DİNLE ALDATILANLARDAN OLMAYALIM!

Asım ŞENSALTIK

03-02-2025 15:44


İslâm dini Allah'ın dinidir. Bu dinin tek bir sahibi vardır o da alemlerin rabbi olan Allah'tır. Din üzerinde hüküm koyma, ölçü belirleme, helâl ve haram koyma yetkisine sahip olan Allah’tır. Güncel tabirle İslâm dini; made-in Allah’tır.

Dinleri, menşeî olarak üçe ayırmak mümkündür:

1- Hak din: Kaynağı Allah’tır. Bu kategoriye giren din sadece İslâm’dır.

2- Muharref dinler: Kaynağı itibariyle insan ve Allah’ın belirleyici olduğu dinler: Bu kategoriye giren dinlere de Yahudilik ve Hıristiyanlığı örnek verebiliriz.

3- Bâtıl dinler: Kaynağı itibariyle tümüyle insanî olan yani beşerî olan dinler: Bu kategorideki dinlere örnek olarak da Putperestlik, Hinduizm, Mecusilik, Laiklik, sosyalizm, liberalizm vb. bâtıl dinleri verebiliriz. Butür anlayışlarında birer din olduğunun delili şu âyet-i kerimelerdir: مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ“İşte Biz, Yusuf’a bu şekilde bir "Keyd" öğretmiştik. Aksi halde Melikin dinine göre kardeşini tutamayacaktı .”(Yusuf, 76)Görüldüğü gibi Yusuf (a.s.)’ın yaşadığı dönemde Mısır’da iktidarda bulunan melikin sahip olduğu dine/siyasal sisteme Kur’an din diyor. Bir başka âyet-i kerimde de şu şekilde buyurulur: لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ“Sizin dininiz size benim dinim de bana.” (Kâfirûn, 6) Bu âyette de Mekkekilerin sahip oldukları putperestlik bir din olarak görülmekte ve reddedilmektedir. Bu örnekte bize göstermektedir ki insanların oluşturduğu sistemler de din olarak isimlendiriliyor. Bu dinler her ne kadar içinde bir takım doğruları da bulunduruyor olsalar esasında insanların uydurduğu bâtıl dinlerdir.

İnzâl oldukları zaman itibariyle kaynağı Allah olan Yahudilik ve Hıristiyanlığa süreç içerisinde insanın müdahalesi olduğundan bu dinler, ilâhî olma özelliğini yetirdiler. Ne zaman ki bu dinler, Allah’ın gönderdiği hüviyetini yitirdiler işte o zaman, hak olma özelliğini de yitirdi ve beşerî bir din haline geldiler.

Kedimizi kendisine nispet ettiğimi İslâm dini; menşe-i Allah olan tek dindir. Bu din, ne menşe-i Hz. Muhammed'in (s.a.v.) olan dinidir. Ne Nuh'un (a.s.) dinidir, ne İbrahim'in (a.s.) dinidir, ne Musa'nın (a.s.), ne İsa'nın (a.s.), ne de diğer peygamberlerin dinidir. Bu din Alemlerin tek sahibi olan Allah’ın dinidir.

Yine bu din ne Hanefî mezhebinin imamı; İman Ebû Hanife'nin dinidir, ne Malikî mezhebinin imamı; Malik Bin Enes'in dinidir, ne Şafiî mezhebinin imamı; Muhammed İdris eş- Şafii'nin dinidir ve ne de Hanbelî Mezhebinin imamı; Ahmed b. Hanbel’in dinidir.

Yine bu din menşeî olarak akide de iman kabul edilen Maturudî mezhebinin imamı; İmam Maturidi’nin dinidir, ne Eş’ârî mezhebinin imamı; Ebû Hasan Eş’âri'nin dinidir, ne de Selefiyye mezhebinin imamı; Ahmed ibn Hanbel’in dinidir. Bu din ne Ehl-i Sünnet alimlerinin dinidir, ne de Şiâ alimlerinin dinidir. Ne Mu’tezile mezhebine mensup olan alimlerin dinidir, ne de diğer itikadî mezheplere mensup olan alimlerin dinidir.

