İNSANA İNANÇ VE EYLEMLERİNİN SÜSLÜ GÖSTERİLMESİ VE BUNA ETKİ EDEN UNSURLAR

Asım ŞENSALTIK

20-01-2025 10:02


İnsanoğlu yapısı gereği birçok şeylere inanır veya reddeder. Yine birtakım amelleri yapar ve birtakım davranışları yapmaktan da uzak durmaya çalışır.

İnsanoğlunun inanç ve davranış konusunda bu şekilde hareket etmesini gerektiren birtakım hususiyetler söz konusudur. Sözgelimi herhangi bir şeye inanıyorsa, bu inanca sahip olmasına gerektiren hususlar vardır. Bu hususları bazı başlıklar altında gündeme getirmek mümkündür. Sahip olduğu inancı, sosyal çevresi, benimsemiş olduğu ideolojisi, kendisine dayatılmış olan doğrular ve dışarıdan bir etkiyle benimsediği veya benimsetildiği hususlarla izah etmek mümkündür.

İnsanoğlu, sahip olduğu düşüncelerini, genellikle kendisinin kâni olduğu hususlarla oluşturur. Bununla birlikte dışarıdan bir etki ile de oluşturabilmektedir. Veya birtakım amelleri kendisi doğru görerek yapabildiği gibi dışarıdan bir etki ile de onları yapabilmektedir. Bazı düşünce veya eylemlerini gönülden benimseyerek yaptığı gibi bazısını da kalbi mutmain olmadığı halde yapar. Bazı düşünce ve davranışları kabul etmenin ötesinde severek ve haz duyarak benimser veya yapar. İnanç ve uygulamalarda bu durum, insanoğlu için en ideal durumdur. Yani bir kimse, inandığı veya yaptığı bir şeyi severek, haz duyarak benimsiyor ve yapıyorsa onun için ideal olan da budur. Dinin insandan istediği durumda böylesine bir durumdur. Yani inancını ve amellerini, kalb-i mutmainlikle kabul etmesi ve onları severek uygulamasıdır.

Yüce kitabımız bu konuyu çeşitli yönleriyle bizim gündemimize getirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, bazı inanç ve davranışların hem müminlere hem de kafirlere süslü ve güzel gösterildiğinden bahseder. Süslü ve güzel göstermek bazen Allah’a, bazen şeytana, bazen de insanın kendi nefsine isnat edildiğini görmekteyiz. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bunlara örnekler verilecektir.

Biz bu yazımızda, insanoğlunun gerek düşünsel olarak gerekse de amelî olarak benimsediği birtakım düşünce ve davranışlarını, dışarıdan bir etki ile benimsenmesi ve uygulanmasını konu alacağız. İnsanlar her ne kadar benimsediği düşüncelerini kendi iradesiyle de benimsemiş olsa, nihayetinde dışardan bir etkinin sürece müdahil olmasıyla insanın o düşüncelerinde sebat ettiğine tanıklık ediyoruz.

Nefsin Amelleri Süslü ve Güzel Göstermesi

Biz bu konuda kendimize referans olarak, Kur’an’dan bazı âyetleri alacağız. Bu âyetlerin başında Taha sûresinin 96. Âyet-i kerîmesinde geçen Samiri denilen şahsiyetin yaptıklarını gerekçelendirirken söylemiş olduğu: (وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي) “Bunu bana nefsin güzel gösterdi” ifadesini ele alarak başlayacağız.

Bu âyette geçen ve konumuzu ilgilendiren kelime, “sevvelet” kelimesidir. Bu kelime: Nefsin çok fazla arzuladığı hacet/istek manasına gelmektedir. Dolayısıyla insan çok fazla arzuladığı ve istek duyduğu inanç ve davranışları için kullanılır. Burada da Samiri’nin, bir inanç olarak buzağı heykeline tapınmayı doğru gördüğü ve bunun bir neticesi olarak o eylemin kendisinin arzuladığı bir şey olduğu ifade ediliyor. Nefsinin o eylemi kendisine güzel göstermesi, istemeden yaptığı bir eylem değil, aksine istek ve arzu duyduğu bir olgu olduğunu göstermektedir.

Söz konusu âyet-i kerîmenin tam metin ve meali şu şekildedir:

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي

“O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.” [1]

Samiri İsrailoğulları içerisinde yaşayan bir şahsiyettir. Hz. Musa (a.s)'ın İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilmesi ile onları Mısır'dan, Firavunun zulmünden kurtararak vaat edilmiş olan topraklara götürdüğü Kur’an-ı Kerim tarafından gündeme getirilir.

Vadedilmiş topraklara gittiklerinde Musa (a.s.), Allah ile olan ahdini yerine getirmek için Tur Dağı'na vahiy almaya gider. Kardeşi Harun’u (a.s.) da kendi yerine vekil olarak bırakır. Lakin Musa (a.s.)'ın aralarından ayrılması ve Harun (a.s.)'ın da Musa (a.s.)'ın sahip olduğu siyasî boşluğu doldurabilecek bir yapıda olmamasını fırsat bilen Samir’i, harekete geçerek Mısır’dan ayrılırken İsrailoğulları’nın beraberinde getirmiş oldukları kıymetli eşyaları toplayarak onları eritir ve bir buzağı heykeli yapar. Sonra da insanlara: “Bu Musa'nın aramaya gittiği Rabbidir”[2] diyerek insanları o heykele tapmaya davet eder. Neticede insanlar, onun bu davetine icabet ederek o buzağı heykeline tapmaya başlarlar. Musa (a.s.), Rabbinin kendine bildirmesi ile olaydan haberdar olunca geri döner ve ilk önce yerine vekil olarak bırakmış olduğu Harun (a.s.)'a: Neden bu sapmanın karşısında durmadığını ve insanlara engel olmadığını öfkeli bir şekilde sorar.

Harun (a.s.), Musa (a.s.)'a neden engel olmadığı ile ilgili iki şey söyler.

Birincisi:Böyle bir şey yapması durumunda İsrailoğulları arasında birden fazla fırkanın oluşabileceğini ve kendisinin (Musa (a.s.)’ın de bundan dolayı kendisine kızacağını söyler. [3]

İkincisi de:İsrailoğulları'nın kendisini güçsüz bulduklarını, hatta kendisini öldürmekle tehdit ettiklerini ve neticede uyarılarını dikkate almayarak böyle bir yola tevessül ettiklerini ifade eder.[4]

Bunun üzerine Musa (a.s.) kardeşi Harun’u (a.s.), bırakarak bu defa bizzat heykeli yapan Samiri’ye yönelir ve ona: “Niçin böyle bir heykel yaptığını” sorar. O da cevap olarak yukarıdaki âyette geçtiği gibi: İnsanların göremediği şeyi gördüğünü, elçinin izinden bir avuç toprak aldığını ve onu, Mısır’dan getirdikleri değerli mücevherlerle beraber eriterek böyle bir heykel yaptığını ve nefsinin de bunu kendisine güzel gösterdiğini ifade eder. Neticede Musa (a.s.) yapılan heykeli parçalar ve Samiri’ye de ölünceye kadar lanetli bir şekilde ceza göreceğini ifade eder. Musa (a.s.) Allah'tan almış olduğu vahiyleri topluma ulaştırmaya, toplumu onlarla inşa etmeye devam eder.

Bu hadisede dikkat çekmek istediğimiz ve konumuzla da ilgili olan husus şurasıdır:

Anladığımız kadarıyla, Samir'in insanları saptırmak veya onların Musa (a.s.)'a olan bağlılıklarını ortadan kaldırmak için böyle bir eylem yapmamıştır.  Yaptığını bu eylemi, tamamen dinî açıdan doğru gördüğü ve kendisinin de benimsemiş olduğu bir inançla o heykeli yapar ve insanların da ona tapması ister. Yani Samiri, Allah'a veya Musa (a.s.)'a olan düşmanlığından değil, o yapıp ettiği eylemin dinen de hoş bir eylem olduğunu düşünerek yapar. Samiri ve İsrailoğulları, Firavunların zulmü altında yaşarken heykellere tapmayı bir yönüyle benimsemiş durumdaydılar. Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda da İsrailoğulları’nın bu konuda nasıl bozuk bir inanca sahip olduklarını, bizim gündemimize getirmektedir. Dolayısıyla Samiri, Mısır'da edinmiş olduğu putçu anlayışları belirli yönleri ile benimsemiş ve onları doğru görerek o buzağı heykelini yapmış ve insanların da ona tapmasını sağlamaya çalışmıştır.

Peki ona bunu güzel gösteren şey nedir diye soracak olursak?

Genel olarak şunu ifade edebiliriz ki; insanlar, bâtılda olsa bir takım inanç ve uygulamaları doğru görerek uygulamaya başladıklarında ve bunlarda ısrarcı olarak onlardan uzaklaşmadıklarında, süreç içerisinde o inanç ve düşünceleri benimsediklerini ve neticede onlardan hoşlandıklarını görüyoruz. Kısacası insan, inandığı gibi yaşamadığında süreç içerisinde yaşadığı gibi inanmaya başlıyor. Allah Teâlâ da bir ceza olarak bu kimselere, yanlışlarda ısrar ettiklerinden dolayı o durumlarını güzel gösteriyor, benimsetiyor ve sevimli hale getiriyor.

Kur’an-ı Kerim’de, bir başka örnekte Yusuf (a.s.) ile kardeşleri üzerinden gündemimize getirilmektedir. Yusuf (a.s.)’ın, babası Yakup (a.s.)’ın yanındaki yerini çekemeyen kardeşleri onu sürecin dışında tutmak için bir plan kurarlar. Öncelikli olarak onu ortadan kaldırmayı düşünürler, fakat bundan başka yollarında olduğunu düşünerek onu bir kuyuya atmaya karar verirler. Babaları kendilerine güvenmediği için Yusuf’u onlarla birlikte göndermiyor, onu kendi yanında bulunduruyordu. Planlarını devreye koymak isteyen kardeşler, babalarını ikna ederek onu yanlarında götürür ve neticede planlarını devreye koyarlar. Yusuf’u bir kuyunun içine atar ve akşam eve döndüklerinde, Yusuf’u kurdun yediğini söylerler. Üzerine öldürdükleri bir hayvanın kanını sürdükleri gömleği de bunun bir delili olarak gösterirler. Daha önce Yakup (a.s.)’ın, Yusuf ile ilgili endişesi olan: “Siz farkında olmadan onu kurdun yemesinden korkuyorum”[5]yaklaşımını da kendi palanları içinde kullanırlar. Söylemiş oldukları bu yalana babaları inanmıyor ve konumuzla da ilgili şu ifadeyi kullanıyor: (بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْر) “Bilakis[6] nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi.” Görüldüğü üzere kardeşlerinin Yusuf (a.s.) ile ilgili olarak yaptıkları bu düşmanlığın “nefislerinin kendilerine güzel gösterdiği” bir kötülük olduğunu ifade ediyor.

Peki kardeşleri, Yusuf (a.s.)’a neden bu şekilde düşmanlık ederek onu sürecin dışında tutmak istediler?

Anladığımız kadarıyla Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, babaları Yakup (a.s.)'ın, Yusuf (a.s.)'a karşı beslemiş olduğu sevginin, netice de vefatından sonra yerine Yusuf'un geçeceği ve dolayısıyla sürecin onun üzerinden devam edeceği algısına götürmüştür. İbrahim (a.s.)’dan beridir peygamberlik işi babadan oğula geçerek gelmiştir. İbrahim, İshak ve Yakup. Onlar istiyorlardı ki bu süreç babalarından sonra Yusuf üzerinden değil de kendileri üzerinden devam etsin. Fakat babalarının Yusuf’a ilgi göstermesini, sürecin Yusuf üzerinden devam edeceğini ve böylesine bir durumunda yanlış olacağını düşünüyorlardı. Babalarının bu algısını doğru görmeyen kardeşler, babalarından sonra sürecin kendileri üzerinden devam etmesini gerektiğini düşünüyor ve babalarına da bu hakikati göstermek, bu konudaki yanılgısını düzeltmek istiyorlardı. Dolayısıyla da doğru olanın kendi yaklaşımlarının olduğunu, babalarının da bu gerçeği görmesi için Yusuf (a.s.)'ı kuyuya attılar. Böylece de ondan kurtulduklarında babalarında neticede bu hakikati göreceğini düşündüler. Kardeşlerin yapmış oldukları bu kötü eylemi doğru görmelerine sebebiyet veren husus, kendilerine güzel görünen bu algılarıdır. İşte bu algı sebebiyle Yusuf'u kuyunun içerisine attılar. Kendi nefislerine güzel gösterilen düşüncelerine göre, sürecin Yusuf üzerinden değil, kendi üzerlerinden devam etmesi gerekiyordu. Babalarının da bu “gerçeği” görmemesini kabul edemediler ve yaptıkları bu planla ona da göstermek istediler.

Yoksa kardeşlerin Yusuf (a.s.) ve Yakup (a.s.)’a yaptıklarını, sadece düşmanlık ve haset gibi bir algıya dayandırmak doğru olmasa gerekir. Kur’an’ın da olayı bizim gündemimize getirirken kullandığı ifade, kardeşlerin yaptıkları bu eylemi güzel ve arzu edilen bir amel olarak yaptıkları gerçeğidir. Bu hakikat Yakup (a.s.)’ın diliyle gündeme getiriyor. İlgili âyette şöyle buyurulur:

وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ

“Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Ya'kub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.”[7]Görüldüğü gibi bu âyette, kardeşler yaptıkları o eylemi “nefislerin arzu ettiği” bir eylem olarak yapıyorlar. Nefislerine güzel görünen bir eylem olarak bu yola başvuruyorlar. Anlıyoruz ki yaptıkları bu amel kendilerine güzel görünmüş, faydalı bir iş olarak görmüşler. Kötü olduğunu düşünerek yapmamışlar. Böylesine bir eylemle sürekli kalplerini meşgul ettikleri için bu yol kendilerine güzel görünmeye başlamış ve neticede bu yola tevessül etmişler.

