KUR'AN-I KERİMİ DOĞRU ANLAMAK -III-

Nihat GÜÇ

16-11-2020 11:18


"Madem ki Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından İslam dini ile uyuşmayan birçok geleneği, göreneği, örf ve adeti kaldırdığı konusunda hem fikiriz. Peki bu söylediklerimizden şunun anlaşılması gerekmez mi? Peygamberin ortadan kaldırmayarak geriye bıraktığı unsurlar Yüce İslam dini ile uyuşan unsurlardır. Araplara has bir unsur değildir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kabul ettiği, yaşadığı ve yaşanmasına müsaade ettiği bir hayat, İslam ile ters olabilir mi? Deve kelimesini bu konuda örnek verebilirim. Sayabildiğim kadarıyla "deve" kelimesi Kur'an'da on altı yerde geçiyor. Yaşadığımız toprakların hiçbir yerinde bu hayvan yok ve yaşamıyor. Şimdi kalkıp bu ayetler Arap kültürü ile ilgilidir, o halde bunları Kur'an'dan çıkaralım veya bu ayetler beni ilgilendirmez diyebilir miyiz?"

"Tabi ki diyemeyiz." dedi Sait.  

"O halde değerli abim! Bu dediklerinizden Kur'an-ı Kerim'i anlamanın bir yolu, bir yordamı yok. Arapçayı sonradan öğrenmiş bir adamın yaptığı çeviriyi kabul ediyorsun. Ancak keyfine göre ayetlere mana verebilmek için Peygamberden bize aktarılmış hadisleri de Arap kültürü adı altında inkar ediyorsun. Kur'an-ı Kerimin anlaşılması için bir ömür çürütmüş başka birisinin yaptığı yorumu kabul etmiyorsun." dedi Abdullah. Sait bunun üzerine biraz kızarak ve ses tonunu da değiştirerek:

"Ne laf anlamaz bir adamsın! Sana diyorum ki başkasına ait yorumları bir tarafa at, o zaman bak nasıl bir güven gelecek sana ve ayetlerden nasıl da yeni anlamlar ve yorumlar çıkaracaksın." dedi. Bunun üzerine Abdullah:

"Değerli abim! Kur'an-ı Kerim Arapça indirildi. Bu konuda bir sorunumuz yok, öyle değil mi?"

"Evet! Bu doğru."

"Hz. Muhammed (s.a.v) Arap idi ve Arapça onun ana diliydi. Bu da doğru öyle değil mi?"

"Evet bu da doğru." dedi Sait.

  "Çevresinde bulunan, kendisine iman eden sahabenin neredeyse tamamı da Arap idi ve Arapçayı anadilleri olduğu için bizlerden çok daha iyi biliyor, anlıyor ve konuşuyorlardı öyle değil mi?" 

"Evet bu da doğru." 

"Biraz daha ileri giderek söylüyorum. O insanların tamamı Arapça düşünüyorlardı."

"Evet! Bu da doğru."

"Arap olanlar, Arapça konuşanlar, Arapça düşünenler; Arapça indirilen bir kitabı anlamadıkları noktaları Hz. Muhammed (s.a.v.)'e müracaat ederek soruyorlar ve öğrenmeye çalışıyorlar." 

"Evet. Şimdi bile anlaşılmayan yerler ve kelimeler olabilir."

"Madem anlaşılmayan kelimeler olabilir diyorsunuz. Bu durumda tefsirlere de ihtiyaç var demektir. Yok eğer "anlaşılmayan kelime, konu, hüküm yok" diyorsanız o zaman Peygamber Efendimizin (s.a.v.)'in gönderilmesine de gerek yoktu demelisiniz. Peygamber olmayınca O'ndan gelen hadisler de olamaz. Bu durumda size katılırım. Ancak Peygamberin gönderildiğini inkar edemiyorsanız ki inkarı küfürdür, yani dinden çıkmaktır, o halde bu Peygamberin ayetler ile ilgili söyledikleri de olmalı. Şayet "Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in anlaşılmayan noktaları açıklama gibi bir görevi yoktur" diyorsanız veya bir ayetin bir ibadetin, bir hükmün tatbiki noktasında Peygamber olmadan da anlayabilirim diyorsanız size bir soru sormak istiyorum." dedi Abdullah.

"Önce sorunuzu alayım." diye cevapladı Sait.

  "Yüce Allah; Kur'an-ı Kerimi, Kabe'nin çatısına veya herhangi yüksek bir dağın tepesine indiremez miydi?" diye sordu.

"İndirebilirdi elbet. Buna kim engel olabilirdi ki?" 

  "Yüce Allah, Kabe'nin çatısına Kur'an-ı Kerimi bir kitap halinde indirdikten sonra; "Ey kullarım! İşte bu benim kitabım. İçinde emir ve yasaklarım var. Onları okuyun ve kim nasıl anlıyorsa öyle anlasın ve yaşasın." diyebilirdi. Eğer böyle demiş olsaydı sizin dediklerinizin tamamı doğru olurdu. Ancak malumunuz durum hiç de böyle değil." 

"Bilmem ki." dedi Sait.

"Madem Yüce Allah böyle bir şey yapmamış. İçimizden birini davranışlarıyla örnek ve rehber olması adına Peygamber olarak göndermiş. O da yirmi üç yıl boyunca aramızda yaşamış. Ayetlerin nasıl anlaşılması ve nasıl yaşanması gerektiğini en ince teferruatına kadar gece gündüz Arapça olan ayetleri, Arapça konuşan ve düşünen insanlara anlatmış. Şurası şöyle anlaşılır, şurası da böyle yaşanır demiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bu anlattıkları bize hadis olarak gelmiş. Canlarını gözünü kırpmadan feda eden ve bütün malını Allah yolunda sarf eden bu insanların naklettikleri hadisleri süslü püslü koltuklarımızda arkamıza yaslanarak "Bunları kabul etmiyorum." diyeceğiz. 

Allah Kitabını Kabe'nin çatısına indirmeyerek bize bir mesaj veriyor. Yani bize Peygamber göndermiş olması aslında: "İndirdiğim ayetlerimi, emirlerimi ve yasaklarımı istediğiniz gibi ve keyfinize uydurarak anlamaya kalkışmayın! Ancak aranızdan Resul olarak seçtiğim ve kendisine vahiy verdiğim kıymetli elçimin anladığı ve yaşadığı gibi anlayın ve yaşayın." demiş olmuyor mu? Ve sen Arapçanın A'sını dahi bilmeyen değerli arkadaşım! Hadisleri kabul etmediğin gibi hiçbir tefsir kitabına da müracaat etmiyorsun. Sadece bir meale bakarak Allah'ın kitabından hüküm çıkarmaya kalkışıyorsun. Sanırım bu yaptıklarınla hukuk okumayan bir hukukçu, tıp okumayan bir doktor gibisin. Bu konuda çok cesur olduğunu düşünüyorum." dediğinde.

Sait düşüncelere daldı, söyleyecek bir söz bulamadı. Uzun bir süre yerinde öylece sessiz kaldı. Abdullah da kendisini fazla yormamak adına başka bir zaman görüşmek üzere diyerek müsaade isteyip yanından ayrıldı.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN