
"nisbet" Arama Sonuçları

İslam arızi değil asıl olandır, yeryüzündeki yegâne hak din/hayat nizamıdır ve dolayısıyla kendisini İslam’a nisbet eden fert ve toplulukların her halükârda bu bilinç üzere bulunmaları ve bu bilinç üzere hareket etmeleri gerekir.

“Gazze tarih yazıyor, tarihi değiştiriyor” manşeti ile çıkan yeni sayının yorumunda Gazze’deki durum ele alınırken, “İslam arızi değil asıl olandır, yeryüzündeki yegâne hak din/hayat nizamıdır ve dolayısıyla kendisini İslam’a nisbet eden fert ve toplulukların her halükârda bu bilinç üzere bulunmaları ve bu bilinç üzere hareket etmeleri gerekir” vurgusu yapılıyor.

Bu günlerde tam anlamıyla bir şirk patlaması, putperestlik histerisi yaşanmakta. Kendisini İslam'a nisbet eden bir toplum, ilkel, pagan bir putperestlik biçimine teslim olmakta.

Bugün kendisini İslam’a nisbet eden kitlelerin Allah tasavvurları, Peygamber algıları, Kur’an’la ilgili tanım ve yaklaşımları, âhiret inanışları Kur’an’ın öğretileriyle ne kadar mutabıktır? Bu soruya çok olumlu bir cevap vermek ne yazık ki mümkün değildir.

“Emaniyye” kavramı, “Ümniyye” kavramının çoğulu olup, Kur’an’da ilme, sahih bilgiye dayalı sahih inanç ve sâlih amel üzere bulunmanın zıddı olarak, sahih bilgiye / ilme dayanmayan, bir gerçekliği olmayan temenni ve inanışlar, kulaktan dolma bilgiler anlamına gelmektedir. Rabbimiz Kur’an’da, o dönemin Kitab Ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar özelinde bize, kendilerini nisbet ettikleri Kitab’ın bilgisine sahip olmayan ve dolayısıyla “ümmiliğe” mahkûm olan insanların, Kitab bilgisine sahip olmadıkları için bu boşluğu uydurma, kulaktan dolma bilgilerle doldurduklarını bildirmektedir

İşte bugün maalesef, kendilerini İslam’a nisbet eden toplumlar arasında yaygın dinî kültür “menkıbe kültürü”dür. İnşallah aşağıda bunu son yıllarda bütün toplumun ve hatta İslami kesimlerin dahi algısını belirleyen bir örnek üzerinden müşahhaslaştırmaya çalışacağız.

1940’larda yayınlanan TDK sözlüğündeki “Din” maddesinde yer verilen “Türkün dini Kemalizm’dir” ifadeleri de, söz konusu “Türk ulusu” için hangi hayat nizamının/dinin uygun görüldüğünü özetler niteliktedir. Evet, fıtri bir kavim olarak Türklerin çoğunluğunun kendilerini nisbet ettiği din İslam olabilir, fakat Kemalist kadro, bir irtidat projesi olarak projelendirdikleri Türk ulusu için din (hayat nizamı, ülke, ideoloji) olarak Kemalizmi belirlemişlerdir.

Acaba, İslam devletinin değil de, ‘leviathan’ terimine birebir denk düşen çağdaş demokratik devletin tam bir totaliterizm olduğunu söyleyecek bir babayiğit var mıdır, muhafazakar demokratlar arasında? İslam'ın değil, İslam dışında ne kadar cahiliye ideolojisi varsa, onların zorla yaşatılmaya ihtiyacı vardır. Bunu, kendisini İslam'a nisbet eden her gazeteci-yazarın bilmesi gerekir.

Olması gereken odur ki, kurbanı kesen de, kesilen kurbandan hisse alan da takva üzere olmalıdır. Yani keseceği kurbanı gücünün yeteceğinin en güzelini almak, hayvana sevgi ve merhametle davranmak, hisse ile kesenlerin kalben mutmain olması ve kimsenin diğer hisse sahibinin hissesinde gözünün kalmaması, ya da etin kilogram hesabının peşine düşmemek. Yahut da kurbanlığı bir kibir vesilesi yapmamak, hisse dağıtırken mütevazı olmak, el âleme nisbet olsun bakın ne hayvan almışızın derdine düşmemek.

Bir siyasi otorite veya yöneticinin “Ulu’l Emr” vasfı taşıyabilmesi için şu iki temel vasfa sahip olması gerekir: Kişi ise Müslüman olması (iman ve amel bütünlüğünde Allah'a teslimiyet üzere bulunması), tüzel kişilik ise İslami olması (Allah’a itaat üzere bulunması) ve bu özel veya tüzel kişiliğin Allah’ın hükmüyle hükmetmesi. Bu iki sacayağından birinin eksik olması durumunda, Müslümanların itaat etmesi gereken bir “Ulu’l emr”den söz etmek imkansız hale gelir. Bu bağlamda, kendisini İslam’a nisbet etmekle, “kişisel referansım İslam’dır” demekle birlikte, Allah’ın indirdikleriyle değil, bâtıl sistemlerin bâtıl yasalarıyla hükmeden yöneticilerin, kendilerine itaat edilmesi gereken “Ulu’l emr” vasfı taşımadığı, taşıyamayacağı açıktır. Çünkü itaatin temel şartı olan Allah’a ve Rasulüne itaat burada söz konusu değildir. İbadeti ve siyasetiyle bir bütün olan ed-Din’in bu bütünlüğünü parçalayıp, onu “kişisel referansa” indirgeyen bir zihniyet, itaat mercii değil, ancak davetin muhatapları konumundadır, böyle görülmelidir.

İslami davet kişilere veya gruplara değil, Allah rızası için, Allah’a ve ayetlerine olmalıdır. "Peygamberler bu konuda en büyük örnektirler. Hz. Muhammed (sav.) ‘daiyellah’ (Allah’a davet edici) tır. Tabii ki davet görevi sadece rasullerle sınırlı değildir, her Müslüman gücü nisbetinde bu işe dahil olmalıdır. Davetin metodolijisini de Kuran çizer."

Şükrü Hüseyinoğlu: Bir siyasi otorite veya yöneticinin “Ulu’l Emr” vasfı taşıyabilmesi için bu iki temel vasfa sahip olması gerekir. Kişi ise Müslüman, tüzel kişilik ise İslami olması (Allah’a itaat üzere bulunması) ve Allah’ın hükmüyle hükmetmesi. Bu iki sacayağından birinin eksik olması durumunda, Müslümanların itaat etmesi gereken bir “Ulu’l emr”den söz etmek imkansız hale gelir. Bu bağlamda, kendisini İslam’a nisbet etmekle, “kişisel referansım İslam’dır” demekle birlikte, Allah’ın indirdikleriyle değil, bâtıl sistemlerin bâtıl yasalarıyla hükmeden yöneticilerin, kendilerine itaat edilmesi gereken “Ulu’l emr” vasfı taşamadığı, taşıyamayacağı açıktır.

Ulucak: Al-i İmran 104 ve Nisa 69. ayetleri hatırlarsak ümmetin, kendisini İslam’a nisbet eden insanlar içinde emr-i bil maruf, nehy-i anil münker sorumluluğunu üstlenen topluluğa karşılık geldiğini görürüz. Bugün ne yazık ki ümmet lafzen vardır, fiilen yoktur. Ümmet gökten zembille gelmeyecek, ümmeti Müslümanlar teşkil edecektir. Vahyin ölçüleriyle buluşmak bunun ön şartıdır. Aksi halde bir ümmetin teşkilinden söz edilemeyecektir.”

İktibas Dergisi Kayseri şubesinde konuşan Şükrü Hüseyinoğlu: Öncü sahabiler, Allah Rasulü’nün, akide ve şahsiyetini Kur’an’la inşa ettiğini ve yürüyen bir Kur’an olarak yaşadığını çok iyi bildikleri için, Allah Rasulü’ne herhangi bir söz veya haber nisbet edildiğini işittiklerinde hemen o söz veya haberi Kur’an’a arz etmeyi bir yükümlülük bilmişler ve Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddetmişlerdir.

Cahiliyenin İslam öncesi Mekke'de kalan tarihsel bir kavram ve kültür olmayıp tüm çağların meselesi olduğunu ifade ederek, kendisini İslam'a nisbet eden toplumlara tüm cahili sistem ve değer yargılarını reddetme çağrısında bulunan Seyyid Kutub, Mısır'ın çağdaş Firavunlarından Cemal Abdunnasır yönetimi tarafından miladi 29 Ağustos 1966 yılında idam edilmişti.
Makaleler
Hava Durumu