Ayı durumu yine Yusuf (a.s.) kıssasında Yusuf’un, anne bir küçük kardeşi Bünyamin’in Yusuf (a.s.) tarafından alıkonulması hadisesinde de görüyoruz. Yakup (a.s.) orada da aynı ifadeyi kullanarak, kardeşlerinin onun hırsızlık yaptığı yönündeki sözlerini kendisine aktardıklarında Yakup (a.s.) bu durumu “nefislerinin kendilerine güzel gösterdiği” bir kusurlarının olduğunu ifade etmektedir. İlgili âyet-i kerimede şu şekilde buyurulur:

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

“(Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”[8]  Kur’an’ın bu tanıklığı bize göstermektedir ki, Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin yaptıkları bu eylemlerin kötü olduğunu bilerek değil aksine onları güzel görerek yaptıklarını görmekteyiz.

Kur’an’ın inanç ve amellerin kalplere güzel gösterilmesiyle ilgili kullandığı kavramlardan birisi de زَيَّنَkelimesidir. Bu kelime, amellerin veya onun arkasında bulunan inanç ve fikirlerin kişinin gönlüne süslenmesi, güzel ve çekici kılınması için kullanılır. Kur’an-ı Kerim amellerin kişiye süslü gösterilmesiyle ilgili olarak; bazen Allah’ın bunu yaptığını, bazen şeytanın yaptığını bazen de buna etki eden unsur gündeme getirilmeden ifade edilir. Bununla ilgili örnekleri yazımızda gündeme getireceğiz.

Şeytanın Amelleri Süslü ve Güzel Göstermesi

Amellerin süslü gösterilmesine etki eden unsurlardan bir tanesi de şeytanın veya şeytanların insanlara yapıp ettiği kötü amelleri güzel göstermesi ile alakalıdır.

Malum olduğu üzere gerek cin şeytanları gerekse de insan şeytanları, insanları Allah'ın yolundan alıkoyarak, bâtıl yollara sevk etmeyi kendilerine vazife bilmektedirler. Bu konuda da her türlü çaba ve gayreti sergilemektedirler. İnsanoğlu, haktan ve hakikatten ayrılarak bâtıla yönelince ve bunlarda da ısrarcı olunca işte şeytan ve aveneleri burada devreye girerek insanlara bu amelleri veya düşünceleri güzel göstererek orada sebat etmelerini salık vermekte ve böylece de onları istikametten uzaklaştırmak istemektedirler. Dolayısıyla insanların ısrarcı oldukları nice yanlışları, süreç içerisinde doğru görmeye başlayarak oralarda ısrar ederek hak yoldan uzaklaşmaktadırlar. İşin en önemli noktası ise; insanın yaptığı yanlışları yanlış olarak görmeyerek onları doğru görmesi ve bu amelleri kalbî olarak da benimseyerek yapmasıdır. Böylesine bir durum da şeytanın ve avenelerin arzu ettikleri bir durumdur. Çünkü böylesi bir durumda artık insanın o yanlışlardan dönmesi mümkün değildir. Şeytanların asıl ulaşmak istedikleri hedefleri burasıdır.

Yüce kitabınız Kur’an-ı Kerim, şeytanların insanlara dünyada yapıp ettikleri nice amelleri süslü gösterdiğine değinerek şöyle buyurur:

تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

“Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). İşte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.”[9]

Bir başka âyette de şöyle buyurulur:

وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ

“Şeytan, işlerini onlara süslemişti”[10]

Bu âyet-i kerîmeler bizim hatırlatmaktadır ki; insanlar süreç içerisinde benimsemiş oldukları bâtıl inançlarını ve sergilemiş oldukları yanlış davranışlarını, şeytanın da etkisiyle güzel ve faydalı görerek yapmaktadırlar. Bu amellerin yanlış olduğunu, hata olduğunu bilerek yapmamaktadırlar. Dolayısıyla bu amellerinin birtakım faydaları olduğunu düşünerek bu amellere yönelmektedirler. Kendi benliklerinde kabul etmiş oldukları bu amellerdeki faydaları, kalpleri de tatmin olurcasına benimsemiş ve bunun neticesi olarak da bu amelleri sergilemekte ısrarcı olmuşlardır. Tarihin her dönemindeki istikametten uzaklaşan insanlar, kendilerini istikametten uzaklaştıran düşüncelerini ve davranışlarını, doğru görerek ve benimseyerek ve ayrıca da onlarda fayda olduğuna inanarak benimsemiş ve onları sürdürmüşlerdir. İşte bu durum şeytanların insanlara bâtılı süslü göstermesi neticesinde meydana gelen bir durumdur. İnsanlar o yaklaşımlarını yanlış görerek sürdürmemiş, aksine güzel görerek yapmışlardır. Bu durum da bize göstermektedir ki insanın gönlüne güzel gelen her şey gerçekte güzel olduğu için değil, onu gönlümüze süslü gösteren etkenlerin müdahalesiyle olduğunu unutmamalıyız.

