SON BİRKAÇ AYIN GÜNCELİNE VE SÂBİTELERE DAİR KISA KISA

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

23-06-2019 23:48


İnternetteki paylaşım sayfamda son birkaç ay içerisindeki çeşitli güncel gelişmeler ve sâbitelerimize dair yorumlarımı yeniden eskiye doğru bir kronolojiyle dikkatlerinize sunuyorum:

Bu memlekette kumarda da aşkta da kazanan taraf her defasında laik-kemalist düzen oluyor. Zira toplumun düzeni aşacak bir ufku yok maalesef. Düzen ya kırk katır ya kırk satırla işi götürüyor, kurduğu sağ-sol tahterevallisi sayesinde toplumu bir o tarafa bir bu tarafa sevk ederek kendisini ayakta tutmayı başarıyor.
Toplum Erdoğan'a aşık oluyor neticede kazanan düzen oluyor, ondan küsüp bir başkasına aşık oluyor kazanan düzen oluyor. Piyangoda olduğu gibi her seçimde de en büyük ikramiye düzenin oluyor.
Bizler insanları bu laik-demokratik oyunun köhne bâtıl düzenin lehine, kendilerinin aleyhine işlediğini ikna etmeye ne kadar çalışsak da toplum yıldırım aşkıyla birilerine bağlanmaktan geri durmuyor.
Oysa dünya ve âhiret hayatı için yegâne çıkış yolu bu bâtıl düzenden akidevi olarak kesin şekilde teberri ve kararlı-istikrarlı olarak Allah'ın dinine ittiba etmektir.

AKP prodüksiyon sundu: "Bir gazozdan efsane çıkarmak"
Adam bildiğiniz üçüncü sınıf müteahhit. Ağzı bozuk, yalancı, otel görüşmesinde görüldüğü üzere gizli kapaklı, alengirli işlere çok yatkın. Kısacası gazoz.
İşte AKP, A Haber mantığında ısrarıyla bu gazozdan bir efsane çıkararak inanılmazı başardı!

E.İmamoğlu ile ilgili en yalın gerçek, belediye başkanlığına bir "yedi kocalı hürmüz" olarak gelmiş olduğudur. Çok kıvrak biri olduğu ortada, fakat o kıvraklığı bile bu işin içinden çıkmasına yetmez.

...

Bizim duruşumuz akidevi temellidir ve politik konjonktür ve aktörlere göre değişmez. Bu sâbiteyi bir kez daha ifade ettikten sonra, bugüne dair şu politik yorumu yapmaktan geri durmak istemem:

İstanbul seçmeni, CHP adayını seçerek AKP'yi ve onunla birlikte kendisini de cezalandırmış oldu. Ki cicim ayları geçince bu gerçek ortaya çıkacak ve seçmen de bu gerçeği kavrayıp pişman olacaktır.

Zira CHP zihniyeti yıkar ve fakat asla yapamaz. "Dindar"-Muhafazakâr kesimler ve politikacılar bu düzenin hamallığını yapmaktan vazgeçip CHP'nin eline bıraksa bu düzenin birkaç yılda tepetaklak olduğunu görürüz. En son Ecevit liderliğindeki 28 Şubat hükümetlerinde görmüştük bu durumu.

İstanbul'da bir hayat nizamı, fert ve toplum hayatında belirleyici olacak bir yön/kıble seçimi yapılmadı. 
Sadece, neo-liberal kapitalist sosyo-ekonomik işleyişin sağ-muhafazakârlar tarafından mı, yoksa sol-kemalistler tarafından mı yönetileceğine dair bir seçim yapıldı.
AKP kazansaydı AVM'leri sağ-muhafazakârlar dikmeye devam edecekti, CHP kazandı ve Beylikdüzü'nde olduğu gibi AVM'leri onlar dikecek, rantına onlar ortak olacak.
Gerisi işin esasına dair olmayan ayrıntılardır.

Antep veya Adana'ya insanlık düşmanı Rusya ve finosu Esed rejimi tarafından bombalar atılsa ve her gün insanlar katledilse Türkiye'de yer yerinden oynar ve devlet misilleme yapardı değil mi?
İdlib bu şehirlerin çok yakınında. Hergün bombalanıyor, mazlumlar katlediliyor. Buna karşılık toplumun da devletin de temel gündemi İstanbul'daki seçimler.
Görüldüğü üzere ulus-devlet mantalitesi, İngiliz ve Fransız gâvurlarının Müslümanlara attığı en büyük kazıktır. Antep'le İdlib'i bu kadar birbirinden koparan, Ümmet şuurunu yok eden, zihin ve kalplere de aşılmaz sınırlar çizen bir mantalitedir.

Mü'minlerin Kur'an'da zikredilen temel vasıflarından biri iyiliği emr kötülüğü nehy yükümlülüğünü yerine getirmektir.
En önemli imtihanlarımızdan biri bu alandadır. Tarihimizde bu yükümlülüğü terk eden saray mollalarının yanısıra, bu imtihandan zor şartlarda alnının akıyla çıkan birçok âlim olmuştur.
Onlardan biri olan İmam Nevevî, Memluklu sultanlığının kurucusu Baybars'ın kimi uygulamalarına karşı sert muhalefet etmiş, buna karşılık bazıları kendisini, sultanı eleştirmeye devam ettiği takdirde hizmetlerinin engellenebileceği konusunda ikaz etmiştir.
İmam Nevevî ise onların bu yaklaşımına karşılık, sultanın değil Allah'ın rızasını esas alan İslami duruşunu bozmamış ve sultanla ciddi sorunlar yaşamıştır.
İyiliği emr kötülülüğü nehy cihadı terk edildikten sonra ortada İslami hizmet mi kalır?

(İdlib’den gelen acı bir fotoğraf üzerine yaptığım yorum): İdlib'de Rusya-Esed hava saldırılarında katledilmiş yakınının başında ağıt yakan bir ablamız.
Bugün için temel sorunumuz, Ümmet'in onu koruyacak bir İslam devletinden mahrum olmasıdır. Gerisi ikincil-üçüncül meselelerdir.
Enerjimizi birincil-temel meselemize yoğunlaştırmamız lazım ve farklılıklarımıza rağmen, küfrün-tuğyanın izalesi ve Hakkın ikamesi hedefini paylaşan mü'minlerin bu birincil meselede dayanışma içinde olması gerekir.

İsmi geçen ve Esma'ul Husna konusunda üç ciltlik kitabı da olan zatın, Rabbimizin el-Ekrem ismini seçimlere yönelik subliminal bir mesaj olarak paylaşması mümkün değildir. Bu iddia komploculukta nirvanaya ulaşmaktan başka bir şey olamaz.
Fakat burada üzerinde durulması gereken bir husus var ki o da şudur:
Söz konusu zat son dönemlerdeki zik-zakları ve "Yaşar Nurileşme temayülü" diye ifade ettiğimiz yönelimleriyle bu tür bir algıya muhatap olabilecek bir istikametsizliğin içinde bulunmaktadır.
İçine düştüğü bu trajik hali sorgulaması ve izzeti sağda-solda değil, Allah, Rasulü ve mü'minlerin yanında arama çizgisine yönelmesi gerekir.

İçişleri bakanı ferman buyurmuş, hükümet olarak 6 aya kadar Arapça tabelaları kaldıracaklarmış.
Arapça tabelaları kaldırınca ortada yüzde 30 Türkçe, yüzde 70 de İngilizce tabela kalmış olacak.
Bari Türkçeleri de kaldırın hepsi İngilizce olsun. Böylece yerli ve milli hükümet nasıl olurmuş bütün dünya tanıklık etsin.

İşgal işbirlikçisi alçak Esed rejimi, İdlib kentinin farklı bölgelerine hava saldırısı düzenledi. Saldırıda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 13 mazlumun katledildiği, 25 mazlumun yaralandığı belirtildi. Yaralılar bölgedeki hastanelere sevk edildi.
Esed rejiminin İdlib'e bağlı Maaret el Numan bölgesinde bir ambulansı vurduğu ve saldırıda iki sağlık görevlisinin hayatını kaybettiği de gelen haberler arasında.

Ayetlere göre hareket etmekle yükümlü olan ve bu yükümlülüğü üstlendiklerine dair Rableriyle akitleşmiş olanların, anketlere göre hareket eden politikacıların ardı sıra sürüklenmesi trajik bir durumdur.
Rasulullah (a.s.)'ın vârisi olarak onun misali "sirâcen munîra", yani yön arayanlara hak yönü gösteren deniz feneri olmak varken, konjonktürel sularda sürüklenen istikametsiz gemiler durumuna düşmek ne acıdır.

Küresel firavunizme ve dolayısıyla onun yerel uzantısı batıcı laik düzenlere karşı insani ve İslami muhalefetimizi öncelikle kavramlar bazında gerçekleştirmemiz gerekir.
Emperyalizmin işgalleri karşısında duruşumuzu doğru ve yerinde özgün kavramlarla kavileştirmeliyiz.
Mesela bizim merkezi coğrafyamızı halen İngiliz firavunizminin kavramsallaştırdığı şekilde "Ortadoğu" olarak anmayı terk etmeliyiz. İsimlendirme, yön tayin etmenin başlangıcıdır zira. Yakındoğu kavramını kullanabiliriz.
Bir başka kavram olarak "Batı medeniyeti", "Batı uygarlığı" terkiplerini asla kullanmamalıyız. Bunun yerine "Batı cahiliyyesi" terkibini kullanmak, hem Kur'an'ın öğretisine ve hem dolayısıyla vakıaya uygun olandır.

Cübbeli Ahmet "Uzuvlara göre şifa ayetleri" adıyla rezil içerikli bir kitap (!) pazara sürüp Allah'ın Kitabını alet ederek servet kazandı.
Cübbesiz Yılmaz ise "Ata donunu şöyle giyerdi" gibi anlatıları aktardığı kitabını (!) 2.500 TL'ye kemalizmin dindarlarına kakalayıp köşeyi döndü.
Şimdi Cübbeli kemalizme göz kırptığına göre Cübbesizle güçlerini birleştirip "Nutuk cümlelerinin esrarı ve fazileti", "Nutuktan uzuvlara göre şifa cümleleri" başlıklı kitaplar yazıp piyasaya sürsünler. Halk Tv ve Ulusal Kanala da reklam verdiler mi köşeyi dönerler.

Bazı arkadaşlar iki gündür işi gücü bırakmış Muhammed Mursi'yi tekfir etmek için argümanlar üretiyor, paylaşım üstüne paylaşım yapıyor.
İslam'ın böyle dostları varken düşmanı olmasına gerek var mı.
Kanaatinizi belirtir ve konuyu kapatırsınız. Nedir bu tekfir şehveti?
İdlib'i gündem edin, Filistin'i gündem edin, Türkiye'deki cahiliye bataklığını gündem edin. İşiniz gücünüz yok mu sizin?

Erdoğan birkaç hafta önce "Artık bu ülkede hiç kimse darbe yapamaz" diye açıklama yapmıştı. Dün ise "Bu ülkede de Sisi'ler var, dikkatli olmalıyız" dedi.
İlk açıklama hiçbir gerçekçi karşılığı olmayan bir hamasetten ibaretti. İkincisi ayniyle vaki, fakat medyada ilki kadar ilgi görmedi.
Demek ki bu ülke insanı hamaset ve masal dinlemeyi çok seviyor.

Pazar akşamı Tv kanallarında yayınlanan tartışmanın bir kısmını izlemiştim.
Çıkardığım iki sonuç:
1- CHP adayı Fetullahçı olamaz. Zira onlar sınav sorularını önceden aldıklarında sınavda tulum çıkarıyorlardı. Bu ise moderatörle buluşup soruları aldığı ortaya çıkmasına rağmen yine de programda çuvalladı.
2- Seçimi hangi aday kazanırsa kazansın AKP kazanmış olacaktır! Zira bu Ekrem'in bütün vizyonu klasik bir inşaat müteahhitliğinden ibaret. 
İBB'nin 20 küsur iştiraki var deyip sonra bazılarını saymak istedi ve görüldüğü üzere sadece Kiptaş'ı sayabildi. İBB başkan adayı ve 17 gün de başkanlık (!) yapmış biri olarak biraz düşünmesine rağmen başka bir iştirak adı aklına gelmedi. Belli ki seçimi kazanırsa aklı Kiptaş'ta ve o iştiraki İmamoğlu A.Ş.'ye dönüştürecek.

İhvan ve merhum Muhammed Mursi, tercihlerini Allah, Rasulü ve mü'minlerden yana yapmış ve hiçbir zaman da bu tercihlerini gizleyip saklamaya yönelmemişlerdir.
Bununla birlikte Mısır'da merhum Seyyid Kutub gibi Kur'ani/Nebevi yöntem gereği cahiliyeden ayrışma temelinde dâvet eksenli bir mücadele çizgisinden ziyade, sistem içi iktidar mücadelesi yöntemine yönelmeleri yanlış bir tercih olmuştur.
Bize düşen, dışlayıcı, tekfirci bir imha yaklaşım ve dili yerine, ıslah eksenli yaklaşımla Mısırlı kardeşlerimize Hakkı tavsiye etmektir.

AmeriKAN devleti, satanist bir grubun başvurusu üzerine satanizmi bir din olarak resmen tanımış. Kendisi büyük şeytan, tüm insanlığa dayatmaya çalıştığı resmi dini de satanizm değil miydi zaten bu insanlık düşmanı soykırım imparatorluğunun.

İnna lillahi ve inna ileyhi râciun.
AmeriKAN finosu generallerin darbesi sonrası konulduğu zindanda yıllardır tecrit altında zulüm gören Muhammed Mursi, duruşma salonunda vefat etti.
Zalimlere lânet olsun. Muhammed Mursi'ye Rabbimizden rahmet, Mısırlı Müslümanlara ve tüm Ümmet'e sabır diliyorum.

Ümmetin mevcut halini A'raf Suresi 128-129. ayetler ışığında değerlendirelim ve ümidimizi diri tutalım:
"Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Akibet muttakilerindir.
Onlar da: Sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa): Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar, dedi." (A'raf 128-129)

İslam Rabbimizin boyasıdır. Mü'min olmak ve Rabbimizi razı etmek isteyenler için yol bellidir: İnsan hevasının ürettiği tüm boyalardan (dünya görüşü ve yaşayış biçimi) arınarak yalnız Allah'ın boyasıyla boyanmak.
Bunu yapmak yerine, Allah'ın boyasını laiklik, demokrasi, nasyonalizm/milliyetçilik, sosyalizm, kapitalizm, liberalizm gibi beşer hevasının ürettiği sentetik boyalarla sentez etmeye, bulandırmaya kalkışmak,
Veya Allah'ın boyasını bâtıl toplumsal/siyasal işleyişleri Hak gibi göstermek için bir dekorasyon malzemesi olarak kullanmaya teşebbüs etmek bunu yapanlara Hesap Günü altından asla kalkamayacakları bir vebal yükler.

Sabahki gazete manşetleri:
İktidar medyası: Yıldırım ezdi geçti
Muhalefet medyası: İmamoğlu farkı
İki taraf arasında kalan medya: Demokrasi kazandı
Kısacası bu işler piyango misali. Büyük ikramiye kime çıkarsa çıksın onun onlarca kat fazlasını oyunun sahibi düzen kazanıyor. Gazetelerin klasik piyango manşetidir: Büyük ikramiye devlete. 
Sistem içi polititik rekabetler de bunun gibidir. Kazanan her defasında tükenmiş paradigmasına rağmen demokrasi oyunu sayesinde kendini tazeleyen düzen olur.

- Ey halkım ezan Arapça aslıyla mı yoksa Türkçe mi okunsun?

- Ezanın Türkçesi, Kürtçesi mi olur, o evrensel bir çağrıdır. Tabii ki aslıyla okunmalı.

- Peki ezanın şiarları bugünkü gibi mahkûm olarak mı kalmalı yoksa sosyal, siyasal, ekonomik tüm iş ve ilişkilerimize hâkim mi olmalı?

- Şey yani nasıl desek, ezan her yerde gümbür gümbür okunuyor ya işte daha ne istiyorsunuz!

- Sadece ve sadece okunan ezanın gereğinin yapılmasını. Rabbimizin, ezanda olduğu gibi hayatta da tekbir edilmesini, sözünün üzerine söz, hükmünün üzerine hüküm kabul edilmemesini.

"Babalar Günü" dedikleri şey, para babalarının stoklarını eritip servetlerine servet katmak için peydahlanmış alışveriş festivali günlerinden biri.
Uydurulmuş seküler kutsallıkların tümü gibi kapitalist çarkların bir parçası.

İnsanlar Allah'a iman ediyormuş da, O'na itaat konusunda sorunları, ihmalkârlıkları varmış.
Bu bayat Mürcie masallarını geçin artık. Meteoroloji'nin bir açıklamasıyla arabalarına battaniye saran, İSKİ'nin bir açıklamasıyla evdeki tüm su kablarını dolduran ve fakat Rabbimizin onca ikazlarına rağmen âhirete yönelik hazırlık yapmayan insanların meteoroloji ve İSKİ'ye inandıkları kadar Allah'a inanmadığı açık ve net.
Kısacası sorun iman sorunudur.

Üç kuruşluk çikolata hediye etseniz teşekkür üstüne teşekkür edecek insanlar kitap hediye ettiğinizde ya kitap okumuyorum deyip geri çeviriyor ya da size lütfedercesine alıyor ve teşekkür etmek yerine lütfedip (!) aldığı için bir de sizden teşekkür bekliyor.
Kitap hediye edildiğinde sevinen ve şükran duyan, yani kitaba önem veren çok az insana rastladım bugüne kadar. 
Toplum bu düzeyde olduğu için maalesef umut vermiyor. 
Tabii ki biz ecrimizi Rabbimizden beklediğimiz için durmak yok dâvet cihadına devam diyoruz.

Rusya şeysi Piton "ABD ile Rusya ilişkileri giderek daha da kötüleşiyor" demiş.
Suriye'yi işgalinin bile siyonist işgal devleti tehlikeye düşmesin diye Esed'i ayakta tutman için ABD'den aldığın bir görev olduğu ortaya çıkmışken, halen bu bayat masalları ne diye anlatırsın alçak kiralık katil.

Türkiye ABD'ye karşı Asya ekseniyle hareket ediyormuş. Yeni Şafak bugünkü manşetinde bunu söylüyor.
Peki hangi ülkelerden oluşuyor bu "Asya ekseni"?
Suriye'de ve Kafkasya'da Müslüman kanına doymayan Rusya. 
Doğu Türkistanlılara kan kusturan Çin. 
Keşmir'de Müslümanlara hayatı zindan eden Hindistan.
Suriye'de, Irak'ta mezhepçi-yayılmacı politikaları uğruna Müslüman kanı dökmekten çekinmeyen İran.
Kısacası zâlimlerden zâlim beğenme çıkmazı. 
Allah'ı, Rasulünü ve mü'minleri veli edinip izzeti İslam'da aramak yerine bir batılı bir doğulu zâlimlerin yanında aramanın kaçınılmaz neticesi zillettir.

Fıkhetmek, İslam'ın herhangi bir hükmü ile güncel arasındaki bağı doğru kurmak ve ona göre hareket etmek demektir.
İmdi, son dönemde Osmanlı'daki "Zimem defteri" adı verilen hayır geleneğini bu çağa da taşımaya yönelik çabalar artmış durumda.
İslami hassasiyet sahibi insanlar, varoş semtlerindeki bir bakkala gidiyor ve veresiye defterlerini hesaplatıp tüm borçları ödeyerek veresiye alışveriş yapıp da borcunu ödeyemeyen insanlara yardımcı olmaya çalışıyor.
Fakat burada ciddi bir sorun var. Hayır-hasenat işleri, iyi niyet kadar harcanan hayır parasının ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve istismarına mahal verilmemesi için ciddi bir dikkat ve titizliği de gerektirir.
Bu veresiye defteri kapatma işinde bu noktada önemli sıkıntılar söz konusudur. Şu an esnaflıkla iştigal eden birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, veresiye defterlerinin bir kısmı evet ihtiyaç sahibi insanların borcunu teşkil etse de, önemli bir kısmı da esnafların, maddi durumlarında sorun olayan yakınlarının, tanıdıklarının borçlarını kapsamaktadır ve bunlar aylık periyodlarla kapatılan borçlar niteliğindedir.
Bu işi yapan insanların, esnaftan gerçek ihtiyaç sahibi olanları öğrenip sadece onların borçlarını kapatmak yerine, veresiye defterini toptan ödeyip kapatmaları bu açıdan ister istemez ciddi bir istismara yol açmaktadır.
Böylece hayır sahibi insanların Allah için ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak maksadıyla verdiği yardım paralarının bir kısmı, varlıklı insanların bakkaldaki, marketteki borçlarını kapatmaya gitmektedir, ki bunun vebali ağırdır.

ABD'de bulunan Bakan A.Hamit Gül "ABD'lilere 15 Temmuz'la ilgili yeni kanıtları sunduk" açıklaması yapmış.
Kusura bakmasınlar fakat Hükümet yetkilileri ya kendileriyle ya da toplumla alay ediyorlar.
Bir katili işlediği cinayetin faili konusunda ikna etmek için ona kanıtlar sunmak akıl işi olabilir mi?

Bir ev yapmaya karar veriyorsunuz ve bunun için bir mimar ve mühendisten gerekli planları talep edip inşaata başlıyorsunuz.
Sonra, işi kitabına (planlara) göre yapmak, zaman ve maliyet açısından size göre sıkıntı ve yük olmaya başlayınca, planları ya tamamen ya da kısmen bir tarafa bırakıp "maslahatınıza" olduğunu düşündüğünüz şekilde kitabına uydurarak inşaatı tamamlamaya girişiyorsunuz.
Neticede maliyet ve zamandan kazanmış gibi görünseniz ve inşaat da bitmiş olsa da çarpık-çurpuk, ilk depremde içinde oturanların başına yıkılması muhtemel bir yapı çıkmış oluyor ortaya.
İşte uzun soluklu ve meşakkatli bir çaba ve bunun için de Rabbani ilkeler ve Nebevi örneklik konusunda sabır ve sebat gerektiren Tevhidi/Nebevi hareket metodunu yolun bir noktasında terk edip pragmatist yaklaşımlara savrulanların yaptıkları da tam olarak budur.

Cumhuriyet Heykel Partili ve Kötü Partili geç dönem nazileri, Mudanya'da ve Antalya Gazipaşa'da Suriyeli muhacirlere plaj yasağı koymuş.
Suriyeli muhacirleri bilmem fakat bizler bu ülkenin Müslümanları olarak, çirkin etlerinizi teşhir yarışı yaptığınız fısk-fücur dolu o rezil plajlarınızı kendimize yasaklamış durumdayız zaten.
Allah'ın arzında, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etme gayreti içinde olan insanların Allah'ın nimetlerinden faydalanmasının son derece zor ve kısıtlı olduğu bir dünya burası neticede.

"Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." (Şuara, 227. ayet)

Kalabalıklar son günlerde iki futbol maçı için ekranlara kilitlendi. Bütün bir toplumu Tv karşısında saatlerce esir alan bu furyaya hafta sonu da İBB adaylarının tartışması eklenecek.
Hani İspanya diktatörü Franco, toplumu üç f ile (Futbol, fiesta, festival) uyutup yönettiğini söylemişti.
Demokratik rejimler bu üç f'nin yanına bir de kısır politik gündem ve çekişmeleri ekleyerek toplumların algısını diledikleri şekilde şekillendiriyorlar.
E tabi siz Allah'ın sizin için biçtiği yeryüzünün halifeliği gömleğini giyip özne olmak yerine, tağutların biçtiği kuru kalabalık gömleğini giyip nesne olmayı kabullenirseniz olacağı budur.

Pazar akşamı İstanbul adaylarının biraraya gelip tartışacağı Tv programı varmış. Program tüm kanallarda yayınlanacakmış. Kısacası belli ki toplumun tüm diğer gündemlerden uzaklaşarak bu programa kilitlenmesi isteniyor. Böylece neticede demokrasi kazanmış olacak.
İmdi şurası çok açık ki ne programı sunacak olan evanjelist-siyonist Fox Tv adlı kanalın sunucusu İsmail Küçükkaya adaylara "İdlib'de işgalci Rusya ve finosu Esed rejiminin Ramazan ve bayram demeden devam eden katliamları konusunda bir mesajınız olacak mı" diye soracak bir vicdan ve gazeteci ahlakına sahiptir, ne de program konuğu olacak AKP ve CHP adaylarının böyle bir gündemi vardır.

Abdulbasit Sarut, yardım ve izzetin küresel tağutlar ve onların bölgesel distribütör ve işbirlikçisi laik rejimlerin yöneticileri nezdinde değil, 
Ancak Âlemlerin Rabbi'nin nezdinde aranması gerektiği bilincinde olan ve Esed tağutizmine karşı başkaldırının ilk dönemlerinden itibaren bu İslami duruşu dile getiren bir mücahiddi.
Rabbim şahidliğini / şehadetini makbul ve mübarek kılsın.

Barzani der ki: "Kur'an'ın hükümleriyle değil, bâtıl batının insan hevasına dayalı kanunlarıyla hükmedeceğime, bölge insanlarının taleplerine göre değil, AmeriKAN emperyalizminin talimatlarına göre hareket edeceğime Kur'an üzerine el basarak yemin ederim."

Irak Kürdistan Yönetimi yeni başkanı Neçirvan Barzani’nin Kur’an’a el basarak göreve başlamasıyla ilgili yorumum: Barzani der ki; "Kur'an'ın hükümleriyle değil, bâtıl batının insan hevasına dayalı kanunlarıyla hükmedeceğime, bölge insanlarının taleplerine göre değil, AmeriKAN emperyalizminin talimatlarına göre hareket edeceğime Kur'an üzerine el basarak yemin ederim."

Ergün Yıldırım, sabitesizliğin zirvelerinde dolaşan Küpeli'nin (Dücane Bilmemneoğlu) irtidad serüvenini böyle özetlemiş:

"Kalem dergisinde bütün geleneği hurafe, geleneğin önemini keşfettiğinde bütün hurafeleri hakikat ve Batı modernliğinin evrensel parıltılarıyla karşılaşınca bu defa modern düşünceyi kutsal ilan eder. Her hakikat keşfinde bütün öncekileri reddeder."

Herkes herhangi bir şey olduğu iddiasında bulunabilir. Önemli olan o iddiayı, onunla sınanınca isbatlayabilmektir.
İmdi, AKP ve Erdoğan'a karşı "anti-kapitalist müslüman" etiketiyle kıran kırana bir muhalefete bulunanların, Koç'un jetiyle gezip TÜSİAD'ın şefkatli kollarında politika yapan E.İmamoğlu söz konusu olduğunda anti-kapitalistliklerini unutup militanca yandaşlık yaptıkları görülüyor.
Demek ki onları motive eden mesele kapitalist yağma ve yığma, sermayedarlar ve Erdoğan'ın sermayedarlardan yana politikaları değil, kuru kuruya bir AKP ve Erdoğan karşıtlığıymış.
Söz konusu zevatın müslümanlığı (sol ideolojiyi esas alıp, İslam'ı ise ona payanda ve sos olarak araçsallaştırdıkları için) yalan olduğu gibi, anti-kapitalistlik iddiaları da yalanmış.
Gelsinler onlara müslüman olmayı da, onun doğal bir parçası olan anti-kapitalistliği de öğretelim. Müslümanlık nasıl olur, tutarlılık nasıl bir şeydir öğretelim.
Erdoğan söz konusu olunca anti-kapitalist militanlık, TÜSİAD'ın kollarındaki CHP'li versiyonu söz konusu olunca yandaş militanlık öyle mi? Sevsinler sizin anti-kapitalistliğinizi.

CHP adayı E.İmamoğlu sokaklarda, meydanlarda halkla sarmaş dolaş görüntüler vererek "halk adamı" imajı oluşturmaya çalışıyor.
Arka planda ise Koç'un jetiyle gezerek, TÜSİAD'çıların fonlamasıyla güçlü bir kampanya yürüterek gerçekte kimlerle sarmaş dolaş olduğunu ve olacağını açık ediyor.
Kısacası klasik bir politikacı portresi. Halkın karşısında "Çoban Sülü", efendilerinin önünde "Morrison Süleyman" misali.

Hac suresi 41. ayette Rabbimiz;
"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, namazı ikame ederler, zekatı verirler, ma'rufu emredip münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." buyuruyor.
İmdi Türkiye'de bir İslam devleti ve başında da bâtıl batı normlarına göre değil, bu ayete göre hareket eden bir yönetici olsaydı, bu yönetici, futbolcu Mesut Özil'in düğün törenine gelinin son derece teşhirci olan giyimi sebebiyle katılmaz, diyelim ki bilmeden katılmış olsa da güzellemelerde ve dört çocuk tavsiyesinde bulunmak yerine, geline ve onun bu şekilde kamuoyu önüne çıkmasına müsaade eden eşine bu teşhirciliğin hem kendileri hem de toplum açısından dünya ve âhiret açısından yıkıcılığını dile getiren sıkı bir nasihatte bulunur, Rabbimizin tesettür emrini hatırlatırdı.

M.Kemal'in İstanbul'daki İngiliz işgalciler için söylediği rivayet edilen "Geldikleri gibi gidecekler" sözü neticede ayniyle vaki olmuştur.
İngilizler gerçekten de geldikleri gibi, yani nasıl ki kendi insiyatifletiyle gelmişlerse aynı şekilde kendi insiyatifleriyle gitmişlerdir.
Giderken de Osmanlı bakiyesi bu ülkeye onlar adına bâtıl kültürlerini dayatacak bir "genel vali" atamışlardır.
Kemalist devrim denilen gâvurlaşma sürecinin özeti budur.

Bizim semt pazarından bir pantolon aldım. Etikette yüzde yüz cotton yazıyordu. Pazarcıya, etikette yazdığı gibi yüzde yüz pamuk mu diye sordum. Etikete bakma abi, etikete öyle yazarlar dedi.
Pazarcıyla bu diyaloğum bana kimlik kartlarına göre yüzde 99'u "Müslüman" olan bu halkın durumunu hatırlattı.
Nasıl ki pazardan aldığım pantolon etiketinde öyle yazıyor diye pamuklu olmuyorsa, nüfus müdürlüğünden alınan kimlik kartında yazmakla da kimse Müslüman olmaz.
Müslüman olmak ciddi ve köklü bir tercihi ve bu tercihe dayalı bir yaşayış ve mücadeleyi gerektirir.

Maalesef insanların çoğunun (ekserun nas) asıl sorunu, dünyevi konum ve iştigallerini Allah'ın dininin ilke ve ölçülerine göre gözden geçirmek ve gerekirse mevcut konum ve iştigallerini Rabbimizin ruczdan hicret emri gereğince terk etmek yerine, Allah'ın dininin ilke ve ölçülerini dünyevi konum ve iştigalleri doğrultusunda eğip bükmeye yönelmeleridir.
İşte insanların temel imtihan alanı budur. Dünya veya âhiret eksenli hayat tercihi tam da bu noktada yapılmakta ve görülen o ki maalesef bu imtihanı çok çok az insan kazanabilmektedir.

Bayram günlerinde namluları kendi insanına doğrultup katliam yapan Sudan ordusu, kendi halkının ordusu değil AmeriKAN şeytanizminin ve bölgedeki finoları BAE-Suud-Sisi çetesinin kiralık katili olmayı yeğleyerek, "Üçüncü dünya ülkelerinde ordular, kendi ülkelerinde batı adına işgalci durumundadır" tesbitini bir kez daha doğruladı.

Bu Habertürk adlı kanalın ve dolayısıyla Ciner grubunun İngiliz derin devletiyle irtibatını merak ediyorum. 
Zira İslam'a yönelik en derin ve şeytani operasyonu şimdilerde bu kanal gerçekleştiriyor.
Mistik hurafelerde dibi bulmuş Cübbeli'yi ve modernist hurafelerde nirvanayı yakalamış Küpeli'yi (Dücane bilmemneoğlu) nöbetleşe çıkarıp, Allah'ın insanlık için hayat menbaı dinini kitlelerin zihninde bulandırdıkça bulandırmaya çalışmaları ciddi bir kastı çağrıştırıyor.

Kur'an Mekke'de inzal oldu. En iyi Mısır'da okundu. En iyi İstanbul'da yazıldı. Şimdi soru şu: En iyi nerede yaşanacak?

Kimi Müslümanlardan sâdır olan enteresan yaklaşımlara tahammül etmeye alışmış olsak da, bazı enteresanlıklara tahammül etmek çok zor.
Son dönemde aklı başında birkaç Müslümanın Muaviye güzellemesine (mahcup bir savunmayla güzelleme arası bir şey) tanık oldum ve tabii ki çok yadırgadım.
Muaviye bütün yapıp ettikleriyle ortada biridir ve çok açıktır ki Rasulullah (a.s.) ve ilk neslin nice çilelerle gerçekleştirdiği İslam inkılabını tersyüz etmiş bir karşı devrimcidir.
Efendim neymiş, işbu Muaviye, kendisine mektup yazıp Hz. Ali'ye karşı birlikte ordu hazırlamayı teklif eden Bizans kralına şu şekilde red yanıtı vermiş:
"Haddini bil, aksi takdirde Ali'yle birlikte ordu hazırlar ve seni havucu yerden söker gibi sökeriz."
İmdi, şayet bu cevap anlatısı doğruysa, bu Muaviye'nin iyi biri olduğunu değil ne kadar kötü, yıkıcı, Müslümanların gücünü parçalayıcı bir baği olduğunu kanıtlar.
Meşru İslam devleti ve onun meşru yöneticisi, Emirul Mü'minin konumundaki Hz. Ali'ye tâbi olduğunda Bizans'ı bile dize getirecek bir güç oluşturmak mümkün olduğu halde, tulekadan olan bu asi ve baği, saltanat sevdasıyla Müslümanların gücünü parçalamış, onbinlerce Müslümanın birbirini kırmasına sebep olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İstanbul Sözleşmesi nas değil" sözlerini, söz konusu me'şum ve müfsid sözleşmenin aleyhindeki bir beyan şeklinde anlayanlar bence yanılıyorlar.
Erdoğan şunu demek istemiş olmalı: 
"İstanbul Sözleşmesi nas olsaydı, naslara ve onlardaki Rabbani hükümlere yaptığımız gibi, inanıp 'başımızın üstünde yeri var' der, fakat pratikte uygulamayıp bir köşeye bırakırdık. Bu sözleşme nas olmadığına göre, ailenin temeline dinamit koysa da, uygulamakta bir beis görmüyoruz."

Bayram namazında dünyanın dört köşesinde yüzmilyonlarca insan hep bir ağızdan tekbirler getirdi. Şayet tekbiri dile getirenlerin yüzde 10'u ne dediklerinin farkında ve idrakinde olsaydı dünyanın hali çok farklı olurdu.
Allah yegâne büyük olandır. Yani O'nun sözü üzerine söz, hükmü üzerine hüküm yoktur. İnsanların önünde boyun eğecekleri tek merci O'dur.
Tekbir; tüm bâtıl otoritelerin, tağutların reddi, küfrün-şirkin izalesi ve Hakkın ikamesidir.
Kebbirullahe tekbira.

Kâfirler nice farklılıklarla birlik olmayı başarırken, biz Müslümanlar ayrışmak için adeta gerekçe arıyoruz. Büyük olsun hepimizin olsun yerine küçük olsun benim olsun aldanışından vaz geçmemek için bahanelerimiz hazır. 
Mutabakatlarınızın yüksek olduğu birinden beklenmedik bir anda şunu duyabiliyorsunuz: "Bak kardeşim gördün mü şu konuda ayrı düşünüyoruz, o halde biraraya gelemeyiz."
Oysa daha karpuz kesecektik be güzel kardeşim, bir şeyler yapacaktık Allah için, ümmet ve insanlık yararına. Niçin kestirip atıyoruz böyle, niçin birbirimizi bu kadar kolay dışlıyoruz.

Kur'an ayı Ramazan bu yıl da gönüllerimize, zihinlerimize ve hayatlarımıza güzel izler bırakarak nihayet buldu ve bizlere bayramı armağan ederek elveda dedi. Mü'minler Ramazan'ın o eşsiz ikliminin ardından şimdi de bayram heyecanı yaşamakta.
Duamız ve çabamız, İslam'ın hâkim olduğu günlere kavuşmak ve bayramları daha bir şevk ve sevinçle yaşamaktır. Bu duygularla tüm Mü'minlerin bayramını tebrik ediyorum. Bayramımız mübarek olsun.