Yine bu din, menşeî olarak bugün kendilerini İslâm’ın tek temsilcisi gören tarikatçıların dinidir ve ne de Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi din kurumu olan diyanetin dinidir. Ne radikalce düşünen Müslümanların dinidir ne de kendilerini selefi diye niteleyen kimselerin dinidir. Ne Vahabîlerin dinidir ne modernistlerin ve mealistlerin dinidir.

Yine bu din ne Türklerin dinidir ne de Arapların dinidir. Ne Kürtlerin dinidir ne de Farisilerin dinidir ve ne de diğer ırklara mensup olanların dinidir. Bu din menşe-i olarak sadece ve sadece Allah’ın sahibi olduğu bir dindir. Tarih boyunca kendilerini bu dine nispet eden kimselerin tamamı bu dinin sahipleri değil, bu dini anlamaya çalışan ve yaşamaya çalışan kimselerdirler. Peygamberler dahi, bu dinin uygulayıcıları ve modelleyerek açıklayıcılarıdırlar.

Gelinen noktada artık Allah’ın dini olan İslâm kendilerini bu dine nispet eden kimseler tarafından esir alınmış bir durumdadır. Kendilerini bu dine nispet eden kimseler artık bu dinin kendi tekellerinde olduğu kabulüyle din anlayışları üzerinde istedikleri gibi at koşturur olmuşlardır.

Oluşturmuş oldukları din anlayışlarını tek doğru kabul ederek insanları o doğruları kabul etmeye zorlamaktadırlar. Kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları kendilerine rakip olarak görmekte ve söylemde olmada da eylemde onlarla mücadele etmektedirler. Bu anlayışlarıyla Müslümanların birlik ve beraberliğini yok ederek tefrikayı oluşturmaktadırlar.

Grupların kendilerine has olarak oluşturdukları din anlayışları etrafından insanları toplamakta ve grupların önünde duran kimseleri adeta dinin sahibi gibi kabul ederek onlara bağlanmaktadırlar. Bu grup yöneticisi, imamı veya liderinin her türlü düşüncesini dinin aslından olarak görmektedirler. Bu şekildeki kabuller de ister istemez bu kimselerin dinin aslından olamayan bazı düşünce ve eylemlerinin de dinin aslından görülmesini sebebiyet vermektedir. Her grubun kendine has olan inanç ve düşünceleri, bağlıları tarafından bu şekilde görüldüğü zaman kaçınılmaz olarak tefrika oluşmaktadır. Çünkü bir grubun kendine has olan yaklaşımları bir başka grubun anlayışlarıyla uyuşması söz konusu olmamaktadır.

Geldiğimiz durumda dinin aslından olmadığı halde bu grupların mensupları tarafından kabul edilen nice İslâm dışı aylayışlar sanki İslâm’ın onayından geçmiş gibi kabul edilerek benimsenmektedir. İslâm Allah’ın dini iken ve onun kaynağı Kur’an-ı Kerim ve onun pratikteki uygulayıcısı Hz. Peygamberin sahih sünneti iken bu ortadan kalkarak bunun yerine veya bununla birlikte grupların yorumları belirleyici olduğunda nice İslâm dışı unsurun oluşması kaçınılmaz olmaktadır.

Müslümanların, Allah ve Rasûlüne mutlak itaat etmeleri gerekirken, ne yazıktır ki liderlerine, alimlerine, önderlerine mutlak manada itaat etmektedirler.

Nice tarikat lideri; -ki tasavvufun, diğer adıyla tarikatçıların asıl varoluş felsefesi insanların günülerinden dünyaya ait olan masiyeti çıkartarak oraya Allah sevgisini yerleştirmektir- insanlara zühd sahibi olmayı ballandıra ballandıra anlattıkları halde kendileri ultra lüks bir saadet zincirine sahip olmaları bağlılar tarafından eleştirilmemektedir. Liderlerinin söylediği İslâm dışı anlayışlar “vardır bir bildiği” yaklaşımıyla savunulmaktadır. “Allah dostu” kabulünün getirdiği manevî kisve altında liderlerin de hata yapabileceği gerçeği reddedilmektedir.