Şeytanın insana bir takım batıl amelleri süslü göstermesiyle ilgili olarak başka bir âyet-i kerimede şu şekilde buyurulur:

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!”[11] Bu âyet-i kerîme de bize göstermektedir ki şeytan, müminleri yoldan çıkarmak için onları istikametten uzaklaştıracak unsurları onlara sevdireceği ve gönüllerine güzel göstereceği noktasında Allah’a and içmiştir. Bu andına sadık kalmak için de her gün bizleri yoldan çıkartacak amelleri gönlümüze, güzel olan taraflarıyla getirerek benimsememizi sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla bir inanç veya davranış gönlümüz tarafından güzel ve ilgi çekici görüldüğü zaman onların gerçekten de güzel olduğu anlamına gelmemektedir. İmtihan gereği bizi istikametten uzaklaştıracak unsurlar da bize güzel gelebilmekte, gönlümüz bu konuda istikametini koruyamamaktadır. Kendisini ihata eden birtakım unsurlar tarafından etki altına alınarak asıl işlevini kaybedebilmektedir.

İnsana Geçmiş ve Geleceğinin Süslü Gösterilmesi

Amellerin insanlara süslenmesi ile ilgili bir başka âyet-i kerîme ise Fussilet sûresinin 25 âyetidir.

وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟

“Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.”[12]

Görüldüğü üzere bu âyet-i kerîmede de insanoğlunun istikametini muhafaza edememesi neticesinde, Allah Teâlâ'nın kendilerine birtakım insanları arkadaş kılarak o arkadaşlar üzerinden bu kimselerin saparak azaba müstahak olacaklarını ifade etmektedir.  Geçmişlerinin/atalarının yapıp ettiği amellerini kendilerine güzel gösterilmesi ile veya geleceğe yönelik olarak yapmayı planladıkları amellerinin kendilerine güzel gösterilmesi ile istikametten uzaklaştırıldıkları ifade edilmektedir. Yani insanlar geçmişleriyle övünerek, onların yapmış oldukları nice İslâm dışı inanç ve uygulamaları bayraklaştırarak istikametten uzaklaşabildikleri gibi ayrıca geleceğe yönelik olarak da ortaya koymuş oldukları hedeflerinin, beklentilerinin ve planlarının da kişilere güzel gösterilerek bunlar üzerinden sapmalarını mümkün olduğu ifade edilmektedir. Oysa ki doğru olanın Allah Teâlâ'nın belirlediği ölçüler içerisinde hareket ederek, geçmişlerimizin yaptıklarını veya daha önceden kendimizin yaptığı davranışları bu ölçülere uygun olduğu durumda kabul etmeli, uygun olmadığı durumda da reddetmeliyiz. Yine geleceğe yönelik olarak yapmış olduğumuz hedefler ve planlar, eğer İslâm'ın koymuş olduğu ölçülere uygun ise onların arkasında durarak gerçekleştirmeye çalışmak, lakin uygun olmadıkları durumda da onlardan yüz çevirmek gerekmektedir. Böyle olması gerekirken gerek geçmişimizle ilgili gerekse de geleceğimiz ile ilgili İslâm dışı unsurları bırakın uygulamayı veya tasvip etmeyi onları, doğru görerek ve benimseyerek, onlara karşı sevgi beslememiz bizi hakikaten uzaklaştıracak bir yaklaşım olduğunu görmemiz gerekiyor. Kalbimizde ve gönlümüzde İslâm dışı bu unsurlara karşı sevgi beslememiz ve onlara karşı haz duymamız sapmışlığın bir göstergesidir.

 

Firavun’a Kötü Amellerinin Süslü Gösterilmesi

Yine konumuzla ilgili başka bir âyet-i kerîmede şu şekilde buyurulmaktadır:

وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

“Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.”[13]

Görüldüğü üzere, Kur'an'ın haber verdiğine göre, tarihin en büyük tâğûtlarından ve zalimlerinden olan Firavun'un, yaptığı nice hakikatten uzak amellerini güzel görerek yaptığı bize haber vermektedir. Yani Firavun, bu kötü amelleri güzel gördüğü için yapmaktaydı.  

Firavun İsrailoğulları’na karşı uygulamış olduğu zulümleri ve katliamları güzel ve faydalı görerek yapmaktaydı. Onların erkek çocuklarını katletmesi ve kız çocuklarını hayatta bırakma[14] uygulaması onun için gerekli olan, güzel olan, faydalı olan bir davranıştı. İşte Firavun gibi istikametten uzaklaşarak bu halini meşrulaştıran kimselerin yapıp-ettiği bu tür zulümler ve katliamlar, kendilerine güzel görünmeye başlanır. Bu sebeple de bu kimseler, bu tür uygulamaları ve zulümleri faydalı görerek yapmaya devam ederler. Neticede de Firavun gibi geri dönüşü olmayan bir yola girerler.

Firavun'un kendi toplumunu ahmaklaştırması[15] ve onlara: “Sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum”[16] diyerek kendisini ilâhlaştırması, hatta: “Ben sizin en büyük rabbinizim”[17] diyerek Rablik iddiasında bulunması gibi nice insanı helaka götürecek söylemler ve eylemler, ona güzel göründüğü için onları uygulamıştır. Bu yaklaşımından dolayı da bu amelleri kendine güzel gösterilmiş ve neticede Allah'ın azabını hak edecek bir kimse olmuştur. Peygamberlerin karşısında durmuş, onları yalanlamış, bütün güç ve imkanlarıyla onların davetinin başarısız olması için mücadele etmiştir. Yukarıdaki âyet-i kerîmenin ifadesi ile Firavun, bunları güzel ve faydalı gördüğü için yapmıştır.

 

Allah’ın Amelleri Süslemesi ve Güzel Göstermesi

Konumuzla ilgili bir başka âyet-i kerîme ise Rabbimizin şu buyruğudur:

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ

“Şüphesiz biz, ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar.”[18]

Görüldüğü üzere bu âyet-i kerîmede Rabbimiz istikametten uzaklaşarak o yolda ısrarcı olanlara yapıp ettikleri amelleri güzel göstereceğini ve böylece de onların o hayat içerisinde kalacaklarını ve neticede de kaybedenlerden olacaklarını ifade etmektedir. Âyet-i kerîmenin bizim günlerimize getirdiği husus şudur ki; insanoğlu kendisini istikametten uzaklaştıracak olan bir yola girdiği zaman eğer o yolda ısrarcı olursa, Allah Teâlâ da bu kimseye bir ceza olarak, yaptığı ammeleri süslü göstermekte ve böylece de yaptıklarının bir karşılığı olarak, bir daha istikameti yakalayamama cezası ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu gibi kimseler bu yola girdikten sonra artık orada yapıp-ettikleri tüm yanlışları güzel görmekte, onlara bu amelleri kendilerine süslü gösterilmektedir. İnsanoğlu da zaafı gereği, kendisi için süslenmiş olan ve kalbinin de güzel gördüğü amellere meyleder, o amelleri hayatında sürekli olarak yapmaya çalışır. Çirkin gördüğü amellerden de uzak durur.

Bu âyet-i kerîmeden de anlıyoruz ki; insanların güzel görerek yaptığı nice amellerin aslında güzel olmadığı halde, Allah Teâlâ'nın bir ceza olarak onlara güzel göstermesi neticesinde insanlar tarafından yapıldığını görmekteyiz. Tarih boyunca insanların istikametten uzaklaşarak içerisine sürüklenmiş olduğu bâtıl inançların ve hayat tarzlarının, uygulayıcıları tarafından güzel görüldüğünü, benimsendiğini ve bunun bir sonucu olarak da hayatlarını onlara göre sürdürdüklerini görmekteyiz. Yoksa insanlar üzerinde bulundukları yolun bâtıl bir yol olduğunu bildikleri halde, o yolda ısrarcı olmamaktadırlar. İşte böylesine bir durum da insanların dünyada içine düşmüş oldukları büyük bir aldanışı ifade etmektedir. Bunun bir sonucu olarak da ahirette de daha büyük bir azapla karşı karşıya kalacaktır. Allah Teâlâ nasıl ki; iman ederek istikametini koruma gayreti içerisinde olan kimselere inayeti ile yardımda bulunuyor ise, aynı şekilde istikametten uzaklaşarak bâtıl anlayışlara sürüklenen ve oradaki istikametini koruyan, orada yaptığı ameller kendisine güzel görünen kimseleri de bu bâtıl inanışlarda kalmalarını onlara güzel göstererek cezalandırıyor.

Kur'an-ı Kerim'in bir başka ifadesi ile İsrailoğulları, Mısır'da yaşamış oldukları zaman diliminde Mısır halkının putperest bir toplum olmasından etkilenerek, yüreklerinin bir köşesine putçu anlayışları yerleştirmişlerdi. Bu anlayışları sebebiyle de istikametten uzaklaştıklarını haber vermektedir. Her ne kadar peygamberleri kendilerini istikamete ulaştırmak için gayret gösterseler de kalplerine yerleşmiş olan bu putçu anlayışların süreç içerisinde zuhur etmesiyle haktan ve hidayetten uzaklaştırdıklarını örnekler üzerinden bize anlatır. Bu kimselerin Allah'ın nice ikramlarına muhatap oldukları halde kendi peygamberlerinden bile kendilerine put yapmalarını istemeleri[19], onların bu konudaki sapmalarının bir göstergesidir. Yine Kur’an-ı Kerîm'in ifadesi ile bu bâtıl anlayışlarında ısrarcı olmaları, bu bâtıl anlayışları kalplerinden tümüyle söküp atmamaları sebebiyle onların kalplerine “buzağı sevgisinin” yerleştirildiğini haber vermektedir.[20] Bu tür inançları içselleştirdiklerini ve bu sebeple de Allah’ın kendilerine bir ceza olarak bu durumlarının güzel gösterilmesiyle cezalandırıldıklarını görmekteyiz. Çünkü bu durumların güzel görünmesi, o yolda yürümeye devam edilmesini de gerekli kılmaktadır. O yolda ısrar emek ise kişinin azabını daha büyük ve kalıcı hale getirmektedir.

 

Müminlere İmanın Sevdirilmesi ve Güzel Gösterilmesi

Allah Teâlâ nasıl ki yanlışlarda ısrar eden ve istikamete dönmek için bir gayret ortaya koymayan kişileri, bu durumlarında ısrarcı olmalarından dolayı bâtıl anlayışlarını kendilerine süslü göstermekte ise aynı şekilde hidayet üzere olan ve istikametini korumaya çalışan müminlere de yardımını göndererek onları istikamet üzere kalmalarını sağlayacak birtakım yardımları da söz konusudur. Kur'an-ı Kerim'de rabbimiz bu yönüyle müminlere olan yardımını ifade etmek için bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ

“Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”[21]

Görüldüğü üzere bu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, mümin olan kullarına imanı sevdirdiğini, onu gönüllerine süslü gösterdiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla istikametini koruyan ve samimiyetini muhafaza eden kimselere Allah Teâlâ, yardım ederek kendilerini hidayet üzere tutacak gerek imanî gerekse de amelî unsurları kalbine sevdireceğini, onları süslü göstererek o ameller üzere hayatını devam ettirmesini sağlayacağını ifade etmektedir. Dolayısıyla Allah Teâlâ, iman eden kullarını kendi iradeleriyle baş başa bırakmamakta, onlara yardımını göndererek imanın gereği olan unsurları onların kalplerine sevdirerek ve süsleyerek o amelleri üzerine ayaklarını sabit kılmaları konusunda kendilerine yardım ettiğini ifade etmektedir. Zaten Allah'ın bu tür yardımı olmazsa, insanların istikametlerini muhafaza edebilmeleri çok mümkün değildir. Bâtıl anlayışların her taraftan Müslümanları kuşatmış olduğu bir durumda, hakla bâtılın birbirine karıştırıldığı anlayışların belirleyici olduğu bir durumda Müslümanların ayaklarına kaymaması çok mu çok zordur. İnsanoğlunun zaafını bilen Allah Teâlâ, kendisine iman eden, istikametini koruyan müminleri kendi nefisleri ile baş başa bırakmamakta, onlara ilâhî yardımıyla destek olmaktadır.

Allah Teâlâ mümin kullarına, sadece imanı sevdirerek ve onu kalplerine süsleyerek yardımda bulunmamış bununla birlikte onları istikametten uzaklaştıracak hususları da onların kalplerine kötü göstererek bunlardan uzak durmaları konusunda da müminlere yardım etmiştir. Söz konusu âyetin ifadesiyle, Allah Teâlâ insanları tümüyle istikametten uzaklaştıracak olan küfrü; yani inkârı, Allah’ı veya O’un hükmünü reddetmeyi; insanı ebedî cehennemlik yapacak olan bu durumun içerisine düşmeyi mümin kullarına kötü gösterdiğini ifade etmektedir. Böylesine bir durumda Allah’ın mümin kullarına yaptığı en büyük yardımlardan birisidir.

Ayrıca Allah'ın hudutlarını aşmak olarak ifade edebileceğimiz fıskı da; yani fasıklığı da insanlara kötü göstererek insanların Allah'ın hudutları içerisinde bir hayat yaşamaları gerektiğini onlara sevdirmiştir.

Yine ayrıca, Allah'a isyan olabilecek her türlü hususu mümin kullarına çirkin göstererek Allah'ın hudutlarını korumaları gerektiği konusunda onlara yardım etmiştir. Allah Teâlâ istikametini korumaya çalışan mümin kullarına bu şekilde yardım ederek hem dünya hem de ahiret saadetini sağlayacak unsurları onlara sevimli göstermektedir. Bununla birlikte hem dünyada hem de ahirette kendilerine zarar verecek unsurları onlara çirkin göstererek onları bu duruma düşmekten muhafaza ederek kendilerine yardım etmiştir.

Âyet-i kerîmenin devamında ifade edilen: “İşte doğru yolda olanlar bunlardır” ifadesi ise bize imanı ve imanın gereği olan şeyleri seven, onlara iştiyak duyan, onları süslü görerek onlara yönelen kimselerin istikamet üzere olduklarını ifade etmektedir. Yine küfrü, Allah'ın hudutlarını aşmayı ve ona isyan olabilecek unsurlardan uzak durmayı da hidayet üzere olmak ve istikamet üzere olmanın bir gereği olarak saymaktadır.

Konunun burasında şunu da ifade etmek gerekir ki; bazı insanların savunduğu gibi Allah Teâlâ insanoğlu insanoğlu ile olan ilişkisinde  birtakım kural ve kaideler belirleyerek, insanları bunlarla baş başa bıraktığı ve insan hayatına hiçbir şekilde müdahil olmadığı gibi bir yaklaşımları söz konusudur. Oysa ki Kur’an-ı Kerîm'e baktığımız zaman ve söz konusu ettiğimiz âyetlere de baktığımız zaman görüyoruz ki; Allah Teâlâ, kullarına hak ettikleri ölçüde karşılık vererek onlara imanı veya küfrü süsleyerek, güzel göstererek etki ettiğini söylemektedir. Buradan da anlıyoruz ki; Allah Teâlâ, iyiye yönelen kullarına yardımını göndererek onları istikamet üzere tuttuğu gibi kötüye yönelen kullarına da orada ısrarcı oldukları durumda o hallerini süslü göstererek bâtılda ısrarcı olmalarını sağladığını görmekteyiz. Allah Teâlâ, küfürde ısrarcı olan kâfirler hakkında şöyle buyurmaktadır:

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْؕ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌؗ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌࣖ

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.”[22]Görüldüğü üzere küfürde ısrarcı olan kâfirler daha dünyadayken Allah Teâlâ tarafından imam etmelerinin engellenmesiyle cezalandırılıyorlar. Normal şartlarda herkesi için söz konusu olan; ölünceye kadar iman etme hakkı bu kimseler için olmayacağı ifade ediliyor. Allah Teâlâ küfürde ısrarcı olan kâfirlere müdahale ederek onların kalplerini küfür üzere sabit kılıyor ve iman etmelerinin artık mümkün olmayacağını ifade ediyor.

  Yukarıdaki âyetlerde bize gösteriyor ki, Allah ile kulları arasındaki ilişki; sürekli etkileşim içerisinde olduğu, Allah Teâlâ'nın insan hayatına sürekli müdahil olduğunu gösteriyor. Tabii ki Allah Teâlâ'nın bu müdahil olması; kulun tercihleri ile ilgilidir. Yani Allah Teâlâ, iyiye yönelen kullarına bu konudaki samimiyetlerini muhafaza ettikleri sürece yardım ederek istikametlerini muhafaza etmeye yardım ettiği gibi kötüye yönelen kullarını da orada ısrarcı oldukları sürece o durum üzere kalmalarını sağlayarak cezalandıracağı ifade edilmektedir.

O halde biz müminler olarak; Kur'an'da, Allah'ın yardımını bize ulaştıracak unsurlar olarak gündeme getirilen hususlara ısrarla sarılmalı ve bizi istikametten uzaklaştıracak her türlü husustan da şiddetle kaçınmalıyız. Hatta şunu bilmeliyiz ki bir düşünce veya fikrin eğer Kur’an’dan referansı yoksa, onun dışında bir takım referanslarla elde ettiğimiz doğrular ise, bunlar bizim kalbimize güzel ve doğru göründüğü için güzel olmayabilirler. Bizler ihlasımızı ve samimiyetimizi kaybettiğimiz durumda sahip olduğumuz bazı düşünceler sebebiyle, onlarda ısrarcı olmamız neticesinde Allah Teâlâ'nın sapmamız için bu düşünceleri ve fikirleri bize göster güzel göstermesi ve süslemesi de olabilirler. Bu açıdan bir düşünce ve fikir aklımıza, gönlümüze güzel göründüğü için değil, Kur’an-ı Kerim'in muhkem naslarından geçer not aldığı için benimsiyor olabilmemiz lazım. Böyle olmayan fakat bize güzel gelen düşüncelere karşı da her zaman hassas olmalı, bunların bizi saptıracak birer unsurlar olabileceğini, bunlarda ısrarcı olduğumuz durumda süreç içerisinde bunları kalben doğru ve güzel görerek bunlar üzerinden sapabileceğimizi asla göz ardı etmemeliyiz.

 Biz müminler olarak, Allah Teâlâ'dan bu konuda bize yardım etmesini, imanın gereği olan unsurları bize sevdirmesini; onları kalplerimize güzel göstermesini; bizi istikametten uzaklaştıracak her türlü hususu da bize çirkin göstererek bizleri onlardan muhafaza etmesini rabbimizden niyaz ediyoruz.

 


[1]Tâhâ, 96.

[2]Tâha, 88.

[3]Tâhâ, 94.

[4]A’râf, 150.

[5]Yusuf, 13.

[6]Yusuf, 28.

[7]Yusuf, 28.

[8]Yusuf, 83.

[9]Nahl, 63.

[10] Enfâl, 48.

[11]Nahl, 39.

[12]Fussilet, 25.

[13]Mümin, 37.

[14]Bakara, 49.

[15]Zuhruf, 54.

[16]Kasas, 38.

[17]Nâzi’at, 24.

[18]Neml, 49.

[19]A’râf, 138.

[20]Bakara, 93.

Makaleler

Hava Durumu


VAN