Celaleddin Rumi'ye birilerinin "Mevlana" demesini anlayışla karşılıyoruz. Zira insanlar mevlalarını seçmekte muhayyer bırakılmıştır.
Bizim mevlamız Âlemlerin Rabbidir ve biz isteriz ki tüm insanlar yalnızca O'nu mevla (yol gösterici, dayanak, sığınak) edinsinler.

Kufe halkının, Yezid alçağının ordusu karşısında Hz. Hüseyin'i yalnız bırakmasını eleştirip duracağın yerde, aynaya bak ve şunu söyle:
"Ey karşımda duran, niçin çağın Hüseyinlerini mücadele alanlarında, ders halkalarında, mescidlerde yalnız bırakıyorsun. O sürekli kınadığın Kufe halkından bir farkın olmalı değil mi?"

Mekke'de, Suudi Amerika öncülüğünde 139 ülkeden devlet adamları ile ilim (!) adamlarından oluşan 1.200 katılımcıyla gerçekleştirilen İslam (!) konferansının sonucunda yayınlanan Mekke Bildirisi'nin içeriğini, tarihsel bir perspektifle şöyle özetleyebiliriz:
Ey Musa (a.s.), niçin Firavun'a itaat ederek Mısır'da birlik ve beraberliğe katkı sağlamak yerine ona başkaldırıp huzuru bozuyorsun. Firavun'a itaat et, mutlu ol!
Ey Muhammed (a.s.), niçin Mekke'deki atalar dinine, Darun Nedve merkezli otoriteye ve onun zulümlerine karşı çıkarak isyancı durumuna düşüyorsun. Oysa Mekke'nin her zamankinden daha fazla birliğe ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiliyor!

Rabbimiz Fecr sûresinde Ad ve Semud kavimleri ile Firavun'dan söz ettikten sonra "Onlar o beldelerde tuğyan etmişlerdi. Ve fesadı çoğaltmışlardı" buyuruyor.(11-12. ayetler)
Batıdan Doğuya dünya coğrafyasına ve yaşadığımız topraklara baktığımızda bugün de insanlık maalesef Hududullah karşısında yaygın bir tuğyan içinde bulunuyor ve fesadı çoğalttıkça çoğaltıyor.
Oysa Âlemlerin Rabbine itaatla dünyayı cennetten bir köşeye dönüştürmek mümkündü.

İslam'ı bilinç düzeyinde değil, bir "ata dini", kalıtsal bir değer olarak benimseyen ortalama halktan insanları bırakalım, belli bir bilinç düzeyindeki, dava insanı olma iddiasındaki birçok insanın bile İslam davasıyla ilişkisi tamamen kendi keyfi insiyatifine dayalı durumda.
Birçok insanın nezdinde İslam davasının, 3 bin lira aylık maaşla çalıştığı işin 10'da 1'i kadar bağlayıcılığı yok maalesef. 
Dünyevileşme dediğimiz, dünyayı âhirete tercih etme dediğimiz sapma tam da bu duruma denk geliyor. 
Bir maaş için rahatından vazgeçen, birçok fedakârlığa ve nice zorluğa katlanan ve fakat Rabbimizin rızası ve cennet nimeti için keyfini bozmayan insanlar, muhakkak ki çalılmalarının neticesini alacaklardır, banka hesaplarına yatırılan maaşlarla almaktadırlar da!
Tevbe 24. ayet-i kerimeyi herkes kendisine yönelik olarak ve sıkça okumalı.

Hâdim'ul Harameyn diye yazılır, 
Hâin'ul Harameyn diye okunur.

Mü'min ve Müslim olmak, idrak edebilenler için ne büyük bir nimet, nimetlerin en büyüğü. İnsana fısk-fücurdan, taşkınlıktan, kaba-sabalıktan uzak tertemiz bir hayat bahşediyor.
Bu nimetin şükrünü ifa etmemiz, zekatını vermemiz gerekiyor. İslam nimetinin zekatı, dâvet çalışmalarıyla bu güzelliği başka insanlara da taşıma gayreti göstermektir.

Kim demiş Müslümanın gece hayatı olmaz diye. Müzzemmil suresi ne güne duruyor. 
Gece dinginliğindeki Kur'an kıraatıyla, gece namazlarıyla, sahurlarıyla Müslümanın ne güzel bir gece hayatı vardır. Elhamdulillah.

CHP: Ekmek bulamayan heykel yesin!
AKP: Ekmek bulamayan beton yesin!

Asıl ve nihai fetih işte budur. Rabbim bizleri bu fatihlerden olma cehdi gösterenlerden kılsın:

"Rablerinden sakınanlar ise bölük bölük cennete iletilirler. Nihayet oraya gelip kapıları açıldığında (futihat ebvabuha), cennetin bekçileri onlara şöyle derler: Size selâm olsun. Hoş ve temiz geldiniz. İçinde sonsuza kadar kalmak üzere girin oraya.
(Cennetlikler de) şöyle derler: Bize verdiği sözünü yerine getiren ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamdolsun, ki cennetten dilediğimiz yere konaklayabiliyoruz. Çalışanların ecirleri ne güzelmiş." (Zumer, 73-74)

CHP: Cumhuriyet Heykel Partisi

Düzen kendisini sağlama alacak dengeyi çok maharetli bir şekilde kurmuş durumda. Halkın yarısı CHP korkusu üzerinden AKP'li, diğer yarısı da AKP korkusu üzerinden CHP'li yapıldı.
Neticede her yol Ankara'ya ve orada da resmi ideolojinin simgesi ve düzene biat ritüellerinin gerçekleştirildiği Anıtkabire çıkıyor.
Kazanan her halükarda paradigması çoktan tükenmiş, topluma söyleyeceği bir söz, göstereceği bir ufuk kalmamış olan köhne düzen oluyor.

"Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla itminan bulanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar;
İşte bunların, kazandıklarına karşılık varacakları yer cehennemdir." (Yunus, 7-8)

Âhiretin tarlası olarak dünya hayatına değer vermek ayrı şeydir, ona râzı olup itminan bulmak ayrı şeydir. İşte dünyevileşme dediğimiz durum, ayette söz edilen bu ikincisidir.
Biz mü'minler için dünya hayatı âhiret bağlamıyla anlamlıdır. Tek başına onun bir anlam ve değeri yoktur.
Bizim itminanımız ancak, Rabbimizin Fecr suresinin sonunda bildirilen hitabına muhatap olmakla gerçekleşir. Rabbim bizleri o güzel hitaba muhatap olanlardan kılsın.

…Formun Üstü

 

Yazın gelmesiyle İblis'in talebeleri sokaklarda şehvetperestlerin şehvetini tahrik edecek şekilde "gövde" gösterisine başladı. Ortalık baldır bacak çirkefliğinden geçilmiyor.
Şayet bir kadın dişiliğini teşhir ediyorsa bu arkasında duracağı bir kişiliği olmamasındandır. Aynı şekilde bir erkek erilliğini teşhir ve tatmin peşinde koşuyorsa bu durum onun bir kişiliğe sahip olmadığını gösterir.
Kişiliği olmayanlar ise saygıyı hak etmez.
Kimse kusura bakmasın, Rabbimizin Kur'an'daki tabiriyle cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılan kadınlara-kızlara ve şehvetperestlere zerre miktarı saygı duymuyorum. 
Rabbimizin emirlerine ittiba etmeyen, baldır bacak teşhiriyle toplumda ifsadın daha da yaygınlaşmasına, fısk-fücurun daha fazla alenileşmesine hizmet edenleri birileri gibi hoş değil hor görüyorum.

Herhangi bir ülkenin savaş uçağının yanlışlıkla bir köpek barınma merkezini bombaladığını düşünün.
Dünya ayağa kalkar, o savaş uçağının pilotu doğduğuna pişman edilir ve ülkesi de ciddi olarak hedefe konulurdu.
İdlib'de işgalci Rusya ve finosu Esed rejimi çoluk-çocuğun üzerine hergün bombalar yağdırıyor. Çıt yok.
Tam anlamıyla insanlığın bittiği noktadayız.

Batı Şeria'da, Gazze'de, Hama'da, İdlib'de, Kandahar'da, San'a'da vücutlarımız paramparça ediliyor. Türkiye gibi hakla bâtılın birbirine bulandığı coğrafyalarda ise akidelerimiz.
Allah'ın dini üzere hükmedecek ve zalimlere karşı mazlumların hâmisi olacak İslami bir otoriteden mahrum oluşumuz ne acı.
Rabbim bizleri İslam'ın mahkum değil hakim olduğu Ramazanlara kavuştursun.

Bugünkü Yeni Şafak'tan "CHP Atatürk Müzesi'ne karşı" başlıklı bir haber:
"Kadıköy Belediyesi Meclisi AK Parti Grubu’nun, Rasimpaşa Mahallesi’ndeki tescilli bir ahşap binanın ‘Başöğretmen Atatürk Müzesi’ olması için yaptığı girişimler sonuçsuz kaldı. 5 yılda 3 sözlü, 3 kez de yazılı önerge verilmesine rağmen CHP yönetimi hiçbir adım atmadı."
Kısacası AKP, birçok konuda olduğu gibi Kemalizm konusunda da rakip tanımıyor, CHP'yi bile.

27 Mayıs darbecilerinin darbe sonrası Diyanet'e başkan yardımcısı olarak general atayıp, müftülere ayet ve hadislerle darbeyi meşru gösterecek hutbe hazırlama talimatı verdiği ortaya çıkmış.
Hükümet medyası bu haberi büyük bir keşif yapılmış gibi veriyor.
Oysa Diyanet M.Kemal tarafından zaten tam da bu amaçla kurulmuştu. 
Darbeci ya da demokrat kim iktidara gelmişse bu kuruma kendi politikalarını meşrulaştıracak hutbeler okutmuşlar, ayet ve hadisleri düzenin işleyişi çerçevesinde araçsallaştırmışlardır.
Bu dün böyle olduğu gibi bugün de böyle ve yarın da farklı olmaz. Bu düzen, birkaç bakanlığa denk bütçesiyle bu kurumu Allah rızası için yaşatmıyor ya.

Fetullahçılar da yıllarca, fısk ve fücurun alenileştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının başat temsilcileri olan magazin kesimini iftar sofralarında ağırlayıp onlar üzerinden PR yaparak Ramazan'ı tezyif ve tahkir etme misyonunu icra etmişlerdi.
Laik düzen, onun yöneticileri ve tüm partilerine sözümüz şudur; madem ki Allah'ın dinine bir bütün olarak tâbi olmuyorsunuz, o halde hiç değilse elinizi bu dinden çekin, yaptıklarınızla onun değerlerini tezyif ve tahkir etmeyin.

Batı cahiliyesi baştan sona imaja dayalıdır. Dışardan bakıldığında ışıltılı, albenili, cafcaflı bir görüntüyle karşılaşırsınız. Fakat biraz içe nüfuz edildiğinde çirkefliğin, rezilliğin bini bir para gerçeğine tanık olursunuz.
NTV kanalının Paris'teki evsizlerle ilgili haberi, imaj ve illüzyon üzerine kurulu ışıltılı Batı cahiliyesinin asli mahiyetini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Eyfel kulesi, Şanzelize caddesi, Elise sarayı, müzeler, moda evleri ve hemen yanı başında sokaklarda yaşamaya mahkûm binlerce yoksul.

Atatürk olur da Atatürkmen olmaz mı! Birileri de Atakürt heykelleri dikmek için fırsat kolladıklarını gizlemiyor, "Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz" diyerek.
Kısacası tağutların felsefesi her yerde aynı: Ekmek bulamayan heykel yesin!

Haber şu: "Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'a Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov'un 21 metrelik heykeli dikildi."

Bugünkü haber bültenlerinden: Cezaevinden tahliye olan hırsız, çıktığı gün 11 dükkanı soydu

Mevcut düzende hırsızlar yakalandığında şayet ceza alırlarsa, daha tecrübeli hırsızların yanında yüksek hırsızlık öğretimi görecekleri hapishanelere konuldukları için çıkınca daha profesyonel oluyorlar haliyle.
Şimdi o dükkanı soyulan kişilere sorsak muhtemelen çoğu, hırsızdan yana olan mevcut laik kanunların egemenliğini savunur, İslam'ın hırsızlık ve benzeri suçları ahlaken bitiren ve buna rağmen bu suçlara kalkışanları caydırıcı cezalara muhatap kılarak toplumu bu kangrenden kurtaran hayat menbaı hükümlerinin uygulanmasına karşı çıkar.
Celladına aşık olmuş bir toplumun maalesef ne bu dünyada ne de âhirette felah bulması imkân dahilindedir. 
Bu toplum, her iki cihanda felahının ancak İslam'ın sosyal-siyasal tüm hayat alanlarında hükümran kılınmasıyla mümkün olduğunu anlamak zorundadır.

Eskiden Müslümanlar olarak gündemimizde tekbir kavramı vardı. Rabbimizden başka büyük, yani sözü dinlenecek, otoritesine boyun eğilecek, hükmüne râzı olunacak merci tanımamayı ifade eden tekbir, şiarımız, meydanlardaki başat sloganımızdı.
Ta ki gündemimiz, bazı Selefi akımlar ve onların hikmetsiz, fıkıhsız yaklaşımlarıyla zehirlenmeye başlayana dek. Böylece tekbir gündemimiz gitti ve yerine tekfir diye bir gündem yerleştirildi.
Çaya çorbaya, her derde deva tekfir! Tekdüze mi alırsınız yoksa zincirleme mi!
Rabbim Ümmeti ve insanlığı Şii ve Selefi aşırılıklardan muhafaza etsin.

Kurtuluş Savaşı ve sonrasının özeti şu olsa gerek:

"Yunan gâvuruna karşı zafer kazandık. O halde bu zaferi, savaşta yendiğimiz Yunan gâvurunun gâvurluğunu, kültürünü alıp muzaffer Anadolu halkına silah zoruyla dayatarak, fetihten bu yana câmi olarak hizmet veren Ayasofya'yı yendiğimiz Yunan ve efendileri İngiliz gâvurunun hatırına müzeye çevirerek kutlayalım.
Ankara'nın hâkim bir tepesine de Yunan-Roma tarzı bir pagan tapınağı inşa ettik mi, bu gâvurlara karşı zaferimizi iyice taçlandırmış oluruz."
İşte, okullarda yıllarca kağıt ve zaman israfına yol açan İnkılap Tarihi denilen sürecin özeti budur.

Alçak, katil, AmeriKAN finosu Suud'un kanlı darbeleri finanse etmek ve katliamlarını sürdürmek için belli ki daha çok paraya ihtiyacı hasıl olmuş. İkinci defa hac veya umre planı yapanlar mutlaka bu planlarını iptal etmeli, Harameyn bu Suudi AmeriKAN işgalinden kurtarılıncaya dek sabretmelidirler:

"Her yıl umre için yaklaşık 8 milyon kişiyi ağırlayan Suudi Arabistan, gelecek yıl bu sayıyı 15 milyona çıkarmaya yönelik çalışmalar yaptığını duyurdu.
Suudi Arabistan Hac ve Umre Bakanlığı Ziyaret İşleri Vekili Muhammed bin Abdurrahman el-Beycavi, ülkenin resmi ajansı SPA’da yer alan açıklamasında, 2020’de umreci sayısının 15 milyonu aşması için çalışmalar yürüttüklerini belirtti."

Kim demiş AKP ile CHP arasında fark yok diye. Olmaz mı! 
Birinin (CHP), bireysel ve kurumsal tüm referansları Batının tuğyan ideolojileridir.
Diğerinin (AKP) ise, bireysel ve kurumsal referans ayrımı yaptığını görürüz. 
Bireysel referans İslam olarak deklare edilirken, kurumsal referans ise CHP'de olduğu gibi başta laiklik olmak üzere Batının tuğyan ideolojileri olarak ilan ve icra edilmektedir.
Kısacası CHP, Âlemlerin Rabbi'ni hayatın hiçbir alanında söz sahibi görmez iken, AKP ise bireysel alanda söz sahibi olan ve fakat kurumsal alanda, yani hükmetme alanında (siyaset-ekonomi-toplumsal ilişkiler alanında) rab ve ilahlığına tâbi ve teslim olunmayan, (haşa) hâkim değil mahkûm bir Allah inancını temsil etmektedir.
Bu toplumun, biri açık küfr, diğeri ise açık şirk demek olan bu iki çizgi arasına sıkıştırılmış olması ne hazindir.

Biz Müslümanların akidemize göre yasalı-yasa dışısı ile kumarın her biçimi haramdır.
Laik rejim ve onun sol ve sağ kanatları olan Kemalizm ve Muhafazakâr Demokrasiye göre ise kumarın yasal olmayanı gayri meşru, yasal olanı ise meşrudur.
Bu olayda da görüldüğü üzere bizimle, laik sistem ve onun partileri arasındaki ihtilaf, gündelik meselelerle sınırlı, konjonktürel değil, imani bir ihtilaftır. Uzlaşma imkânı yoktur.

TRT'de yayınlanan "Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması" programını, bu yöndeki talepler üzerine okunan ayetlerin mealleri de verilmeye başlandıktan sonra programa Kur'an'ın anlaşılması boyutu da katıldığı için zaman zaman izliyorum.
Puanlama bölümü ve orada kârilerin, üç uzman kişinin karşısında puan dilendirilme pozisyonunda ayakta bekletilmesi, sözlü notu alan ilkokul çocukları gibi muameleye tâbi tutulması vs çok ciddi yanlışlıklar. 
Tabi Tv kültürünün kendine has palyaçolukları ve zorbalıkları olduğunu ve programın türü ne olursa olsun reyting adına bunların programa sindirildiğini unutmamak lazım.
Dün akşam bu programın son kısmına denk geldim. Bir hâfız Hicr suresinden bir aşır okudu. Güzel de okudu, ayetlerin mealleri de altyazı ile izleyicilerle buluşturuldu. Ve fakat...
Kur'an'ın bu güzel tilavetini; onun mesajlarına mutabık değerlendirmelerle, bir hitamuhu misk ile noktalamak varken, puanlama yapan uzmanlardan musikişinas olanı, segah makamında bir kaside okumak istediğini söyledi ve olan da bundan sonra oldu. 
O kasidenin okunmasıyla program, Kur'an'ın tevhid eksenli mesajlarıyla taban tabana zıt olarak "hitamuhu şirk" ile noktalandı. Zira o kasidede tevhid önderi Rasulullah (a.s.)'a hitaben "Gel şefaat eyle kemter kuluna" deniliyordu.
Böylece, risaletiyle insanları hevaya ve kula kulluktan kurtarıp yalnız Âlemlerin Rabbi'ne kul olmaya çağırmış olan Rasulullah (a.s.)'a ve onun getirdiği mesaj olan Kur'an-ı Kerim'e açık bir muhalefet yapılmış olunuyordu. Üstelik bu, Rasululah'a sevgi ve bağlılık adına yapılıyordu.
İşin daha da vahimi diğer iki uzmanın ve stüdyoda bulunan ve hepsi Kur'an kursu görevlisi vasfı taşıyan konukların da büyük bir huşuyla bu kasideye eşlik etmeleriydi. 
İçlerinden biri de çıkıp "Bir dakika arkadaş, bu kaside açık bir şirk, Rasulullah'a ve onun tevhid mesajına açık bir muhalefet" demedi.
Kur'an-ı Kerim'i güzel anlama ve yaşama cehdi yerine, asırlardır olduğu gibi salt "güzel okuma" üzerine yoğunlaşılınca olacağı maalesef buydu tabi.

Sistem içi kimi iyileştirmelere râm olan kesimlerle bizim farkımız, onların işin dekoratif kısmıyla, bizim ise temeliyle ilgilenmemizden kaynaklanıyor.
Şunu anlamıyorlar: Yanlış/bâtıl temeller üzerine kurulan bir binaya yapılacak dış cephe giydirmesi ve dekoratif güzelleştirmeler o binanın temelindeki çarpıklığı, çürüklüğü unutturacak ve sağlam bir bina olduğu algısına yol açarak o binanın yıkılıp yerine temelinden sağlam bina kurulması ihtiyacını ortadan kaldıracaktır.
AKP süreci ile birlikte, mevcut laik-kemalist sistemle ilgili "İslami kesimlerde" yaygın olarak yaşanan aldanış budur.

Kur’an’ın bildirdiği ve Allah Rasulü (a.s.) ve ilk neslin yaşadığı Ramazan, bugünkü cahiliye ortamlarındaki gibi mahkûm değil hâkim bir Ramazan’dı.
Belirlenen değil belirleyen, cahiliyenin eğlence-festival ve ziyafet kültürüyle kuşatılan değil hayatı Rabbânî ölçülerle kuşatan ve inşâ eden bir Ramazan’dı. 
Bugün olduğu gibi hak ile bâtılın birbirine bulandığı değil, Bakara 185. âyette bildirildiği üzere hak ile bâtılı kesin hatlarla ayrıştıran Kur’an’ın inkılâbî mesajlarının gündem edildiği, 
Allah’tan başka herhangi bir mercinin yol göstericilik/hidayet iddiasının tuğyan olarak bilinip reddedildiği ve yalnız Rabbânî yol göstericiliğin/hidayetin benimsendiği bir tevhid ayı idi.

Tencere dibin kara. Seninki benden kara. İşte laik-demokratik siyasetin özeti. 
CHP adayı E.İmamoğlu AKP'nin İBB'deki israf tablosundan söz edince diğer taraf da haliyle onun Beylikdüzü belediyesindeki israf tablosunu teşhir etti.
Halkın kaynaklarından dar alanda devasa saltanatlar kısacası.
Biz elhamdulillah imanımız gereği bu oyunda olmadığımızı, cahiliye düzeninin ne sağ ne sol herhangi bir kanadının destekçiliği gibi iman akdimizle çelişen bir konuma düşmeyeceğimizi deklare ettik ve sözümüzde sebatkâr olmanın kıvancını yaşıyoruz elhamdulillah.

Her insan bir yazardır. Her insanın hayatında yazdığı bir kitap vardır. Rabbimiz öyle buyuruyor.
Tabi bu kitap kalem-kağıtla, klavyeyle değil, insanın hayatı boyunca ya iman ve salih amelleriyle, ya da tuğyan ve fısk-fücuruyla yazdığı kitaptır. Hesap Günü karşılaşacağı amel defteridir. 
Önemli olan Hesap Günü elimize tutuşturulup "İqra kitabek/Kitabını oku" emriyle karşılaşarak ya sevinç ve kıvançla ya da kahır ve utançla okuyacağımız o kitabımızın içeriğini nasıl doldurduğumuzdur:

"Her insanın kaderini/amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (İsra, 13-14)

Bir kimse evinin altındaki bakkaldan kredi kartıyla alışveriş yapıyor ve bu alışverişten AmeriKAN Visa, Mastercard gibi tefecilere pay gidiyor.
İşte kapitalizm ve onun bankacılık, borsa gibi sistemleri ve kredi kartı gibi enstrümanlarının varlık sebebi budur.
İki komşunun basit bir alışverişinden bile ABD'ye pay vermek.
Kapitalizme ve onun kredi kartı gibi modern kölelik enstrümanlarına direnenlere selam olsun.

Sen yıllar önce "Türkçe Kur'an ve Cumhuriyet İdeolojisi" diye bir kitap yaz ve orada M.Kemal'in İslam'a ve Allah'ın Kitabı'na olan düşmanlığını belgelerle ortaya koy, şimdiyse kalk bu şahsa minnettarlık beyanında bulun.
Tutarlı olmak gibi asgari ahlaki düzeyden bile mahrum olmak, dünkü doğrularını bugün afiyetle yemek diye buna denir. 
Öyle değil mi zamane kemalisti Dücane Cündioğlu.

Sokakta halkla birlikte iftar edip dua eden CHP'nin İstanbul adayı, işadamlarıyla içkili kadehli buluşma gerçekleştirmiş. Vay münafık adam!
Yalnız bir sorun var. Bu vatandaş tüm bunları "Partideki arkadaşlarımız yeri gelince içkisini de içen, namazını da kılan kişiler" diyen AKP'lilerden öğrenmiş olmasın?

"Sonra da sana, 'Hakka yönelen İbrahim’in milletine/dinine tâbi ol. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi' diye vahyettik." (Nahl, 123)

Bu ayet-i kerime çerçevesinde bu coğrafyanın ana omurgasını teşkil eden Türk ve Kürt gençlerine hitabe:
Ey Türk ve Kürt gençleri,
Geçmişte ve bugün tüm çabaları sizleri Rabbinizin hidayeti/yol göstericiliğinden uzaklaştırıp bâtıl batının hevaya dayalı küfür ideolojilerinin ucuz askerleri yapmak olan bâtılın önderlerine, atatürkü, atakürdüyle sizleri takvaya değil tuğyana çağıran zulümat temsilcilerine değil,
Rabbimizin, yeryüzündeki tevhid mücadelesinin, yani hayatı bütünüyle kendisinin bildirdiği ölçüler çerçevesinde algılayıp yaşama bilincinin sembolü kıldığı atamız İbrahim (a.s.)'a, onun Allah'tan başka yol gösterici ve hüküm kaynağı tanımayan hanif yoluna tâbi olalım. Tıpkı Rasulullah (a.s.) ve ilk Kur'an nesli gibi.
Böylece dünyada hem kendimizle, hem birbirimizle hem de dünyadaki canlı cansız tüm varlıklarla barış içinde yaşayıp, biz Rabbimizden O da inşallah bizden razı olarak âhiret hayatına kavuşalım.

Bilmem ne saray şampiyon olmuş. Çağın firavunları ve sihirbazları toplumları böyle büyüleyip aptallaştırıyor işte.
Gerçekte ise şampiyon olan, futbolizm afyonuyla, insanları şu saray bu bahçeyle meşgul ederek Allah'ı anmaktan, hayatı Allah'a kulluk bilinciyle yaşamaktan, küresel ve yerel zulüm ve sömürü düzenlerine karşı mücadeleden alıkoyan şeytan aleyhillane ve şeytani düzenlerdir.
Galatasaray, Fenerbahçe vs sadece şeytanın ve şeytani düzenin piyonları, kullanışlı entrümanlarıdır.

Son olarak Suriye'de de görüldüğü üzere hak-hukuk, vicdan, merhamet gibi hiçbir insani değerin zerre etkili olmadığı, gücü yeten yetene mafya düzeninin egemen olduğu bugünkü dünyada, böyle bir ihtimal çok düşük olsa da şayet İran'la ABD ve körfezdeki finoları arasında bir çatışma olacaksa bu da tüm insani değerlerin ayaklar altına alınacağı yeni bir yıkımdan başka bir şey olmayacaktır.
Böyle bir durumda İran, Suriye'de kanlı Esed diktasına verdiği desteğin bedelini, başta İslam coğrafyası olmak üzere mazlum toplumlardan bekleyeceği desteği alamamakla ödeyecektir.
Kısacası İran da Suriye'de parçası olduğu gücü yeten yetene mafya düzeniyle yüzleşme ihtimaliyle karşı karşıya bugün.
Dünyada da âhirette de her fert ve toplum ancak ektiğini biçecektir günün sonunda.

Bakara 256 ve Nahl 36. ayetlerde Rabbimizin niçin kendisine imanın ön şartı olarak tağutu inkâr/red ve tağuttan ictinab etmeyi bildirdiğini bugün çok daha iyi anlamak mümkün.
Bugün başta politikacılar olmak üzere onbinlerce insan, bir taraftan Allah için oruç tutarken, diğer taraftan tağut için kıyama duracak, tağuta bağlılık seremonileri gerçekleştirecek.
Tağutu reddedip ondan kesin olarak ictinab ederek, Allah'a bu saflıkta iman ve itaat edenlere selam olsun.

Kur'an Rabbani öğretim, Sünnet de bu Rabbani öğretimin hayata nasıl aktarılacağının pratik örnekliği, yani eğitimdir.
Öğretimsiz eğitim, eğitimsiz de öğretim olmaz, eksik kalır.
Kur'an-Sünnet bütünlüğü dediğimiz husus tam da budur işte.

Abdulaziz Bayındır'a açık çağrımdır:
Katılacağınız D.Perinçek kanalında geleneksel tarikatların şirk ve hurafelerinin, türbe kültürünün yanında, bir asırdır bu coğrafyadaki egemen tarikat olan Kemalizmin laiklik, nasyonalizm, kapitalizm, feminizm gibi çağdaş hurafelerini, heykelperestliğini ve her türlü şirk ritüelinin icra edildiği Roma tarzı türbe kültürünü de söz konusu etmek boynunuzun borcudur.
Firavunun sarayına gidip ona ve onun egemen şirkine, tuğyanına yönelik kelam etmemek dilsiz şeytanlıktır. Allah'ın dininin asli ölçülerini ketmetmektir ve Samirilik misyonuna rıza göstermektir.

Şimdi gezinirken baktım ki bu mecrada arkadaş olduğumuz biri, A.Bayındır ve ekibinin, İslam'ın iflah olmaz düşmanı, Piton, Çin ve Esed zalimlerinin Türkiye taşeronu D.Perinçek'in kanalına konuk olacağı programın duyurusunu/reklamını yapıyor.
İslam ve insanlık düşmanlarının kanalında Diyanet'in sahur saatindeki yanlışlığı konuşmanın ve geleneksel kimi hurafelere şövalyece saldırmanın hazzını yaşayacaklar bu zatlar o programda. 
Kemalizm gibi uydurulmuş ideolojilerden/dinlerden, uydurulmuş anayasalardan vs söz etmeyecekler. 
Kısacası cambaza bak oyununun farklı bir versiyonunu oynayıp çağdaş Samiri misyonunun parçası olmayı sürdürecekler maalesef. 
Tüm bu sebeplerden, bu programın duyurusunu yapan arkadaşı arkadaşlıktan derhal çıkardım. Temizlik sürecek inşallah.

Küfrün sevdiği "müslüman" tiplemesi; tuğyana, putperestliğe, münkere, haksızlık ve sömürüye müdahil olmayan,
Hakka taraf olan ve fakat hakka taraf olmanın ilk şartının bâtıla karşı olmak ve onunla mücâdele etmek olduğu bilincine sahip olmayanlardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, TÜSİAD yöneticisi, Türkiye'nin yeyip de doyamayan kapitalist baronlarından Tuncay Özilhan'la ilgili sözleri şecaat arz ederken sirkatin söyleme deyimini akla getirir nitelikte.
Erdoğan, bu şahsın durduk yerde iktidar karşıtı cepheye geçtiğini gösteren açıklamalarını eleştirirken açık şekilde "Bizim zamanımızda iyice tüylenmediniz mi, sizi kaç kat büyüttük" mealinde sözler sarfetti.
Biz de hep bu gerçeği söylemeye çalışıyorduk. AKP'nin ekonomi politikaları hep zenginden yana, bankalardan, holdinglerden, TÜSİAD ve MÜSİAD'dan yana.
Erdoğan'ın şimdi TÜSİAD'a yönelik serzenişi, "Besle kargayı, oysun gözünü" durumuyla karşılaşmasının neticesi. 
Kargayı beslemenin de bir ölçüsü olsaydı bari, bu kadar ölçüsüz besleyip canavara dönüştürürsen o karga habis gagasını gösterdiğinde serzenişte bulunmanın bir anlamı olmasa gerek.

Müslüman, düşünce ve pratiğinin merkezine günceli değil sâbiteyi alır. Sâbiteyi güncele göre değil, günceli sâbiteye göre anlama ve anlamlandırma çabası gösterir. İşte son 17 yılda Müslümanlar arasında yaşanan savrulmaların temel sebebi, bu konudaki makas değişimidir.
Çoğunluk artık sâbiteyi değil günceli merkeze alan bir yaklaşımla hareket ediyor maalesef. Sâbitelerde sebat eden ve günceli onlarla değerlendirenlerimiz çok çok azaldı. 
Bu tür dönemler büyük imtihan süreçleridir. Sâbitelerden şaşmama iradesi göstererek imtihanı kazananlara selam olsun.

AKP'si, CHP'siyle politikacıların durumu, geçimini "düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı" olarak sağlayan kimseleri andırıyor.
Camide Müslüman, Anıtkabir'de Kemalist; iftarda muttaki, konserde fasık...
Kısacası hale göre hallenen, ortama göre şekillenen sabitesizlik, ilkesizlik...

Dersimli Bay Kemal, şimdi başında bulunduğu partinin, 1937-38'de Dersim'de mağaralara sığınan binlerce köylüyü Hitler Almanyası'ndan satın aldığı gazlarla katlettiğinin belgelenmesi üzerine bakalım ne yapacak? Partisinin kurucuları ve Dersim katliamının planlayıcı ve uygulayıcıları "ebedi şef" ve "milli şef"i nasıl savunacak?
Sözde Kürtleri temsil iddiasındaki HDPKK ile Kürtlerin katili CHP'nin (Gerçi HDPKK'ın da onbinlerce Kürdün katili olduğunu unutmamak gerekir. Her ikisi de Müslüman Kürtlere düşmanlıkta ortaklar) ittifakı da ayrı bir bahis tabi.

Türkiye'nin büyükşehirlerinde yapılan bir araştırmada yüzde 30'luk bir kitlenin, Ramazan denilince ilk aklına gelenin AmeriKAN emperyalizminin kanlı siyah sütü Coca Cola olması, Türkiye toplumunda var olduğu ifade edilen AmeriKAN karşıtlığının içinin ne kadar boş olduğunu da göstermektedir.
Tabi başka birçok hususu da. Her şeyden önce bu toplumun geneli açısından Ramazan'ın, nefislerin azgınlığını gemleyen değil daha da besleyen ziyafet eksenli bir sofra kültürü olarak algılanıp yaşandığını mesela.
Bu da İslam'la bağı koparılmış, tamamen kültürel bir Ramazan (!) algı ve pratiği demektir ki bunun ne dünyada ne âhirette kimseye faydası olmaz.
Biz bu toplumda "imanî dönüşüm"ün gerekli olduğunu bu sebeplerle söylüyoruz. 
Bu toplumda İslam'la ilgili algı ve pratikler, Kartal'da birkaç ay önce yıkılan ve maalesef onca insana mezar olan bina gibi. Bu binayı imanî dönüşüme tâbi tutmazsak dünyada da âhirette de bunun altında kalmak kaçınılmaz olacaktır.
(Not: "İmanî Dönüşüm Seminerleri" adıyla başlattığımız ve fakat bu toplumda kimse İslam adına bir enkazın içinde bulunduğu gerçeğini kabullenmediği için kitlesel talep alamadığımız dâvet sunumumuzu akraba çevresi, köy ve meslek dernekleri gibi topluluklardan talep gelmesi halinde Allah için gelip gerçekleştirmeye hazırız.)

Despotizm/diktatörlük Ebu Cehil rejimi, demokrasi ise İbn Selül rejimidir.
Biz Ebu Cehil'i de, İbn Selül'ü de reddetmekle emrolunduk.

"Bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Allah bununla size tavsiyede bulunur, umulur ki sakınırsınız." (En'am 153)

Domuz eti sever CHP İstanbul İl Başkanı, bir "seçim ifrarı"na katılmak ve ellerini duaya kaldırmak zorunda kalmış. Vay münafık kadın!
Buraya kadar muhafazakârlar açısından her şey çok konforlu. Bu kadının münafıkça tutumunu günlerce dile dolayıp CHP'lilerde son birkaç seçimdir furyaya dönüşen münafıklık alametlerini gündem yapabilirler.
Oysa AKP cephesinde de durum farklı değil. Onlar da yeri gelince Kemalizm dininin sıkı birer dindarı olmuyorlar mı?
O devasa heykellerin, mozolelerin başında dıştan görünüş itibariyle huşuyla kıyama durup Kemalizmin ritüellerini ifa etmiyorlar mı?
Canlı yayında İzmir Marşı okuma ayini gerçekleştirip, "Bize Atatürkçülüğü çok görenler" diye yazılar yazmıyorlar mı?
Memleket tam bir maskeli balo salonu görünümünde. Az sayıda dininin/sözünün eri Mü'min ve Aziz Nesin misali kâfir gibi kâfir dışında herkes maskelerle dolaşıyor.
Gelin toplum olarak maskeleri çıkarıp ne isek o olalım, o görünelim. Hakla bâtıl ayrışsın, herkes tercihini açık olarak yapsın ve bu zeminde barışçıl bir fikri, siyasi mücadele yapalım.