Nice bid’at ve hurafeler Kur’an’ın anlattığı ve Hz. Peygamber efendimizin yaşadığı İslâm’a değil de grupların oluşturduğu dinî söyleme tâbi olan insanlar tarafından dinin aslındanmış gibi kabul edilmekte ve uygulanmaktadır. Adeta din hakkında Allah’a söz hakkı verilmemekte, liderler, şeyhler ve âlimler bu konuda tek söz sahibi görülmektedir.

Bu anlayışların bir neticesi olarak din üzerinde söz söyleme, doğru ve yanlış belirleme yetkisi Allah’tan alınarak liderlere verilmektedir. Geldiğimiz noktada din adına Allah ve Rasûlü dışında, hemen herkes söz söyleme hakkına sahip görülmektedir.

Laiklik inancı üzerine oluşturulan devletin laik yasalarına bağlı kalmak zorunda olan diyanetin memurları, din hakkında söz söyleme hakkını kendilerinde görmekte, dini adeta laik devletin yaslanacağı koltuk değneği haline getirmektedirler.

Yine bir gruba mensup olan sözde alim, lider ve hocalar da kendi grubunun menfaatleri için dini ister bilinçli olarak istese de bilinçsiz olarak adeta basamak olarak görüp istismar edebilmektedirler. Kendilerini İslâm’a uydurmak yerine dini kendilerine uydurmaktan geri durmamaktadırlar.

Hatta geldiğimiz noktada İslâm dışı devlet yöneticileri bile din hakkında ahkam kesebilmekte ve insanlarda onların bu algılarına itaat edebilmektedirler. Onların yaptığı nice İslâm dışı uygulamalar benimsenebilmektedir.

İnsanların alim ve şeyh kabul ettiği kimseler, din hakkında tek söz söylem makamından görüldüğü için onların dinden anladıkları ama dinin aslından olmayan nice yorumları adeta dinin aslındanmış gibi görülmekte ve bunun bir sebebi olarak Allah’ın dini olan İslâm’dan uzaklaşılmaktadır. Alim ve şeyh kabul edilen kimselerin verdiği fetvalarla nice İslâm dışı yaklaşımlar meşrulaştırılmaktadır.

Bu tür yaklaşımlar dinin kaynağı olan Kur’an’dan ve onun pratikteki uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) uygulamalarından insanları uzaklaştırdı. Meşruiyetin kaynağı olarak Kur’an, nice meselelerde geri planda kaldı. Kur’an’ın reddettiği nice inanç ve yelemler Müslümanların din anlayışlarının ve yaşayışlarının içerisine girdi.

Bunun sebebi nedir diye sorarsak?

1. Alimleri sevmek ve onlara saygı duymak ile onların her söylediğin din zannetme yanlışlığını birbirine karıştırdık. “Onlar en doğrusunu bilir”, “onlar Allah’ın veli kulları” gibi onlar hakkında taşıdığımız ön kabullerimizi “Allah en iyisini ve en doğrusunu bilir” gerçeğinin yerine koyduk.

2. Mutlak itaati Allah ve Rasûlüne yapmamız gerekirken bunu, alimlere ve liderlere de yapmayı zorunluluk olarak gördük. Karşı çıkılmaması gereken varlık olarak Allah’ı görmemiz gerekirken bunu liderlerimize yapar olduk. Lidere, hocaya, âlime karşı gelmeyi Allah’a karşı gelmekle aynı gördük.

3. Dinin kaynağı olarak öncelikle Kur’an’ı ve Rasûlün sahih sünnetini öğrenerek alimlerin söylediklerini bu çerçevede kabul veya reddetmemiz gerekirken, alimlerin ve mezheplerin din anlayışlarını öncelikledik ve Kur’an ve sahih sünneti bu çerçevede anlamaya çalıştık. Yani Kur’an ve sahih sünnet referans olması gerekirken biz alimlerin sözlerini referans haline getirdik. Kur’an ve sahih sünneti alimlerimizin ve şeyhlerimizin sözlerine uygun gelecek şekilde tevil edere olduk.

