyet değildir. "Tanıtmaya çalıştığımız kitabımızı sonuç bölümü ile bitiriyoruz. Sizlere hayırlı okumalar diliyorum.
" Her din bir hayat şekli ve her hayat şekli bir din¬dir. Allah'ın razı olacağı hak din ise İslam olup, bazılarının anlattığı gibi sadece uhrevi bir din değildir. İslam gerçeği, insanların zulümden uzaklaştırmayı, adaletin güzelliğine ka¬vuşturmayı amaçlayan bir hayat şekli, bir yaşam tarzı, bir nizamdır.
Kendi başına ve kendi özgünlüğü ile başlı başına bir nizam olan İslam, sadece kendisine yönelmeyi zorunlu kıl¬dığı gibi diğer batıl dinleri reddetmeyi de zorunlu kılmakta¬dır.
"Bir koltukta iki karpuz taşınmaz" derler. Bilmiyorum!.
Belki bir koltukta iki veya üç karpuza yer olabilir. Fa¬kat bir koltukta iki karpuza yer olsa dahi, bir kalpte İs¬lam'la birlikte ikinci bir dine kesinlikle yer yoktur.
İslam dini, zamanımızda bazılarının yaptığı gibi batıl dinlere, batıl ideolojilere, batıl izmlere hoş görünerek veya onların pisliklerini hoş görerek, onların şemsiyesi altında gelişebilecek bir din değil; bizzat onların ve onların tüm pis¬liklerini inkar ederek, kendisini onlardan beri tutarak ber¬raklığını ve yücelik vasfını koruyan bir dindir.Resulullah (s.a.v.)'in bütün pratiğinde, tavizden uzak bu gerçekleri görmemiz mümkündür. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) Mekke insanlarına İslam'ı tavizsiz bir üslupla ve İla¬hi vahiy istikametinde tebliğ ederken, bu tebliği reddeden insanların çok açık tavırlarıyla, çok açık tepkileriyle karşı¬laşıyordu. Fakat ne gariptir ki aynı tebliği, aynı istikamette yapmaya çalışan günümüz müslümanları ise böylesi açık tavırlarla, böylesi açık tepkilerle karşılaşmamaktadırlar.
İslam'ı temelde reddetmelerine veya başka itikadları din edinmelerine rağmen tevhidi dine davet edilen bu in¬sanlar, davet edildikleri bu dinin ismi "İslam" olduğu için, "İslam" kavramına karşı açık bir tavır takınmazlar. İslam’ın içeriğini, İslam’ın gerçeklerini reddetseler dahi, "İslam" kelimesini reddetmek istemezler. Çünkü hangi batıl dini yaşıyor olurlarsa olsunlar, yaşadıkları bu batıl dinlere "İslam" ismini vermişlerdir.
Şayet kendilerini bu gerçekleri içermesine rağmen ismi "İslam" olmayan bir dine davet etseydik, bu davete karşı çok açık tavırlar gösterebilirlerdi.,Siz bizim dinimizi mi değiştirmek istiyorsunuz?
Siz bize yeni bir din mi getiriyorsunuz?., gibi ifade¬lerle, "Biz sizlerin getirdiği bu yeni dini kabul etmiyoruz" diyebilirlerdi!.
Bunu diyememelerinin veya tevhidi davete karşı açık bir tavır göstermemelerinin nedeni; davet edildikleri dinin ismi "İslam" olduğu gibi, kendilerini nisbet ettikleri dine de "İslam" demeleridir.
Netice olarak bu kimselerin içinde bulundukları dine ve din anlayışlarına baktıktan sonra bu kimselere diyoruz ki.,
Siz İslam'ı böyle anlıyor ve bu yaşantınıza İslam di¬yorsanız, biz sizleri gerçekten yeni bir dine davet ediyoruz. Evet sizler.,
İslam dinini sadece bazı ferdi ibadetler olarak algılı¬yorsanız,
kominizme veya sosyalizme karşı çıkmak adına kapi¬talizmi desteklemeyi İslami bir vecibe görüyorsanız,
ağzından "Allah" lafzı çıkan bütün politikacıları, bu politikacıların icraatlarına bakmadan müslüman kabul edi¬yorsanız,
bu politikacıları din kardeşi görüp, bu politikacılara din adına itaat ediyorsanız,
İslam hukukunu geçmişe, beşeri hukukları günümüze nisbet ediyorsanız,
tağuti sistemlerin çanak yalayıcıları olan ve tağutun maslahatını gözeten resmi din görevlilerini, dininize göre müftü veya imam kabul ediyorsanız,
dünya emperyalizmine din adına karşı çıkan müslümanlara, aşın dinci veya terörist diyorsanız,
kafire şer, müşriğe ehven-i şer olarak bakıyorsanız,
Evet bütün bu meselelere, böylesi yaklaşımlarda bulu¬nuyorsanız.,
Biz sizleri gerçekten yeni bir dine,
ismi "İslam" olan, fakat atalarınız tarafından tahrif edilen, değiştirilen, dejenere edilen geleneksel dinle her¬hangi bir ilgisi olmayan yepyeni bir dine davet ediyoruz..
İşte bu yeni dinde, zulme nza göstermek yoktur.
İşte bu yeni dinde, ahiret için Allah'a, dünya için tağuta kulluk etmek yoktur.
İşte bu yeni dinde, göklerin hakimiyetini Yaratıcıya, yerlerin hakimiyetini yaratılmışlara bırakmak yoktur.
İşte bu yepyeni dinde, "Ben hem müslümanım, hem kapitalisttim", "Ben hem müslümanım, hem faşisttim", "Ben hem müslümanım, hem sosyalisttim" demek,
İslam ile birlikte başka bir dini, başka bir ideolojiyi, başka bir izmi de kabul etmek, kesinlikle ve kesinlikle yok¬tur..
İşte bu yepyeni dinin adı,
Resulullah (s.a.v.)'in tebliğ ettiği İslam'dır.
Davet edilmekten ve davet etmekten onur duyduğu¬muz.
İSLAM gerçeğidir...
-
gulaislame 12-11-2009 15:18
Bir çok batıl dinin bulunduğu batıl bir ulkede yaşıyoruz. ne yazık ki Allahın muminler için seçtiği ve kemale erdirği islam dini mustekbirler ve batıl dinler tarafından istila edilmeye çalışılıyor. bu batıl dinler karşısında muslumanların en buyuk sorunu, kuran'ı kerim ile tanışmamaları islamı camilerde belam' lardan öğrendikleri kadarıyla yetinmeleridir. O halde yeryüzünde insanca ve muslumanca yaşamak istiyorsak; Kur'an hayat mektebimiz, kur'an mektebinin öğrencisi olmakta hedefimiz olsun. kur'an mektebinde okumayan ve hayatına aktarmayanların makamı,unvanı,kulturu ne olursa olsun ilerici değil gericidirler. Rabbim bizler için seçmiş olduğu islam dinini hakkıyla yaşamayı ve dinlerini az bir karşılığa satan belam ve mustekbirlerin oyunlarına gelmemeyi nasip etsin. Allah razı olsun
- Kitap Tanıtımı: “Mektuplaşmalar”
- Yusuf Kültür'e ait 5 eser ücretsiz olarak okuyucuyla buluşuyor
- Mukaddes Özkan’ın “Hatıralarım” kitabı çıktı
- Kitap tanıtımı: “Dava ve Davet Erlerine Ana Hatlarıyla İslâm”
- Süleyman Dilmen'in "Namaz Kılsak Ne Mi Olur?" kitabı çıktı
- Kitap Tanıtımı : İslam Topraklarındaki Rejimleri Anlamak
- Kur’ân ve Kadın/ Kur’ân’da kadın
- Kitap Tanıtımı: Yeni Nesillere Nasihatler ve Büyüklere Tavsiyeler
Makaleler
Hava Durumu