Her Ramazan öncesi ve sırasında "Ramazan fırsatçıları" diye haberler yayınlanır medyada.
Millet bir kanaat öğretisi olan orucu, sahur ve iftardaki kuş sütü eksik sofralarla ziyafete çevirdiği için kıtlıktan çıkmış gibi marketlere üşüşünce, fırsatçıların peydahlanması kaçınılmaz oluyor. Arz-talep meselesi kısaca.
Oysa evet "Ramazan fırsatçıları" diye bir gündemimiz olmalı, fakat mevcut köşe dönmeciler ve onların habis ve müfsid fırsatçılığı değil tabi. 
Kur'an'la, namazla, zekat-infakla, dâvet çalışmalarıyla, i'tikafla bu ayı hem fert olarak Rabbimize yakınlaşma, hem de toplumsal açıdan dayanışma ve İslam'ın yeryüzüne hâkim kılınması mücadelesini yükseltme noktasında bir fırsata dönüştürmeliyiz.
Kur'an ve kanaat ayı Ramazan'ı, köşe dönme fırsatçılığıyla ifsad edenlere lânet, Rabbe kulluk ve İslam'ın yeniden toplum hayatına egemen kılınması çabası noktasında fırsata dönüştürenlere selam olsun.
(Bu haftaki hutbemin konusu bu idi. Taşınmadan dolayı çekim yapamadığımız için hutbenin içeriğini böylece kısaca paylaşmış oldum.)

Evet, İslam'la demokrasi ve dolayısıyla biz Müslümanlarla demokratlar arasındaki temel fark;
Onların, dün en yetkili ağızdan ifade edildiği üzere "en büyük hakem" olarak milleti/halkı görmeleri, 
Bizim ise "en büyük hakem" (ahkemil hâkimîn) olarak Âlemlerin Rabbi'ni görmemiz ve O'nun hükümlerine muhalif tüm hüküm ve değer yargılarını reddediyor olmamızdır.

Bugünün Müslümanlarında en yaygın görülen zaaflardan biri de, İslam'dan ve İslam'ın ölçülerinden-ilkelerinden yana kesin-net karar verip, gemilerini yakarak Allah yoluna revan olma tercihi yerine (ki İslam'ın insandan istediği tam olarak budur),
İslam'ın apaçık ölçüleri-ilkeleriyle mevcut konjonktür ve kendi ekonomik-sosyal durumu vs arasında ne yardan ne serden geçeceği bir orta yol arayışına girmektir.
Bu durumda gemiler sürekli yedekte bekletilmekte, tercihler flulaşmakta ve konjonktüre göre değişebilmekte, iki arada bir derede bir tutumla hayat tüketilmektedir.
İşte Kur'an'da Rabbimizin söz konusu ettiği ve bizleri sakındırdığı nifak halinin bir çeşidi de budur.
Oysa iman, Allah'a güvenmek demektir. Ancak O'nun durmamız gerektiğini bildirdiği yerde durarak, dünya ve âhirette selamet ve saadete çıkacağımızı kesin olarak bilmek ve tercihlerimizi buna göre yapmaktır.

İdlib hedefte. Ahzab orduları Suriye'de mazlumların son sığınağı İdlib'e üşüşmüş durumda:

"İşgalci Rusya, finosu Esed diktası ve İran, anlaşmaya rağmen milyonlarca sığınmacının son sığınağı olan İdlib’e bomba yağdırıyor. 
Son 6 ayda evini terk eden Suriyeli sayısı 400 bini geçti. Sivil Savunma Birimi Başkanı Raid Salih, şartların her geçen saat kötüleştiğini belirterek, “Acil yardım gerekiyor” dedi."

Bir politikacı "Her şey güzel olacak" diyorsa (bu sözde şayet 15 Temmuz darbe girişimini çağrıştıran bir subliminal mesaj yoksa) mesele aslında daha çok "duygusaldır". 
"Ufacık Beylikdüzü'nde halktan aldığım oylarla kendime bir AVM dikmişsem, koca İstanbul'u alırsam kim bilir kaç AVM sahibi olurum" demek istiyordur.
Bir başka aday açısından bakıldığında da durum gemi-gemicik sahibi olma yönüyle bundan farksızdır. Politika, bal tutanın parmağını da o balla birlikte yediği devasa bir geçim kapısı durumunda.

Öldükten sonra insanlara "Rabbin kim, Peygamberin kim, Kitabın ne?" gibi bilgi yarışması yapılırcasına sorular sorulacağı inanışı, muharref din anlayışlarının masallarından ibarettir. 
İnsanların, öldükten sonra Kıyamet gününü yani yeniden dirilip hesaba çekilmeyi bekleyecekleri mezarlarında zaten böyle bir sorgulama olmayacağı gibi, Hesap Günü de insanlara böyle sorular sorulmayacaktır. Çünkü herkes, yaşantısıyla dünya hayatında rabbinin ve peygamberinin kim, kitabının ne olduğunu ortaya koymuştur. 
O gün insanlar bilgi sınavına tâbi tutulmayacak, amellerinden sorguya çekileceklerdir. Kur'an'da Rabbimiz sürekli olarak bu gerçeğe vurgu yapmaktadır. Konuyla ilgili birkaç ayet meali:

"O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için mezarlarından bölük bölük çıkarlar." (Zilzâl, 6)

"O gün kitap (amel defterleri) önlerine konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden dolayı korkuya kapıldıklarını görürsün. 'Yazık bize! Bu kitaba da ne oluyor ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp saymış' derler. Yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez." (Kehf, 49)

"... Amellerinizden mutlaka sorulacaksınız." (Nahl, 93)

"Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz." (Tekâsur, 8)

AKP yöneticilerinden Ömer Çelik "Partiler olarak adlarımız farlı olsa da, hepimizin soyadı Türkiye Cumhuriyeti'dir" demiş.
İşte biz de yıllardır bunu söylemeye çalışıyoruz. Partiler, neticede laik-kemalist rejimin sağ ve sol kanatlarıdır. Bu fısk-fücur rejimi, her seçimde yenilediği bu kanatlarla ayakta durmaktadır.

Alparslan Kuytul iktidara eleştiri yapmak dışında hangi suçu işledi ki tutukluluğu sürdürülüyor?
Oysa birçok CHP'li politikacı ve köşe yazarı eleştirinin ötesinde bizzat Cumhurbaşkanı'na darağacı vs tehdidinde bulunuyor, hakaret ediyor fakat onlara hiçbir şekilde dokunulmuyor.
Mesela Metin Akpınar ve Müjdat Gezen denen palyaçolar daha birkaç ay önce Cumhurbaşkanı'na aleni tehditlerine rağmen tek bir gün bile tutuklanmamışlardı.
Burası kimin gücü kime yetiyorsa orman kanununun işlediği bir muz cumhuriyeti mi? Hiç değilse kendi yasalarınız konusunda tutarlı olun.

Dünkü Yeni Şafak'ın ekonomi sayfasından iki haber başlığı: 1- Ramazan'da AVM'lerde kapanış saatleri uzadı. 2- Ramazan'da AVM'lerde cirolar arttı.
Kısacası memlekette Kur'an, kanaat ve paylaşım ayı Ramazan değil, Rio karnavalı yaşanıyor sanki.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir iftarda yaptığı konuşmada "Cami merkezli bir hayatı özendirmeliyiz" diyor.
Gelin görün ki söz ile icraat birbirini desteklemiyor, aksine tekzib ediyor. 
Zira 17 yıllık AKP iktidarlarının icraatlarıyla AVM, stadyum ve banka merkezli bir hayatı özendirdikleri ortada.

Takva ile bağı koparılmış tüm ameller, Rabbani anlamından, işlevinden ve fıtratından koparılmış ve hayatla irtibatı olmayan birer ritüele indirgenmiş demektir.
Başörtüsünün şu son 17 yıllık süreçte yaygın şekilde, A'raf 26. ayette belirtilen "takva elbisesi"yle bağının koparılarak tesettür olmaktan çıkarılıp bir aksesuara indirgenmesi nasıl büyük bir tahribat ise, orucun takva ile, yani bütüncül İslami hayatla (Hayatı Allah'a itaat üzere yaşamakla) bağının koparılması ve yanı sıra kanaat yerine ziyafetle, kuş sütü eksik sofralarla anılır olması da büyük bir tahribattır.
Hani "eskiden başörtülülere zulüm vardı, şimdi ise kimi başörtülülerin başörtüsüne zulmü var" diye bir tesbit var ya, aynı durum oruç için de geçerli maalesef.
Kendileri oruç tutan ve fakat oruca kendilerini tutturmaya yanaşmayanlar, mükellef iftar sofralarıyla, asgari anlamı nefsin açlık yönüyle terbiyesi ve açlık çekenlerin halinden anlama olan orucu, nefsin daha da şımartılması, oburlaştırılması vasıtası kılarak ona büyük bir zulüm yapıyorlar.

Demokrasilerde insan çoğunluğunun tercihi ve insanların desteği esas olduğu için, kişi veya toplulukların iyi mi kötü mü olduğunun ölçüsü, onların Allah'a itaat üzere olup olmadıkları değil, herhangi bir partinin destekçisi olup olmadıklarıdır.
Şu son günlerde şarkıcı-türkücü palyaço takımının çoğunlukla CHP adayından yana tavır koyduğu için iktidar medyasınca hedef alınması ve ipliklerinin pazara çıkarılması bu gerçeğin bir yansımasıdır.
Hayatları fısk-fücur içinde geçen ve parçası oldukları pespaye eğlence kültürüyle toplumu ifsad eden bu palyaçolar iktidardan yana tavır koysaydı makbul sanatçılar (!) olacaklardı!

Bağın bahçenin bostanın içinde yaşayıp da açlık çekene ahmak, en hafif tabirle de tembel denilir, böylesi biri Rabbimiz nezdinde kınanmayı hak eder.
Ramazan gibi mübarek/bereketli bir aya kavuşup onun gün ve gecelerinde takva azığı toplamakta gevşek davrananlar misaldeki gibidir.
Bu ayda sağanak sağanak yağan Rabbani rahmet damlalarıyla, artıracağımız Kur'an kıraatı ve bize şah damarımızdan yakın olan Rabbimize bizi yaklaştıracak olan namazlarımız, infaklarımız ile kaplarımızı doldurmaya bakalım.

2005 yılında Colgate diş macunu misvaklı çeşidini piyasaya sürdüğünde "Namaz Kılan Amerikan Askeri Olmayacağız" başlıklı bir yazı yazmıştım.
Şimdi AmeriKAN emperyalizminin kanlı siyah sütü Coca Cola'nın Ramazan reklamı vesilesiyle bir daha deklare edelim:
AmeriKAN ve NATO emperyalizminin namaz kılan askeri olmayacağız.

Laik-kemalist düzenin kolluk kuvvetlerinin kitapla imtihanına dair 1935 yılından ve 28 Şubat sürecinden iki yaşanmış olay...
İlki Eşref Edib'in Kara Kitap adlı, kemalistlerin tek parti dönemindeki zulümlerini anlatan kitabında geçiyor:
1935 yılında jandarma Isparta köylerinde "irtica" avına çıkıyor. Atabek ilçesinin bir köyünde dini içerikli bir kitapçık buluyorlar. Said Nursi'nin Ramazan'la ilgili bir risalesi.
Bakıyorlar ki üzerinde "Ramazan'a aittir" yazıyor. Köyde kim bu Ramazan diye araştırma yapıyorlar ve sonunda okuma-yazması olmayan Ramazan adındaki bir köylüyü bulup hapse atıyorlar.
İki ay sonra kitabın kapağındaki "Ramazan'a aittir" yazısının kitabın içeriğiyle ilgili olduğu ve o köylünün kitabın sahibi olmadığı anlaşılıp köylü serbest bırakılıyor. 
İkincisi 28 Şubat döneminde yaşanıyor. Bir Müslümanın evine baskın yapan polis, kütüphanedeki kitapları inceleyip telefonla amirini bilgilendirmektedir.
- "Yoldaki İşaretler diye bir kitap var amirim"
- "Geç onu, başlığından anlamıyor musun, trafikle ilgili bir kitap belli ki".

Bir dakika arkadaş, Rabbimizin oruç emrini içeren Bakara suresi 183. ayetiyle ilgili kaç paylaşım gördümse, hemen tamamında ayette geçen ittika/takva kavramı "sorumluluk bilinci" diye çevrilmiş durumda.
Bu doğru değil. Kavramın doğru ve doğrudan anlamı "sakınmak ve korunmak"tır.
Ayetin sonunu "Umulur ki sakınırsınız" yerine "umulur ki sorumluluk bilincine sahip olursunuz" şeklinde anlamlandırmak, Muhammed Esed'le başlayan meal-tefsir formunun bir tercihidir ve yanlıştır. Zira bu tür bir anlamlandırma lafzi anlamla bağı koparmaktadır.
İttika kavramıyla sorumluluk bilinci arasında bağ kurmak ayrı şeydir, ki bunda bir yanlışlık yoktur, fakat kavrama bu şekilde anlamı dışında bir karşılık vermek ayrı şeydir.

CHP müdürü Kemal Kılıçdaroğlu YSK kararı sonrası YSK hakimlerini eleştirirken kendince ideal hakim tanım ve tarifi yapıyor ya, "Hakim dediğin kimsenin isteğine göre karar vermez" vs şeklinde.
Aslında neticede "Hakim dediğin, 28 Şubat'ta olduğu gibi Genelkurmay'a birifing için çağırıldığında emret komutanım diye koşar adım giden, birifingde hazırola geçip darbecileri ayakta alkışlayan bizim oğlanlar gibi olur" demek istiyor.
Bugün YSK mensuplarını kendi aleyhlerinde bir karar verdi diye çete diye itham eden CHP o gün 28 Şubat yargısını ve Vural Savaş gibi militan savcı ve hakimleri militanca alkışlıyordu.
YSK hakimleri şayet İstanbul kararını belgelere göre değil de CHP'nin iddia ettiği gibi yukardan yönlendirmeyle vermişlerse bunu 28 Şubat'taki birifing yargısından öğrenmiş olabilirler mi?

Ümmete kurulan tezgâhın ne kadar büyük ve derin olduğunu şuradan anlamak mümkün:
Bu Ümmet içinde Arapçılık tohumları; Lawrence, Hempher gibi Araplara suret-i haktan görünen İngiliz subayları ve Mişel Eflak gibi Hıristiyan Araplar tarafından,
Türkçülük tohumları; Avrupa'da kurulan Türkoloji enstitüleri ile Selanikli bir Yahudi ve Tekin Alp mahlası kullanacak kadar da "işinin" ehli olan, Kemalizm ideolojisinin de mimarı Moiz Kohen tarafından,
Kürtçülük tohumları da yine Avrupa'da kurulan Kürdoloji enstitüleri ile Kürt şehirlerini mesken tutan ve "Kürtler içinde iki eğilim hâkim. Biri İslami bakış açısı, diğeri kavmiyetçi bakış açısı. Kavmiyetçi bakış açısını güçlendirmemiz lazım" diye rapor yazan Edward Noel gibi İngiliz ajanları ve sonrasında Moşe Dayan gibi Mossad şefleri tarafından atılmıştır.
Dolayısıyla bu Ümmet içinde Arapçılık, Türkçülük, Kürtçülük vs yapanlar, farkında olmasalar da aslında İngiliz emperyalizmi ve siyonizmin gönüllü acentalığını yaptıklarını bilmelidirler.
Ümmet coğrafyamızın insanları; kavmiyet dâvaları peşinde koşup emperyalizm ve siyonizmin kullanışlı aptalları olmak yerine, gelin İslam akidesi üzerine yeniden kardeş olalım, yeniden "İbrahim milleti" bilincini diriltelim ve yeniden Ümmet olalım.

İhsan Eliaçık ve arkadaşlarının iftar sofrasına yapılan polis baskını açık bir zulümdür, polis devleti uygulamasıdır.
Bununla birlikte namazı cemevindeki semah ve kilisedeki ayinle bir tutacak ve "İster gidin camide namaz kılın, ister cemevinde semah, kilisede ayin yapın aynı şeydir" diyecek kadar bildiği hakkın üzerini örten (küfür) bir hal üzere olan bu zattan "hoca" diye söz etmek son derece yanlıştır.

İşgalci AmeriKAN ordusu Afganistan'da Ramazan'ın ilk günü katliam yaptı. Konuyla ilgili acı haber şöyle:

"Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre, Afganistan'ın batısındaki Ferah ilinin Bakva ilçesi ve Nimruz ilinin Dilaram ilçesinde işgalci ABD sivil alanları ağır bir şekilde bombaladı. Bölge kaynakları ABD tarafından düzenlenen saldırılarda en az 51 sivilin katledildiğini, 25 sivilin de yaralandığını aktardı. Enkaz altında kalan sivillerin kurtarılması için çalışmaların sürdüğü, maktul sayısının artabileceği ifade ediliyor."

Herkes dilediği dünya görüşünü seçmekte, dilediği gibi düşünüp yaşamakta neticede muhayyerdir. Neticede Rabbimiz insana hak yolu bildirmiş, bâtılı da izah etmiş ve insanları hakka ittibaya teşvik etmekle birlikte tercih noktasında muhayyer bırakmıştır. Hayat tüm süreçleriyle bir imtihandan ibarettir.
İmdi, herkes hakla bâtıl arasında dilediği şekilde tercih yapabilir, ona göre de bir akibetle karşılaşır. Fakat hiç kimse İslam'ın kavramlarını bâtıl iş ve işleyişler için kullanmak hakkına sahip değildir. Hakla bâtıl apaçık ayrılmıştır ve ikisinin arası yoktur.
Güncel bir konu olarak; İslam'ın hâkim değil mahkûm olduğu bu düzende genel veya yerelde yöneticilerin belirlendiği seçimler için "hayır" dileğinde bulunmak caiz değildir. Zira İslam'ın yaşanması ve hâkim kılınmasından başka bir seçenekte hayır yoktur, olamaz.

Herhangi bir marketin önünden geçin ve görün bu toplumun Ramazan'dan ne anlayıp yaşadığını.
İnsanlar kıtlıktan çıkmış sanki. Kasalar önünde kuyruklar, sepet sepet alışverişler.
Asgari anlamıyla nefsin açlıkla terbiyesi ve açların halinden anlamak yönüyle dahi yaşanmayan, aksine nefislerin iyice şımartıldığı, kanaat yerine ziyafet kültürünün iyice kökleştirildiği bir Ramazan (!) algı ve pratiği.
İslam'ın Ramazan'ı, orucu asla bu değil.