Kendimizi İslâm’a nispet eden kimseler olarak, maalesef ki çoğunluğumu dinimizin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i bir defa dahi anlayarak baştan sona kadar okumadık. Dini Kur’an’dan yani Allah’tan öğrenmek yerine onu geri plana atarak alimlerden, şeyhlerden ve liderlerden öğrenir olduk. Kur’an hakkında oluşturduğumuz yanlış inançlar sebebiyle hem kendimizi hem de insanları Kur’an’dan uzaklaştırdık ve oluşan bu boşluğu hoca ve liderlerle doldurduk. Ona saygılı olmak adına ona dokunmayı, taşımayı zorlaştıran şartlar getirdik. Onun anlaşılamayacağını, anlamak için alim ve hoca olmak gerektiğini söyleyerek insanları ondan uzaklaştırdık. Kur’an okunurken daha etkili anlamak için dikkat edilmesi gereken kuralları belirlemek yerine; insanları kontrolümüz altına almamıza hizmet etmesi için okunmamasını tavsiye ettik, anlaşılamayacağını söyledik.

Oysaki “Acaba Allah bize ne diyor” sorusunu sorarak bu sorunun cevabını ilk önce Kur’an’a sormalıydık. Allah’ın bizden ne istediğiniz öğrenmenin derdinin arkasına düşmeliydik. İşimize, aşımıza ve eşimize verdiğimi değerin çok daha fazlasını dinimize vermemiz gerektiğini bilmeliydik. Böyle olmadığı için birilerinin çıkarak bizi, din üzerinden aldatabileceğini bilmeliydik.

وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَDoğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.”(Zuhruf, 44) Görüldüğü üzere Allah bizi ne alimlerin sözlerinden ne mezheplerin görüşlerinden ne de liderlerin yönlendirmelerinden değil, Kitabından yani Kur’an-ı Kerim’den hesaba çekeceğini söylemektedir.

O halde Rabbimizin şu âyetlerine kulak verelim:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا

وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُـبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّبٖيلَا

رَبَّـنَٓا اٰتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْناً كَبٖيراًࣖ

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, rasûlüne itaat etseydik” diyecekler. Ve ekleyecekler: “Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimize itaat ettik/uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lânetle!” (Ahzab, 66-68.)

Bu âyetlerde ifade edilen duruma düşmemek için dinle ilgili konularda mutlak itaati alimlere, liderlere, şeyhlere değil, Allah ve rasûlüne yapmamız gerekiyor. Dini öncelikli olarak Allah’tan sorarak öğrenmeliyiz. Kur’an’ı anlayarak okumalıyız. Eğer Kur’an’dan dini öğrenerek hayatımızı ona göre ikame edemezsek o zaman âyetin tehdidi ile karşı karşıya kalırız da bizler için be bir kurtarıcı ve ne de yardımcı bulamayız.

Din günü/hesap günü âlemlerin Rabbi olan Allah’ın azabından bizi ne falan mezhebe bağlı olmamız, ne falan hocanın sözüne uyduğumuz, ne falan tarikata mensup olduğumuz için hiç kimse kurtulamaz. Burada saydığımız kimseler uyduğumuz için bize cennet vizesi verilmeyecektir. Bize öncelikle dünyada izzet ve onurlu bir hayat ve akabinde de cennet vizesi getirecek olan şey Kur’an’ın anlattığı doğru inanç ve bu inanç çerçevesinde yaşayacağımız hayat olacaktır.

O halde aldanmamak için, birilerinin bizi din üzerinden kandırmaması için, hesap günü “keşke” dememek için dinimizi Allah’tan ve onun Rasûlünün sahih sünnetinden öğrenelim. Dinimizi alimlerin, hocaların, mezheplerin, tarikatların ve grupların yoruma dayalı anlayışlarına bırakmayalım. Kur’an’ın muhkem naslarından dinimizi öğrenelim. Efendimizin pratik sünneti bizlere rol model olsun.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN