
"Zikr" Arama Sonuçları

Böyle bir süreçte, zikrettiğimiz bunca yozlaşmanın ve Müslümanları sekülerleştirmenin müsebbibi olan laik bir iktidara destek uğruna Müslümanlarla vahdeti oluşturma çabalarını feda etmek sapması sürdürülürse, Rabbimizin huzurunda nasıl hesap verilecektir?

Mesela, kitapta yer alan "Sekülerleşen Dil", "Uluhiyyet ve Rububiyyet", "Cahiliyye", "Atalar Dini - Ata Dini", "Şehadet", "Zikr", "Hicret" "Kıssa-Menkıbe", "Başöğretmen" vs gibi konu ve kavramların maruz kalmış olduğu tahrifatın yeterince anlaşılmaması, üzerinde yeterince durulmaması, düşünüyorum ki İslam'ı doğru şekilde anlamanın başında duran engellerden ve Ümmetin kırılma noktalarındandır.

Bu hafta Kur'an Nesli Mescidi'nde, Hasan Çelenk "Hayatı Zikr Üzere Yaşamak" konulu Cuma sohbeti verirken, Şükrü Hüseyinoğlu "10 ve 11 Kasım Bağlamında Toplum Tahlili" başlıklı bir hutbe irad etti.

Istılahi ve Güncel Boyutlarıyla Zikrin Anlamı ve Hayatımızdaki Yeri - Şükrü Hüseyinoğlu - Salı Sohbetleri - Kur'an Nesli İlim Merkezi - 14 Aralık 2021

Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin "Salı Sohbetleri"nde bu haftaki konu "Istılahi ve Güncel Boyutlarıyla Zikrin Anlamı ve Hayatımızdaki Yeri".

Türkiye ile Rusya’nın, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde uygulanmak üzere anlaşmaya vardığı ateşkes süreci başladı. Anlaşmada M5 karayolunun adı bile zikredilmezken, muhaliflerin kontrolündeki M4 karayoluna işgalci Rusya askerleri sokulmuş oluyor.

Bozulma ve menfi manada dönüşümün yaşanmaması ve her şartta istikametin korunması için yapılması gerekenler, Kur’an’da gösterilmiş ve Rasûlün önderliğindeki ilk örnek nesil tarafından da pratize edilmiş bulunmaktadır. Arınmak, korunmak ve sırat-ı müstakim üzere bir hayatı yaşamak için, Allah’a, Rasûlüne ve indirdiği Kitaba imanın ve teslimiyetin gereği olarak, hayatın (kamusal-özel, bireysel-toplumsal) hiçbir alanında, hiçbir zaman ve hiçbir sebeple Allah unutulmayacak ve Allah yokmuş gibi davranılmayacaktır. Aksi takdirde, hayatında Allah’ın zikrini hâkim kılmayan insan, Rabbine ve kendisine yabancılaşıp şeytanın yoluna girmekte, hayatını hevasının ve şeytanın arzularına göre düzenleyerek yozlaşmaya, savrulma ve dönüşüm sürecini yaşamaya başlamaktadır. Üstelik zamanla kanıksanarak ilerleyen bu taviz ve yozlaşma sürecindeki büyük dönüşümünü fark bile edemeyip hâlâ kendisini Hak yolda zannedebilmektedir.

Sadece iman ettim diyenlerin kurtuluşa ereceğine dair bir tek ayet yoktur. İman ve salih amelin hep ard arda zikredilmesi, salih amel olmaksızın sadece iman ettik demekle kurtuluşun mümkün olmaması sebebiyledir. İman olmadan yapılan amel salih amel olmaz. Bu kişilerin yaptıkları zahiren hayırlı ve olumlu ameller bile boşa gider. Bu tür ameller, yalanlayanlara ancak dünyada ve insanlar nezdinde bir olumlu görüntü ve itibar sağlasa da, Allah nezdinde hiçbir karşılığı olmaz. Kur’an’da inkârcıların, yalanlayanların amellerinin boşa çıktığı haber verilmektedir.

Hicret, son çare olsa da, onu ümitsizlik halinde başvurulan bir hareket olarak görmek doğru olmaz. Çünkü hicrette aynı zamanda kuvvetli bir ümit, vaziyetin başka bir yerde daha iyi olacağına duyulan bir temenni ve beklenti vardır. Özellikle toplu halde yapıldığında, savaşta planlı geri çekilmeye benzemektedir. Ancak, hepsinden önemlisi, hicret, bir kişinin itikadı uğrunda malını-mülkünü fedâ etmesini ve sevdikleriyle yakınlarını terk etmesini ifade eder. Pek çok peygamber, imanları uğrunda hicret etmek zorunda kalmıştır. Hicretin hakikî ruh ve biçiminin temsilcisi olarak Kur’an’da Hz. İbrâhim zikredilmektedir (19/Meryem, 47-49; 60/Mümtehıne, 4)

"Müslüman" kelimesi "Müslim"in Farsçadaki karşılığı olup Türkçeleşmiş bir kelimedir. Kur'anî ölçülere uygun biçimde içi doldurulmak kaydıyla "Müslim" kavramının Türkçe karşılığı gibi kullanılmasında bir mahzur olmayacağı kanaatindeyim. Ancak maalesef pratikteki "Müslüman" kavramının içeriği Kur'an'daki Müslim kavramıyla asla uyumlu değildir. Ülke halklarının Kur'an eksenli olmaktan ziyade bir kültürel aidiyet ifade eden Müslümanlaşma sürecinde kitleler, iyi niyetle kendilerini "Müslüman" olarak nitelemelerine rağmen, Kur'an'da zikredilen ölçülerde Müslim olmanın ne olduğundan bile habersiz bir hâli yaşamaktadırlar. Böyle olunca, Kitabî olmayan ve geleneksel ya da modern bid'at ve hurafelere dayalı "Müslümanlık" Kur'an'daki "Müslimlikle" örtüşememiştir. Özellikle son on yılda, söz konusu yozlaşma, zihinsel karmaşa, istikamet ve kimlik krizi tevhidî uyanış süreci bakıyesi kesimleri bile kuşatmış bulunmaktadır.

Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminana kavuşur, zikrullahla yatışır, doyuma kavuşur, huzura erer. Buradaki zikirden kasıt Kur’andır, vahiydir. O halde kalpler, ancak Allah’ın zikri olan kitabıyla, bu kitabın ayetleriyle, bu ayetleri okuyup anlamak ve yaşamakla, Kur’an ile ahlâklanmakla, bütün hayat alanlarında Allah’ı anarak O’nun rengiyle boyanmakla doyuma, mutmainliğe, huzura ve sükûnete ulaşabilir.

Daha birkaç gün önce İdlib'de gerçekleştirdiği hunharca hava saldırısında 44 mazlum kardeşimizi katleden Rusya devlet başkanı Piton, Türkiye'yi "Suriye’de terörle mücadeleye destek veren ülkeler" arasında zikretti ve övdü. Bu övgüden muhafazakâr medya organlarında sitayişle yer verilmesi ise gözlerden kaçmadı.

Taha Kılınç, Yeni Şafak'taki bugünkü yazısında eski Türkiye ve Tunus'taki jakoben laikliğe karşı Fas ve Mısır örneğini anlatırken, isim vermeden yeni Türkiye'deki sistemi de özetlemiş oldu. "İslâm dünyasındaki laiklik tecrübesi sadece yasakçı, jakoben laiklik biçiminde tezahür etmedi. Tunus ve Türkiye örneklerinin aksine Fas ve Mısır’da da laik rejimler oluşturuldu. Ama “dinle barışık” bir laiklikti bu. İslâm görünürde mevcuttu, hayatın her alanında çeşitli tezahürleriyle arz-ı endam ediyordu; fakat bazı kritik alanlara din kesinlikle sokulmuyordu. İşin garibi, halkın geneli de zamanla bu duruma rıza olur hale gelmişti. Dinin, sosyal hayatın her alanında ayan-beyan görünürken, girmeye müsaade alamadığı yerler şunlardı: Dış politika, ekonomi ve devlet yönetimi" tesbiti yapan Kılınç'ın yazısını sistemiz okurlarının dikkatine sunuyoruz:

Herkes ana-baba olmayabilir, ama herkes mutlaka bir ana-babanın evladıdır. Ana-babalarına saygısızlığa, kötü davranmaya ve itaatsizliğe sürüklenmiş bütün evlatların, sekülerleşmenin etkisiyle Kur'an'da zikredilen büyük sorumluluklarının muhtemelen şuurunda bile olmadan sürüklendikleri bataklıktan kurtulabilmeleri için bu yazı hazırlanmıştır.

Adı zikredilince akla ilk gelen alkol ve türevleri olan TEKEL isminin camilerde ne işi var…

“İman edenlerin, Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.” (Hadid: 16)

Evet, burada bir günâh, çok büyük bir günâh bulunmaktadır; kimsenin sahip çıkmadığı, ortada, sahipsiz kalmış bir günâh… Daha doğrusu bu günâhın faturası bir tek kişiye kesilmektedir, olayın katil canavarına. Bu zavallı yaratık, ileriki günlerde bir cezaevine konduğunda çok büyük ihtimalle oradaki hükümlüler tarafından infaz edilecek ve toplumun da vicdanı rahatlamış olacaktır… Peki, Allah Teâlâ, mev’ûde’nin günahını kime soracaktır? Bu gözü dönmüş katile mi? Sanırım, zikri geçen katil, bu olayda sorgulanacak en son kişi olacaktır.

-Kutlu doğum İslami bir tabir değildir. İslami tabir olması için Kur’ân'da zikredilmiş olması gerekir. Bizde müslümanların kültürel olarak sonradan Kur’ân dışı olarak icat ettikleri pek çok tabir gibi “Kutlu Doğum” tabiri de İslami imiş gibi telakki edilmektedir. Bizim Peygamberimiz, bir hafta veya bir ayda anıp unutacağımız peygamber değil, hayatımızın her ânında örnek almamız gereken bir peygamberdir.

Bilal Songür:Mü'min erkekler ile mü'min kadınların, akide ve takva temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla biraraya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir: "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır..." (et-Tevbe, 9/71).

Hayatımızda tüm amellerimizi Rabbimizin razı olacağı temel ilkeler üzerine kurmalıyız. Her zaman ve her daim Rabbimizi zikretmeliyiz. Yani; okurken, yazarken, yaşarken Allah ne der deyip hesabın yalnızca O’na verileceği bilincinde olmalıyız. Kendimizle, ailemizle, akrabalarımızla ve diğer insanlarla olan ilişkilerimizde hep Allah’ın rızasını gözetmeliyiz.
Makaleler
Hava Durumu