Kadir Mısıroğlu gibi sözünün eri adamlar, çoğunluğun maskelerle dolaştığı, kemalistinin yeri gelince dindar, dindarının kemalist maskesi taktığı bu memlekette zor bulunur.
İnandığı şeyleri dobra şekilde savunan biriydi. Kemalist gâvurluğa hiç prim vermedi.
Evet sözünün eriydi, fakat sözü maalesef Asr-ı Saadet odaklı değildi. Rasulullah'ın (a.s.) toplum ve düzenini değil, Osmanlı saltanat düzenini model olarak sunuyor, insanları ona özendiriyordu.
Küfre hasımlığı sağlamdı, fakat İslam'a hısımlığı problemliydi.
Muhakkak ki Rabbimiz, bir hak ediş günü olan Hesap Günü'nde ona hak ettiği akibeti takdir edecektir.
İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun.

İşgalci siyonist katliam ordusu Gazze'ye yönelik saldırılarında birkaç günde 24 mazlumu katletmiş, ABD ve AB bu konuda tek söz etmeyip bu katliama karşı Gazze'den can havliyle atılan ve herhangi bir can kaybına da yol açmamış olan roketleri kınıyor, katliamı ise "İsrail'in kendini savunma hakkı" diye savunuyor.
Küfür tek millet, onlar birbirlerinin velileri. Rabbimiz Kur'an'da bize bu gerçekleri bildiriyor zaten. Onları veli/dost edinenlerin de onlardan olduğunu da bildiriyor Rabbimiz. 
Ve bugün Müslümanların en büyük sorunu, İslam coğrafyasını yönetenlerin, batılı ve doğulu kâfirleri veli edinenler olması. Kâfirler de güçlerini bu yöneticilerin işbirlikçiliğinden alıyor.

Bugünün "sevad-ı azamı"; stadyumları, kahvehaneleri, ekran başlarını dolduran futbol taraftarlarıdır. Sevad-ı azam, yani büyük karartı, yani insan kalabalığı.
Bugün Türkiye ve dünyada en fazla bağlısı/dindarı olan din, futbolizmdir. Sürekli dolup taşan mabedler futbol mabedleridir.
Papalığıyla (FIFA) ve bu papalığın yerel temsilcilikleriyle (Türkiye Futbol Federasyonu gibi) devasa bir dünya dinidir futbolizm.

F.Gülen Mavi Marmara konusunda "Gazze'ye yardım götürmek için otoriteden (yani siyonist işgalciden) izin almaları gerekirdi" açıklaması yapmıştı.
Şimdi AKP Türkiyesinde mahkeme Mavi Marmara konusunda "İsrail'in egemenlik hakları"ndan söz ederek konunun üzerini kapatıyor.
Zaman zaman Fetö bitse de Fetöcülük bitmedi dediğimiz durum işte bu. Fetöyle aynı işbirlikçi ve kullanışlı zihniyete sahip olduktan sonra bir şey değişmiyor.

Yayınevleri metinsiz meal basmaktan vazgeçmelidir. Salt meal, okuyucunun Kur'an'la, onun kavramlarıyla bağını koparmakta ve mealin Kur'an yerine konulmasına yol açmaktadır.
Kur'an'ın aslıyla irtibatın koparılması ve meal okunmasıyla yetinilmesi, Kur'an'ın ana omurgasını oluşturan kavramlarla ilişiğin kesilmesi ve yüzeyselliği sonuç vermektedir.
Kur'an'ın aslını, ardından mealini okumalı, metinde geçen kavramlara özel önem vererek mealdeki karşılıklarıyla yetinmeyip kavram ve lügat kitaplarından ayrıca faydalanılmalıdır.

Ramazan programı adı altında gazino şarkıcılarını toplayıp Maltepe etkinlik alanında "Ramazan konserleri" düzenliyorsun ya, şunu demekle yetinelim:
İsim İmamoğlu, icraat papazoğlu.

Böyle halka böyle yönetim. Tencere-kapak misali.
Halk Oruç Baba, Telli Baba, Garip Dede türbelerinde, yöneticiler Anıtkabir türbesinde.
Halk da yöneticiler de ölülerin huzurunda tazimde bulunarak işleri yürütme peşinde.
Kısacası memleketin işi ölülere kalmış.
Biz sizden ve Allah'tan başka ilahlaştırdığınız bu geleneksel ve çağdaş putlardan beriyiz elhamdulillah.

Aşağı tükürsen CHP faşizmi ve despotizmi,
Yukarı tükürsen AKP liberalizm ve pragmatizmi.
Bu topluma dünya ve ahiret saadeti için tek çıkışın, laik-kemalist düzen ve onun sol-sağ tüm aktörlerinin akidevi olarak reddedilmesi ve temelden bir İslami toplumsal-siyasal inşa çabası olduğunu anlatmamız gerekir.
Bunca yandaş ve candaş medya illüzyonları arasında ne kadar anlatabiliriz Allahu alem, fakat elimizden geleni yapmamız farz-ı ayndır.

Türkçüler Günü diye bir şey varsa Kürtçüler Günü, Arapçılar Günü vs de olacaktır.
Ne demişti, kendisi bir Arnavut olan Kur'an şairi Mehmed Akif:
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatta yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri

Günümüzdeki "Kur'an bize yeter" söylemi tam anlamıyla hak söz ile bâtılı kastetmekten ibarettir. Yüzeysellik, ilimsizlik, slogancılık ve Kur'an'ı başta ana bağlamı olan Rasulullah'ın bizim için bağlayıcı örnekliği (Sünneti) olmak üzere bağlamlarından koparıp, bağlamsız bir metne dönüştürme yaklaşımıdır.

Be zalim insanlık, Suriye'de türlü bombalar ve füzelerle evleri başlarına yıkılıp katledilen mazlumlar (son olarak dün İdlib'de Esed kafirinin varil bombalarının isabet ettiği evlerinin enkazı altında can veren anne-baba ve üç çocuk) umurunuzda değil bunu anladık da, hiç değilse şu hayvanseverliğinizin gereğini yapıp, yine dün İdlib'e yönelik bombardımanlarda kümesleri başlarına yıkılan tavuklar ve civcivler için tepki gösterseydiniz.

Modern/güncel cahiliyenin birçok yönden klasik cahiliye dönemlerinden daha sapkın ve azgın bir cahiliye biçimi olduğunu zaman zaman ifade ediyoruz.
Bu durumun bir örneği de kadının, beyanının esas kabul edilecek derecede putlaştırılmış olmasıdır.
Oysa Yusuf suresinden öğreniyoruz ki, Yusuf (a.s.)'a meyleden kadının kendi suçunu Yusuf (a.s.)'a yıkma çabası karşısında kocası ve yakınları onun beyanını esas almamış, gömleğin önden mi arkadan mı yırtıldığı üzerinden bir muhakemeyle gerçeği ortaya çıkarmışlardır.

Soğuk savaş döneminde AmeriKAN emperyalizminin uyguladığı "yeşil kuşak" politikalarının ürünlerinden olan ve bütün çabaları Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi İslami uyanış öncülerini, üstlendikleri yeşil kuşak ihalesi gereği karalamak olan Türkiye gazetesi ekibi, geçtiğimiz günlerde çeşitli modernist figürlerin yanına Mevdudi'yi, Hamidullah'ı vs yerleştirerek alçakça algı operasyonlarını sürdürdü.
Bu duruma tabii ki şaşırmadık. Zira bir taraftan güzide Müslümanları ultra atalar dini mantığı adına tekfir ederken, diğer taraftan Seda Sayan, Sibel Can gibi dansözlere Tv'lerinde program yaptıran bu iflasçılar, gazetelerine gelen "Seyyid Kutub'a zındık diyor, fakat Seda Sayan'a eğlence programı yaptırıyorsunuz. Bunu nasıl izah edersiniz" şeklindeki bir soruyu, dini (!) bilgiler sayfalarında aynen şöyle cevaplamışlardı:
"Seda Sayan için ancak günahkâr denilebilir. Fakat Seyyid Kutub dini tahrif ediyor."
İlginçtir, Mekkeli müşrikler de Rasulullah (a.s.)'a "dinimizi tahrif ediyorsun" diyorlardı.
Bu AmeriKAN yeşil kuşakçılarına şunu demekle yetinelim: Rabbimiz bizi Seyyid Kutub'la, Mevdudi'yle, sizi ise Seda Sayan'la haşretsin.

Kapitalizm her halükârda sermayeden ve sermayedardan yanadır.
Buna karşı sosyalizm, bir tepki ideolojisi olarak "işçi sınıfı fetişizmi" diyebileceğimiz bir anlayışla işçi-işveren kamplaşması temelinde bir çatışmacı anlayışı ifade eder.
Sosyalist ideolojiye göre işçi-işveren ilişkisinde haksız olan, zalim olan her durumda işverendir. 
Kapitalist ideolojide ise tam tersidir. İşçiler salt, emekleri parayla satın alınan ve işverene maksimum fayda sağlamakla yükümlü nesne durumundadırlar.
İşte bu her iki sınıf temelli ideolojik yaklaşıma karşılık İslam, hak ve adaleti merkezli, başta sermayenin tabana yayılması öğretisi (Bkz: Haşr, 7) olmak üzere sermaye-emek, işçi-işveren konularında çatışmacı dikey toplumsallık yerine, adalet ve dayanışma temelli yatay toplumsallığı esas alır.
Kur'an'ın özellikle Mekki surelerinde ezilenler, mustazaflar (zayıf bırakılmışlar) ve emeği sömürülenlere yönelik mesajlar ile mutref ve müstekbirlere karşı mücadeleyi teşvik eden birçok ayet vardır.
Bununla birlikte söz konusu ayetler, Bilal-Umeyye b. Halef çelişkisine karşı, Bilal-Ebubekir dayanışmasını inşa etme temellidir. Yoksa sürüp gidecek ve hak-adalet temeli yerine sınıf fetişizmini esas alan bir sınıf çatışması temelinde değildir.
Belirli bir sınıftan olmak, haklı olmanın yeter gerekçesi değildir, olamaz. "Ben ortaya sermaye koyuyorum, risk alıyorum. O halde ben haklıyım" veya "Ben ortaya emek koyuyorum, ter döküyorum. O halde her halükârda ben haklıyım" anlayışı hak ve adalet doğurmaz. Çelişkilerin derinlemesini ve sürüp giden çelişkiler doğurur.
İşçilerini sömüren zalim işveren örneklerini çokça bildiğimiz gibi, yıllarca kendisini istihdam eden işvereni iflas ettiğinde, onunla dayanışma yerine asgari insani vefa duygularından uzak olarak kıdem tazminatı davaları açan işçileri de biliriz.
Kısacası işçi-işveren ilişkilerine sınuf temelli değil, hak ve adalet temelli bakmak gerekir. Aksi üzüm yemek yerine bağcı dövmekle iştigal etmektir.

Hamza Tzortis'in eserini basmama yönündeki ezik, saygısız, pespaye kararından vazgeçip, yazar kardeşimizden özür dileyerek eseri yayınlayana kadar Timaş Yayınları'nı boykot ediyoruz.

Timaş Yayınları'ndan kitabı çıkmış olan yazarlar da bir imtihanla karşı karşıyalar şimdi.
Bakalım içlerinden "Kemalist tamtamcılara boyun eğip yayından çektiğiniz Hamza Tzortis'in kitabını yayınlayana kadar kitaplarımın basım hakkını iptal ediyorum" tavrını takınabilecek vasıflı insanlar çıkabilecek mi.
Yazarlık böyle zamanlarda onurlu tavır takınabilmeyi gerektirir.

...

Kemalistlere ve hakkı söyleyen Hamza Tzortis'e saldırıda onların yardakçılığını yapan ezik muhafazakârlara, kafa konforlarını bozacak bir soru soralım:
Şu an Yunanlılar, Ayasofya'nın sizin atanızın dönüştürdüğü şekilde müze olarak kalmasından yanalar. Siz de Yunanlılarla aynı çizgidesiniz. Oysa Yunan asıllı bir Müslüman olan Hamza Tzortis'e sorsak Ayasofya'nın yeniden câmiye dönüştürülmesini savunur.
Bu durumda Yunan uşaklığı sıfatı ona mı yakışmış oluyor, yoksa size mi?

Gelin bu Ramazan'da Kur'ani/Nebevi bir inkılab yapalım. İftar sofralarımızı ve iftar dâvetlerimizi ziyafet değil kanaat üzere biçimlendirelim.
Böylece Ramazan denilince akla çeşit çeşit yemekler değil, bu ayın Rabbani fıtratına uygun olarak Kur'an gelsin, ibadet/taat gelsin, i'tikaf gelsin, açların/yoksulların halinden anlamak ve onlara sahip çıkmak gelsin.

İktidar medyasının haberi veriş biçimi, Çamlıca camiindeki sabah namazı buluşmasının ibadetten ziyade politik niyet ve kaygılarla, CHP'nin ihtiyarlar kolu gibi hareket eden SP'nin genel başkanına bir yanıt gayesiyle organize edildiğini akla getiriyor.
Namazın bu şekilde politik çekişmelere malzeme yapılması son derece yanlış. AKP'si, SP'siyle laik düzenin partilerine çağrımız odur ki;
Lütfen kavgalarınızı bizim değerlerimiz üzerinden yapmayın. İslam'ı ve değerlerini rahat bırakın.

Meseleleri sistemik düzlemde değil de kişiler düzleminde ele almaya devam ettikçe hiçbir konuda sonuç alamayız.
12 Eylül darbesi sonrası Mamak cezaevini yöneten işkenceci albay Raci Tetik'e lânet okuyalım tabi, fakat şunu da unutmayalım ki Raci Tetik olmasaydı, o işleri yapan bir Maci Tetik olurdu yine orada.
Kısacası kuklalara değil kuklacılara odaklanmak gerek. Meseleleri salt kişilere indirgemek sistemin arayıp da bulamayacağı bir yaklaşım.

İnşallah nasip olur İslam inkılabını yaparsak, tunçtan-mermerden heykelleri devirir, son yapılan çikolatadan heykeli ise oturup afiyetle yeriz. Tabi bu arada putperestler acıkıp kendileri yemezse.

Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet şeriattan söz etti. Hem de "Şeriatın kestiği parmak acımaz" diyerek. Fakat laik rejimin bir kurumu olan YSK'nın beklenen İstanbul seçimi kararıyla ilgili olarak.

Fransız şeysi Macron, İslam'ın siyasal yönünden rahatsız olduklarını, "siyasal İslam"ın tüm biçimleriyle mücadele etmek gerektiğini söylemiş.
Firavunlar da, Ebu Cehiller de farklı bir şey söylemiyordu zaten. İbadetini dilediğin gibi yap, fakat bizim siyasal-ekonomik işleyişimize, egemenlik alanlarımıza müdahale etme diyorlardı.
Yunus 15'de bildirildiği üzere Mekke oligarkları, "Ya bu Kur'an'ı değiştir ya da yeni bir Kur'an getir" diyorlardı Rasulullah (a.s.)'a.
Macron'un yaptığı sadece ataları Ebu Cehil'in, Ebu Leheb'in, Umeyye b. Halef'in söylediklerini tekrarlamaktan ibaret.
"Deden bile söndüremedi İslam'ın nurunu
Sen mi söndüreceksin Ebu Cehil'in torunu."

Kitabullah, yöneticiler cenaze merasiminde veya Eyip Sultan'da güzel tilavet edip oy toplasın diye değil, kendisiyle hükmedilsin diye inzal olunmuştur. Onunla hükmetmeyenlerin hükmü de yine Kitabullah'ta açık olarak bildirilmiştir. (Bkz: Maide 44,45,47) Allah'a ve Kitabına iman ettiğini söyleyen bir kimse, hükmetme makamındaysa ya Allah'ın hükmüyle hükmedecek, ya da o makamda olmayacaktır. Bunun arası yoktur.

"Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma." (Nisa, 105)

İşte insanlığa model olarak dayatılan batasıca batının geldiği nokta:

"ABD’de 1995 yılının yaz aylarında aşırı sıcaklardan evlerinde ölü bulunan ve günlerce kendilerinden haber alınamayan yoğun bir yaşlı nüfus olduğunu fark ettikten sonra konuyu irdelemeye karar veren sosyolog Eric Klinenberg, 2012'de 'Solo Hayat' kitabını yazdı. O tarihten sonra kavram, yeni bir hayat tarzı dalgasını simgelemek üzere akademi dünyasında hızla yayıldı."

Toplumlar ahmaklıktan kurtulmadıkça emperyalistlerin işi her zaman kolay olacaktır.
Anzaklar Gelibolu'ya gelip İngiliz emperyalizmi tarafından ülkelerinden binlerce kilometre uzaktaki bir savaşa sürüklenip ölüme gönderilen atalarını duygusal etkinliklerle anıyor, kahramanlık edebiyatı yapıyorlar.
Oysa Gelibolu'ya gelip savaşı kutsayacakları yerde, ülkelerindeki İngiliz elçiliklerinin kapısına dayanıp atalarının hesabını sorsalar kendileri ve insanlık için faydalı bir iş yapmış olurlardı.

Taciz olaylarından dolayı idam söz konusu olacaksa, ilk idam edilmesi gereken, bir asırdır bu topluma batasıca bâtıl batının kültürünü, hevaya dayalı hayat tarzını dayatan bu laik-kemalist düzen olmalıdır.
Aksi taktirde sivrisinek avıyla maalesef hiçbir sorun çözülmez.

Mü'min, hayatın her alanında Âlemlerin Rabbi'ne itaat ve dolayısıyla O'na itaat etmeyen mercilere akidevi reddiye üzerine karar kılmış ve bu karar üzere gemileri yakmış insandır.
Artık o hayatında başka bir seçenek, değişen şartlara göre başka çıkış yolu arayışına girmez. Her şart ve durumda istikameti açık ve nettir.
Mü'minle, münafığın Kur'an'da zikredilen bir çeşidi olan, İslam'la güncel cahiliye arasında net tercih yapamayan, İslam'a ve Müslümanlara yanaşmakla birlikte gemilerini de hep yedekte tutan ikircikli yaklaşım sahipleri arasındaki fark, gemileri yakıp yakmamakta belirginleşmektedir.

E.İmamoğlu'nun İBB Meclisinde İstiklal marşını yanlış okuması sonrası, İl Seçim Kurulu'na başvurarak mazbatasının iptalini istediği bildirildi.
İmamoğlu'nun kariyerine sıfırdan, ilkokul öğrenciliğiyle başlayacağı gelen bilgiler arasında.
Ajans zaytung son dakika olarak bildirdi.

Dün (23 Nisan), ABD Afganistan'ın Hilmend şehrinde çocuklarımızı katletti.
Rusya ve finosu Esed rejimi İdlib Serakib'de çocuklarımızı katletti.
Türkiye'de laik-kemalist rejim de, "çocuk bayramı" adı altında putçu paganist ayinlerle ve yarı çıplak dans gösterileriyle yüzbinlerce çocuğun fıtratını, kişiliğini katletti.

Türkiye'de "atalar dini"ni eleştirenler çok, fakat resmî "ata dini"ni eleştiren, gündem eden maalesef pek yok.
Oysa Türkiye'de hâkim din (dünya görüşü/hayat nizamı), türbelerle sembolize edilebilecek olan "atalar dini" değil, Anıtkabir merkezli resmî "ata dini"dir.

Diriliş Ertuğrul gibi Diriliş Osman Gazi dizisi de gerçekleri yansıtan (!) bir dizi olacakmış. 
1277'de ölen Celaleddin Rumi'nin (ki kendisi panteizm/vahdet-i vücud şirkinin başat temsilcilerinden ve Anadolu'daki Moğol işgalinin işbirlikçilerindendir) Osmanlı'yı müjdelediği gibi saçma sapan bir iddiayla yola çıkan bir dizi nasıl olacak da gerçekleri yansıtacak?
Kısacası, durmak yok halkı hurafelerle oyalamaya devam.

Hüküm/hâkimiyet Âlemlerin Rabbi Allah'a, O'nun hükümlerine göre yönetme işi (yeryüzünün hilafeti) toplumlara aittir.
Toplumların, yöneticilerini seçme hak ve selahiyeti vardır, fakat Allah'ın dininden başka bir din (dünya görüşü/hayat nizamı/ideoloji) seçmeleri hak değil dalâlettir, dünyada ve ahirette ziyanı tercih etmektir.
Bugün (23 Nisan) bu ülkede bolca "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sloganı dillendirilerek zaten pratikte işlenmekte olan açık bir tuğyan bir kez daha sahiplenilecektir.
Biz Müslümanlar olarak bu tuğyandan beri olduğumuzu ifade edip, "hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah'a aittir" gerçeğini dillendirmeliyiz.

Jakoben gâvurluğun bir asırlık partisi CHP, dualı-mehterli mitingler yapıyor, "şeytan ayetleri" adlı alçaklığın Türkiye'deki yayıncılığını yapacak kadar İslam'ın azılı düşmanı olan D.Perinçek, Rasulullah (a.s.)'ın devrimciliğine övgülerde bulunmak üzere kitap yazıyor.
AKP'yle birlikte ciddi bir toplumsal karşılık bulan şeytanın sağdan yanaşması taktiği artık Türkiye siyasetinin temel strateji haline gelmiş durumda.
İt izinin at izine karışmasını aşan bir durum var ortada. Yılan, çıyan ve bilumum hareşet izi de at izine karışıyor ve daha da karışacak görünüyor. 
Bu durumda biz Müslümanlara düşen, hakla bâtılın arasını net olarak ayıracak, nifak ve münafıklığın hayat bulduğu ortamlar olan fluluğu ortadan kaldıracak dâvet çalışmalarını yoğunlaştırmaktır.

Şu ayet-i kerimedeki iman, ittika ve Allah'a itaat konusundaki yoğunluğa bakar mısınız. Hal böyleyken müslümanların tarihinde imanla amelin bağı nasıl olmuş da koparılabilmiş, akaid kitapları amelsiz bir iman iddiasını nasıl olmuş da makbul kabul etmiş, hayret etmemek elde değil:

"İman edip sâlih ameller işleyenler için, günahlardan sakındıkları, iman edip sâlih ameller işledikleri, sonra yine sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde önceden tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Allah iyilik sahiplerini sever." (Maide, 93)

Her dinin (dünya görüşü ve hayat biçiminin) çeşitli sembolleri ve bu sembollere dayalı ritüelleri vardır. Tabi yegâne hak din olan İslam söz konusu olduğunda ritüel kelimesi yerine, Kur'ani bir kavram olan nüsuk kavramını kullanmaktayız/kullanmalıyız.
Mesela Müslümanlar için Hacca gitmek ve Arafat'ta vakfeye durmak, oraya yol/imkân bulabilen her Müslümanın üzerinde Allah'ın hakkıdır, farzdır.
Diğer tüm dünya görüşleri gibi ırkçı/ulusçu dünya görüşlerinin de kendi bâtıl ideolojileri açısından bu tür sembol coğrafyaları ve o coğrafyaların "haccedilmesi" söz konusudur.
İşte MHP Ordu milletvekili Cemal Enginyurt'un Kırgızistan'daki Tanrı dağlarında "Hayatımın en önemli ahdini gerçekleştiriyorum" diyerek kurt gibi uluması ve "Tanrı Türkü korusun" sloganlarıyla yaptığı ideolojik ayin tam da budur.
Her ideolojinin neticede bir din olduğunun taze bir tanıklığıdır, Enginyurt'un bu ideolojik ayini.

Ankara Çubuk'ta asker yakınlarının K.Kılıçdaroğlu'na yönelik tepkisi gayet anlaşılır ve haklı bir tepkidir. İşin içine şiddetin girmesi tepkinin doğallığını ve haklılığını gölgelemiştir.
Bu tepki CHP'nin hem nalına hem mıhına politikasının halkın bir bölümündeki doğal karşılığını ifade eder. Ya HDPKK'yla alengirli işlere girmeyeceksin ya da onların katlettiği askerlerin cenazesine katılma yüzsüzlüğüne tenezzül etmeyeceksin. Toplum salak değil, olup-bitenin farkında.

Sri Lanka'da kiliselere yapılan saldırılarla, Yeni Zelanda'da, Kanada'da, ABD'de vs camilere yapılan saldırılar ve aynı zamanda ABD-NATO'nun, Rusya'nın, Çin'in Irak'ta, Suriye'de, Doğu Türkistan'da, Afganistan'da camilere yönelik saldırıları arasında temelde hiçbir fark yoktur. Hepsi insanlığa karşı işlenmiş suçlardır.
Bu konuda failin devletler veya örgütler olması yahut hedefin camiler veya kiliseler olması ayrımı yapılmadan net ve tutarlı tavır takınılmalıdır.

Hasan Cemal "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" kitabında yedek subay olarak bulunduğu Erzincan'da tugay komutanının kendisi için taze balık getirmek için zaman zaman Trabzon'a helikopter gönderdiğini anlatır.
Bu doğrudan bir yaşanmışlık, bir tanıklıktır. Bir de rivayet dolaşır halk arasında. PKK'yla yaşanan çatışmada yaralanan askerin hastaneye yetiştirilmesi için helikopter talep edildiğinde komutan "Analar asker doğuruyor, fakat helikopter doğurmuyor" diyerek helikopter talebini kabul etmemiştir bu rivayete göre.
Bir yazar da der ki; asker cenazeleri hep gariban semtlerden kaldırılmaya devam ettiği sürece PKK'nın bitirilmesi için gerekenler yapılmayacaktır. Ne zaman ki Teşvikiye'den bir asker cenazesi kaldırılıncaya kadar.
Şunu da ifade edelim ki, Kürt meselesiyle PKK meselesi arasında bugün için hiçbir bağ ve korelasyon kalmamıştır. PKK ve dolayısıyla onun Türkiye, Irak ve Suriye'deki siyasi uzantıları tamamen emperyalizm ve siyonizmin operasyon enstrümanları durumundadır.

İşte CHP kafası bu: Ekmek bulamayan heykel yesin!

"CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş'la görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada 'Mansur Beye, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Şinasi ve Rıfat Horozcu’nun fötr şapkalı meşhur fotoğrafını gösterdim ve bunun heykelinin yapılmasını önerdim. O da kabul etti' şeklinde konuştu."

Demokrasi ile ilgili yanılgıların temelinde, onun salt yürütme organlarına yönetici belirlenmesiyle ilgili teknik boyutunun göz önüne alınması bulunuyor.
Oysa demokrasinin esası, bu teknik boyutu değil, yasamayla ilgili itikadi boyutudur. O, insan için ölçü belirleme yetkisinin ancak yine insanın kendisine ait olduğunu savunur.
Kısacası demokrasiye göre insanın rabbi bizatihi kendisidir. Demokrasi, laiklik, pozitivizm ve humanizm bölünmez bir bütün olarak batının modern tuğyanını teşkil ederler.
Bugün eşcinsellik vs denilen sapkınlıkların "demokratik tercihler" olarak nitelendirilmesi, demokrasinin söz konusu "itikadi" boyutuyla ilgili bir husustur.

Seçimden önce HDPKK şeysi S.Demirtaş'la ilgili soruya, genel seçmen kitlesini gözeterek "o kim" diye cevap ver, seçimden sonra ise uzun uzun güzelleme yap.
Bu memlekette düzenin adamlarından Ebu Cehil gibi sözünün eri olan göremeyecek miyiz? Hep İbn-i Selül'ler mi çıkacak karşımıza?
İbn-i Selül'ün oğlu, babasının nifak yoluna uymayıp Müslüman olmuştu. Bizde ise imamınoğlu tam bir çağdaş İbn-i Selül olarak çıkıyor karşımıza.

E.İmamoğlu'nun kolundaki saatin 250 bin TL değerinde olduğunu yazıp eleştiren muhafazakâr yayın organları, aynı şeyi AKP'li yöneticilerin benzer pahadaki saatleri, elbiseleri, kol çantaları konusunda da yapmış olsalardı bir tutarlılıkları olurdu.

Dün akşam Haydar Baş'ın kanalına rasgeldim, aman Allah'ım o nasıl bir yıkıcılık, nasıl bir kara propaganda.
Adamlar tam Şia olmuşlar, hem de gulat tarafından.
İkide bir Haydar Baş'ın Hz. Ali'den sonra gelen en büyük lider olduğunu söyleyen bir goygoycu konuşuyordu.
Hz. Ömer'e, Ömer b. Abdulaziz'e, Buhari'ye alçakça hakaretler ediyor, Ömer b. Abdulaziz gibi bir muvahhide hadis pazarı kurmak ve insanları bir dirhem karşılığı hadis uydurmaya teşvik etmek gibi iftiralarda bulunuyordu. Kütüb-i Sitte'ye de ağır hakaretlerle saldırıyordu.
Bu Haydar Baş ve sürüsü Türkiye'de ciddi bir toplumsal sorun olacaklar gibi görünüyor.

Bu CHP'lilerin içkiden, sarhoşluktan başka sermayesi yok mudur? 
Gerçi ataları da farklı değildi, dolayısıyla onun izindeler. Hayatı rakı sofralarında geçmiş, çocuklara bira içirmeyi gaye edinmiş bir tağutun takipçileri de farklı olmazdı zaten.
Şu anda CHP'liler M.Kemal'in mi yoksa Apo'nun mu askerleri bu da tartışmalı tabi. Fakat Apo tağutunun da içki ve sarhoşluk konusunda diğerinden aşağı kalır tarafı olmadığı biliniyor.

Hani Türkiye'deki darbelerin meşhur repliği vardır "NATO'ya, CENTO'ya bağlıyız" diye. Darbeciler böylece, bu alanlarda demokratlardan farklı olmayacaklarını taahhüt ederler küresel efendilerine.
Sudan darbe konseyinin, Yemen'deki Suud-BAE işgaline asker desteklerinin süreceği yönündeki açıklaması da tıpkı onun gibi.
Demokratlar da darbeciler de her yerde aynı. Emperyalizme uşaklıkta temelde farkları yok.

Türkiye'de ilki Erbakan'ın MNP'si olan muhafazakâr partiler ve tarikatlarla geleneksel cemaatlerin, Anadolu insanını Hakka talip ve tâbi olmak yerine, sürekli olarak bâtıldan bâtıl beğenmeye sevk ettiğini görmeli ve artık toplum olarak Kur'an'la bilinçlenerek bu kısır döngüye son vermeliyiz.
Jakoben Kemalist gâvurluk karşısında sığınacak limanın, bir başka gâvurluk biçimi olan İngiliz tipi sekülerizm (Anglo-Sakson laikliği) olmadığını,
Müslümanın ancak ve ancak Rabbimizin bizim için belirlediği hayat nizamına talip ve tâbi olması gerektiğini bu topluma bıkıp usanmadan merhametle anlatmalıyız.

İnsan bâtıl dahi olsa "dininde" tutarlı olmalı. Temel Karamollaoğlu yaklaşık bir yıl önce BBC'ye röportaj vermiş ve İngiliz tipi sekülerizmden yana olduklarını söylemişti.
Şimdilerde ise bu zat ve partisi, Fransız tipi jakoben laiklik yanlısı partilerle sarmaş-dolaş olmuş durumda.
Oysa "dininde" samimi ise, İngiliz tipi sekülerizmin Türkiye'deki temsilcisi AKP'yle birlikte hareket etmesi gerekirdi, Fransız tipi jakoben laikliğin temsilcileriyle değil.

Ah be Binali Yıldırım, sadece hile karıştırılan seçimlerinin değil, bu cahiliye sisteminin bizatihi ve tüm işleyişiyle topyekün mundar olduğunu kavrayabilseydin keşke.

Türkiye'deki tüm seçimlerde kazanan sadece iki taraf vardır.
Maddi plandaki kazananı, seçimler sayesinde yöneticilerini/hamallarını yenileyen ve kendisini tazeleyen rejimdir.
Asli-ebedi plandaki kazananı ise, Rabbimizin ilk emirlerinden olan ruczdan hicret (Bkz: Müddessir, 5) konumlarında sebat ederek demokrasi oyununa dahil olmayan, cahiliye düzeninin kendisini tazelemesine katkı sağlamayan Mü'minlerdir.

Devletin askeriyeden yargısına, mülkiyeden polisine neredeyse yüzde 80'ini ele geçir, sonra kalk AmeriKAN gazıyla hükümetle savaşa tutuş ve bu savaşı kaybedince de yıllarca "İslam'a hizmet" kisvesiyle etki altına aldığın kitleyi CHP destekçisi haline getirerek, çeşitli terör örgütleriyle birlikte CHP'ye seçim kazandırma peşine düş.
Ey Fetö, ahmaklığına ve AmeriKAN uşaklığına doymayasın. Biz yalnızca, o hâbis etki alanına alıp ifsad ettiğin Anadolu insanına üzülüyoruz. 
Onlara, Allah'ın verdiği aklı kullanarak vahiyle ve vahyin bildirdiği sahih İslam akidesiyle buluşma çağrısı yapıyoruz.
Diyoruz ki; ey insanlar, Samirilere değil Rasulullah'a, onun güzel örnekliğine tâbi olup dünyamızı ve âhiretimizi ziyandan kurtaralım.

Derbi maç varmış. "Müslüman" Türkiye'de şu an tüm gündem bu. Biz nehyi anil münker görevimizi yapalım:

"Mü'minler boş şeylerden yüz çevirirler." (Mü'minun, 3. Ayet)
Kaldı ki, profesyonel futbol boş iş olmanın ötesinde kitleleri sevk ve manipüle eden bir seküler din ve aynı zamanda da devasa bir sömürü ve kumar sektörü niteliği taşımaktadır.
Hevalarına değil, Âlemlerin Rabbi'nin ölçülerine tâbi olanlara selam olsun.

- Kanka biliyor musun ben deist oldum.
- Anlamadım ne ist oldun?
- Deist be kanka, sen de hiçbir şey bilmiyon he.
- Peki deist olmadan önce ne idin kanka?
- Müslümandım tabi ki, ne olacaktım. Annem babam Müslüman, ben de doğal olarak Müslümandım yani.
- Hımm. Peki deist olunca hayatında ne değişti? Merak ettim bak şimdi.
- Bir şey değişmesi mi gerekiyor kanka. Müslümandım deist oldum o kadar.
- Bence sen git ateist ol kanka. Hatta satanist filan ol, bak bu daha fiyakalı. Nasıl olsa bir şey değişmiyor.

İstanbul Tabip Odası, sapkınlıkları alenen sahiplenmekle ve meşrulaştırmaya çalışmakla fıtrata savaş açmış bulunuyor. Fıtrata savaş açanlara biz de savaş açarız. İstanbul Tabip Odası denilen fısk, fücur ve fesad odağı, insanlıktan yana olan herkes tarafından lanetlenmelidir.

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Müslümanlarla hasbihal etme sevinciyle geldiğim Adana'da, hayatını Kur'an muhafızları yetiştirmeye adayan Ahmet Türkmen kardeşimizin vefat haberiyle sarsıldım. Kahvaltıyı birlikte yapacağınız bir Müslümanın, akşam evinin terasından düşerek vefat ettiğini öğrenmek acı olsa da, kardeşimizin hayat ve mücadele örnekliği inşallah kendisini Rabbimizin rızasına namzet kıldığı gibi, insanlara da örnek oluşturacaktır.

Seçim sebebiyle birkaç şirinlik yaptılar diye CHP güzellemesi yapan bazı aklı evvel Müslümanlara şaşmamak imkansız. Sanırım bu gidişat Dersimliler'in katillerine aşık olduğu sürecin benzeri gelişmelere yol açacak.
Oysa CHP müdürünün Yeni Zelanda'daki katliam sonrası oryantalistçe yaptığı "Müslüman dünyasından kaynaklanan terör" açıklaması henüz çok taze.
Bu kadar hafızasızlık Müslümanım diyenlere yakışmıyor.

CHP'yi, Bolu'da belediye başkanı seçilen insanlık düşmanı faşisti kınamaya çağırmak, Hitler'i gaz odalarını yöneten subayını kınamaya çağırmaktan farksızdır. Bu kadar açık ve iddialı yazıyorum. Haydi CHP beni mahcup etsin.

İslam öğretisinin ve dolayısıyla İslami mücadelenin temeli, hakla bâtılın kesin hatlarla ayrıştırılmasıdır. Bazı Müslümanların, 1920'lerden bugüne Türkiye'de gâvurluğun başat temsilcisi olan CHP'nin bazı şehirlerdeki Kur'an'lı, namazlı seçim stratejisini apaçık bir münafıklık ve din istismarı olarak lânetleyecek yerde, "CHP'nin din düşmanlığını terk etmesi" gibi güzellemeler eşlinde olumlamaları, son yıllarda AKP'nin politikalarıyla yaygınlaşan hakla bâtılın birbirine karıştırılması trendinin doğurduğu bir yanlış okumadır.
İslam hakla bâtılın ayrıştırılmasını ister, barıştırılmasını değil!
Kaldı ki CHP'nin yaptığı bir barıştırma çabası bile değil. Kaba ve hoyrat bir din istismarı.

Müslümanlar fecr-i kâziblere değil fecr-i sâdığa talip olmalıdır.

Büyük veya küçük yaşta fuhuş serbest, dahası çağdaşlık, 18 yaştan küçük evliliğe ise hapis cezası.
Bu memleket Müslüman ülke ve yöneticileri de ümmetin umudu öyle mi?

Hani Erdoğan dün Piton'la görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada S-400'lerle ve ABD'nin bu konudaki baskısıyla ilgili "Bir akit yaptık, o iş bitti. Geri dönmemiz mümkün değil" dedi ya,
İşte bizler de laik-kemalist sistem ve bu sistem içi iktidar mücadelesi, bu sistemin yöneticilerini belirlemek amacıyla yapılan seçimler konusunda aynı şeyi söylüyoruz:
Rabbimizle bir akit yaptık, dolayısıyla o iş bitti. Kim ne derse desin geri dönmemiz, bu konulardaki tevhidi duruşumuzu değiştirmemiz mümkün değil.

Rabbimizin rızası ve cennet mazbatasına namzet olan ve hayatını buna göre planlayanlara selam olsun.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Moskova yolculuğu öncesi havaalanında yaptığı açıklamada Rusya şeysi Putin'le Suriye ve terör konularını ele alacaklarını söyledi.
Demek ki Erdoğan, işgalci katil Rusya'nın Suriye'deki terör eylemlerini gündeme getirecek. Hadi bakalım.

Soru: Komünist belediye başkanı ve medyanın ona yönelik güzellemeleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

El cevap: Kapitalist düzen içinde bir alternatif değil çeşni olacağı bilindiği için nostalji kabilinden bir "komünizm" mevcut hal için çok kullanışlı. Nostaljik bir komünizmin memlekete neşe katacağı düşünüldüğünden daha çok güzellemeler yapılacaktır. Aksi halde çeşni değil de bir alternatif olacağı düşünülse bir kaşık suda boğulması için seferber olunurdu.

HDPKK'nın eşbaşkanı, Kürtlerin yaşadığı doğu illeri için "Bugün Türkiye'nin en bereketli toprakları burası. Buralar vadedilmiş topraklar. Musa bütün ömrünü bu toprakları arayarak geçirdi” sözleriyle kime göz kırpmaktadır dersiniz?

İslam devletinden değil ancak insan devletinden söz etmeliymişiz. Zira İslam bir devlet nizamı önermiyormuş, yalnızca bu konuda temel umdeler getiriyormuş. 
Bunları söyleyen zat, söz konusu umdelerin ilk maddesini "hakikat" olarak zikrediyor. Ve sıkı durun, hakikat kavramını da "yalan söylememeye / doğruları söylemeye" indirgiyor.
Bu zat ve bunun gibi kimileri utanmadan bir de indirilmiş dinden söz ediyorlar. Sizin bu zırvalarınızdan daha yıkıcı uydurulmuş din mi olur.
Oysa hakikat kavramı, ibadetiyle siyasetiyle, muamelatıyla bir bütün olarak İslam'ı ifade eder. Hakikat, yani İslam ve onun ahkâmı olmadan adalet olmaz.

Ali Koç'un Fenerbahçe'ye yardım toplamak için bir Sultanahmet Camii önünde mendil açmadığı kaldı. Zabıta ekiplerinin yakaladığı kimi dilencilerin yüklü banka hesaplarıyla ilgili haberler geliyor insanın aklına.

E.İmamoğlu bugün Fatih'in türbesini ziyaret ederek benim sabahki tesbitimi ters köşe yaptı. Eskiden CHP'liler atalarına şerik koşmazlardı, artık onlarda da at izi it izine karışmaya başladı. 
AKP sadece Müslümanların değil, Kemalistlerin de ayarını bozdu kısacası.

AKP ile CHP arasındaki önemli bir farkın da şu olduğu ortaya çıktı: 
AKP'liler seçim kazandıktan sonra ilk olarak Eyüp Sultan veya Hacı Bayram Veli türbesine, sonra da Anıtkabir türbesine gidiyorlardı.
CHP'liler ise E.İmamoğlu örneğinde de görüldüğü üzere, Eyüp Sultan gibi geleneksel türbelere seçimden önce, Anıtkabir adlı modern türbeye ise seçimden sonra gidiyorlar.
Böylece adeta şu mesajı vermiş oluyorlar: "Atam bize gönül koyma, biz o türbeye oy toplamak için öylesine gitmiştik. Biz sana şerik koşmayız, merak etme."

HDP Diyarbakır İl Başkanlığınca yapılan seçim kutlaması tam anlamıyla PKK'yı tazim töreni şeklinde geçmiş. PKK marşları okunmuş, ölen PKK'lılar için saygı duruşunda bulunulmuş.
HDP bu şovu yaparak sanırım şunu demek istiyor: "Diyarbakır'ı/Amed'i biz kazanmış olsak da belediyeleri kayyımlar bizden iyi yönetiyor. Biz şovumuzu yaptık. Artık bir an önce kayyım atansın."

Lut (a.s.)'ın kavmini geçtiler: Nebraska'da bir anne eşcinsel oğlu için taşıyıcı anne oldu, torununu doğurdu

Modern tuğyan sapkınlık ve azgınlıkta, Lut (a.s.)'ın kavmini geçmiş durumda. ABD'nin Nebraska eyaletinde 61 yaşındaki Cecile Eledge, oğlu ve "oğlunun kocası" için taşıyıcı anne olarak kendi torununu doğurdu.

Toplumlar olarak şu gerçeği anladığımızda demokrasi denilen illüzyondan kurtulmanın ilk adımını atmış olacağız:
Bâtıl sistemlerde seçimler, piyango oyunu gibidir. Farklı parti ve kişilere çeşitli oranlarda makamlar (ikramiye) dağıtılsa da, büyük ikramiye her zaman, seçimler sayesinde kendini tazeleyen, kadrolarını (hamallarını) yenileyen sistemin olur.
İslami devlet sisteminde de yöneticiler tabii ki seçimle belirlenecektir, fakat İslam insanı bâtıl sistemler gibi nesne değil, yeryüzünün halifesi olan özne olarak gördüğü ve adalete dayalı Rabbani bir öğreti olduğu için orada toplumlar sistem için değil, sistem Allah için ve dolayısıyla Allah'ın kulları (toplumlar) içindir.
Bu sebeple her gelişmede büyük ikramiye toplumundur, tüm imkan ve zenginlikler topluma adil olarak dağıtılır.

Büyük şeytan ABD'nin başkenti Vaşingtın'da "NATO Birleştirir: İttifak 70 Yaşında" etkinliği düzenleniyormuş.
Dünyanın en organize ve kanlı terör örgütlerinden olan NATO zalimleri birleştiriyor evet ve fakat mazlumların bedenlerini paramparça ediyor.
Allah'ın laneti NATO terör örgütüne olsun.

Rasulullah (a.s.)'ın amcası Abbas b. Abdulmuttalib, Bedir'de Müslümanlara esir düşenler arasındaydı. Müslümanlar onu, yeğenine iman etmediği ve ona karşı savaştığı için ayıpladığında ve müşrikleri eleştirdiklerinde şu cevabı vermişti:
"Niçin bizim hep olumsuzluklarımızı dile getiriyorsunuz? Hacılara su dağıtmamızı, Mescid-i Haram'a hizmetimizi niçin görmüyorsunuz?"
İşte şu ayet-i kerimenin bu olay üzerine inzal olduğu rivayet edilmektedir:

"Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez." (Tevbe, 19)

Günümüzde mevcut laik-kemalist düzen ve onun muhafazakâr demokrat yönetici kadrolarına yönelik akidevi muhalefetimiz karşısında yapılan savunmalar da temelde çok farklı değil.

E.İmamoğlu'nun Anıtkabir ziyaretini Kemalizm dininin ritüel sistemi açısından, İslam'ın ibadet sistemine kıyasla şöyle değerlendirebiliriz:
Bir beldede iki aday belde emirliği için mücadele etmektedir. Biri ön alıp, Salı veya Çarşamba günü öğlen namazı vakti Cuma namazı organize ederek elinde Kur'an ve kılıçla minbere çıkıp emirliğini ilan eder.
Dün söz konusu kişinin, MSB tarafından da açıklandığı üzere Anıtkabir ritüellerini (Kemalizm dininin usullerini) alt-üst ederek yaptığı da kendi dini açısından tam da buydu.

Âlemlerin Rabbi'ne ve O'nun emir ve yasaklarına karşı toplumda zaten geçmişte de var olan duyarsızlık ve laubaliliğin son dönemde daha da yaygınlaşmış olmasının sebeplerinden biri de, Müslümanların mevcut bâtıl düzen karşısındaki akidevi duruşlarını terk etmiş ve dolayısıyla onun ifsadına karşı gardlarını düşürmüş olmalarıdır.
Bu düzenin bâtıl anayasasının revizyonu başta olmak üzere, restorasyonu ve aynı bâtıl temeli üzerine kimi dekoratif değişimlerle yeniden inşası konusunda destekleri istendiğinde İslami kesimler akidelerini (Rabbimizle lâ ve illa üzerine yaptıkları akidleşmeyi) unutarak desteğe koşmak yerine, Yusuf (a.s.)'ın şu tutumunu örnek alsalardı bugünkü ifsad ve çürüme yaşanmazdı:
"Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir. Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum, dedi." (Yusuf, 33. ayet)

Martın sonu bahar dediler lakin soğuklar iyice arttı. Sloganlarında bile meymenet yok.

Türkiye'de 1.389 belediye başkanlığı var. Bu başkanlıklara partilerce 536 kadın aday gösterilmiş. Neticede de 37 kadın başkan seçilmiş. Onca teşvik politikalarına, dayatmalara rağmen bu böyle. 
Kısacası ne kadar zorlarsanız zorlayın, yönetim erkinde kadın ancak bu kadar bulunabiliyor. O da daha çok "kadına hiç yer verilmiyor" algısını yıkmak için vitrinlik çabaların neticesi bu kadarı da. Bu durum Avrupa'da da farklı değil.
Fıtri olanı zorlamanın anlamı yok. İstisnalar olması tabii olmakla birlikte kadının asli yeri evidir, eş ve anne olarak toplumun kalesi aileyi inşa ve ihya etmek ve sosyal hayata da aile merkezli katılım sağlamasıdır.

Başka partilere geçen belediyelerde çalışanlardaki işini kaybetme endişesi kadar, rıza-i İlahi ve cenneti kaybetme endişemiz var mı?

Cahiliye düzeni, geneliyle-yereliyle bir bütündür. Allah'ın dinine iman eden herhangi bir insanın, cahiliye düzeninin hükmetme ve yönetme mevkilerine aday olması doğru değildir. 
Kur'an'ın bütün öğretisi ve tüm Rasullerin, Rabbimizin vahyine dayalı sünneti bu doğrultudadır. İslam bütünlüklü bir hakikat ve hakimiyet iddiasıdır. Cahiliyeyle uzlaşmayı ve ona payanda olmayı asla kabul etmez.
Müslümanlar, cahiliye düzenlerinde ruczdan hicret etmek ve davet eksenli uzun soluklu bir mücadele ile yaşadıkları coğrafyada Hakkı hakim kılmaya çalışmakla mükelleftirler.

Büyükşehirlerde kazanan CHP'li adaylar tam anlamıyla yedi kocalı hürmüz durumundalar. Belediyeleri partilerinden gelen talimatlarla mı, İP'in, HDP-PKK'nın, Fetö'nün veya irili-ufaklı sol örgütlerin talimatlarıyla mı yönetecekler. Epey maharet gerekli hepsini idare etmek için.

İnsanın sözle kendisini nasıl tanımladığı değil, amelleri, yapıp-ettikleridir akibetini belirleyecek olan. O sebeple cennetlik ve cehennemliklerle ilgili ayetlerde, sıkça "yeksibun/kazandıklarınız" ve "ya'melun/yaptıklarınız" kelimeleri kullanılmaktadır. 
Yani insanlar amellerinin neticesinden başka bir şeyle karşılaşmayacaktır. Daha önce de burada bir paylaşımda belirttiğim gibi cennet ve cehennem bir hakedişten başka bir şey değildir.
Şu ayeti kerime de bu gerçeğe bir başka açıdan vurgu yapmaktadır:

"Sonunda oraya geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir." (Fussilet, 20. ayet)

Müslümanların ve tüm insanlığın maslahatı, ancak ve ancak Rabbimizin dur dediği yerde durmaktadır.
İlk Rabbani emirlerden olan ruczdan hicret (Bkz: Müddessir 5) sorumluluğunu bile bile, geçmişte "İslami kimlik ve ilkeler" kitapları yazıp bu konulara vurgu yapıp, bugün o ilkeleri unutarak rucz düzeninin herhangi bir kanadına destekçi olmak ve hele de Müslüman zihinde maslahat kavramını halen İslam dışı, pragmatist bir zemine oturtmaya çalışmak kabul edilir bir durum değildir.
Ne yaparsanız yapın, herkesin kendi tercihidir. Fakat bizim kavramlarımızı rucz düzeninin bir kanadı adına tahrife kalkışmayın.
"Hak söz"ü bâtıla payanda kılmayın. Kendinize ve etkilediğiniz insanlara yazık ediyorsunuz.

Adana'daki çirkef kadının saldırısı karşısında tesettürlü kardeşlerimizin metaneti ve çirkefle çirkefleşmek yerine asaletlerini korumayı tercih edişleri takdire şayandır.
Bedenî tesettürün yanı sıra onun asli bağlamı takva elbisesini de kuşanan bu asil kardeşlerimizin yanında, bedenen de, kalben ve amelen de fücur elbisesiyle halkın içine çıkan o kadın ne kadar da itici duruyor.

Örtülü kadınlara "kara böcek", "ninja" gibi hakaretlerde bulunan İslam ve insanlık düşmanı alçak, senin gibi necislerin bu memlekette peydahlanmasının müsebbibi olan o sarı kurduna Cehennemde rastlayacaksın merak etme.

Toplumları eskiden seçim meydanlarında Kur'an'ı öpüp başının üstüne koyan, şimdilerde ise taziyelerde güzel Kur'an okuyan yöneticilere tav ediyorlar.
Oysa Rabbimiz, Kur'an'ı kendisiyle hükmedilsin diye inzal buyurdu ve onunla hükmeden yönetici istiyor.

Bizimle toplumun geneli arasındaki fark şu:
Biz diyoruz ki; cetvel eğri arkadaş, bu cetvelle doğru kimseler dahi doğru çizgi çizemez.
Toplum ise, birilerinin bu eğri cetvelle doğru çizgi çizebileceğine inandırılmış bir kere.

Rabbimiz erkeklere ve kadınlara farklı özellikler bahşetmiş, farklı konularda birbirlerine üstünlükler vermiştir. 
Modern tuğyan kadını ve erkeği birbirlerinin fıtri üstünlüklerine karşı kışkırtmakta, Rabbimizin öngördüğü velayet ilişkisi yerine rekabetçi bir zemin oluşturarak toplumsal yapıyı zehirlemektedir.
Rabbimiz bu konuda insanları şöyle ikaz ediyor:

"Allah'ın, kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin. Erkekler için de kazandıklarından bir pay vardır; kadınlar için de kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir." (Nisa, 32)

Son olarak "Bu çağda içkili mekanları tartışmak gericiliktir, yobazlıktır" zırvasını dillendiren AKP İzmir adayı Nihat Zeybekçi'nin bu tür açıklamalarına bir de şu açıdan bakalım.
Şayet bu kişi "Bu çağda bir heykelin karşısında saygı duruşunda bulunmak gericiliktir, yobazlıktır" diye bir açıklama yapsaydı, ilk tepki gösteren Erdoğan olurdu. Büyük ihtimalle adaylıktan da el çektirilirdi.
Demem o ki, balık baştan kokuyor. Zeybekçi'yi günah keçisi haline getirmeye gerek yok. AKP'de veya başka bir partide sevap keçisi ne gezer.

İslam'ı kamusal alanda daha fazla görünür kılmalıyız. Fıskın-fücurun bu kadar görünür olduğu, sokaklardan-caddelerden taştığı bir dönemde biz halen "namazı balkonda kılmak gösterişe kaçabilir" fıkıhsızlığına mahkum durumdaysak vay halimize.
Oysa yüzeyselliği aşmış Müslüman aklı bu konuda ne güzel bir ölçü belirlemişti Vahyin ve Nebevi örnekliğin ışığında: Farzların aleni, nafilelerin ise mahrem olanı efdaldir.
Sıcaklarla birlikte inşallah benim balkonda namaz sezonum da açılmış olacak. Fırsat buldukça balkonda şöyle namaz gibi namaz kılmayı herkese tavsiye ederim. Millet namazı ikame eden insan görsün biraz da.

Bu din, Ömer b. Hattab örneğinde olduğu gibi 1.400 yıl önce kendisini yok etmek için silah kuşanıp yola çıkanları nasıl diriltmişse, bugün de aynı tazeliğini, dinamizmini ve dirilticiliğini sürdürüyor. Yeter ki insan ona doğru ufak da olsa bir adım atsın:

"ABD'li eski asker Richard McKinney, nefret ettiği için bombalamayı planladığı İndiana'daki İslam Merkezi'ni ziyaret ettikçe İslam ile tanışıp Müslüman oldu."

Seçim öncesi politikacıların sloganları ne kadar da albenili değil mi? Kimsenin halka ve şehirlere hizmet dışında bir gayesi yok!
Bu slogan-icraat farkı bana, "Hayat iman ve cihaddır" gibi şiarları dilinden düşürmeyen ve fakat pratik hayatında dünya meşgalesine dalıp gitmiş, İslami mücadeleyi ise ancak boş vakitlerde lütfen zaman ayırılacak bir hobi alanı gibi gören çevremizdeki birçok Müslümanın halini hatırlatıyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN